“CHP Susmadı, susmayacak” panelinde konuşmalar

27. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda, CHP İl Başkanlığınca 29.01.20 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Kültür Merkezi’nde “CHP Susmadı-Susmayacak” konulu panel düzenlendi.

“CHP Susmadı, susmayacak” panelinde konuşmalar
Evlerinin önünde Suikastla katledilen Gazeteci Uğur Mumcu, Prof. Dr. Muammer Aksoy anısına düzenlenen 27. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda, CHP İl Başkanlığınca 29.01.20 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Kültür Merkezi’nde “CHP Susmadı-Susmayacak” konulu panel düzenlendi. Türkiye’de tüm üniversitelerin, sivil toplum örgütlerinin susturulduğu şu zamanlarda “CHP Susmadı-susmayacak” panelinin düzenlenmesi ilgiyi daha da artırmıştı ve salon tamamen dolu idi.
Salonun tamamen dolu ve koridorlarda ayakta izleyenlerin olduğu panele konuşmacı olarak Gazeteci Yazar Siyasetçi Oktay Ekşi; Altan Öymen önceki CHP Bşk. Gazeteci Yazar, Siyasetçi; Eski CHP milletvekili siyasetçi Hikmet Çetin; Eski CHP Milletvekili Murat Karayalçın, bazı eski ve yeni millettekileri, CHP liler ile vatandaşlar salonu doldurmuşlardı. CHP İl Başkanı ve Moderatörlüğünü Murat Karayalçın’ın açılış konuşmalarından sonra panelde, CHP nin tarihsel sürecini ilgili demokrasi sorunlarını içeren konuşmaların temasını “susmayacağız” oluşturuyordu.
 İlk konuşmayı Oktay Ekşi yaparak şunları söyledi:

“CHP Susmadı, susmayacak” panelinde konuşmalar
“-CHP nin susmama konusunda hepinize hatırlatmada bulunmak istediğim CHP nin eski bir metnini okuyarak sözlerime başlamak istiyorum. “CHP CHP 1950-60 arasında çok ağır baskılarla muhalefet görevini yapmış idi. Bu baskılar bir ara öylesine baskın haline geldi ki, 13. CHP Kurultayında yani 9 Eylül 1957 tarihinde CHP nin o kurultayı bir ant içti, o andı okuyarak konuşmama başlamak istiyorum. “Ülkenin bu günkü siyasi durumu ve bu durumun tarihi partimizin 3 ncü Kurultayına yüklediği tarihi görev verilmiştir. Bir üyesi olan CHP liler Türk milletini laik olduğu ileri demokratik rejime ve vatandaşlar arasında eşit muameleyi ilke edinen hukuk devletine karıştırmaya ve millet iradesinin tecellisine engel olmak isteyenlerin karşısında hiçbir şeyden yılmadan kanuna uyup ulu Tanrıya sığınarak mücadele etmeye ant içtiğimizi işbu hürriyet andıyla duyurur ve ilan ederiz”. CHP sinin 13 ncü kurultayı”.
Bu andı o tarihte ifade eden tarihi itibariyle de bu anda bağlı olduğunu ispat ede o tarihten bu güne kadar da bu anda bağlı olduğunu ortaya koyan CHP sinin tarihine bir göz atalım istiyorum.
 Aslında CHP nin kuruluş tarihi 9 Eylül 1923 tür. Ama büyük Atatürk’ün ifadesiyle CHP nin kuruluş tarihi 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’dir. Ancak CHP nin 4 Eylül 1919 dan öncesinde de köklerini arayacağımız bir geçmişi vardır.
O noktaya gelmeden önce sadece CHP nin değil, Türk milletinin özgürlük arayışına ilişkin geçmişe bir göz atmak istiyorum.
Hürriyet arzusu düşüncelerini ifade etme, önce Abdülmecit zamanında “Fedailer Cemiyeti” adıyla kuruldu. Fedailer Cemiyetinin amacı, Sultan Abdülmecid’i ve Sadrazam Ali Paşa’yı iktidardan indirmek, Abdülmecid’in yerine de Sultan Abdülaziz’i padişah yapmak idi. Ancak bu fazla sürmeden onun yerine “Yeni Osmanlılar” adıyla bir cemiyet kuruldu. Bunların da amacı padişahın istibdadından tek kişi yönetiminden milleti kurtarmak ve meşruti bir idareyle Türkiye’yi, Osmanlı İmparatorluğunu yürütmekti.
Bu kadro, Namık Kemal, Ali Suavi, Ebuziya Tevfik ve diğer arkadaşlarının dahil olduğu bir kadro. Bu kadronun ve hürriyet istekli Osmanlıların sonunda 30 Aralık 1876 da bir ölçüde başarılı olduklarını ve 1 nci Meşrutiyet diye andığımız anayasayı ilan ettirdiler. Ancak o dönem fazla sürmedi üç dört aylık bir parlamento ardından Sultan Abdülhamit tarafından parlamento kapatıldı, anayasa askıya alındı ve 33 yıl süren bir karanlık dikta dönemi Türk milletinin başına geldi. O arada ismini saygıyla anmaya ihtiyaç duyduğum 1879 yılında bir Çırağan baskını yaşandı. Yeni Osmanlılardan Ali Suavi Bey, etrafına topladığı taraftarlarıyla Çırağan baskınını yapmaya kalktı, Osmanlının 7-8 Hasan Paşa komutasındaki zabıtaları hem onu öldürdü, hem de bu baskını bastırdı. Ardından 2 nci Meşrutiyet ve 2 nci Meşrutiyet döneminin çok dalgalı demokratik zeminli yayınları partileri sonra da 1918 den itibaren yani Mondros Mütarekesini ardından başlayan bağımsızlık mücadelesi dönemi.
O dönemde Türkiye’de tam 28 adet kongre toplandı. Bu kongrelerden bazıları mesela Kars’ta dört kere, Balıkesir’de üç kere, Nazilli’de üç kere olmak üzere, bazı yerlerde birkaç defa kongre toplanarak bir Milli Mücadele safhasının başlatılması çabaları organize edilmek istendi. Ancak ikisinin toparlanabildiği gerçekten de Milli Mücadele’nin başlangıcının sağlanabildiği kongreler Temmuz 1919 da Erzurum’da, Eylül 1919 da Sivas’ta yapılan kongrelerdir. İşte Büyük Atatürk’ün CHP nin kuruluş tarihi olarak sözünü ettiği kongre, bu Sivas Kongresidir.
CHP nin Milli Mücadeleyi organize ettikten sonra yek parti dönemine geçtiğini hepimiz biliyoruz. Daha doğrusu önce 1. TBMM de partisiz bir zeminde son derece demokratik bir işleyişle Milli Mücadelenin götürüldüğünü başarıldığını ve Lozan Anlaşmasının yapılması ardından da partileşme sürecinin başladığını biliyoruz.
O dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası 9 Eylül 1923 de kurulduktan hemen sonra TBMM de o dönemde farklı değerlendirmelerden oluşan birinci grup ve ikinci grup diye mecliste bir ayrılma, ayrışma meydana geldiği de hafızamızda yer alan gerçeklerden biridir. Lozan antlaşmasının kabulünden ve onun TBMM de onaylanması ihtiyacından az önce yapılan Nisan 1923 tarihli seçimle partili bir yönetime geçmenin ilk adımları atıldı. Eylül 1923 te CHP nin resmen kuruluşu gerçekleşmiş oldu. CHP nin kurulmasını izleyen döneminde 1927 den itibaren parti içinde bir demokratikleşme çabası ortaya çıktığı için ilk Atatürk tarafından müstakil grup adıyla parti içinde partinin getirdiği yönetime muhalefet edebilecek bir grup oluşturuldu. Ancak müstakil grubun arzu edildiği kadar iyi bir performans ortaya koyamaması bu grubun ömrünü fazla uzatmadı. Ancak orak atladığım bir noktaya gelmek istiyorum.
1923 de CHP kurulduktan sonra kısa bir süre sonra 1924 de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Halide Edip Adıvar ve arkadaşları tarafından kuruldu.
Ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın ömrü maalesef şu nedenle uzun olmadı: Birincisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında o tarihte Cumhuriyet Halk Partisi’nin benimsemekte olduğu, henüz deklere etmediği laik anlayışa aykırı hükümler oldu. Bu nedenle doğan rahatsızdı.
İkincisi de 1925 in Şubatında Şeyh Sait İsyanının başlaması ve kanlı bir süreçten sonra bastırılması ardından Terakkiperver mensuplarıyla o olay arasında bir iştirak var mı yok mu tartışması, sonuç olarak İstiklal Mahkemesinin verdiği bir rapor üzerine hükümet tarafından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatıldığını görüyoruz. Alında bu fırkanın, daha doğrusu partinin kurulmuş olması Büyük Atatürk’ün çok partili döneme geçme konusundaki arzusunun yani ülkeyi tek parti yönetimiyle götürme düşüncesinin olmadığının açık bir kanıtıdır. Nitekim Şeyh Sait isyanından sonra getirilen Takriri Sükûn Kanunu 1929 a kadar yürürlükte kalmış, yani dört sene sonra yürürlükten kaldırılmış ve kısa bir süre sonra da yine Serbest Fırla Atatürk’ün arzusuyla onun arkadaşları tarafından kurulmuştur.
Takriri Sükûn Kanunun yürürlükte kaldığı dört yıl Büyük Atatürk’ün TC nde uygulamak istediği dönemlerin en çoğunun vazedildiği ve uygulamaya girdiği dört yıldır. Yani o dört yıl Türkiye’de bir baskı rejimi yaptığı tek parti dönemi tek kişi dönemini ihya edildiği düşüncesinden değil, Türk Milletini daha ileri bir toplum haline getirmek için neler yapılması gerektiği konusunda varılmış kararların uygulamaya konduğu dört yıldır.
1925 Örnek çiftliklerin kurulması. 1925 Tarım Kredi Kooperatiflerinin kurulması ardından 25 Şubatında Aşar vergisinin kaldırılması. Bunları devrimler olarak görmüyoruz ama asıl bizim zihnimizde devrim olarak yer eden uygulamalar:
25 Kasım 1925 Şapka Kanunu, 30 Kasım 1925 Tekke ve Zaviyelerin kapatılması. 1925-35 Takvim, saat ve ölçülerde yapılan değişiklikler. 1926-1934 Türk Kadınının medeni ve siyasi haklarına kavuşması. 17 Şubat 1926 Medeni Kanunun kabulü. 1926 Türk Ceza Kanunun. 1926 Maarif Teşkilatı hakkında kanun. 1926 Medreselerin kapatılması. 1926 Kabotaj Kanunun. 1927 Sanayi teşvik kanunu. 1928 Harf Devrimi. 1928 Millet Mekteplerinin açılması. 1928 Güzel sanatlarda yapılan yenilikler. Bunlar görüldüğü gibi, Büyük Atatürk’ün devrimlerinin çoğunun o Takriri sükûn kanunu dönemine sığdırıldığını göstermektedir.
Büyük Atatürk’ün Serbest Fırka ardından tek partili düzene geçmiş olması aslında CHP nin tek partili düzeni devam ettirme iddiasının bir sonucu değildir. Tam tersine 20. Asrın büyük siyasal bilim hocalarından Moris Duvercenin de ifade ettiği gibi CHP si döneminin tek parti anlayışı ile bağdaşmayan ondan çok ayrı olan bir anlayışla parti hükümetini sürdürmeye çalıştı.
Moris Duverce’nin görüşleri: Seçime tek bir adayın katılması bir ideal olarak değil, geçici ve esef verici bir zorunluluk olarak görülmüştür. Türk tek parti sistemi, bir zaman tek parti doktrine dayanmamış, tek ele resmi nitelik vermemiş, onu sınıfsız bir toplumun varlığıyla, ya da parlamenter çekişmeleri ve liberal demokrasiyi ortadan kaldırma arzusuyla meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Sahip olduğu tekelden daima rahatsızlık hatta utanç duymuştur. Tek Türk partisi bir suçlu vicdanına sahip olmuş, parti liderlerinin gözünde tek el Türkiye’deki özel siyasal durumun bir sonucu olmuş, çok partili sistem ideal olmakta devam etmiştir. Kemal çeşitli fırsatlarda bu tekele son vermeye çalışmış, çalışmıştır ki, bu olgu tek başına bile derin bir anlam taşımaktadır.
Hitler Almanya’sında ya da Mussolini İtalya’sında böyle bir şey düşünülemezdi. Görüldüğü gibi CHP nin tek partili yönetim anlayışı ilk fırsatta demokrasiye geçmek için imkân arayan bir anlayıştı. Nitekim 1945 in 19 Mayıs günü ki ben çocuktum. Ankara’da 19 Mayıs stadyumunda İsmet Paşanın verdiği nutku bizzat dinlediğimi anımsıyorum. O zaman artık Türkiye’de çok partili düzene geçilmesinin ilk işaretini İsmet İnönü o tarihte verdi. Nitekim hemen ardından parti içinde kıpırdamalar başladı ve Mayıs 1945 de Celal Bayar arkadaşları Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan parti meclis grubuna önerge vererek, “ dörtlü takrir” diye, siyasi hayatımızda meşhur olan önergedir, önerge vererek partinin iç işleyişini düzeltilmesi ve bazı yasaların kaldırılması arzusunu ifade ettiler.
Bu önerge CHP sinin daha sonra da yaptığı gibi takdik nedenlerle ret edildi. Gerçekten CHP nin o dönemde çok partili ileriki yıllarında da zaman zaman antidemokratikmiş gibi görünen kararlar aldığı doğrudur. Ancak bu kararlar, takdik nedenlerle alınmış olan, gerçi muadelenin o aşamadaki, o evredeki ihtiyacı olarak yöneticiler tarafından verilen kararlardır, yoksa CHP daha 9 Eylül 1923 alın, isterseniz, isterseniz 4 Eylül 1919 u alın daha kurulduğu tarihten itibaren tüm yönünü demokratikleşmeye, özgürleşmeye ve insanları özgür bırakmaya yönelmiştir. Nitekim 1945 yılında ifade edilen bu görüşten sonra hemen ardından Milli Kalkınma Partisi kuruldu. Fakat fazla bir varlık gösteremeden o tarihin sayfaları arasında kayboldu gitti. 7 Ocak 1946 da Demokrat Parti kuruldu.
Demokrat Parti 4 Aralık 1945 tarihinde İsmet İnönü ile onun daveti üzerine Celal Bayar arasında Çankaya köşkünde yapılan bir yemekte görüşmelerinden sonra kuruldu. O görüşmede İsmet Paşa’nın, Celal Bey’e “parti kurmak istediğinizi biliyorum, hayırlı olsun, başarılar diliyorum, ama sizden isteklerim var” dedi ve “siyasete dini karıştırmamaları yolunda Celal Beyden söz aldığı bilinmektedir. Üzgünüm ki İsmet Paşa’ya verilen bu söz yarı tutulmuş, hiç tutulmamış gibi bir on sene boyunca Türkiye’nin meşgul edilmesine veya oyalanmasına yol açtı. CHP o dönemde de, Demokrat Partinin baskıcı rejimine CHP 1957 yılının 9 Eylül günü toplanan 13. Kurultayda “Hürriyet andını komisyona kabul ettirerek ilan etti. Sadece bununla kalmadı CHP si 1960 yılında tarihi (59 veya 60 yılında) İlk Hedefler Beyannamesini belirtti yayınladı. İlk Hedefler Beyannamesi 6 Ocak 1971 de kurulan Kurucu Meclis tarafından yaşama geçirilen pek çok kurumu ilan eden kurulmasını talep eden tarihi bir belgedir. İlk Hedefler Beyannamesi TC de çift kameralı bir Meclis kurulmasını istiyordu, kuruldu. Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatının kurulmasını istiyordu, kuruldu. Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin kurulmasını istiyordu, kuruldu. Türkiye’de hâkimlerin ve savcıların özgür olmasını bağımsız olmasını istiyordu, yargının bağımsız olması gerektiğini savunuyordu. Hâkimler Yüksek Kurulu kuruldu ve Türkiye 1961 Anayasasıyla tarihi boyunca ilk defa gerçek bir hukuk devletine kavuşma şansına sahip oldu.
Ben sizleri 1960 yılının 1961 yılının hukuk devleti olan Türkiye’ye getirdim. Bundan sonrasının
kısmını dostlarımın konuşmalarından dinleyeceğiz”. (Alkışlar).
Yönetici Murat Karayalçın, Hikmet Çetin’e söz vermeden önce şu sözleriyle katkıda bulundu:
“-Örgütlerin ölümü de örgütlerin kapatılmasıyla oluyor. Örgütlerin sahip olduğu olanakların kısıtlanması, kaldırılması da çok zor ama örgütlere asıl kapatıldıklarında ölmekteler. CHP si susturulmak istendi. 1953 yılından, Oktay Bey’in bitirdiği yerden biraz geriye yalnızca bir cümleyi kullanmak üzere gideceğim. 1953 yılında CHP sinin tüm mal varlığına el kondu. Aslında bu bir örgütün boğulması o örgütün yaşamına son verilmesi amacını güdüyordu. Ama CHP susmadı. Bu olanaklarını yitirmiş olmasına karşın CHP Türkiye gerçeklerini halkı için, ülkesi için konuşmayı sürdürdü. CHP sini askerler kapattı. 12 Eylül darbesi CHP sini öldürdü, kapattı. Bu bir örgütün ölümüdür. CHP susturuldu ama bu kez CHP liler susamadı, CHP liler devam etti. (Alkışlar). CHP sinin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü Sosyal Halkçı Partiyi açarak CHP lilerin sesini çıkaracak siyaset yapacakları yeni bir platformu oluşturdu. CHP liler SODEP olarak devam ettiler. SODEP, HP, sonra SDHP. 1992 yılında, 9 Eylül 19192 tarihinde CHP yeniden açıldı, yeniden açılmasının mimarı Prof. Erdal İnönü’dür. 1995 yılında Sosyal Demokrat Halkçı Parti ile CHP birleşti, bu birleşmenin mimarı da Erdal İnönü’dür. Bundan böyle Erdal İnönü ve CHP nin Genel Başkanlarından Prof Aydın Güven Gürkan’a da yer verilmesine inanıyorum.
CHP’nin eski Genel Başkanlarından Hikmet Çetin’in konuşması
“CHP Susmadı, susmayacak” panelinde konuşmalar
Yumruğu masaya vurarak iktidara gelmek.
“-Oktay Ekşi dedi ki ben 60 a kadar getirdim, ondan sonra devam etsinler, bu bana Sayın Erdal İnönü’nün bir olayını anımsattı. Nejat Türkcan vardı bizim milletvekilimiz, Ödemiş’li. Pazarda esnaflık yapardı, onun için de “helvacı” diye takılırlardı. Şimdi Erdal Bey Ödemiş’e gidiyor, bir de şunu söyleyeyim, Erdal İnönü gibi hoş görülü biri, lider hiç bulunmaz; Nejat diyor ki, “sayın genel başkanım böyle iktidara gelemeyiz” diyor, “yumruğu masaya vuracaksınız gelince sizin şöyle yapacağız diye küfredeceksiniz”, diyor.”Yoksa başka türlü iktidara gelemeyiz” diyor.
Erdal Bey dinliyor, kürsüde konuşmayı yapıyor, “iktidara geleceğiz”, diyor. “Nasıl iktidara geleceğimizi adayımız anlatacak” diyor.
CHP hakkında çok konuşulabilir. CHP Türkiye’nin en köklü en eski partilerinden biridir. Neden öyledir? Çünkü CHP gibi savaş meydanlarından gelen, bir ülke kuruluşuna öncülük yapmış bir parti yok.
İkincisi CHP statik bir parti değil, yaşamasının nedeni sürekli değişime uğraması ve bunu kabul etmesi, çağın gereklerine uyarak yapmıştır. Bir gün gelmiş İsmet İnönü, “biz ortanın solundayız”  demiştir. Bir gün gelmiş, “biz sosyal demokratız,”demiştir. Yani sürekli değişime uğradığı için CHP yaşaya gelmiştir. Dünyada hiçbir statik parti zaten kolay kolay iktidara da gelemez, kolay kolay da kalıcı olamaz. Dünya hızla değişiyor, bu yapıya uyabilen bu yapıya kendini uydurabilen partiler ayakta kalır.  CHP bunu yapabildiği için bu güne kadar gelmiştir. Bundan sonra da bunun devam etmesinin gerekli olduğuna inanıyorum.
9 Eylül veya 3 Aralık Sivas Kongresi veya Lozan resmi kuruluş. Ama Sivas kongresi çok önemli, çünkü Sivas Kongresi bir anlamda partinin ve Cumhuriyetin beyannamesidir. Çünkü orada “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür bölünemez” denmiştir. “Her türlü işgal ve müadaheleye karşı millet birlikte kendisini savunacak ve karşı koyacaktır, manda ve himaye kabul edilemez”. O bakımdan Sivas Kongresi son derece önemlidir. Tabi CHP Cumhuriyetten de Atatürk’ten ayrı düşünülemez. Cumhuriyet Atatürk’ün kafasında hep vardı, demokrasi de vardı. İki defa denendi, aslında 1920 lerde Kazım Karabekir’le denedik, olmadı. 1930 larda Serbest Fırkayla en yakın arkadaşları Fethi Okyar’la denedik yine olmadı. O nedenle Cumhuriyet de vardı kafasında, bir gün soruyorlar, uzun yıllar sonra Cumhuriyet’le ilgili sordukları zaman verdiği cevap şu: “ben cumhuriyetin vicdanımda bir sır gibi sakladım, çünkü beraber yürüdüğü arkadaşların bir kısmı Cumhuriyet karşı, o dönemde o mücadele döneminde bunları açıklamamış, uygun görmemiş. Sonra da bunu ortaya koymuş.
Cumhuriyet kurmak aslında önemli değil, dünyada yüzlerce ismi Cumhuriyet olan ülke var. O cumhuriyetin yaşaması için devrim gerekiyordu, reform gerekiyordu, onlar olmasa cumhuriyetin hayatta kalması mümkün değildi. O reformları o devrimleri tek tek saymayacağım. O devrimleri demokrasi içinde yapamazdınız, devrimler olmadan demokrasi olmaz. Yani siz 1920 Türkiye’sinde Osmanlı’nın çok yıkıntıları arasında, o Cumhuriyet döneminde demokrasi getirseydiniz mümkün değildi.
1923 Türkiye’si nasıl bir Türkiye idi? Zaman zaman unutuluyor; nüfusu 13 milyon, 11 milyon köylerde yaşıyor, 40 bin köyün 37 tanesinde okul var. Traktör hiç yok. Sağlık konusu, bir milyon frengili, iki milyon sıtmalı, üç milyon trahomlu, verem tifüs salgını 12 yıllık savaş sonrasının tüm ülkesinde yaygın. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğundan dört tane fabrika kalmış, zaten Osmanlı onun için dağıldı, sanayileşmeden uzaklaştığı için, sanayi devrimini yakalamadığı için battı. Dört fabrika var, Hereke İpek, o da saraylara ipek malzemeler yapıyor. Feshane,  Bakırköy Bez ve Beykoz deri fabrikası (ayakkabı değil) Koca Osmanlı İmparatorluğundan kala kala bu dört tane fabrika kalmış. Kişi başına milli gelir 45 dolar; elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta var.
Kadın hakları söz konusu değil, kadınların 4/0.01 binde dördü okuma yazma biliyor. Tüm Türkiye’nin topraklarında lisede olan kız sayısı 230, Böyle bir Türkiye’de Cumhuriyeti kuracaksınız, böyle bir ülkede devrim yapmadan bunları yapmak imkânsız.
Cumhuriyet 29 1923 de ilan ediliyor, İsmet İnönü ikinci genel başkanımız başbakan. 30 Ekim günü İsmet Paşa’nın İsmet Paşa’ya yazdığı mektubu okumak istiyorum:
“Bize geri, hastalıklı bir vatan miras kaldı, yoksul ve esir ülkelere örnek olduk. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir borç bu. Özgür bir toplum oluşturmak zorundayız, çağdaşlaştırmak, bu ideali gerçekleştirmek zorundayız. Bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak isterdim. Allah yardımcın olsun”.
Böyle bir Türkiye, böyle bir Osmanlı İmparatorluğunda böyle bir Türkiye alındı. Tabi Atatürk aslında bir dehaydı, onu kabul etmek lazım, bir kere neyi ne zaman yapacağını çok iyi hesaplayan bir lider. Ne zaman Halifeliği kaldıracak, ne zaman sultanlığı kaldıracak, ne zaman Cumhuriyeti ilan edecek bütün bunları zamanlamasını gayet iyi seçerek yapıyor. Çok iyi insan seçiyor, bir örnek tabi, Lozan Antlaşmasına bir heyet gönderecek, İsmet Paşa 37-38 yaşında, savaş alanları dışında yaptığı tek sivil olay Mudanya ateşkes antlaşmasını imzalamaktır. Herkesin beklediği o dönemde Başbakan Rauf Orbay’ın başkan olacağı, ya da dış işleri bakanı var o başkanı olacak, o gidecek.
Atatürk Rauf Orbay Mondros Ateşkes Antlaşmasını 30 Ekim 1918 de, yani Birinci Dünya Savaşı sonunda imzaladı. Hem Rauf Orbay’ın o anlaşmayı, o müzakerelerdeki konuşmalar ve müdahalelerini, hem de İsmet Paşa’nın Mudanya’daki konuşmalarını inceliyor ve sonunda kimsenin beklemedik bir şekilde İsmet Paşa’yı dış işleri yaparak Lozan’a gönderiyor. İki nedenden dolayı seçtiğini zannediyorum, birisi inatçılığı ikincisi çok güvendiği için yapmıştır.
Şimdi inatçılığı daha ilk günden belli oluyor, İsviçre’ye gidiyorlar ve konferansın açılışında İsviçre Cumhurbaşkanı konuşacak. Bir de Lord Curizon İngiliz Dış İşleri Bakanı. Ben de konuşacağım, diyor. Ne diplomatik düzene ne de diplomatik kurallara uyar.  Fransız ekibi delegasyonu gece gelip bir saat konuşuyorlar, yapmayın etmeyin, bir an önce başlasın” diye. “Tamam” diyor, o konuşursa ben de konuşurum, o konuşmazsa ben de konuşmam” diyor. Oturup Fransızca bir metin hazırlayarak ertesi günü Lord Curzon konuştuktan sonra yerinden kalkarak gidip o konuşmayı yapıyor. Yani ne kadar isabetli seçildiği burada anlaşılıyor. YENİLİP YENEN ÜLKE OLARAK BARIŞ KONFERANSINA GİDEN İLK ÜLKE TC DİR. Yani Osmanlı İmparatorluğu mağlup bir devlet olurken sonunda TC galip bir devlet olarak barış konferansına gidiyor. Bunu her aşamada göstermek istiyor. Hatta bir seferinde İngiltere Dış İşleri Bakanı öyle kızıyor ki, “siz bizi değil Yunanistan’ı yendiniz” diyor. Daha birçok şey var.
Aslında Cumhuriyetin iki temel özelliğinin altını çizmek istiyorum, birisi laiklik, birisi modernleşme-çağdaşlaşma ve özgürlük. Bana göre Cumhuriyetin birçok şeyleri yanında önemli unsuru bunlar. Hepsi bunlara göre düzenlenmiş. Bunlar olmadan Cumhuriyetin ayakta durması ve devam etmesi son derece güç.
CHP devrimci bir partidir, ilk devrim Cumhuriyettir. İkinci devrim reformlardır. Üçüncü devrim demokrasidir. Dördüncü değişen devrim sosyal demokrasidir. Bu gün de demokrasi halen Türkiye’nin gündemindeki en önemli konu.
CHP her zaman yeni politikalar geliştirir. Susmamasının sebebi, rahmetli Ecevit partiden istifa etmiş, Sayın Mustafa Üstündağ genel sekreter, yasaklı, her taraftan gruplar toplanıyor “CHP ismini alamazsınız” nasıl bir parti kurulacak ki tabanımıza bunu hissettirelim. Sayın Üstündağ sadece benle konuşuyor, bir arkadaşımı Ali Özcan İstanbul Milletvekilimiz, ondan önce. Bize bir büro tuttu ve Sayın Üstündağ’ın isteği ve talimatıyla Necdet Uğur, ben, Sırrı Atalay, Kemal Güven (eski Meclis başkanımız), İrfan Özaydınlı. Yani fizikleri falan girmemiş, ayakta kalan tarafsız kalan gruptu. Çok zaman harcandı, mahkemelere gidildi, duruşmalara gidildi, ben soruşturmalardan geçirildim tabi çok zorluklar oldu. Erdal Bey oldu olmadı, geldi gitti, fakat partinin susmaması lazımdı. Parti yeniden orta çıkması lazımdı. CHP susmadı.
SODEP kuruldu, hepsini seçime girmeyi yasakladılar, CHP susmadı, hatta Atatürk’ün yaverini bile kurucular listesine koyduk, bunu bile çıkarttılar. Ona rağmen CHP susmadı, seçime sokmadılar sonra Halkçı Parti (HP) ile birleşerek Sosyal Demokrat Halkçı Parti olarak yoluna devam etti.
Çok zor dönemden geçiyor Türkiye. Ben 50 lileri Yaşım küçük de olsa o zamanlar 56 yılında CHP sine gençlik kollarına girdim, genel sekreterlik görevi yaptım ve dönemdeki toplum yapısı ve toplum hareketi belki de sosyal, ya bu gün çok olduğu için yok, o dönemde üniversite gençliği, İstanbul’da Ankara’da demokratik bütün yollarla ayaktaydı. Her hafta belirli günlerinde Kızılay’da nümayişler yapılırdı. Ama şiddet yoktu, sadece sis bombaları vardı.
Bir anımı anlatayım da bitireyim.
Sokağa çıkma yasağı vardı, 26 Mayıs günü be hazırlık yapıyordum, ertesi gün Kızılay’da bir hareket yapabilir miyiz, diye. Saat dokuzda da sokağa çıkma yasağı var. Rahmetli Örsan Öymen kendi çalıştığı şirkette yasaklanmış bizim Kızılay’daki parti merkezdeki çatı katına çıkmış Ulus gazetesinin haberlerini Anadolu’ya yayıyor. Onunla oturup konuşurken saat dokuz oldu be yurda gidemedim. O zaman parti o kadar önemli ki parti bu gün basılacak kapatılacak diye nöbet tutulurdu. Bir milletvekili bir de partide çalışan olarak. Milletvekili olarak Elazığ Milletvekili Fahri Karakaya,  partinin araştırma programında çalışan olarak Doğan Avcıoğlu. Partiye gittim saat dokuzu geçmiş, ne yapacağız dedim Doğan Bey, “işletme odasında birkaç tane karyola var orada yatıyorlar. Sen dedi İsmet paşa’nın sandalyeleri koltukları bir araya getir orada uyumaya çalış” dedi. Tabi biraz da zordu ama geceleyin, o zaman ön taraf boştu, bina yoktu, Kızılay’da askeri cemseler geçiyor, bir asker gidiyor devam ediyor. Ben de eyvah dedim, yarın sıkıyönetim uygulaması var, onun için Kızılay’da toplantı filan yapmayalım, diye.
Saat epey ilerleyince Doğan Avıcoğlu’nu uyandırdım, bak Doğan Abi öyle bir şey var dedim Hemen radyoyu açalım, dedi. O zaman radyoların hepsi kapanıyor, TV zaten yok. Ankara’da hiç bir ses yok. Bir süre sonra İstanbul radyosundan vızıltı gelmeye başladı, oturduk bekledik, iki anons İstanbul’da Fahri Paşa yaptı.
Sabahleyin erkenden kapı çalındı, eyvah dedim, bizi almaya geldiler. Partide üç kişi varız. Kapıyı açtım iki tane subay, eyvah dedim, baktım birisi Altan Öymen, yedek subay, biri de Doğan Tanyeli, o zaman kadar Cumhuriyette sivil olarak çalışıyordu. Yüzbaşı kıyafetiyle görünce anladım ki görevliymiş. O da ikisi geldiler, bende de korku gitti tabi, Altan Bey’i özellikle görünce. Böyle günler yaşandı.
Susmadı CHP, susağına da inanmıyorum. (Alkışlar).
Belki de 50 lerden daha zor bir dönemden geçiyoruz diyebilirim. Çok zor bir dönemden geçiyoruz. CHP ne kesinlikle ihtiyaç var. CHP iktidara gelmek zorunda, başka türlü çıkış yok. Gelmesi içinde bu güne kadar yapılan çalışmaların yeterli olduğu kanısında değilim. Bunu da açıkça söyleyeyim. İnsanlara dokunmadan seçim kazanamazsınız, böyle TV da radyolarda konuşularak seçim kazanılmaz. Ben 15-20 gün İstanbul’da kaldım, Ekrem İmamoğlu’nun bir sürü olumlu şeyleri vardı ama insanlara dokunarak seçimi kazanılır. Te tek dokunarak.
Bir örnek söyleyeyim, bizim Tarhan Erdem grubuna gittim, nasıl gidiyor dedim ilk başlarda. Dedi ki, “kazanması çok zor” dedi. Çünkü bizimle görüşme yaptı, ben dolaşacağım” dedi diyor. Ya bu kadar mahalle bu kadar sokak bunu nasıl yaparsın, ama hepsini yaptı. Onun için insanlara siyaset yapan arkadaşlara söylüyorum, insanlara dokunarak. Son sözüm şu: “Ben Türkiye’nin laikliğini de çağdaşlığını da kadınlar kurtaracaktır. (Alkışlar) Afganistan’da üç sene kaldım hep oradaki kadınlara da aynı şeyi söyledim. Erkekler savaşarak Afganistan’ı bu hale getirdiler, siz çalışarak Afganistan’ı kurtaracaksınız. Ben Türkiye’de de bunu sağlayacak olan kadınlar olduğuna inanıyorum”.
CHP nin eski genel başkanlarından Altan Öymen konuşmasında şunları söyledi:


“CHP Susmadı, susmayacak” panelinde konuşmalar
“-CHP sinin demokrasi ile ilişkisi aslında 1919 dan başlar. Yaptığı şey birden bire Cumhuriyet değildi, padişah vardı, rejimi devam ediyordu. Bir süre daha 1922 ye kadar devam edecekti. Bir meşruti idare gibi bakmak lazım ona. Çünkü tanıyordu, Ankara İstanbul’u. Ama İstanbul ise bir süre sonra Anadolu’ya idam fermanları dahil bir sürü önleyici haberler, genelgeler göndermeye başladı. Ondan sonra iş değişti Cumhuriyet’e geçildi. Fakat şunun için bunu belirtiyorum, başlangıçta örnek alınan şey de Erzurum Sivas Kongresi kurulurken gene demokratik bir meşrutiyet modeli esas alınarak başlamıştır. Kanuni Esasiye dayanan bir şekilde o zamanki seçim kanunun Osmanlı zamanındakine dayanılarak seçimler yapılmıştı. O ölçüde ne kadar demokratik olunuyorsa olunmuştur. Zaten o zaman Osmanlı İmparatorluğunda daha iyi yeni bir demokrasi modeli falan yok. En son gele gele ll. Meşrutiyet zamanında Kanuni Esaside yapılan değişikliklerle oturutulmaya çalışan ama Birinci Dünya Savaşı olunca dolayısıyla yarım kalan gidiş var. Ama ne ileriyse memlekette onu alaraktan başlamış, Kanuni Esasi’deki özgürlükler aslında demokratikleşme seçim, seçimler o zamanın şartları içinde ne kadar yapılabiliyorsa eskiden o şartlar içinde yapılmış. Kongreye gelecek olanlar, sonra da Millet Meclisi seçilirken bir kısmı İstanbul Mebusları gelenler olmak üzere başkalarının katılımıyla o Meclis de oluşmuş.
E tabi eksiklikleri var, demokrasi açısından söz ediyorum. Ama o Meclis aynı zamanda savaşan bir Meclis. Millli Mücadadeleyi onlar yürütüyor. Hatta milletvekilleri bir ara orada sonra cepheye geliyorlar. Belki birkaç silah atıp bakıyorlar, intibalarını anlatıyorlar Meclise.
Öyle bir dönemden sonra 1922 savaşların kazanılması ve devrimlerin başlamasından sonra meşruti bir idare gibi başladıktan sonra Cumhuriyet, sonra Cumhuriyetin çağdaşlaşması modernleşmesi ve bu modernleşme adımları çağdaşlaşma kolay atılır değil. Kadın hakları düşünüldü. Medeni Kanun çıkıyor 1926, ondan sonra kadınların hakları, dört duvarı olacak ortadan kaldırıldıktan sonra en azından kanunlar çerçevesinde, onlar kadının siyasi haklarını kazanması var. 1930 da belediye meclislerinde, 1934 de Millet meclisi seçimlerinde uygulanmaya başlıyor, Meclis ilk defa 17 veya 18 kadınımız seçilmiş oluyor, seçiliyor, 1934 de düşünün daha Fransa’da böyle bir şey yok, kadının siyasi hakları. İsviçre’de hele 1970 lere kadar bazı kanunlar onlar da en azından gelememiş daha.
Türkiye ne zaman yapıyor 1934, 34 senesinde bununla kalmıyor. Eğitim devrimleri başta 1924 kanunları arkadan daha sonra devam edecek olan Köy Enstitülere kadar giden bir eğitim devrimleri ile devam edip gidiyor.
“CHP Susmadı, susmayacak” panelinde konuşmalar

Bu şartlar altında arkadan 1945 de Türkiye Batı demokrasileri, o zaman kadar Batı demokrasileri bile çok eksik. Ama nasıl gidilebilirse demokrasiye onun ilk adımlarını atmaya başlıyor. 1945 in ne zamanında derseniz, 19 Mayısında; 19 Mayısın oradaki rolü ne İsmet Paşa zamanında Milli Şefi, o arada bir konuşma yapıyor, dünya politikaları hakkındaki fikirlerini de söylüyor. İlk söylediği laf, “demokrasi olunda adımların atılmaya başlaması istikametinde birkaç söz, ihtiyatlı sözlerdir ama özeti şudur: “Savaşıyorduk şimdiye kadar, savaş bitti, savaşın yarattığı güçlükler dolayısıyla eksiklerimizi tamamlayacağız, insanlarımız birçok açıdan daha rahat edecekler”.
Bu birçok açıdan derken, bu açının içine demokrasiye geçiş süreci oluyor, hemen arkasından Cemiyetler Kanunun değişiyor, hükümet partisinin karşısında öteki partilerin de kurulması serbest hale geliyor ilk partiler o yılın sonbaharında kuruluyor. Milli Kalkınma Partisi Kuzu partisi diye anılır, çünkü o zaman parti ile alakalı Türkiye’de parti çok fazla söylenmiyor,  Nuri Demirağ diye bir sanayici mütahit Milli Kalkınma Partisi parti kuruyor. Tanıtacak bunu, basın mensuplarını çağırıyor, bir öğle yemeğinde yapayım bunu diye, aradan iyi bit gün, bir kuzu çeviriyor, Kuzu partisi çevirdiği için bununla dalga geçmek üzere “Kuzu Partisi” diye adlandırıyorlar.
Sonra iki sosyalist partisi kuruluyor, nasıl kuruluyor, çünkü Cemiyetler Kanununda değişiklik yapılırken sınıf esasına dayanan partilerin kurulması mümkün oluyormuş. İki sosyalist partisi kuruluyor, bir tanesi Şefik Hüsnü Bey’in, öteki de Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun kurduğu parti. Daha tecrübeli kişilerin parti kurması, Milli Şef İsmet Paşa tarafından tercih edildiği için CHP içinden dört kişinin giriştiği hareket, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından da destekleniyor. Onlar Atatürk döneminde Celal Bayar, Atatürk döneminin bütçe raportörlerinden Adanan Menderes, Atatürk dönemi valilerinden Refik Koraltan ve Prof. Fuat Köprülü, o da Milletvekili CHP nin. Kuruyorlar bunu, hemen 1945 in Ocak ayının 7 veya 8 inde parti kuruluyor. Hemen hızlıca seçimlere de gidiliyor. Hızla seçim derken 46 seçimi Temmuzda olur. Ama o seçimde daha alt yapı eksikliğinden birtakım güçlükler var. Bazı yerlerde biraz oranın valileri kaymakamları vaziyeti idare etmeye kalkmış,  iktidara yaranmak için belki. İstanbul’da öyle bir şeyler olmuş, bu yüzden çok tartışmalı bir seçim oluyor, konuşuluyor ve Demokrat Parti, ondan sonra seçimlere girmemeyi bir silah olarak kullanıyor, “ben seçimlere girmiyorum” diyor. O zaman belediye seçimleri var, mahalli seçimler var, onlara girmiyor.
O zaman İsmet Paşa, seçimlere girsinler, tek başına tek kale gol, oynayıp yenmek dururken durumunda kalmak istemiyor. Ondan sonra bir seçim kanunu üzerinde anlaşmaya çalışıyorlar.
1947 de Kurultayda yeni adımlar atılıyor, “Milli Şef” unvanı kalkıyor ve muhalefet partisinin, seçime girmiş olsa da Demokrat Parti 60 milletvekilli çıkartmış ama sonuçta sonraki seçimlere girmek istemiyor.  O grupla da Meclis içinde çalışarak hem başbakanı hem de muhalefet partisi lider Celal Bayar’ı çağırıyor, onlarla konuşuyor, onlarla bir beyanname çıkarıyorlar. 12 Temmuz Beyannamesi, 12 Temmuz Beyannamesinin özeti şu: “İktidar kendisinin de muhalefetin de haklarını görür ve haklarını sağlamakta görevli ve sorumlu sayacaktır. Muhalefet de iktidarın kendisine bir şey yapmayacağından emin olacaktır”. Bunun gibi bir şey. Ve arkadan ş, bu gün bile olmasının düşünülmesi bile güç.
Bir seçim kanunun hazırlanıyor, iktidarla muhalefet bir araya gelerek bir komisyon kuruyorlar, bir de hukuk komisyonu kuruluyor, dönemin Yargıtay başkanının başkanlığında. Çünkü Yargıtay başkanına iktidar güvendiği gibi muhalefet de güveniyor. Bağımsız ve tarafsızlığından o komisyon çalışıyor. Kanun hazırlanıyor, o kanun Meclisin normal komisyonuna da geliyor. Demek ki iktidardaki CHP ile muhalefetteki Demokrat Parti’nin oy birliği ile çıkıyor. Yani pratikte demokrat partililer ne istiyorlarsa, iktidar partisi onu kabul ediyor. Gizli oy açık tasnif, oylar kulübelerde verilecek neyi biliyorsak bu gün, seçimlerin yapılışına dair o kanunda var, ne var ayrıca şöyle hükümler var: Hukuk hâkim teminatı altında yapılıyor seçimler. Başkası karışamaz, seçim sandığının olduğu yere öyle zabıta kuvvetleri falan giremez. Seçim kurulu başkanı ne derse o olur. Kim seçer gene hukukçular seçer. Hukukçulara güveniliyor, ama o güvenilen hukukçular görevlerini yapıyor. 1950 seçimi yapıldığı zaman, mahalli bir iki yerde yapılan itirazlar dışında, hiçbir öyle ciddi itiraz çıkmıyor. Böyle geçti CHP böyle bir samimiyet içinde. Zaten gidilen yol bir demokrasi yoluydu. Fiilen padişah da olsa, o zamanki şartlara göre atılması gereken adımlar atılmaya çalışılmıştı. O yolda gidile gidile demokrasinin tam iradesi ortaya çıktığı zaman bu şekilde geçiliyor.
O zamandan sonraki üç yıl Türkiye’nin bahar çiçeklerinin açtığı bir yıldır. Demokrat Parti gelir gelmez, çünkü muhalefette bazı şeyleri söz vermiş, “basını daha özgür yapacağım” demiş. İlkin çıkardığı özgürlüğe yönelmiş bir Basın Kanunudur. Ondan sonra daha serbestleşmiştir her şey. Tolerans göstermiştir aleyhte yayınlara, karikatürlere mesela.
Hatırlayın burada bir kedi haline soktular diye kaç tane dava açıldı, karikatüristlere. O zaman Menderes’in kedi kıyafetinde, ondan sonra zenne kıyafetinde falan bütün gazetelerde yapılırdı. O da ses çıkarmazdı.
Sonra ne oldu. Sonra biraz tecrübesizlikten doğan acemilikler sonunda, tolerans eksikliğinin başlaması sonucunda ipler gerildi, CHP sinin malları 1953 sonunda alındı. Ne gerekçeyle, malları derken, binaları masaları sandalyeleri hepsi alındı. Çünkü “bunlar tek parti döneminde alındığına göre, herhalde devletin katkısıyla” falan diye. Bunun bir kısmı doğru olabilir tabi devlet parti arasında bir ilişkilendirme vardı. Fakat birçok insan da ölürken vasiyet etmiş, şöyle olmuş bazı binalar illerde vardı, bunların hepsini aldılar. Ulus gazetesi vardı Cumhuriyet gazetesi sözcüsü. Onun da matbaasını aldıkları için o da çıkamaz hale geldi. Artık demokrasiden uzaklaşma yolunda bir hareket başladı.
Bu hareket sırasında da şunu unutmamak lazım, Türkiye’de demokrasi eksikliği vardı, doğru dürüst demokrasi Abdülhamit açıldıktan sonra demokrasi eksikliği vardı Türkiye’de.  Demokrat Partiyi kuranlar aslında tek parti döneminde politikacılık yapmışlardı. O tecrübe yoktu, ne dedilerse o oluyordu. Bir de daha önemlisi dünyada demokrasi yoktu. Demokrasi büyük kayıplar vermişti. Düşünün, Hitler zamanı geçmiş 1930 lardan itibaren, İkinci Dünya Savaşı var, Mussolini bir tarafta, yani o zamanki Avrupa haritasına baktığınız zaman, sadece demokrasi dışı devletleri görürüsünüz. Sovyetler Birliğinde Stalin rejimi var, öteki ülkelerde bütün Alman işgaline uğradıkları için onlarda da kalmamış. Dünyada da fazla bir demokrasi tecrübesinin olmadığı bir dönemde bu demokrasi iyi kötü gitmiş ve daha sonra 1961 Anayasası savaşlar sonraki bir anayasa olduğu için ve savaştan sonraki öteki devletlerin anayasalarına bakılarak ondan da örnek alınarak yapıldığı için, o zamanın en modern anayasalarından bir tanesine sahip olmuş Türkiye.
O zaman bir kısım gazeteciler ben gazeteci idim, askerlik yapıyordum. Oktay da askerdi, o İstanbul’da bir yerde galiba, Topkapı mı, topçu mu? Ben ordu donatım asteğmeni olarak, teğmenliğe geçmiş olarak Ankara’dayım. 27 Mayıs olduğu zaman da izinliydim. İzinli oldum ama radyodan ilan ettiler “herkes birliklerine gelsin” diyerekten. Tabi benim de canıma minnet sokağa çıkarım diyorum, sokağa çıkmak herkese yasak bir tek subaylara falan mümkün bu. Giyim üniformamı yürüyerek gittim, her yeri dolaştım, o arada arkadaşlarıma da uğradım ne yapıyorlar CHP nde diye. Meğer onlar nöbet tutup çay içiyorlarmış. Fakat sonra Oktay’la beraber bir yerde bulunduk. Seçimle geldiğimiz o da Kurucu Meclis 61 Anayasasını hazırlayan. Müesseselerden seçim yoluyla yapılıyordu. Bütün Türkiye’den delegeler geliyordu. Bir diğer mesleklerden biri gazetecilikti, insanlar geliyordu. Biz ikimiz el ele Kurucu Meclise girip oradaki basınla ilgili kanunlar hakkında beyanlarda bulunabilmiştik.


“CHP Susmadı, susmayacak” panelinde konuşmalar
Şimdi orayı da geçtikten sonra, o hadiseden sonra Türkiye, 61 Anayasası tabi çok 60-61 yıllarında çok yanlışlar yapıldı. O ayrı.
Ama bir anayasa çıktı, ileri bir anayasaydı, demokratik bir anayasaydı ve o anaysa zamanında Türkiye bir demokratikleşme havası yaşadı. Şimdi düşünün bir geri kalmış ortamda Nazım Hikmet’in şiirlerini okumak yasak, o zaman kadar. Demokratikleşmede bu anayasa bu yasağı kaldırmış ama fiilen matbaalar basmaya alışmamış. Bunlar Ortaya çıkmaya başladı. Belirtmiştim, sosyalist partiler kuruldu diye, ondan sonra bir sıkıyönetim tarafından kapatılıp komünist partiler de yasaklanmış halde, o sırada ama sosyalist partilere yönelik partilerde imkân yok. O zaman Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruluyor 1961-1962. Dergiler çıkıyor, Yön dergisi, demokrasinin başta Batı ülkelerin ülkelerinde savaştan sonra yeniden kurulan demokrasilerde hangi imkânlar varsa, Türkiye de o imkânlar vardı. Biz bunu yaşadık 60 lı yıllarda. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri de vardı, onu da yaşadık, aynen Paris’teki gibi 69 olaylarında olan biteni benze baştaki hadiseleri de yaşadık. Ama bir fark oldu aramızda, bu hareketleri önlemeye yarayan demokrasiden hoşlanmayan ve “komünistlik her gördüğü yerde ezilmelidir” diye Atatürk’e de atfedilen yanlış sözlerle birlikte Komünistlikle mücadele dernekleri var o sırada.  Ve bunları bastırmak için yani bizdeki 68-69 olaylarını Avrupa’da yaşananların paralelinde baltalamaya başladı. İstanbul’da kanlı Pazar 1969. Gençler nümayiş yapıyorlar, Amerikan gemilerine karşı, gösteri yapıyorlar yani, protesto gösterileri.
Aynı anda bir dini sözleri inanışları bayrak edinmiş bir grup. Geri planda iki adamı polisin gözünün önünde öldürüyorlar, taksim meydanında.
Bu bir başlangıç ve bunlar böyle tırmanıp gidiyor. İşçi Partisi kurulmuş, İşçi Partisinin kongreleri basılıyor, o zamanları. Komünistlik tehlikesi büyütülüyor, o zamanın soğuk savaş istinatları içinde. Bizimkiler de o zaman hükümette bulunan bu komünizmle mücadeleyi şu açıdan önemli ve faydalı görüyorlar. Çünkü yardım yapılıyor Marhşal yardımı falan var Amerikalıların direk olarak yaptığı yardımlar var. Bunlar komünizmin tehlikeli gibi göründüğünü ülkelerde iktidara gelecekmiş gibi olduğu ülkelere yardım veriyorlar hükümetlerine. Mesela İtalya’da komünistler kuvvetli yüzde 20 ye kadar çıkan oyları var. Seçim var.48 seçimleri çok ünlüdür, daha sonra da aynı şey oldu. Öteki taraf kazansız diye, Hıristiyan Demokratlar kazansın diye yardımları artırıyorlar.
Bizimkiler de bir komünist bulsak da onları öldürsek kovalasak, komünist tehlikesi ortaya çıksa, bize de verseler havasına girmiş gibi, gibi diyorum akıllarından ne geçtiğini bilmiyorum, ama buraya bir Amerikan başkan veya başkan yardımcısı geleceği zaman, birden bire bir komünist tevfikatı başlamış 1951 de başlayan bir şey. Orada 150 kişiyi içeri almışlar, ya da yazarlar çizerler var, daha sonra gelen de var. Şimdi böyle dönen şeyler de oluyor ama kanunlar bir kere demokrasiden yana, kanunlar kurallar, sonra buna tahammül edememek, sadece sokaklardaki eşkıyaya değil, aynı zamanda tahammül etmek güç geliyor.
O sırada askerlerden komuta kademesinde bulunan kimselerin 12 Mart dönemi oluyor. 12 Mart dönemi üç sene sürdükten sonra gene bir demokratik hareket, Ecevit hareketi geliyor. Ecevit hareketi dediğimiz zaman 73 de birinci parti oldu, o zaman CHP var tabi, CHP sinin başkanı olarak. Ondan sonra da 77 de birinci parti oldu iktidara geldi, fakat tahammülsüzlük gene başlıyor, sonra cinayetler dönemi var. 77-78-79 derken Apdi İpekçi en öndekilerden gazetecilere yönelik, Profesörlere yönelik, savcılara yönelik birçok cinayet işleniyor. Bu cinayetlerle dolu iktidarda CHP var, Ecevit hükümeti var. Hatırlayın o zamanları Maraş olayları falan. Bütün bunlarla geriletmeye çalışılıyor sosyal demokrasi dolayısıyla demokrasi, bu da geçiyor.
Özetle burada Türkiye demokrasinin faydalarıyla ve en ileri demokrasi kurallarıyla tanışmamış değil, tanışmış olmasından beri epey zaman geçmiş olan ülkelerden biri. Ve bu ülkelerin sayısı fazla değil. Bunu unutmamalıyız. Yani mesela demokrasiler başka yerleşmişler, herhalde yerleşebildi. Güneyimizdeki ülkelerin hiç birinde yerleşmedi, Afrika ülkelerinde de öyle. Avrupa ülkelerinden gene hatırlayalım, savaşa girmiş olanlardan bir kısmı sonradan soğuk savaş döneminde, Stalin döneminde bağımsızlıklarını kaybettiler. Polonya’dan aşağı doğru inin haritada, Romanya, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan derken Yunanistan’ında yarısı öyle iç savaş çıktı.
Sonuç olarak o kadar fazla değil, dünyada demokrasiyi tüm şartlarıyla yerleştirmiş ve benimsemiş olan ülkeler. Türkiye bu ülkelerden biriydi ve AB ile müzakerelere başlamıştı. Hem de bu hükümet döneminde, yani bu yolda devam ediyordu ve demokrasi açısından gene CHP sinin üzerinde böyle bir görev vardı. Şimdiye kadar demokrasiyi kurmuştu, ondan sonra korumuştu, bütün o cinayetler dönemi dâhil, Mecliste yapılanlar dâhil, demokrasiye aykırı kanunlarla mücadele etmek dâhil.
Şimdi yeniden kurma görevi var. Kurduğu koruduğu, şimdi demokrasi yeniden kurulması gereken, kurulmaya ihtiyacı olan bir hale geldi. Uzun lafa gerek yok zaten müsaade etmez, tek verdiğim örnek budur. TV lara bakın ne oluyor, seçim zamanlarında ne oluyor, normal zamanlarda ne oluyor. Şimdi baktığınız zaman çoğu defa gördüğünüz kimse aynı kimse veya aynı kimseler, iktidardaki parti bunun 45 dakikasını kullanıyorsa, 5 veya 10 dakikasını ancak muhalefet kullanıyor veya kullandırılıyor, bazıları hiç kullanmıyor. Bu zaten kriter (ölçüt) bu, ötekiler buna göre değişiyor. Bu demokrasinin yenide kurulması, bu rejimin mutlaka yeniden demokratik bir rejim haline getirilmesi lazımdır. Bu Türk milletinin hakkıdır, şimdiye kadar ki gördüğü hükümet idaresi şekli. Bundan sonra da bunu görmelidir, yeniden demokrasiye geçilmelidir”.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget