Kandil günleri üstüne-Müslümanlıkta kandil günleri yoktur, sonradan eklenmiştir

Kandil günleri üstüne-Müslümanlıkta kandil günleri yoktur, sonradan eklenmiştir Diyanet İşleri Başkanlığı ve hiç bir imam bu konuda Kadir Gecesi dışındaki kandil günlerinin dinde yeri olmadığını hiç bir zaman söylemiyor

Türkiye’de din ve Mevlid gibi kandiller sömürü aracı olarak kullanıyor.
Kandil günleri üstüne-Müslümanlıkta kandil günleri yoktur, sonradan eklenmiştir

Hemşerilerden, akrabalardan başta olmak üzere, eşten, dosttan cep telefonuma bir hayli kandil kutlama mesajları geliyor, sizlere de mutlaka gelmiştir. Her kandil günlerinde, sanki dini bayrammış gibi, böyle her eşe dosta kandil günlerini kutlayan mesajlar gelir, gönderilir, belki sizlere mutlaka gelmiştir.
Acaba kandil hakkında hiç kafa yordunuz mu, bu mutlak dini bir görev midir, bu nedir diye düşündünüz mü?
Kadir Gecesi diye andığımız kandil gününden başka öteki kandil günlerinin hepsi dine çok sonradan yüzyıllar sonra girmiştir.
Öbür Müslüman ülkelerde de kandil günleri kutlanıyor mu, bilmiyorum. Ama Türkiye’de, dini bir zorunluluk olmadığı halde, yüzyıllardır kutlanan kandil geceleri vardır. Kuranı Kerim’de belirtilen Kadir Kandili dışındaki kandil günleri veya geceleri, peygamberden yüzyıllar sonra sanki dini bir kuralmış gibi, kutlanmaya anmaya başlanmış. Biraz da sanırım FETO’nun verdiği gazdan olsa gerek, AKP döneminde de hepimiz biliyoruz, bir “Kutlu Doğum Haftası” diye bir hafta uydurulmuştur.
Peygamberin ölümünden çok sonra anılmaya başlanılan bu kandil günlerinin hiçbir zaman dini zorunluluğu yoktur. Ama Türkiye’de bütün camilerde bu kandil günleri anılmaktadır.
Türkiye’de hemen bütün camilerde Kadir Gecesi dışında şu kandil günleri anılır:
  1. Ragaip Kandili, dine sonradan eklenmiştir.
  2. Miraç        “            “             “                “
  3. Berat         “            “             “                “
  4. Mevlit       “            “              “                “
  5. Muharrem ayı, Kerbelâ H. 61 senesinin 10 Muharreminde 10 Ekim 680) olayından sonra anılmaya başlanmıştır.  Gerekli açıklamayı daha önce yayınlanan bir yazımdan alıyorum.       
Adı geçen kandiller, peygamberden 550 yıl sonra Xl yyılda Mısır Halifesi Selâhaddin Eyyübi (1137–1193) zamanında kutlanmaya başlanmıştır. (Selahaddin Eyyübi, Mısır Eyyübileri Hanedanının kurucusudur; uzunca bir adı vardır.”Salâh-addin Eyyübi Salah Al-din Ayyübi Al- Malik Al-Nasir Salah Al Din Yusuf”)
Selahaddin Eyyübi H 532 M 1138 de Takrit’te doğdu. 589 M.1193 de Şam’da 55 yaşında öldü.
Xll. y yıla kadar Müslümanlar Hıristiyan Bayramlarını ve öteki bayramları tamamıyla folklor törenleri gibi sayar, komşu ahbap hatırı için Hıristiyan bayram ve yortu günlerine, bir eğlence havası içinde seve seve katılırlardı. Yalnız savaş yeri sayılan Kilikya (Çukurova Bölgesi) ve Sicilya’da bundan sakınılır, tersine Müslüman Bayramlarını daha canlı kutlarlardı. Xll yy yıldan başlayarak barbar ve yola gelmez Hıristiyanlarla çatışınca, Müslümanlar, düşmanlarının bayramlarını kutlamaktan sakındılar ve tamamı ile İslâmi Bayramlar icat etmeye çalıştılar. Ayrıca Hıristiyan komşuların Noel, öteki yortu gibi bayramlarına (folklorik hava içinde de olsa) katılmakla, Müslümanların Hıristiyan adet ve töresinden etkilenmemesi için, Mısır Halifesi Selahaddin Eyyübi, Müslümanlar için günümüze kadar kutlanılan kandilleri uygulamaya ve kutlanmaya başlandı. Böylece günümüze kadar değişik İslâm Ülkelerinde, Peygamberin ölümünden 550 yıl kadar (11 yyıldan) sonra kutlanmaya başlamıştır.
Kadir Gecesi diye bilinen anılan Kandil dışındaki, bu kandil günlerinin Müslümanlık dininde anmak zorunlu olmadığını, hiçbir imam Diyanet İşleri Başkanlığı asla açıklamaz, doğruyu söylemezler. Peygamberden yüzyıllar sonra anılmaya başlanan bu kandil günleri dini kural olarak kabul edebilir miyiz, mümkün değil. Ülkemizde 16 bakanlıktan sekiz tane bakanlığın bütçesinden daha fazla bir bütçeye hâkim olan Diyanet, gerçek çağdaş bir dini inancın eğitimini vereceği yerde, çağ dışı fetvalar vermekte, bir turizm şirketi gibi sadece Hac organizasyonları yapmakta. Para Diyanet için o kadar fazla gelmiş olmalı ki, artık din görevlileri Güney sahillerimizdeki en lüks otellerde milyonlara varan israflı para harcayarak güya seminerler yapmakta.
Kadir gecesi
Kadir Gecesi, Peygamberden beri kutlanan, Müslümanların en önemli gün ve gecelerinden biridir. Kuranı Kerim o gece indirildiğinden, kutsal bir gecedir ve Kuranı Kerim’de ayetlerle belirtilir Kadr Suresi:  Kur'an-ı Kerim'in 97. suresi 5 ayetten oluşur. Mekke'de Abese Suresi'nden sonra inmiştir. Kur’an’ın indirildiği Kadir Gecesi'nden bahsedildiği için bu sureye Kadir Suresi denmiştir.
 Kadr Suresi'nde Kur’an’ın Kadir Gecesi'nde indirildiğinden, Kadir Gecesi'nin bin aydan daha hayırlı olduğundan, Kadir Gecesi'nin rahmet ve berekete vesile olduğundan, bu sebeple insanlık için taşıdığı değerden bahsedilir.
Gerçek biz onu(Kur'ân'ı) “Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin (o büyük fazi u şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Onda melekler ve Rûh, Rabblerinin izniyle, her bir iş için iner de iner. O (gece) tanyeri ağarıncaya kadar selâmdır." (Kadr sûresi 97 /18)
Mevlit kandili Süleymân Çelebi {d.M 1351 (H.752)-(ö.H.825 M.1422)}               
Mevlit Kandili, Peygamberden 777 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu zamanında Birinci Murat devrinde yazılıp kutlanmaya başlanmıştır. Mevlit’in dini bir zorunluluğu yoktur; ne vacip, ne sünnet, ne de farzdır. Bursalı Tasavvuf Şairi Süleyman Çelebi tarafından yazılmış. Başka Diğer Müslüman ülkelerde de yoktur, sadece Türkler tarafından mevlit okunup, anılır. Bizim yörede ne ki tüm Anadolu'da Mevlid nerede ise Kuranla denk sayılır. İnanır mısınız öyle kimseler tanırdım ki, adam borç para alıyor çoluğunun çocuğunun rızkından kesiyor mevlit okutuyor.  Bu anlamsız bir israf değil mi? Diyanet İşleri Başkanlığı ve hiç bir imam bu konuda Kadir Gecesi dışındaki kandil günlerinin dinde yeri olmadığını hiç bir zaman söylemiyor, söyleme cesaretini bulamıyor.
Meşhur Türkçe "Mevlit" kasidesinin yazarı Süleyman Çelebi Bursa'da doğdu. Kaynaklarda Süleyman Çelebi'nin doğum tarihine dair bir kayda tesadüf edilmedi. Ancak, Süleyman Çelebi'nin Mevlidi 60 yaşında yazdığı ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittiği, en eski olarak bilinen nüshasında bulunan bir nota yorumlanmaktadır. 1422 (H.825) senesinde vefat ettiği bilindiğine göre, onun 1351 (H.752) senesinde doğduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Sultan Birinci Murat Hanın vezirlerinden Ahmet Paşanın oğlu, Şeyh Mahmut Efendinin torunudur. Mahmut Bey, 1338 (H.738) senesinde Sadrazam Süleyman Paşa ile Rumeli'ye sal ile geçenlerdendir. Süleyman Çelebi, Bursa'da asrının ileri gelen aydınlarındandı. Sultan Yıldırım Bâyezîd zamanında Divan-ı hümayun imamı, sonra da Bursa'da onun inşa ve ihya ettiği caminin imamı oldu. Peygambere olan sevgisi Vesîlet-ün-Necat isimli mevlit kasidesini yazmasına vesile oldu. Eserini yazmasının sebebi olarak gösterilen hadise hakkında; Künh-ül-Ahbâr, Güldeste, Tezkire-i Latîfî ve başka kaynaklarda geniş bilgi vardır. Mezarı, Bursa'da Çekirge yolu üzerindedir.
Hz. Muhammed (M.571-M.632) yılları arasında yaşamıştır. Mevlit ise Bursa’lı bir tasavvuf şairi olan Süleyman Çelebi tarafından M 1409 yılında 60 yaşında iken yazdığına göre, peygamberin ölümünden 777 yıl sonra yazılmıştır. Müslümanlıktan 777 yıl sonra yazılan bir şiir, dinle Müslümanlıkla bir mecburiyet var mıdır, olabilir mi?
Öyleyse Mevlit okutmak ne vacip, ne sünnet, ne de farzdır. Mevlit okutmak diğer Müslüman ülkelerde yoktur; şiiri bir Türk şairi (Süleyman Çelebi) tarafından Türkçe yazıldığı ve Türkçe okunduğu için, Türk Müslümanlarınca çok sevilir.
Günümüze değin, artan oranda, sanki dini bir zorunlulukmuş gibi, çıkarcı din adamları tarafından “mecburiyet” telkinleri yapılmaktadır. Çıkarcı diyoruz, çünkü bazı din adamları mevlit törenlerinden sürekli bahşiş adı altında nemalanmakta ve yemek telkininde bulunmaktadırlar. Köy kökenli bir öğretmen olduğum ve Anadolu’nun birçok yerinde öğretmen olarak çalıştığım için, iyi biliyorum. Nice yoksullar borç para ile kurban kesip, güncelliğinin dışında masrafla, yemek ziyafeti vererek sanki dini bir zorunlulukmuş gibi, “mevlit okutanları”, mevlit sonunda hocaların cebine para sokuşturanları çok görmüşümdür. Bu gizli gelir nedeniyle bilerek, cami hocaları, “dini zorunluluk yoktur demiyorlar.
Kandil günleri üstüne-Müslümanlıkta kandil günleri yoktur, sonradan eklenmiştir

Türkiye’de, ölmüşlerin ruhları için sık sık Mevlit okutulur. Ölmüşlerin ruhları için, “Kuran okutacağız” demekten ziyade, “Mevlit okutacağız” derler. Nerede ise, Mevlidi adeta Kurandan önce görürler. Çok yanlış bir düşünce ve uygulama; mevlitten ziyade, Kuran okutulsa daha iyi olacaktır. Okutulan Kuran da Türkçe okutulmalı ki, dinin özü rahat anlaşılabilsin. Biliyoruz ki, İncil, Tevrat, Zebur gibi Müslümanların da kutsal saydığı kitaplar ve o dinlerin ibadetleri her millet kendi dilleri ile okumakta, ibadet yapmaktadır. Kuran da öbür kitaplar gibi Tanrı kitabı ise, onlar gibi insanlara anlaşılır hale getirilmelidir. Din ve ibadet anlaşılarak yapıldıkça değer kazanır. Acaba Kuran’ı ezberleyenler, anlaşılmaz bir dille okuyanlar neden anadilde ibadete karşı çıkarlar. Sadece Kuranı ezberleyenler, Kuran anlaşılacak şekilde Türkçe okutulduğu zaman, mevki ve itibarlarını kayıp edeceklerini sanıyor olmalılar. Unutmayalım ki, anadilde ibadet yapıldığı zaman, Kuran kurslarına, imam hatip liselerine hiç gereksinim kalmayacaktır. Batıda hangi ülkede bizdeki Kuran kursları gibi yaygın İncil kursları vardır. Hangi ülkede bizdeki imam hatip liseleri gibi İncil hatip liseleri vardır. Gerek yok, çünkü onlarda herkes kendi dillerinde ibadet yapıyorlar; o nedenle bu yönde ayrı bir kursa ve okula gerek duymazlar.
Anadilde ibadet yapıldığı zaman, hiç kimse dini sömürü aracı olarak kullanmayacaktır. Ellerinden bu sömürü aracı gitmesin diye, dini siyasete alet eden siyasiler de, anadilde ibadete “Allahın kelamı değiştirilemez” diyerek şiddetle karşı çıkmaktalar. Bunu eleştiren Mahzuni’nin hey Arapça okuyanlar Allah Türkçe bilmiyor mu” diye bir türküsü vardır.
Türk Müslümanları Süleyman Çelebi’ye kadar mevlit okumamışlardır; öteki Müslüman ülkelerde de hiç mevlit okunmaz.
İşte yoksul halkımız, aşağıda, köy ve kasabalarda din adına böylece sömürülürken; yukarılarda, kentlerde “kurban, türban”, “şeriat” diyerek ve de din adına oy avcılığı yapılarak halkımız aldatılıp sömürülmektedir. Muskacılık, üfürükçülük, türbelere adaklar adamak vb hurafelere değinmiyoruz. Çünkü o ayrı bir yazı konusu.
Şimdi burada, bu konuda tanık olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. 20 yıl kadar önce, kayınvalidem ölmüş, yalnız kalan kayınpederi evlendirmek için, kayınpederin tuttuğu taksi ile bir köydeki bir dul kadına dünür gitmiştik; (kız istemeye gitme işine “dünür gitme” denir). Yanımızda da, kılavuz olarak kayınpederin ahbabı bir imam vardı. Dünür işimizi bitirdikten sonra, çok yakın başka bir köyde, tanınmış zengin bir zat öldüğünden, ona bir Kuran okuyalım” diyerek o imamın telkini ile oraya yöneldik. İmam, yolda bize sıkı tembihte bulunarak, “filan köye dünür geldik, buraya da uğrayalım dedik- diye bir laf etmeyin, -Kuran okumaya geldik- diyeceğiz”, dedi. Biz ölü evine imamla özel olarak gelmiş tavrı ile orada ağırlandık. İmam, gelip gidenlere birkaç kez kuran okudu. Taksi şoförü ve biz “gidelim” diye fısıldadıkça, bizim imam oturmaya devam etmek istiyordu. Nihayet kalktık giderken, baktım imamın cebine kâğıt paralar sokuşturuluyordu. Bu plan karşısında şaşırdım, vay be imam bizi kullandı diye düşündük.
Ayrıca cenazelerde, devletten maaş alan imamların talkın, devir adı altında bir çeşit bahşiş aldıklarını hepimiz biliriz. Bu öylesine yaygınlaşmıştır ki, artık adeta dini bir zorunluluk haline gelmiş gibidir.
Benim ilçede 25 yıl kadar önce şakacı bir imam vardı. Bir gün samimi olduğu bir ahbabına, “harçlığım kalmadı, birkaç ölü olsa da yolumuzu bulsak” diyerek olayın  ironik gerçekliğini ortaya koymuştur.Yoksul cenazesine nazlı nazlı adeta zorlanarak giden imamlar, zengin cenazesine üçer beşer kişi giderlerdi. Şunu merak ediyorum, acaba Hıristiyan cenazesi defnedilirken bizimkiler gibi, devir, talkın gibi ölü bahşişi alırlar mı ki?    
Bazı yatırımcı bakanların bütçesinden bile büyük bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığımız, ne yazık ki, binlerce elemanı ile bu konuda eğitici çalışmalar yapmamaktadır. Onlar da işin farkında ama imamlardan gelen tepki nedeni ile susmaktalar, göz yummaktalar.
Diyanette uzman olarak çalışan Mustafa Güney’e, cenazelerde ve mevlitlerde verilen para olayını sorarken, kandillerdeki masrafı da sordum. Mevlit Türkçe olduğu için halkımız çok seviyor; bu örnekte olduğu gibi, demek ki, ibadet her milletin kendi dilinde, Türkçe ibadet olsa, dinini imanını halkımız daha çok sevecektir, dedim. Aşağıda parantez içinde açıklamam ışığında, Mustafa Güney’e şöyle dedim:
 -Sayın Hocam, Türkçe ibadeti, Mevlit örneğinde olduğu gibi, ana dilde ibadeti ben de savunuyorum; acaba Kuran’da anadilde ibadeti yasaklayan bir hüküm var mı, sanırım böyle yasaklayan hüküm yok. Örneğin namaza başladığımızda Besmeleyi Arapça değil, “esirgeyen bağışlayan Allah’ın adı ile başlarım” desek ne olur? 
Din Uzmanı Mustafa Güney: böyle bir sakınca yok, öyle de ibadetini yapabilirsin, ancak Kuran Allah Kelamı olduğu için özünden sapmamak gerekir ”, dedi.
Hazır Diyanet İşlerine gelmişlerin, aklıma takılan bazı dini konularda bilgi alayım diye düşündüm. Yine, Anadolu’nun birçok yerinde ölüm olayından sonra, devir adı altında güya ölünün günah ve kusurlarının kefareti anlamında, başta hocalara bilmem kaç defa tespih sayılıp para verilmekte. Ayrıca, ölünün definden sonra, yedisi, kırkı, elli ikisi adı altında, ölü yakınlarınca ziyafet yemek verilmekte. Öylesine yoksullar var ki, borç para bulup, sanki dini bir zorunlulukmuş gibi masraflara girmekteler. Ne yazık ki, birçok imam, bu tür yemek ve ziyafetlerin yapılaması için telkinlerde bulunmaktalar; “devir” adı altında yoksul bile olsa, ölü yakınlarından para almaktalar. Dinen bunların uygunluğu konusunda Mustafa Güney’in görüşünü almak istediğimde, “bunların dini bir zorunluluğu yoktur” dedi.  
Sonuç olarak şunu diyebiliriz, dindeki bütün sorunlar, tartışmalar, dinsel sömürü ancak anadilde ibadetle, (Türkçe ibadetle) bitecektir. Batı bunu 500 yıldan fazla bir zaman önce İncil’i ana dile çevirerek halletmiş ve ondan sonra Batı’nın aydınlanma çağı başlamıştır. Ama Tüm İslam ülkeleri bu süreci yaşamamış, din adına sömürü ve hurafeler alabildiğine artmıştır.
Bunun bilincinde olan Atatürk,  Kuran ve ezanı Türkçeye çevirtmiş, sürelerin bile Türkçe’ye çevrilmesi, okutulması için Behçet Kemal Çağlar gibi ozanlara talimat vermişti. Ezan Türkiye’de 17 yıl Türkçe okutulmuş, sonra gelen siyasal çıkarcı iktidarlar bundan vazgeçerek irticanın tırmanmasına neden olmuşlardır.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
Not: Bu yazımın bazı bölümleri daha önce yayınlanan “Kandil günlerinin aslı ve anadilde ibadet” başlıklı yazımdan alındı.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget