Eğitim ve yerel yönetimler

Eğitim ve yerel yönetimler Ulusal Eğitim Derneği’nin kültür etkinliklerinden bir yenisi 22.2.2020 Cumartesi günü, dernek merkez salonunda, “eğitim ve yerel yönetimler” konulu konferans düzenlendi.

“AKP belediyeciliğinde açılan kurslara katılan yüzde 84 oranındaki kadınlar İslami modele hapsediliyor.
Adam milletvekili çocuğunu imam hatibe göndermiyor, ama imam hatipleri savunuyor herkesi oraya göndersin istiyor, bu ikiyüzlü ve alçakça bir şey bence, çok tuhaf ve ahlaksızca bir şey.
“Yerel yönetimler örgün eğitim mi yapar, yaygın eğitim mi yapar. Yasalara göre de yerel yönetimler yaygın eğitimin yürütücüdür, bizzat yapıcısıdır, kurucusudur. Ama örgün eğitimin de destekçisi pozisyonundadır. Kendisi örgün eğitim kurumları açamaz, sadece destekleyicisi konumunda olur, dünyada da böyle”.
“AKP li belediyecilik anlayışı İslamcı belediyelik anlayışıdır”.
AKP belediyeciliğinde açılan kurslara katılan yüzde 84 oranındaki kadınlar İslami modele hapsediliyor.
“AKP li İslamcı Belediyeler cemaatlere para aktarıyorlar”.
“Okulların ayrışmasının yıkıcı sonuçları, okullar bizim bildiğimiz okullar değil artık Türkiye’de, Cumhuriyet okulu değil, o hüviyetini yitirdi, yani okullar toplumsal bütünleşmenin aracı değil, bizzat ayrışmanın aracı haline geldi”.
Eğitim ve yerel yönetimler

Ulusal Eğitim Derneği’nin kültür etkinliklerinden bir yenisi 22.2.2020 Cumartesi günü, dernek merkez salonunda, “eğitim ve yerel yönetimler” konulu konferans düzenlendi. Dernek üyesi öğretmen ve akademisyenlerin ilgi ile izledikleri konferansta konuşmacı olarak Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Hayat Boyu Öğrenme ve Yetişkin Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Yıldız katıldı. Aydın Kuşadası doğumlu. Kültür ve öğrenmeyi yetişkin ve okuryazarlığı, eğiticilerin eğitimi ile yerel yönetim ve eğitim gibi konularda çalışıyor. Akademisyen Ahmet Yıldız konuşmasında yerel yönetimler hakkında yapılması gereken eğitim öğretim konularında ilgi ile izlenen açıklamalarda şunları söyledi:
“-Hepimiz karanlık bir süreçten geçtik, geçen yıl yerel yönetim seçimleriyle hop oturup hop kalktık ve o karanlık perdesi sanki biraz aralandı. Yeni yerel yönetimlerle birlikte gözümüzü oralara diktik, acaba bir şey çıkar mı bu karanlık hızla gidecek mi, hepimizde böyle bir heyecan duyduğu açıktı, heyecanlandık, umutlandık. Şimdi de bekliyoruz, şimdi be bu yerel yönetimlerde eğitimle eğitimin potansiyeli sorunlar üzerinde bir sunuş yapmak istiyorum.
Sistematik olması için de azı başlıklar üzerinden gideyim istiyorum. Önce yerel yönetimlerle eğitim ilişkisini kısaca oluşumunda ülkemizdeki genel durumu kısaca bir betimleyip son iki maddeyi de daha ayrıntılı durmak istiyorum. İşte son iki madde de CHP hizmetlerindeki eğitim durumu nasıl ve yapmalı.


Eğitim ve yerel yönetimler
Yerel yönetimlerin eğitim etkinlikleri gerek yetki gerek sorumluluk açısından nasıl sınıflandırılabilir, diye düşündüğümde, onu önceleyen başka bir soru olduğu, yanıtlanması gereken başka bir soru olduğu düşünmek gerekir. O da şu:
Bir yerel yönetim neden bir belediye eğitim meselesiyle ilgilenir. Ya da ilgileniyor. 60 l yıllarda ya da 70 li yıllarda biz bu tip yerel yönetimlerin bu alanlara girdiğini çok görmemiştik, dünyada da görmemiştik, hani yerel yönetimler, yol, su, kanalizasyon gibi hizmetleri yapardı. Ama özellikle son dönemde küreselleşme dediğimiz neoliberal politikalarla yolun tahribatıyla birlikte özelleştirme politikaları sonucunda merkezi devlet iktidarının düşürülmesi her şeye sebep olan özel sektöre aktarılması,  bir şekilde devletin küçülmesi sonucu ve neoliberaL yıkım politikaları sonucu çok fazla dezavantajlı ve yoksullaşan gelişmeler olması sebebiyle yerel yönetimler sosyal politikalar meselesini kucağında buldu, aslında. Oralara müdahale etmek zorunda kaldı. Bu sadece bizde olmadı tüm dünyada benzer bir şey söz konusu, dolayısıyla yerel yönetimler, adı çeşitli vesilelerle değişen kimisi bunu toplumcu belediyecilik, kimisi sosyal belediyecilik, Türkiye örneğinde de baktığımızda da, İslamcı belediyecilik göze çarpıyor bu meselenin karşılığı olarak.
Dolayısıyla günümüzde yerel yönetimler, bu geleneksel yol, su, kanalizasyon dışında sosyal politikalar meseleleriyle ilgilenmek zorunda kaldılar.
Peki, biz burayı nasıl sınıflandırabiliriz? Buradaki yerel yönetimlerin eğitim meselesini, analiz etmek için burayı nasıl anlamlandırabiliriz. Biraz daha sistematik gidersek,  şöyle sınıflandırmak mümkündür. Hani modern eğitim sistemlerinin geleneksel sınıflandırılması biz işimize yarayabilir diye düşünüyorum. Biz biliyorsunuz, yerel yönetimleri eğitim sistemlerini aslında UNESCO’nun 60 lı yıllardaki sınıflandırması örgün, yaygın, algın diye, ama biz algını bir kenara bırakırsak, örgün ve yaygın diye sınıflandırmak bize burada işimize yarayacak.
Örgün eğitim neydi; birbirini takip eden kesitlerden oluşan bir eğitim türü. Yani bir kesiti tamamlamadan, ilkokulu tamamlamadan ortaokula gidemezsin ve bir önceki diplomaya sahip olmazsan bir üst kurula gidemezsin. Dolayısıyla hatta üniversiteler dışındaki tüm örgün eğitim kurumları yani ilkokul, ortaokul, lise belli yaş gruplarına dayanır. İşte 6-7 yaş ilkokul grubu vs gibi. Örgün eğitim dediğimiz bir şey hiyerarşik bir bütünlük içinde bakacağımız kronolojik olarak yapılandırılmış sisteme diyoruz, örgün eğitim.
Yaygın eğitim, okul dışı tüm sistematik öğrenme kurallarına yaygın eğitim, ya da bizdeki geleneksel adı ile halk eğitimi, toplum eğitimi gibi isimler veriyoruz.
Örgün eğitimin amacı ve yaygın eğitimin amacı, burası biraz kritik; örgün eğitimdeki amaç eğitimin kendisidir. Yani örgün eğitimdeki mesele eğitim almaktır ve kolun merkezlidir.
Yaygın eğitim ya da halk eğitim dediğimiz şeyse sorun merkezlidir, bir soruna dayalı, bir sorunu çözmeyi hedef alan bir diploma ya da sertifika almaya hedeflemeyen bir sorunu çözmeye hedefler. Dolayısıyla hayat merkezlidir, sorun merkezlidir. Birisi okul merkezli iken, yaygın eğitim sorun merkezli olarak algılamak durumundayız.
Yaygın eğitim, örgün eğitim dışında yürütülür, onun boş bıraktığı alanları tamamlamaya çalışır ve ama onun gibi düzeyleri ayrılmaz. Birini bitirmekten sonra birine gitmek gerekli değildir. Yaş sınırlaması yoktur, her yaştan grubun katılabileceği okul dışı tüm eğitimlere yaygın eğitim diyoruz.
Yerel yönetimler örgün eğitim mi yapar, yaygın eğitim mi yapar. Yasalara göre de yerel yönetimler yaygın eğitimin yürütücüdür, bizzat yapıcısıdır, kurucusudur. Ama örgün eğitimin de destekçisi pozisyonundadır. Kendisi örgün eğitim kurumları açamaz, sadece destekleyicisi konumunda olur, dünyada da böyle.
Bizdeki yerel yönetimlerin eğitim durumları ne durumdadır. Bence burada iki tane yaklaşım söz konusu, yaklaşımlara biraz bakmamız gerekir. Bir tanesi AKP modeli, diğeri de AKP li olmayan belediyelerin uygulamaları. Bir tanesi model, diğeri de uygulamalı. AKP de bir model var. Onu biraz açmak istiyorum, bizim ülkemizde yerel yönetimlerin eğitim etkinliklerinin ilk defa sistematik olarak geçmişte de tekil örnekler bulabiliriz ama ilk defa yapılandırılmasının tarihi 1994 İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kim iktidara geliyor, Refah Partisinden Recep Tayyip Erdoğan. Geldiğinde İSMEK’i kuruyor, İsmek, İstanbul sanat ve eğitim kursları. Ankara da da Dernek Bel Mek kuruluyor. Ama İstanbul’daki ile kıyaslanır bir şey değil. İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan Belediye Başkanlığı döneminde devasa bir örgütlenme kuruyorlar. İki milyon kişiye eğitim vermişler. İki milyon kişiye eğitim vermek demek, İstanbul’daki tüm evlere girmiş demektir. Dolayısıyla büyük kapsamlı bir şeyden bahsediyoruz.
Şimdi buradan başlayan bu belediyecilik geleneğine İslamcı Belediyecilik modeli adını verebiliriz, AKP modeli dediğim şey o aslında.
Buna biraz daha ayrıntılı bakalım, İSMEK’de şu kurslar açılmış: Mesleki teknik eğitimler, bilgisayar teknolojileri el sanatları, Türk İslam Sanatları, müzik eğitimi, dil eğitimi, sosyal kültürel eğitimler, spor eğitimleri.
Daha sonra, daha AKP ile birlikte bunlara nerelerde açılmaya başlandı, hemen akabinde Bursa’da kurdular, BUSBEK, Kayseri’de kurdular KAMEK, Kocaeli’nde kurdular KOMEK daha başka yerlerde de kurdular ama ana hatlarıyla bunlar. Dolayısıyla bir model oluşturdular. O modelin de bazı özellikleri var: 1-Bunlar yoksullara dediler ki, size meslek kazandıracağız. İşte iş ve teknik eğitim altında açılan kurslara bakıyorsunuz, bahçıvanlık, cilt bakımı, kitap ciltçiliği,  otopark görevlisi eğitimi gibi. Aslında dikkat ederseniz, bir meslek falan kazandırmayan ama yoksulları oyalayan ve parti ile ilişki kurmasını sağlayan bir düzenek olarak işledi bunlar.
2-Bu kursları bunlar kamu hizmeti olarak sunmadılar, özel hizmet olarak bir şekilde neoliberal politikalara uygun olarak ihale yöntemiyle yaptılar. Bunu ne iş sağladı onlara, istedikleri tarikat ve cemaatlere kaynak aktarmayı sağladılar.
3-Üçüncüsü, kendi İslamcı kadrolarını burada öğretmen olarak görevlendirerek hem buraların İslamizasyonunu sağladılar, hem de onları istihdam etmiş oldular, binerce kişiye istihdam olanağı sağlamış oldular.
AKP belediyeciliğinde açılan kurslara katılan yüzde 84 oranındaki kadınlar İslami modele hapsediliyor.
Kuran kursları yanında, çini, hat, kalem işi, minyatür, tezhip, Türk İslam Sanatları, Arapça, Osmanlıca, din eğitimleri gibi geniş bir sosyalizasyon İslamileşmeyi sağlayan geniş bir kurslar sağladılar. Bu şu demek, mesela bir Arapça kursu aştığınızı düşünün Arapça bilen insan istihdam edeceksiniz, onlarca Arapça bileni istihdam edeceksiniz, dolayısıyla bir bilgi biçimini, bir bilme biçimini de yaygılaştırmanın en önemli aracı olarak uygulandı bunlar.
Bir özellik daha, başka özellikleri de sıralamak mümkün ama kabaca özetlemek gerekirse, bir özelliği daha söyleyeyim, bu kurslara katılanların 84/100 yüzde 84 ü kadın, daha çok kadınlara yönelen kurslar. Tabi ki bu kurslar kadınların evden çıkmasını önemsemeyi sağlamıyor, onların toplumsal olarak güçlenmesini ve mevcut toplumsal eşitsizlikleri adaletsizlikleri dönüştürmeyi hedef olan bir şey değil. Bir de bilakis yeni bir kapan oluşturuyor, kadınlar için. Yeni İslamcılığın oluşturduğu kadınların güçlendirdiği değil kadınların belli ataerkil modelleri içine hapseden yeni bir şey oluşturuyor.
Bu belediyeciliği elbette sosyal belediyecilik demek mümkün değil, bundan olumlu anlamda öğrenilecek çok bir şeyimiz yok. Bu aslında açık bir İslamizasyon faaliyetidir, oldukça dünyadaki örneklere baktığımızda oldukça sorunlu ve sınırlı bir eğitim perspektifine sahip olduğu görülür.
AKP li belediyecilerin verdiği eğitimlerde ortak özellikleri: 1-Kendilerine kaynak istihdamı sağladılar. Kendi ideolojilerini yoksularla buluşturdular. Toplumun dinselleştirmesini sağladılar. Kadınların toplumsal cinsiyet rollerini hapseden bir örgütlenme modeli kurdular. Ankara’da Hanım lokalleri bu işi yapıyordu.
Belki CHP li belediyelerle karşılaştırdığımızda farklılıkla var. Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesinin kurduğu meslek fabrikaları var. Çankaya Belediyesi, Çankaya evleri diye bir birlik kurdular. Eskişehir Belediyesi Tepebaşı Belediyesi kent enstitüleri diye bir oluşum kurdu. Sarıyer Belediyesi de Sarıyer Akdemi diye bir birlik kurdu.
İzmir Büyükşehir Belediyesinin Meslek Fabrikaları oluşumu klasik bir iş kur, İş Kur’un yaptığı işi yapıyor. Yani yetişkinlere eğitim vererek meslek kazandırmayı hedefliyor. Çankaya Belediyesi ve Eskişehir’in yaptığı kent enstitüleri ise klasik halk eğitim merkezlerinin yaptığı işi yapıyor. Sarıyer Belediyesinin Sarıyer Akademisi ise, Üniversiteye hazırlık kursu dershanecilik yapıyor.
Biraz önce anlattığım İSMEK, BUSBEK, KAMEK, KOMEK gibi yapılan işler, orda bir ortaklık bir şey vardı, burada ortak bir şey var mı? Görmüyorsunuz, peki bu ortak olmamasının sebebi CHP li belediyelerin yerel özgünlüklere göre davranması mı, yoksa kafalarında bir model olmaması mı? Yanım A şıkkı değil, kafalarında bir model yok, ötekilerin var kafasında onu söylemeğe çalışıyorum. CHP li belediyeler görünen o ki, bütünlüklü sistematik bir eğitime dair bir perspektiflere sahip değil. Oysa Cumhuriyet modernleşmesinin esas aldığımızda Cumhuriyetçiler, solcular eğitim konusunda daha duyarlıdır, ama ötekiler daha örgütlü. İronik bir durum var aslında, tuhaf bir durum var. İslamcı belediyeciler kadar hedeflerine ulaşamıyorlar, ciddi bir birikim de sağlayamıyorlar, ortak bir model birikim yansıtmadığı için. Yani ne kendi İslamcı belediyeler gibi, ne kendi ideolojik düşüncelerini uygulayabiliyorlar, yayabiliyorlar ve toplumsal örgütlenme şeklinde bir araç halinde kullanamıyorlar. Bunda kabul edelim ki AKP li belediyeler daha başarılı oldular.
Ben aslında bunu bir nehir metaforu (mecaz) ile anlatıyorum. Şöyle düşünün, bir nehir akıyor, İslamcılar için anlattığım modelin özelliği, ben bu nehire teoliberal diyorum. Bir İslamcı nehir var, bu nehiri metafor olarak kullandığımızda, bu nehiri nasıl tanımlayabiliriz, teoliberal diyorum, ben, hem liberal, hem İslamcı politikaların birleştiği şey. Bu dereler besliyor ya bu nehiri, o derelerin bir tanesi kaynak aktarımı, cemaatlere kaynak aktarıyorlar
Bir tanesi kadrolaşma, İslamcıları onları kadrolaştırıyorlar. İslamizasyon İslami bilimi biçimini geliştiriyorlar, o bir devre, siyasi taban oluşturuyorlar, yoksullarla bağ kuruyorlar, dolayısıyla bunların hepsi bu nehre akıyor, nehir büyüyor, teoliberal bir nehir gidiyor.
Şimdi benim sorum şu, AKP li olmayan, özellikle CHP’Lİ belediyeler, çünkü muhalif belediyeler, başka bir belediye göremiyoruz, birkaç tane örnek dışında, peki orada kimlerin nehrini, ben de diyorum ki, bizim nehrimiz buradaki yani daha Cumhuriyetçilerin kamucu, aydınlanmacı, sosyal adaletçi olurdu diyorum. Benim iddiam o. Bizim nehrimiz varsa, bu nehir kamucu olmalıdır, aydınlanmacı olmalıdır ve sosyal adaletçi olmalıdır ve derelerimizde hepsi bunu beslemelidir, bu nehri beslemelidir.
Onlar çok sistematik bir şey yapıyorlar, nehirlerini besliyorlar, bizimkiler, kaçtır belediye başkanları ile konuşuyorum, CHP lilerle. Anlatıyorum, falan, sanıyor ki, “hocam biz de kurs açtık” diyor, eğitim denilen şeyi bu kursa indirgemiş. Eğitimi bir vitrin faaliyeti olarak zannediyor. Şu kadar kişiye eğitim verdik, ne oldu eğitim verdin. Mesela buraya geldiğimde İslamcıların yaptığında başka bir şey, gelenle giden bir fark ediyor, üç ay kalıyor orada namaz kılmaya başlıyor. Sen ne yaptın öyle bir perspektifi de yok, perspektif yok burada, enteresan bir şekilde. Dolayısıyla model kurup büyütemiyor, olmayınca da havanda su dövmek gibi.
CHP yi vurmak kolay, bu sadece CHP nin meselesi değil, tüm sol yapılarda benzer şey söz konusu. Dolayısıyla eğitimi bir teknik bir tür faaliyeti olarak gören son sosyalist yapılarda da böyle örüntü ile karşılaşıyoruz. CHP yaygın olduğu için onu konuşuyoruz şu an uygulamada olduğu için, gözümüzü oraya diktik.
Önerdiğim şey şudur: Bütün demokratik kamuoyu için kamucu aydınlanmacı sosyal adaletçi bir pasifiktin olması çok kritiktir, biz bunu yaygınlaştıramadıkça buradan çıkışımız ne yazık ki olmayacak.
Şimdi AKP dışındaki özel ve yerel yerlerde CHP li belediyeleri ele aldığımızda durumu nasıl betimleyebiliriz” dediğimde:
1-Birincisi sistematik bir şey söz konusu değil, sistematik yaklaşmıyor meseleye. Aklına ne gelirse öyle, a okullar kapanıyor, şimdi ben bir kitap dağıtırsam, çocuk kitabı iyi olur, diye düşünüyor. A şimdi Öğretmenler Günü öğretmenlere bir şey vereyim, aklına geldi bir şey, sistematik bir şey yok. Yol çalışması gibi yapmıyor, diyor ki mesela kanalizasyonda bağlantıyı şöyle kuracağız, öyle bir şey hesaplamak zorundasın ya. Burada öyle bir şey yok, bir sistematik yok.
2-İkincisi, toplumun eğitim ihtiyaçları ile sunulan eğitim arsında hemen hemen hiç bağlantı yok. Yani kurslar kentsel toplumun eğitim ihtiyaçlarının analizi yapılmadan gelişigüzel açılıyor. Onlar da daha çok biçki dikiş kursları, resim kursları vs.
3- Üçüncüsü hani başta eğitim merkezlerinden biri solun merkezi dedim ya, hiçbir sorun merkezi herhangi bir toplumsal sorunu çözmeye yönelik eğitim yok. Daha çok bir vitrin faaliyeti, vitrin faaliyeti olması da önemli ama sanal bir vitrin faaliyetidir. Gerçekten doğrudan bir insanların alıştığı ortamdan dönüşerek çıkmıyor yani aldatıcı da bir şey. Şöyle vitrin faaliyeti, “tuğla metaforu”, bir tuğlayı çektiğimizde duvar çöküyorsa, o tuğla kritiktir. Bu belediyelerin eğitim etkinliklerini çekince ne değişir, hiçbiri.
Eğitim ve yerel yönetimler

Ama İslamcılarınkini çekin çok şey değişir, kendileri açısından. Bizim açımızdan kendimizin altındaki tuğlayı çekin çok önemli şeylerin değişeceğini taşımıyorum. Şunu köy enstitülerini düşünün, çektiler çökerttiler ülkeyi, bak ne kadar önemliymiş. Şimdi sen ne yapıyorsun burada üç beş kurs açıp adını bile “kent enstitüsü” kuruyorsun, köy enstitülerine atıfla. Bence ayıp, doğru değil, bunu içeriksizleştiriyorsun. İmamoğlu da aynı şeyi söylüyor, “kent enstitüleri kuracağız” diyor, köy enstitülerine atıfla. Üç kişiye kurs verince, meslek eğitim kursu açınca köy enstitülerini mi yaşatmış oluyorsun. Radikal bir mirası içeriksizleştirmiş oluyorsun ve evcilleştirmiş oluyorsun. Dolayısıyla onun ilerisine de böyle bakmak lazım.
Son şeyde söylediğim eğitim kurslarına indirgenmiş bir şey.
Yerel yönetimler ve eğitim başlığı deyince aklıma çeşitli kursla geliyor, dolayısıyla eğitimler bir toplumsal düşünden bir toplumsal gelişimden bağımsız değerlendiriliyor. Dolayısıyla yerel yönetimler deyince,  akıllarına, birkaç tane kurs açtık mı bu eğitim işini tamamladık gibi bir algı söz sahibisin.
Tepebaşı Belediyesi CHP li belediyeleri seviyoruz anlamlı bir şey, “kent enstitüsü” kurmuş adını, bu kurslarla halk eğitim merkezinin işini yapıyorsun, hiç farklı bir şey yapmıyorsun. Hiç toplumsal bir dönüşüm hedefin yok, neyi hiçbir şeyi dönüştüremiyorsun.
Sanırım üçüncü soruyu da baştan söyledim dört sorunun üçünü girmiş bitirmiş olduk.
Şimdi üçüncü soruya daha derinlikli CHP li belediyelerin, Türkiye’deki örgün yaygın eğitimine baktık, daha sonra İslamcı belediyecilik, çevreci belediyelerin genel ülkedeki genel durumu özetlemiş olduk.
Şimdi de CHP li belediyelerin AKP li belediyeleri olmayanların temel özellikleriyle biraz daha devam etmek istiyorum, üçüncü soru bağlamında.
Şimdi bazı avantajlar var tabi, tüm bu sistematik dağınık olmamasına rağmen, bazı belediyeleri inceldim, özellikle İzmir Belediyesini, şunu gördüm, 35 tane daire başkanlığı var, bunların yedi sekiz tanesi doğrudan eğitim yapıyor ve çok geniş bir kitleye ulaşıyorlar. Aslında çok ciddi örgütsel kapasitenin olduğunu gösteriyor, bu ve çok geniş bir toplumsal grupla temas edildiğini, bir deneyim olduğunu gösteriyor. Bu olumlu ama öte yandan ne yazık ki sistematik bir nitelik taşımadığını belirtmek gerekir. Hem birimler arasında koordinasyonlar çok eksik, hem de toplumsal sorunların çözümünde eğitim tek bir şey konuşulmuyor, çünkü bir kentsel toplumun eğitimsel ihtiyacı analizi çıkarılmıyor. Aklına geldiği gibi, bir şey yapmaya çalışıyorlar.
Yine bu ihtiyaç analizi ile bir şey, okuldaki sadece besin meselesi değil, oraya da sistemli yaklaşmak lazım, biz eğer toplumcu bir belediye isek, neye göre aklımıza göre hareket edemeyiz, neye göre hareket ederiz, öncelikle hedef kitle belirlememiz lazım bizim. En ihtiyacı olandan başlamak zorundayız, bizler, diye düşünüyorum, ben. “Hani aa ne güzel şu gruba bir şey açalım” diye değil, bu toplumun en çok ihtiyacı olan ve en zorda olanlardan ondan başlamalıyız, diye düşünüyorum. Ama böyle maalesef ki belediyelerimize baktığımızda böyle bir ihtiyaç analizinin yapıldığını görmüyoruz. Bir de burada şöyle bir sıkıntı var, dünyada da Türkiye’de de yapılan araştırmalar gösteriyor ki, halk eğitiminden yetişkin eğitiminden, yani örgün eğitim dışında en fazla yararlananlar kimler, en fazla eğitim görenler. Şimdi en çok ihtiyacı olanlar en az yararlanıyor. Dolayısıyla senin özel bir şey yapman gerekiyor, en eğitimsiz yoksulları, en dıştakileri kapsayacak bir şey, formül üretmen lazım. Halk eğitim merkezleri yaptıktan sonra anlamı yok zaten bunun. Senin onları özel olarak davet etmen, evlerinden alman, onları bir toplumsal dönüşümlü işlendirmen vs başka bir şey kurman gerekiyor. Ama öyle bir perspektif ne yazık ki çok yok.
Bir de Türkiye’de demokratik kamuoyunun da çok tartıştığı bir şey, bir hatalı eğilim var burada bir problem var. Mesela İzmir’deki meslek kursların yapılan şey, başka belediyelerde de bu ara eleman meselesi. Meslek liselerini savunuyorlar, önemli bir şey olduğunu savunuyorlar, tuhaf bir şey ara eleman. İzmir’e gittiğimde bu meslek fabrikasına gittim, müthiş bir organizasyon kurmuşlar, çok güzel bir yerde. Ne yapıyorsunuz, diyorum müdüre, diyor ki: Orada büyük bir otel var, o otel bunlara gelmiş demiş ki, “bize 30 tane komi lazım, bunları eğitin, biz hemen onları istihdam edeceğiz”. Bunlar da hemen heyecanla 30 tane genç komi adayı buluyorlar, onlara eğitim veriyorlar. Bunları da orada çalıştırıyorlar. BU ilk başta anlamlı bir şey geliyor ama biraz daha kazıdığınızda problemli bir durum var, bir kere bir özel şirketin, bir özel firmanın kendi maliyet ve riskini karşılamak zorunda olduğu, kendisinin yetiştirmek zorunda olduğu personeli, sen kamunun bizim verdiğimiz vergilerimizle eğitim veriyorsun. Bu milletin vergilerini biz buraya mı gönderceğiz yoksa en çok ihtiyacı olanlara mı vereceğiz. Bir kere, bunu AKP li belediyeler yapabilir ama sosyal demokrat bir belediye bunu biraz düşünmek zorunda değil mi? Biz niye özel bir şirkete kaynak aktaralım.
Buradaki ikinci problem şu, ara eleman dediklerinde ana eleman kim ya, ara eleman Türkiye’de büyük sermayenin TUSİAD sermayesinin uydurduğu bir yalandan başka bir şey değil. Türkiye’de ara eleman sorunu yok. Mesela meslek liselerini düşünün, en önemli sorun meslek lisesi sorunu, yok öyle bir şey. Türkiye’deki ilk sınıfların yoksul çocuklarının bir şekilde geleceksizleştirme projesinden başka bir şey değil. Ben mesela şundan kıllanıyorum uzun zamandan beri; biri kendi çocuğunu göndermeyip başkaların çocuğunu önerdiği zaman adam, adam milletvekili çocuğunu imam hatibe göndermiyor, ama imam hatipleri savunuyor herkesi oraya göndersin istiyor. Bu ikiyüzlü ve alçakça bir şeydir bence. Yine Koç kendi çocuğunu meslek lisesine göndermeyip “memleket meselesi” diyor. Tuhaf gelmiyor mu size de bence çok tuhaf ve ahlaksızca bir şey söz konusu. Bir de şöyle bir şey var, herkes küreselleşen dünyada hızlı gelişen teknolojiden bahsediyorsun. O teknoloji iki yılda değişiyor, o çocuk iki yıl sonra, meslek lisesinde öğrendiği ile beceriksiz kalıyor. Dolayısıyla o çocuğu istihdam etmiş olmuyorsun. Bilakis geleceksizleştirmiş oluyorsun. Dolayısıyla bir şeyleri savunurken biraz daha ciddi olmamız gerektiğini daha derinden bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Belediyelerimiz ne yazık ki, “ara elemanı” söylemine kilitlenmiş; sol belediyecilik sosyal demokrat belediyecilik bu “ara eleman” söylemini sorgulaması gerektiği kanaatindeyim.
Yaygınlık meselesine gelince İzmir’de de, başka yerlerde de merkezde birkaç yere lokalize olduğunu görüyoruz, tüm topluma özellikle kentsel toplumun en çok ihtiyaç olanlara dağılmadığını görüyorsun.  Mesela Çankaya belediyesi kreşleri var, en çok ihtiyaç olanların değil, daha çok orta sınıfların olduğu yerlerde, onlar zaten çocuklarını gönderecekler. Onu en çok ihtiyacı olanlara öncelik sıralaması yok. Tuhaf bir şekilde, şöyle de bir tuhaflık var mesela, Eskişehir’de İzmir’de ve Ankara’da gördüm. Mesela çocuk gelişim merkezlerde, ya da merkez açıyor merkezde ve belediyelerde mesai saatleri, tuhaf bir şey çocuklar mesai saatlerinde zaten okulda, senin personelinde orada beş buçukta çıkıyor, hafta sonları kapalı, açma bence, gerekli değil böyle bir şey. Eğer sen akşamları çocukların elinden tutacaksan, hafta sonları onlara destek olacaksan ihtiyaçları asıl o zaman, dolayısıyla böyle bir perspektifte şey.
En avantajlı belediye bence İzmir Belediyesi, çünkü AKP bakiyesi ile uğraşmıyor. İstanbul’da Ankara’da İslamcı kadroları doldurmuşlar, onlarla bir şey yapmak çok mümkün görülmüyor kısa vadede. Binlerce kişi çalışıyor İSMET de İstanbul’da. Dolayısıyla o yapıların dönüşümü çok kısa zamanda mümkün görünmüyor. Ama İzmir’de böyle bir şey olmadığı için böyle bir model yaratmanın bir fırsatı var ama o orada ne kadar yaygın o konuda da şüphelerim var.
İlk yapılması gereken şey, şunu düşündüğümüzde, her biri için öncelikli eğitim ihtiyaçlarının saptanması meselesi. Bizim bulunduğumuz belediyede hangilerinin hangi toplum kesitlerinin en çok neye ihtiyacı var sorusunu çıkarıp hiyerarşi grup en öncelikli olandan başlamamız gerektiği kanaatini taşıyorum. O anlamda da baktığımızda da birincisini ele alalım şimdi.
Örgün eğitimi düşünmemiz lazım, burada en ihtiyaç sahibi kim ve biz ne yapabiliriz. Ben bunu dört başlıkta sınıflandırdım.
1-Birincisi temel eğitime erişim sorunu. En önemlisi erişim sorunu. Erişim sorunu şu demek, Türkiye’de eğitim süresi 12 yıl, 12 yıl eğitimi bitiremeyen kimler? Çok büyük bir nüfus var burada, çok büyük kaçak var, biz toplumumuzun ciddi bir kısmını okula ulaştıramadık. Bence en önemlisi, eğitimin niteliğini tartışmanın anlamı yok ilk etapta. Çocuğu okula götürememişsin daha, mesela kaçak üç yaş grubu Kırmızı ile görülen okullaştıramadığımız yer. 3-5 yaş grubunda okul öncesinde çok ciddi bir hala daha okula erişemeyen çocuk var. (harita-grafikte gösteriyordu) 6-7 yaşında bile yüzde beşi aşan bir nüfus var. Birden lise 1-2-3 döneminde de birden bire artıyor. Kaçaklar okula erişemiyor. Dolayısıyla toplumcu bir belediye isen, senin yönetiminin altında okula gitmeyen çocuk kalmaması lazımdır. Çünkü bu okula gitmeyen çocuklar kimin ağına düşüyor, FETO’nun ağına düşüyor, bilmem ne cemaatinin ağına düşüyor. Senin bir kere bırak onların ağına düşmesini toplumcu bir belediye isen senin döneminde, senin iktidarında, senin yönetiminde bütün çocukların okulda olması gerekir. Dolayısıyla bunu anlatamıyorsunuz, birkaç belediye başkanı ile görüştüğümde, “hoca o da mı bizim işimiz” diyorlar. Senin işin o zaten, sosyal belediyeci isen bunu yapacaksın, belki de en önemli işin, kimsesizlerin kimsesi olacaksın, o çocuk zaten geleceksizleşiyor, sen onun elinden tutmayacaksın da kim tutacak.
Eğitim ve yerel yönetimler

Dolayısıyla örgün eğitim için düşündüğüm en önemli şeyin bu işin meselesi olduğunu düşünüyorum. “Bu çocukları okutacağız, bu çocukları okullaştıracağız” baskısı uygulamamız gerekiyor. Bu arkadaşların böyle bir görevi olduğunu hatırlatmak önemli diye düşünüyorum. Bu aslında derin de bir konu. Türkiye’de fırsat eşitliği diye bir söylem var, yani biz çocuklarımıza hepsine kapıyı açıyoruz, onlar istedikleri şekilde yaralanır diye, temel eğitim bağlamında bu söylem geçersiz, şöyle tedavi edici bir şey yapmamız lazım. BU çocuk çalıştığı için gelemiyorsa, onu yakalayacaksın ailesine destek olacaksın, o çocuğa özel destek olacaksın, yani aktif bir şey. Geleneksel basit sosyal eşitlik şeyi maalesef işlemiyor. Onun ötesine geçecek tedavi edecek bir işleve gerek var o da ancak sosyal bir belediyecilikle kurulabilir.
Bunlar en çok hangileri yaşıyor bakın kız çocukları, ikincisi köylerde okul bulunmayan çocuklar. Üçüncüsü çalışmak zorunda kalan, ailenin onun emeğine ihtiyaç duyulan çocuklar. En dezavantajlılar mevsimlik tarım işçilerinin çocukları vs gibi. En kıyıda kalan en kenarda kalan toplum kesimleri, dolayısıyla belediyecilik bunların okullaşması için elinden geleni yapmalıdır ve sosyal politika üretmelidir. Başka yere kaynak aktaracağına bu işi yapmalıdır.
İkincisi bu bağlamda okul öncesi eğitim kurumlarının yaygınlaştırılması meselesi. Tüm araştırmalar şunu gösteriyor, okul öncesi eğitimden az ya da çok yararlanan çocuklar lise üniversiteden geçişi daha başarılı oluyorlar. Okul öncesi eğitim siyasal İslam’ın sevdiği bir şey değil, kendileri yapmadığı sürece. Çünkü kadınlar çocuklarını oraya bırakarak çalışma hayatına katılıyorlar. Bunu da çok istemiyorlar anladığım kadarıyla.
Bizim için iki şey anlamında önemli, çocuklara sahip çıkıp geleceğin daha nitelikli olması, hem de kadınların çalışma ve toplumsal hayata katılması açısından belediyeler kreşler açmak zorunda. Ve bu kreşleri köylere, mahallelere en çok ihtiyacı olan yerlere bir kamu hizmeti olarak yapmak durumundalar, bu böyle bilinci de pek yaygın örmüyorum. Ama CHP nin genele merkezi bunu tartışıyor, umarım başarılı olurlar.
Okulların ayrışmasının yıkıcı sonuçları, okullar bizim bildiğimiz okullar değil artık Türkiye’de, Cumhuriyet okulu değil, o hüviyetini yitirdi, yani okullar toplumsal bütünleşmenin aracı değil, bizzat ayrışmanın aracı haline geldi. Hangi toplumsal konumdaysanız, o toplumsal konumu yeniden üreten ve farklılıkları, şöyle örnek veriyorum, bir sahil kasabasında büyüdüm, oraya gittiğimde gördüm, gece kondu mahallesinde başka bir şey, özel okul başka bir şey, eğitim yoluyla toplumsal ayrışmayı çocuklar karşılaşmıyor birbirleriyle, temas etmiyorlar. Birbirleri ile ortak bir yurttaşlık örgütleyemiyorlar, bizim okullarımızda. Dolayısıyla ayrışmaya hizmet ediyor ne yazık ki. Özel bir sitede bir kadına, “çocuğunuzu şu sitede kamu okuluna mı gönderiyorsunuz okul bölgesinde” dedim. “Ne münasebet, benim çocuğum kapıcının çocuğu ile aynı okula mı gidecek”. Böyle anlatıyor, böylece bölünmüş okullar, özel okullar vs. Türkiye’de dünya standartlarında belki, dünyanın en iyi okulları olan, çok küçük özel okullar var, kamuda çok küçük sayıda. Ama dünyanın en kötü denilecek okullar da var ve bunlar arasındaki mesafe giderek artıyor. Eğitim yoluyla dikey hareket zaten giderek sınırlanmış durumda. Mesleğe ulaşmak, örnek verili ya, “karga peşinde koşan bir çocuk ülke kurdu”, “çobanlık yapan bir cumhurbaşkanı oldu bu ülkede”. O dönemi kapattı artık Türkiye, eğitim yoluyla tek bir şansı var, bir yere gelebilmelerinin bir cemaate girmek.  Kamu eğitimi yoluyla bir yere gelmeleri çok zorlaştı, yazık ki. Ya da bir mucizelere bağlı.
Dolayısıyla eğitim yoluyla, üniversitede her yıl öğrencilere soruyorum, yeni gelenlere, köyden gelen, köyde büyüyen, birkaç kişi duyduğum giderek azalıyor sayı. Yani eğitim sistemi giderek elitsileşiyor, şuraya geleceğim, biz ya bu çocuklara destek olacağız, ya da bu eşitsizliğe göz yumacağız. Bunu da düşündük, özellikle kırsal kesimdeki çocuklara,  ne zaman ki gecekondu bölgesindeki çocuklara akademik destek olmak da bence en önemli gruplardan biri olarak bunlara destek olmak da toplumcu belediyecilerin görev, sistematik olacaksak.
Bu sadece akademik başarıyla ilgili değil, bu sınav merkezli eğitim nedeniyle gençlerimizin çocuklara yönelik eşikleri çalınmış durumda. Dolayısıyla obez çocuklar yetiştiriyoruz, tiyatroya gitmeyen çocuklar yetiştiriyoruz, ülkeyle ilgilenmeyen çocuklar yetiştiriyoruz. Dolayısıyla CHP li belediyelerin muhalif belediyelerin daha özenli yararlı etkinlikler spor kursları, sanat kursları onlara dönük de etkinlikler ya da bir olanaklar yaratmaları da hayatidir, çocuklarımızın sağlıklı gelişimleri açısından.
Örgün eğitimde yurt sorunu hayati bir sorun. Üniversite düzeyinde öğrencilerimizin yüzde 17 si devlet yurtlarında kalıyormuş. Yoksul öğrenciler için çok kritiktir bu, nerede kalacakları. Geri kalanlar ya özel yurtlar, ya da tarikat yurtlarına mahkûm. Ne yazık ki bizim belediyelerimiz hala bu konuda uyanamadılar, onların elinden tutamıyorlar. Yurt sadece yurt değil, orada beyinleri yıkanıyor, orada endokrin ediyorlar vs falan. Bu mesele de çok önemli. Bu yurt meselesi deyince sadece akla üniversite yurtları geliyor. Belki bundan daha dramatik olan şey şu, köydeki okulları boşaltınca bu çocuklar lise ya da üniversiteye gitmek için Şehir merkezine ya da ilçe merkezine gelmek zorundalar, onların da elinden tutamıyoruz ne yazık ki. Onlar da tarikatlara emanet edilmiş durumda. Bizim belediyelerimizin mutlaka her ilçede bu çocuklar için yurtlar açması gerektiğini düşünüyorum. Bu yurtları da tek başlarına değil, çeşitli demokratik kitle örgütleriyle birlikte, bu işin içinde Ulusal Eğitim Derneği olmalı, bu işin içinde Çağdaş Yaşam olmalı, ne ise bunlarla birlikte buraları aydınlık yerler haline getirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Üçüncüsü de şu, toplum eğitimine yani yaygın eğitiminde buradaki temel şey okula gitmek değil de sorun merkezli olmaktır. Biz hangi sorunu çözeceğimize odaklanmalıyız, eğitimi bu anlamda kullanmalıyız. Burada da ikiye ayırmak mümkün, 1 üretime ve mesleğe yönelik eğitim, 2 Sosyal, kültürel, sanatsal sportif eğitimlerle ilgili şey. İki bağlamda düşünmek lazım. Başarılı örnekler var ama hala Türkiye’de hala bir model kurulmuş değil. Burada da çok çeşitli sorunlar var, bu ara eleman sorunu önemli bir şey. Potansiyelini Türkiye iyi kullanmış değil, birkaç örnek evereyim. Mesela Ankara’yı örnek alıyorsak, ilk yapılacak iş şu, mesela kırsaldan başlıyorsak, ovası olan yerlerde geri kalmış yerlerde, mesela ilçeleri güçlendirmek ilk elden çok kritik. Köylerde, “şu köyde balcılık-arıcılık geliştireceğiz, şurada büyük baş hayvancılığı geliştireceğiz”.  Neyse oranın tarihiyle bağlamıyla ilgili o tip köylerle köylülerle bağlantı kurup çiftçi eğitim ve birimleri kurup, okullar kurup oralarda çiftçi eğitimi bağlamında onlara eğitim verip,  onlara destek verip, onlara aynı anda sermaye verip onları aynı zamanda alım garantisi verip bir organizasyon kurmamız lazımdır.  
Bunları anlatınca, “biz onların balını alıyoruz, biz onlardan süt alıyoruz biz onlara destek oluyoruz” diyorlar. Destek değil bilakis örgütlemen lazım senin, onlara sahip çıkman lazım. Dolayısıyla organik üretimle eğitimi birleştirecek bir şey kurmamız lazım, izim bunlarla.
Hadi kadınlara salça ürettirelim, bunlara eşitlenmiş durumda. Büyük bir dönüşüm yapmak lazım, yapabiliriz aslında sadece bu perspektifi dönüştürsek, diye düşünüyorum.
Son mesele de sosyal, kültürel, sanatsal kuralları değersizleştirmemek lazım. Yine bu çok önemli, Türkiye çok göç alan bir ülke, hem iç hem dış göç açısından; şöyle düşününü bunlar da gelip kentin merkezine yerleşiyorlar, kenarlarına yerleşiyorlar. Bu insanların kentsel hemşerilik bilincini yaygınlaşması “biz bunlarla aynı yerlerde yaşıyoruz”, diye o onuru duyması açısından kentsel, toplumsal pratiklerle uyumlu olma açısından, bir kadını hiç evinden çıkmayan bir kadını evinden çıkarıp bir faaliyete kentin bir parçası haline getirebiliyorsa çok önemli. Bunlar, festivaller yapılabilir, ama kent merkezinden söz etmiyorum, en çok sevdikleri şey festival yapmak, kent merkezine. Gecekondu bölgesinde o insanlar da, çünkü onları bırakmışız tarikatlara, oralarda anlamlı işler yapmak, onları oralardan çıkartmak, kooperatiflerle çıkartmak, başka övüntülerle çıkarmayı sağladığımız zaman biz bu karanlığı da yırtacağız” diye düşünüyorum.
Buralarda ne yazık ki, eğitim ve yerel meselesiyle çalıştıkça daha çok gözlemledim, belediyelerle görüştüğümde, kırsala yönelik ne yapıyorsunuz, diyorum. İki yerden duyduğum şey şu, “biz yazın çocuklarla köye gidiyoruz, uzak köylere, orada bir gün çocuklara oyun oynuyoruz, palyaço götürüyoruz, şenlik yapıyoruz”,diyorlar. Bravo güzel de bir gün bir şey yapıyorsun çok güzel, her gün ne yapıyor o çocuklar, her gün köyde okul yok ama cami var, o imam her gün onları ne yapıyor. Dolayısıyla köye gidip bir parlıyor, eğleniyorlar ama dönüşümü düşünemiyorlar, kalıcı olmayı. Çünkü o emek gerektiriyor, uzan vadeli bir şey. Bu belediye yerel yönetimler çok önemli bir potansiyel sağlıyor bence. Değerlendirebiliyor muyuz, benim kanaatim o ki çok iyi değerlendiremiyoruz, değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum”.
Bu konuşmadan sonra karşılıklı soru katkılarla etkinlik sona erdi.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget