“Ana çözüm yargıyı bağımsız kılmak ve bir hukuk devleti olmaktır”.
“Turgut Özal döneminde Cumhurbaşkanına hakaretten 207 sanığa dava açılmış, Süleyman Demirel döneminde 158 sanığa dava açılmış, Ahmet Necdet Sezer Döneminde 163 sanığa dava açılmış, Abdullah Gül döneminde 848 sanığa dava açılmış, Erdoğan döneminde 17406 sanığa dava açılmış”.
Demokrasi katilleri tarafından evlerinin önünde katledilen Uğur Mumcu, Muammer Aksoy gibi demokrasi ve aydınlanma aydınlarının suikastla öldürülmelerinin anısına düzenlenen 27. Adalet ve Demokrasi Haftasında anısına “susmayacağız” panel düzenlendi.
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Türk Hukuk Kurumu ve Ankara Barosunca, ortaklaşa “susmayacağız” konu başlıklı panel düzenlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar ve Kültür Merkezi’ndeki panelde konuşmacı olarak Esan Pettekkaya moderatörlüğünde, ADD Genel Başkanı Hüseyin Emre Altınışık Türkiye’de aydın katliamları; Türk Hukuk Kurumu Başkanı Av. Yaşar Çatak, “parlamenter demokrasi talebimiz”; Ankara Barosu Başkanı Av. Erinç Sağkan, “yargı reformu kapsamında ifade özgürlüğü” konularında sunumda bulundular.
27. Adalet ve Demokrasi Haftası’nın, tespit edebildiğim son paneli idi. Üç konuşmacının konuşmalarını iki bölüm halinde sunacağım. Birinci bölümde ADD Başkanı Hüseyin Emre Altınışık’ın konuşması uzadığından, birinci bölümde, öteki konuşmacıların sunumlarını ikinci bölümde sunmak zorunda kaldık.
Bu ikinci bölümde Av. Yaşar Çatak ve Av. Erinç Sağkan’ın konuşmalarını sunuyoruz. İkinci Konuşmacı Türk Hukuk Kurumu Başkanı Av. Yaşar Çatak “Parlamenter demokrasi talebimiz sürecektir” temalı konuşmasında şunları söyledi:
“- Uğur Mumcu, Muammer Aksoy devrim şehididirler. Yaşamları, özgürlük, eşitlik, tam bağımsız Türkiye mücadelesi için geçmiştir ve bu mücadele uğruna yaşamları sonlanmıştır. Adalet ve Demokrasi Haftasını anarken şu isimleri de unutmamamız gerekiyor.
Adalet ve Demokrasi Haftasında Uğur Mumcu’yu, Muammer Aksoy’u anarken şu isimleri de hatırlamalıyız, diye düşünüyorum: Kubilay, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Haplemitoğlu, Doğan Öz, Bedri Karafakioğlu, Ali Günday, Zeki Tekiner, Turan Dursun, Kemal Türkler, Ümit Kaptancıoğlu, Orhan Cavit Sezgin, ilhan Erdost, Hrant Dink ayrıca Sivas ve Maraş katliamında yitirdiğimiz canları da unutmamalıyız.
Uğur Mumcuyla Muammer Aksoy’un dünya görüşleri, bakış açıları, sorunları tespitleri ve sorunlara karşı çözüm önerileri çok beraber olmuştur, üst üste olmuştur, çok özdeş şekilde değerlendirmişlerdir, çözüm önerilerini de aynı birliktelik içinde sunmuşlardır. Düşüncelerinin düşün yapılarının kaynağı Atatürk ilke ve devrimleri olmuştur, daima.
Muammer Aksoy Türk Hukuk Kurumunda 33 yıldır başkanlık yapmıştır. Ondan önce de genel sekreterlik, yönetim kurulu üyeliğinde yine kurumumuz da görev yapmıştır. Milletvekilliği olmuş, Ankara Barosu başkanı olmuş, ADD nin kuruluşunda bulunmuş. Ama hiçbir zaman Türk Hukuk Kurumun’daki görevinden ayrılmayı hiç düşünmemiştir.
Kendisiyle 40 yıl önce, Uğur Mumcu’yla birlikte yönetimindeydik. Benim en önemli anılarımdan bir tanesi olarak sakladığım hatıramdır. 40 yıl önceki görevi sırasında da, bütün kurumlarda, parlamentoda görev alınabilir, bunların hepsi yapılabilir. Ama hukuk temeline dayandırmadan hiçbir şeyi ayakta tutmak mümkün değildir” diye ifade etmiştir.
Laikliğe olan duygusu diğerlerinden çok daha farklıydı. Mesela TCK 163 ün kaldırılması konusunda müthiş bir direnci vardı. 141-142 tamam kaldırılsın, ama 163 e karşılık gösteriliyorsa, bırakın 141-142 de kalkmazsa bırakın 163 de kalsın, diye ısrarla söylemiştir. Aradan 30 yıl geçti, Uğur Mumcu’dan 27 yıl geçti kaybımız. Bana göre ikisinin de boşluğu maalesef doldurulamadı. Bu bizim büyük bir zaafımız, ama yerleri doldurulamadı. İnançla o mücadeleyi, laik Cumhuriyet mücadelesini sürdürmek, kalem kullanmak, o sözleri söylemek kolay kolay kimseye nasip olamıyor herhalde. Ya da o gücü, o cesareti kendimizde göremiyoruz, bulamıyoruz, diye düşünüyorum.
Cumhuriyetin 90 yılındayız, 21. Yüzyılında 20. Yılındayız. Türkiye’ye baktığımızda, resmi gazetede TC nin Resmi Gazetesinde finansman kurlarının şekliyle ilgili. Şekli Şerri ilkelere nasıl uyulması gerektiğine dair Cumhuriyetin resmi gazetesinde kurul kararı yayınlanıyor, yani 97 den sonra bunlar yayınlanıyor.
İkili ya da çoklu eğitime geçmenin, hukuka geçmenin kapıları aralanmaya çalışılıyor. Böylece şeri kurallara göre bu şekilde denetim yaparsın, medeni kurallara göre farklı denetim yapasın, diye. Tarikat şeyhinin tarikat törenine bu ilin resmi protokolü kuyruğa girmiş, sıraya giriyor yer alıyor. Bakan kalkıyor, kendi duygularını ifade ediyor, ondan sonra da “medrese, müderris”. Ne oldu 96 yıl önce Tevhidi Tedrisata geçmiştik, biz bu memlekete medrese, müderris değil üniversite, profesör öğretim üyesi var, diye düşünürken, ama bakan koltuğunda oturan kişi bunu açıkça, Cumhuriyetin bakan koltuğunda oturan kişi bunu ifade ediyor. “Medrese var” diyor, “müderris var” diyor ve vefatından dolayı duyduğu üzüntüyü ifade ediyor, kendine göre şekillendirerek, yorumlayarak.
Cumhurbaşkanı olduğu iddia eden bir başkası kalkıyor, anayasa hazırlıyor, şeri kurallara göre ülkenin nasıl yönetileceğini söylüyor, ondan sonra da, idari özerkliğin nasıl verileceği o anaya içerisinde ayrıca bölümler halinde ifade ediliyor.
Hukuksuzluk hiç olmadığı kadar Cumhuriyet tarihinde şu anda ortada yürürlükte görülüyor. Ağır ceza mahkemesi müebbet hapis kararı veriyor, istinaf mahkemesi duruşma yapmadan kaldırıyor, beraat ettiriyor, beraat kararı veren yargıçların görev yeri değiştiriliyor, Cumhurbaşkanı kalkıyor “talimat verdim” diyor. Kendisi bir yargı kararı olmadan, onları ne olduğunu bildiğim için söylemiyorum, şu anda, şudur budur diye söylemiyorum, bir yargı olmadan bunu kimsenin hangi örgüte ait olduğunu, onun militanı olduğunu, yargıçların o inancın ya da o örgütün mensubu olduklarını söyleyemiyor, diyor. İçinde bulunduğumuz hukukun durumu adından bunu ifade etmeye çalışıyorum.
Bütün bu sıkıntılar içerinde evet, buraya çıkarken Sayın Kanadoğlu’na da sordum, Kızılay’ı vergi kaçakçılığına alet edilme durumunu. Vay “şartlı bağış yaptı filan yere verilecekti, orası da Amerika’da yurt yapacaktı”. Şimdi o konu ile ilgili açıklamalar da gelmiş. Amerika’da kimin ne bağış yaptığı tıkır tıkır sistemde görünüyor. O vakfa böyle bir bağış yok, bu miktarda giden bir bağış yok ve hepimizin ordu gibi, ordumuza nasıl titizlik gösterirsek Kızılay’a da çocukluğumuzdan beri öyle özen gösterilir, bir yardım kuruluşu olarak belirlenir, ama biz birilerinin vergi kaçakçılığına vesile ediliyor, araç olarak kullanılıyor, o duruma getiriliyor. Bunu kabul etmekten de mümkün değildir, Kızılay’a olan saygınlık da bitiyor.
Ayrıca şunu da söylemeliyim bu bağlamda, dış politikada ülkenin geldiği çıkmaz ortada. Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” politikasından uzaklaştıkça Türkiye dış politikada batağa gitmektedir. Bunu görüyoruz, ondan sonra da toparlayamıyorlar, toparlamakta büyük sıkıntı çekiyorlar. Ulusal hassasiyeti olan bizleri de bu aykırı politikalarına savunmacı olarak katma gayreti içine giriyorlar.
Türkiye’nin şu anda, bizce en önemli sorunu bu otoriter tek adam rejimi. Başkanlık rejimi denen tek adam sorunu, buna Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, diye de getirdiler, bu ucube sistem. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir demokratik ülkesinde böyle bir sistem yok. Geçmişteki Cumhurbaşkanının bütün yetkileri burada, başbakanın bütün yetkileri burada, bakanlar kurulunun bütün yetkileri burada, Genel Kurmay’ın bütün yetkileri burada, .tek kişide toplanmış vaziyette, ne derse bir anlamda ağzından çıkan kanun hükmünde. Parlamento denetleyecek, zaten denetlemesin diye mekanizmayı birlikte getirdiler. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile milletvekilliği seçimini de aynı anda aynı günde yaparak bir sürede yaparak Cumhurbaşkanına uygun bir parlamentonun ortaya çıkması da sağlandı. Bu sayede tek adamın hâkimiyeti gerçekleştirilmiş oldu.
17 Nisan 2017 Halk Oylamasında bizler dilimizin döndüğünde, elimizin erdiğince gayret gösterdik. Bu referandumda anayasaya “evet” denmemesi için anlatmaya çalıştık ama yeterince başarılı olamadık. Şunun için söylüyorum başarı öyküsünü, yani yüzde 50 art 1 olarak görmüyorum, onun ötesinde İstanbul’da yenilenen belediye seçiminde olduğu gibi, hakemi de yenecek bir sonucu da orada çıkartmadığımız için mağlup olduk. Ama onu orada elde etmeliydik, edemedik.
Şimdi çıkışın tek yolu, bu tek adam rejiminden bu otoriter rejimden ülkeyi çıkartmak. Bunun için de önce demokratik kitle örgütlerine, sivil toplum örgütlerine öncelikli görev hepimiz bir alternatif sistem rejim parlamenter sistem, katılımcı, demokrat, eksiksiz bütün kurum ve kurallarıyla işleyecek Parlamenter, demokratik, rejim değişikliği, anayasa değişikliğini bütün kurum ve kuruluşlar kendi çalışmalarını buna göre oluşturmalılar. Bunu çalıştaylar, kongreler yaparak sivil toplum bu çalışmayı sürdürmeli. Onun ötesinde siyasi partiler aynı şekilde seçimlere giderken seçmenin karşısına kendi parlamenter, demokratik, rejim projeleriyle çıkmalılar ve oluşacak parlamento kurucu meclis gibi çalışarak bu değişikliği gerçekleştirmeye yönelik bir yapıda olmalı. Bunların kolay olmadığını biliyorum, kolay değil, ama bu rejim içerisinde biz bu cumhurbaşkanından daha iyi icraat yapacak, hizmet edecek filanı “başkan adayı gösterelim” anlayışı içerisine girersek, bu rejim içerisindeki bir yarışın insanı olarak kendimizi sınırlarsak, bu rejimin meşruiyetini biz de katkı vermiş duruma düşeriz. Onun için bu şekilde bu hedeften uzaklaşmadan önümüzdeki ilk seçimlerde Cumhurbaşkanı olacak kişinin parlamenter demokrasi inançlı biri olması çok önemli. Bir özelliği bu olmalı ve bunun mücadelesini verecek kişi olmalı.
Ya değilse elime fırsat geçti, ben de tek adam rejiminin nimetlerinden yararlanayım, ben de bildiğim yöneteyim” anlayışından biri oraya geldikten sonra, artık geriye dönüş kalmayacaktır. Onun için bu çok önemli, buradan uzaklaşmamalıyız.
2 Buna uygun olarak bir parlamento yapısı oluşturmak zorundayız, Anayasa değişikliğini halkoyuna götürebilecek çoğunlukta 360 ı bulabilecek parlamento yapısına da zorunlu olarak ihtiyaç vardır. Bu hedeflerden uzaklaşarak sadece biz şunu yapacağız, sen iki köprü yaptın ben iki yapacağım anlayışı ile hareket edilecekse, ileriye dönük olarak kendimizi ciddi sıkıntıya sokmuş oluruz, kimsenin yüzüne bakamayız, demokrasinin geriye dönüşünü de bir türlü sağlayamayız diye düşünüyorum.
Demokratik kurallar bütün kuralları ile işleyecek rejime dönüş hepimizin öncelikli hedefi olmalıdır, sivil toplum olarak da siyasi partiler olarak da yandaş olmayan tüm kurumlar için ısrarla önceliyorum, hedefe çalışıyorum. Bu duygularla tekrar Muammer Aksoy hocamıza ve Uğur Mumcu’ya sevgi ve hasretimi ifade ediyorum”.
Ankara Barosu Başkanı Avukat Erinç Sağkan son konuşmacı olarak şunları söyledi:
“- Bu dönem yeni yargı reformu için de ifade özgürlüğüne ilişkin anlam içerdiği ama biraz daha genelden başlamak istiyorum, çünkü ben de rejimle siyasi rejimle ilgili görüşlerimi ifade etmek durumundayım. Kuşkusuz hepinizin olduğu gibi benim de gerektiğini düşündüğü gönlümden geçen ve olmasını düşündüğüm husus parlamenter sisteme geçiştir. Ama sorunun tanımlamasını yaparken aslında bu günün en büyük problemi parlamenter rejimden bu garip cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş olmamızdır, herhalde bu kısmı bence daha ayrıntılı değerlendirmek gerekiyor.
Ben yanlış hatırlamıyorsam biz parlamenter rejime 2018 in ortalarında bıraktık. 2018 ortalarına kadar her şey çok mu iyiydi idi Türkiye’de. Kumpas davaları bundan önce yaşanmadı mı bu ülkede. Bu Kumpas davalarında bir genelkurmay başkanı “terörist” diye tutuklanıp, “terörist başı” olan kişinin gizli tanık yaptığına tanık olmadık mı hep beraber. O zamanlar bu ülkede parlamenter rejim yok muydu? Acaba ana problem burada rejim mi? Yoksa siyasal islamın girdiği rejimleri çürütmesi mi?
O yüzden mevcut yapıyı alıp parlamenter rejime koyduğumuz zaman ne değişecek. Ben çözümün bir hukuk devletine ulaşmakta görüyorum. Bu gün bunlar var, yarın başkaları gelecek ama denetleyen denetleme mekanizması olan bağımsız bir yargı sistemi olmadığı müddetçe bu tehlike bu coğrafyada her zaman varlığını sürdürecektir. O yüzden bence ana çözüm yargıyı bağımsız kılmak ve bir hukuk devleti olmaktır. Ondan sonra rejimleri bu halk gerçekten uygun göreceği şekilde oylamada değiştirebilir. Ama biz sanki ölümü gördük de sıtmaya razı oluyor muş gibi bir anlam çıkıyor. O yüzden ben sorunun özünün biraz daha farklı olduğu inancındayım ve şunu da görüyorum, çok açık şekilde ifade edebilirim, çok net, söyleyebilirim, gidiyorlar, uçurumdan aşağı gidiyorlar şu anda; gidiyorlar gidecekler. Bunları çok net görüyoruz gideceklerini, bunu nerede gördük, son 23 Haziranda gördük, insanın aklıyla dalga geçmeye kalktılar. Yüksek Seçim Kurulundan (YSK) saçma sapan ucube bir karar çıkartıp bu ülkede demokrasinin en önemli unsuru olan sandığın seçme ve değiştirme kabiliyetini ortadan kaldırmaya çalıştılar. Ama vatandaş çok ağır bir cevap verdi onlara. O yüzden gidiyorlar, gidiyorlar bizim artık onların gitme sürecinde bağımsız yargı, hukuk devleti içerisinde en ağır tepkiyi ortaya, bu siyasal İslam modelinden kurtulduktan sonra nasıl bir süreci hayat geçirebileceğimizi konuşmamız gerekiyor.
Şimdi bakın, Gezi yargılaması var önümüzde, Gezi yargılaması var. Neden Geziyi bir terörist faaliyete bağlamak istiyorlar? Çok korkuyorlar, çünkü o yüzden. Bir daha olmamsından ödleri kopuyor. Bakın 24 Ocak “Dünya Tehlikedeki Avukatlar Günüdür ve maalesef söyleyeyim Türkiye’deki iki sefer avukatlara ithaf edilmiştir. Bu seneki Hindistan’daki avukatlara ithaf edildi. 24 Ocak’ta Ankara Adliyesinin önünde iki tane eylem planlandı, birisi, bir kısım meslektaşımızın basın açıklaması yapmak istemesi, avukatlara dönük saldırıların son bulması, konusu da budur. Bir diğeri de Avukat Hakları Merkezi’nin sessiz çığlık dedikleri adliyenin önünde susarsak verdikleri bir tepki. Bundan dahi korkuyorlar, öyle ağır bir polis şiddetiyle karşılaştık ki, bunu dahi yaptırmıyorlar, bakın bu korkudur, çünkü gidiyorlar ve gidecekler ve çok korkuyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) hak ihlali kararı verdiği ve acilen tahliye edilmesi kararı verdiği Gezi Yargılama dosyasında korkularından tahliyeyi yapamıyorlar şu anda. AİHM Sözleşmesi tarafı olan bir ülkeyiz ve mahkeme kararını uygulayamıyoruz şu anda. Bakın geline nokta bu, o yüzden benze sorunu iyi tespit etmek gerekiyor, çünkü doğru çözüme ulaşabilelim.
Biz bir yargı reformu strateji belgesi duyduğumuz zaman heyecanlanmıyoruz, bu ülkede çünkü içerisinde ne olacağını aşağı yukarı biliyoruz. Önce de yanlış hatırlamıyorsam üç ya da dört reform oldu, hiç birisinde b ir şey olmadı, yine bir şey olmayacağını biliyorduk. Ama tabi bu öyle bir görüntüyle sunuluyor ki, sonuç olarak bizleri ziyaret eden yurt dışı barolar var, bazı örgütleri var. Bazı büyükelçilikler var, ne olduğunu bizden dinlemek istiyorlar, bu kişileri etkileyebiliyor, bir reform mu var acaba Türkiye’de. Türkiye’de yargı anlamında bir adım mı atılacak, gerçekten yanlış yaptıklarını görüyorlar mı? Çünkü reform ne demektir, reform yenilik demektir. Reform yapacaksanız eğer, işlerin kötü gidiyor olmanız, gerekir. Yaklaşık 20 senedir iktidarda olan bir yerde işler kötü gidiyorsa bunun bir siyasi sorumluluğu olması icap eder. Tabi bu hiç önemli değil, ben reform yapıyorum” diyor ama belgenin içeriğine bakıyorsunuz, içeriği, dışında çok güzel bir ambalaj ama hiç bir içerik yok, çok güzel bir ambalaj var ama. Sayfalarca hazırlanmış, ifade Özgürlüğünden bahsediyor, temel hak ve özgürlüklerin korunmasından bahsediyor, özgürlüklerin korunmasından bahsediyor, aynı zaman bu bir ikrar, bunların hiç birisi yok demek bu ülkede. Fakat geldiğimiz noktada yargı reformu strateji belgesinin içerisinde hakimlere coğrafi teminat getirileceğinden bahsediliyordu.
Daha bir hafta on gün önce Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını kaldıran bölge adliye mahkemesinin 20. Ceza dairesi hakimini görevden aldılar. Daha bir hafta önce oldu bu. Ben hangi karar doğru bilmiyorum, dosya içeriğini hiç bilmiyorum. Ama hepimiz tahmin ettik kimden bahsettiğimi. Bu mahkemede iki yargı kararı var, birbirinden tamamen zıt, fakat iktidarın işine gelmeyen kararı veren hakim hemen görevinden uzaklaştırılıyor. O zaman şunu ortaya koymak gerekiyor. Bu bir görevden uzaklaştırmaysa, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi çok net somut deliller var iken, beratla tahliye kararı geliyor ise bu bir terör örgütü faaliyeti olması gerekir. Bu böyle kolayca yapılan bir yanlışlık değerlendirilemez.
Daha önce gördük birinci reformu paketi çıktı, bu yargı paketinin içerisinde de illaki terörle mücadele kanunun 7 nci maddesini değiştiriyoruz, Cumhurbaşkanlığına hakaret ve benzeri suçlarda da aynı zamanda istinadın yanında Yargıtay incelemesinden geçireceğiz.
Ben bazı istatistikî veriler paylaşmak istiyorum.
Turgut Özal döneminde Cumhurbaşkanına hakaretten 207 sanığa dava açılmış, Süleyman Demirel döneminde 158 sanığa dava açılmış, Ahmet Necdet Sezer Döneminde 163 sanığa dava açılmış, Abdullah Gül döneminde 848 sanığa dava açılmış, Erdoğan döneminde 17406 sanığa dava açılmış. Şu istatistik bile neyi anlatmak ifade etmek istediğimizi gayet net ortaya koyuyor. Şimdi bu yapıdan reform bekliyoruz öyle mi? Buna inanmamızı bekliyorlar, bu yapıdan sıcak bir reforma inanmamızı bekliyorlar. Bunu, o külliyeye gidip alkışlamamızı bekliyorlar, buna alkış tutmamızı bekliyorlar bizden, çünkü çok büyük iş yapılıyor orada. Hatta alkış tutmadığımız için milli ve yerli olmuyoruz, nerede ise terörist olmakla suçlanacağız. Niye doğruyu söylediğimiz için hala eleştirilebiliyoruz.
İşte panelimizin başlığına geleceğiz susmayacağız, eleştirebiliyoruz ve eleşetirmeye devam edeceğiz ve emin olun gidiyorlar, tekrarlamak istiyorum, gidiyorlar, yeter ki ana konudan uzaklaşmayalım, susmayacağız, susmamalıyız, bu mücadeleyi devam etmek zorundayız, sizler devam ettirdiniz bu güne kadar sizler kazanacaksınız zaten, gidiyorlar”.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız Son
Yorum Gönder