“Bu gelecek kriz krizlerin anası!
“Siyasetle ekonomi birbirinden ayrılamaz
“Başkanlığı içimize sindiremiyoruz. 90 yıllık 80 yıllı geleneklerimize uygun değildir”.
Ulusal Eğitim Derneği’nin her cumartesi günleri düzenlemiş olduğu kültür etkinliği ve konferanslarından, 13.10. 2018 günkü konferansın konusu “Türk Ekonomisi nereye gidiyor” idi.
Dernek merkezinin bulunduğu salonda yapılan konferansa öğretmen ve akademisyenlerden oluşan özellikle emekliler izleyici olarak katıldılar. Konferansa konuşmacı olarak katılan Ufuk Söylemez’in şu konuşmasını salondakiler, merak ve heyecanla izlediler:
“-Türkiye Ekonomisi derken Tobin vardır Regan’ın danışmanıydı öldü. Tobin Taks Tobin dergisini icat eden, “sıcak paradan vergi alınsın” diyen adam. O şöyle der: “Siyasetle ekonomi ayrılamaz birbirlerinden ayrılamaz magazin gibidir”, onun için benim konuşmam biraz ekonomi olduğu kadar politik de konuşmak isterim, sadece ekonomi, o teknik bir şey olur. Ama hayatın içinde pratikle birleştiği zaman aynı zamanda siyasi tarihleri de bir ürün oluyor. O nedenle son, güncel ekonomi, Türkiye’de ekonomik bir kriz var mı yok mu dan başlayalım ve oradan gelelim.
Ekonomi krizde ise, hiçbir iktidar buna dayanamaz.
Neyi yaşıyoruz Türkiye’de ekonomik olarak başlayacaksak, Türkiye ekonomisi krizde mi değil mi? (Kriz olup olmadığı salona soruldu, salondan herkes kriz var diye el kaldırırken, kriz yoktur diye tek bir bayan el kaldırdı).
Kriz varsa bu iktidar nasıl böyle devam edebiliyor? Niye bir seçim ortamına gitmiyor. Millet niye feveran etmiyor, niye peki? Temel sebep ekonomi krizde ise, hiçbir iktidar buna dayanamaz. Halk niye (kriz var diye) feveran etmiyor peki?
Temel sebep ekonomi krizde ise hiçbir iktidar buna dayanamaz. Ekonomik krizin teknik tarifini yapacağım ben, iki dönem ekonomi küçülürse, yani milli gelir azalırsa, bu sene olacak, yani büyüme yerine küçülme olursa, teknik olarak o ekonomi resesyonda demektir. Resesiyon iki dönem; iki dönem derken kasıt şu, üçer aylık dönem, bir çeyrek bir çeyrek üst üste küçülürse bir ekonomi, buna resesiyon diyoruz, teknik olarak, uluslar arası kuralda kabul edilen ve uygulamalarda kullanılan.
Türkiye’de böyle durum var mı? Şu anda yok, çünkü Türkiye’de ekonomide hala o şişirilmiş bir büyüme var hala, o 24 Haziran öncesi teşviklerle şunlarla bunlarla para basılarak yapılan bir şey var. Ama bu son çeyrek yani Ekim Kasım Aralık çeyreği ve önümüzdeki ilk çeyrek, yaşarsak göreceğiz. 2019 un ilk çeyreğinde küçülme bekliyorum, ben. Bu eksi mi olur son dönem bu sıfır mı olur, çeyrek mi olur tam bilmiyorum ama muhtemelen bu son çeyrek sıfıra yakın olacak, büyüme olsa bile. Ondan 2019 çeyreği de eksi olacak. O zaman resmen kriz diye diyebileceğiz.
Peki, resmen diyemiyoruz ama burada işsizlik var, enflasyon var, faizler var nasıl krizde değiliz. Krizdeyiz esasında, kriz için parmak kaldıranlar doğru kaldırdı. Hepimiz 94 krizini yaşadık, 2001 krizini yaşadık mı? Yaşadık, ne oldu orada? Bir gecede devalüasyon (kur ayarlaması) oldu. Sabah kalktık kur ayarlaması olmuş. O devalasyon büyük olan devalasyon. O zaman sabit kur rejimi vardı Türkiye’de. Sabit kur rejiminde devalasyon oldu bir gecede, finanslar sıçradı, faizler üç bin oldu, beş bin oldu, hatırlayın o günleri, bankalardan batanlar oldu, batmayanlar oldu, iki dönemdir bankalar battı. Fakat alınan tedbirlerle ekonomi büyümeye başladı. 94 eksiydi, 95 büyüdü. Beni sonra Tansu Hanım davet ettiğinde, ben ekonomiyi krizden çıkaran ekibin içinde yer aldım, ben 97 de koalisyon şartlarında 96 şartlarında yedi buçuk büyüttük Türkiye’yi, yüzde yedi buçuk yani. Nasıl oldu Bu?
2001 e bakın 2001 de ekonomi tedbir alındı tekrar büyüdü, 2002 de. Güzel, bu sene böyle bir şey de olmuyor, yani bir dibe vurup da çıktı da diyemiyoruz, niye diyemiyoruz? Çok basit bir şey var. Ekonomistler maalesef Meclisteki, muhalefet partinin ekonomistleri de bana göre, CHP ve İyi Partiden bahsediyorum, aranızda o partileri seven olabilir, ekonomi anlayışları da, neoliberal anlayıştan farkı olmayan anlayışlar. “Yani ekonomiyi biz daha iyi yönetiriz”, Kemal Derviş’in ekonomisi, “biz daha iyi yönetiriz” anlayışında olduğu için, onun için benim bu yorumumu hiç yapmıyor hiç biri hala, şaşırtıyorlar beni. Dalgalı kura geçtiğimiz için bir gecede develüasyon olmuyor. Bunu neye benzetiriz, meşhur hikâye, kurbağayı kaynar suya atarsan zıplarmış, kısık ateşte suya atarsan yüzermiş, haşlandığının farkında sonradan olur muş. Böyle bir deneyim ar.
Biz şimdi kurbağayız, haşlanıyoruz. Her gün son altı aya bir bakın şöyle bir, her gün develüasyon var fiilen, son altı ayda, yani eylül itibariyle bakalım, ekimi saymayalım, yüzde 60 TL nin değer kaybı, doların değer kazanması. Yani yüzde 61 develüasyon olsa yer yerinden oynaması lazım bir gecede. Ne hükümet kalır, ne bankalar kalır hiçbir şey kalmaz. Bunların em şansı, hem şansızlığımız bizim, bu dalgalı kuru o şoku bir gecede değil de zaman yayılarak hissetmemiz. Ağır gidiyoruz ama bu avantaj gibi gözüküyor ama tedbirler alınabilseydi avantajdı. Şimdi bununla “nasıl olsa bir gecede tahribat yaşamadık” diye siyasal iktidar durumu idare etmek, popilis tedbirlerle adam bir çocuk (Hazine Maliye Bakanı) çıkmış oraya, diyor ki, genç bir çocuk, ben ona çocuk dememin sebebi şu, devlet yönetiminde tecrübesi yok, bürokrasi tecrübesi yok, ekonomi birimleri yönetmemiş, öyle bakan olana kadar okudular işte. O bile yetersiz, oralardan geçtim geldim, ekonomi yönetmek öyle çocuk oyuncağı değil.
Bir gün buram (böğrü) acıyor, acıyor, ayakta çalışıyorum. Özel kalem müdürü dedi ki, “sayın bakanım doktoru çağıralım”, dedi, “gelsin” dedi. Bir açtık ki, buram böyle mosmor olmuş. Dedi ki doktor, “bu zona denir sıkıntıdan üzüntüden olur bu, stresten olur, gencecik adamdım o zamanları 40 yaşlarında idim. Şimdi 60 yaşındayız, şunu anlatmaya çalışıyorum, zor bir görevdir bu. Geceleri uyutmayan bir görevdir.
Türkiye kabile devleti mi?
Şimdi bunu tepeden bunu getirdiler, benim damadım olsa yapmam böyle bir şey, sizler de yapmazsınız muhtemelen. İnsan yakınını sevdiğini ateşe atar mı böyle. Türkiye kabile devleti mi, damadımı oraya koyum, teyzemin oğlunu şuraya koyum, koca seksen milyonun kaderiyle neden oynayayım, o çocuğa da yazık, Türkiye’ye de yazık.
Şimdi bunlar Türk ekonomisinde işin farkında değiller. Ekonomistler olarak şöyle deriz. Krize nasıl gireriz nasıl çıkarız? Uçak tabirinde uluslar arası olduğu için söylüyorum, hartlendik softlendik derler, iniş inen demek. Hartlendik sert düşüştür, soflendik yumuşak iniştir. Ekonomide de inerken ve çıkarken bu ikisinden birini tercih edersek, kötünün iyisi olan soflendiki tercih etmemiz lazımdır. Tedbirlerle, hani kazık fren yapmaktansa arabada pompalayarak yapmak daha farklı, sonuçları itibariyle. Fakat hartlendiğe doğru gittiğimizi görüyorum; soflendiği kaçırdığımızı görüyorum. Bu kurdaki kurbağa hikâyesi yüzünden. Onların beklediği gibi büyük bir develüasyon olmadı, büyük bankaların batışları gibi olmadığı için onlar “kriz yok” diyorlar. Krizin ben “bu geleceğimiz krize bütün krizlerin anası” diyorum. Maalesef biraz moralinizi bozacağım ekim gününde. Bu krizin anası bence ve bir jenerasyonu etkileyecek bence. Bir jenerasyon dediğimiz bir kuşak yani, bir kuşağı etkileyecek bu ekonomik kriz. İşsizlik, yoksulluk, sosyal patlamalar, Türkiye’de iktidarın giderek otoriteleşme ihtimali. Bir araştırma var, giz jipinsg dedikleri yani “uçlara gidiş” diye bir araştırma var. 20 ülkede 800 den fazla genel ve yerel seçim inceliyor ekonomistler. Ekonomik krizde olan ülkelerde seçim sonrası uçlara kayıldığı görüldü. Faşizme kayıyor, komünizme kayıyor, otoriterizme kayıyor. Daha despotlaşıyor, bu eğilim genel eğilim, Türkiye’de benim gördüğüm de muhalefetin de yetersizliği demokratik geleneğin zayıflığı nedeni ile giderek otoriterleşmeye doğru giden, diyeceksiniz bu gün otoriter değil miyiz? Bu günlere rahmet okutacak bir sürece kayabiliriz. Sade ekonomik değil çünkü Türkiye’deki sorun bir ekonomik kriz değil, sadece makro ekonomik gösterge bozmayı, aynı zamanda bir yönetim krizi bence. Çünkü başkanlık rejimi bize göre değil, bünyemiz kabul etmiyor bunu. Bazı organ nakli yaparsın bünyeye uymazsa de dert. Başkanlık rejimin i bu bünye kabul etmez.
Ben bakanlık yaptım, gittim kahvelerde konuşma yaptım, anlamadan halk soru sorar elini sıkar, sana iri iri laf eder, sokak sokak gezdirir. Seçildim geldim Meclise Başbakan, bizim parti hükümete giriyor; parti lideri, “sizi bakan olarak görmek istiyoruz Ufuk Bey”, Teşekkür ederim, hükümet listeleri Cumhurbaşkanına gidiyor, onay veriyordu o zaman. Cumhurbaşkanı onaylıyor, biz program yapıyoruz, program Mecliste okunuyor. Sonra Meclis güvenoyu veriyor bize. Görev aldım ben iki kere, şimdi halktan oy aldık geldik, Cumhurbaşkanının onayından geçtik, yüce Meclise gittik güvenoyu aldık. Başarılı olduk, başarısız olduk o ayrı bir şey, ama süreç bu. Böyle bir parlamenter düzen, şimdi memur bakanlar, bakanlara bakıyorum, bir daire başkanı gibi, küçümsemek için söylemiyorum ama halktan yetki alıp gelmiş bu kadar kendine güven olamaz, en kötü halka giderim bir daha diyorum yani. Bunlar halka da gidemezler, bunlar Tayyip Erdoğan’a giderler.
Koca Meclis bir danışma meclisine dönüştü
Dolayısıyla bu rejimi biz kabul edemeyiz kolay kolay, yani içimize sindiremiyoruz, 90 yıllık 80 yıllı geleneklerimize uygun değil. Çok partili rejime 1950 lilerden bu yana gelin, geleneğimiz var o da yerle bir oldu. Koca Meclis bir danışma meclisine dönüştü adeta, bir fonksiyonu kalmadı, devletin şekliyle etkisiz bir hale getirildi. Sayıştay denetimi Kit komisyonu ben bakanken, Kit komisyonun girip hesap v ereceğimiz zamanlar ayaklarım titrerdi vallahi giderken. Sabahlara kadar çalışırdım, bürokratları çağırırdım, bu ne oldu, burada ne oldu, bilmediğim bir şey çıkar mı? Adamlar önümüze ters bir şey koyarlar mı? Ne tür sorular gelebilir, bütün verileri hazırlardım, sabahlara kadar çalışırdım. Mecliste KİT komisyonunun önüne giderdim, hesap verirdik, bakan olarak. Şimdi adam soruyor CHP milletvekili, soru soruyor, adam cevap vermiyor. Çünkü adam memur bakan o seni tanımaz, o Tayyip Erdoğan’ı tanır. “ Beni o seçti” diyor nasıl bakan yaptın, hangi kıstas ölçüsü ile yaptın bunu, eğer seçilmediyse, nasıl yaptın kardeşim, memurun bile bürokraside bir yükselmesi, ehliyeti, liyakati olur. Memurlardan seçsen daha iyiydi. Pat diye kardeşini seçiyor, öbür kardeşi FETO dan tutuklu, Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Pakdemirli’nin kardeşi tutuklu o da bakan. Fetullahçı darbenin en önemli militanlarından olduğu beyin takımından olduğu söylenen Tümgeneral Mehmet Dişli FETO’dan tutuklu, kardeşi Şaban Dişli Hollanda büyükelçisi. Bu nasıl ehliyet liyakat bu nasıl bir iç içe geçmişlik, bu n asıl bir yapı. Bizi nasıl FETO ile mücadele ettiğinizi nasıl inanacağım yani. Başkalarının, bir öğretmen mesleğinden atılmış icabında, karısını kamudan attılar, mesleğini aldılar elinden daha yeni iade ediyorlar. Foto’cu adamı dekan yardımcısı yaptılar adamı, bırak kamudan atılmayı herif terfi etti. Aydınlık yazınca aldılar görevden, yazmasa kalacak orada adam. Şunu demek istiyorum, bu kafa bizi bir yere götürmez. “Bana ekonomik çözüm göster”, ekonomik çözümü anlatacağım ama hiçbir şey değil, ekonomi kendi kendine kötü olmadı, ekonomi kötüye götürüldü Hangi kafa, ehliyetsiz liyakatsiz bir kafa; eğitimi imam hatipleştiren bir kafa. Sizin alanınız.
Türkiye’de bir rejim krizi ve yönetim krizi var aynı zamanda.
Milli gelirin içinde yatırımlara ayrılan pay beton ekon ekonomisine ayrılan pay 7 buçuk sekiz iken, eğitime ayrılan pay, yüzde üçlerde bu ülkede. Eğitim İmam hatipleşmiş, sosyo kültürel olarak Araplaşıyoruz. Araplar gelip adam kesiyor İstanbul’da. Çağdaş Atatürk Türkiye’si Arapların mafyatik usullerle adam kestiği bir ülke haline geldik. Türkiye’de bir rejim krizi ve yönetim krizi var aynı zamanda, ekonomik kriz değil bu. Yani bu başkanlık rejimi hilelerle yapılan seçim, referandumlar filan bize uymadı. Bünye bunu kabul etmiyor. Hayır, uymadı, kaplanmıyor diyorum, “yok yok bu güzel uydu sana” diyor. Bu rejimi kabul etmiyoruz biz, aydınlar, vatanseverler, sağ sol demeden Cumhuriyetçiler, demokratlar, laik insanlar, samimi dindarlar, milliyetçiler bunu kabul etmiyorlar. Kabul etmiyoruz ama seçimleri kaybediyoruz, niye? Çünkü burada siyasal İslamcı gerici, Atatürk düşmanı, çağdaşlık düşmanı, cemaatçi yobaz bir grubu var. Burada Amerikancı laik, medeni gözüken bizim gibi gözüken ama benden farkı, benden ortak sadece laik olmaları. Ama Amerikancı gayri millici bir yapı var. Arada da buralarda sıkışan bizim gibi bir namuslu vatansever, Cumhuriyete demokrasiye, hukuka bağlı, sağa sola Kuvaayi Milliye anlayışına, bir araya gelmeye istekli örgütsüz bir ve sahipsiz milyonlar var. Türkiye’nin içler acısı hali budur. Yani bunu sadece demokrasi, ekonomi ile anlatmayı ben halka karşı saygısızlık addediyorum. Onun için bunların yaptıkları tedbirler de aldıkları önlemlerin hiçbir şeyi tutmayacaktır ve Türkiye derin salınımlı dediğimiz (böyle derin salınımlı dönemler vardır ekonomilerde), derin salınımlı ve uzun bir ekonomik durgunluğa gidiyor.
Bu ne demek, daha çok işsizlik, daha çok enflasyon, daha çok yoksulluk, daha çok sosyal dramlarda, daha çok sosyal kamplaşmalar ve fakirlik yani ve daha çok otoriterleşme geliyor önümüzde. Çare, ilk çare bana göre ekonomik önemler söyleyeceğim ama bunlar yapmazlar ki zaten. Adam hatasını bilmiyor, çıkıyor Berat Albayrak, sanki müsamerede konuşur gibi, karşında koca koca eğitimciler oturuyor, ben dikkatle seçmeye çalışıyorum, hepsi bilinçli insan diyorum, bunlar doğru dürüst bir şey söylemezsen, saçmalarsan, ne diyorsun sen hoca derler bana. Şimdi ben bunu eleştirmek zorundayım. Adam düşünmüyor, oturtuyor işadamlarını, Koçu, Sabancı; değil mi, diyor ,“etiket logo yaptım, enflasyon düşecek, diyor. Kayınpeder de diyor ki, “zabıtaları gönderin Migros’a yoğurt denetim yapsın bakalım” diyor. Böyle enflasyon düşer mi? Hakikaten trajikomik bir hal. Geçen gün Brunberg’de bir şey yayınlandı, ben (evvelki akşam Halk Tv de idim bu ara bizi sürekli çağırıyor, her halde mahallenin delisi azaldı salondan gülüşmeler) Orada Brunberg’de bir şey gösterdiler, Brunberg ekonomi kanalı, sunucular Güngören Belediyesi’nin yaptığı denetimi gösteriyor, kahkahalarla gülüyorlar, “inanılmaz” diyorlardı, “fiyat polisi gibi bir şey” diyor. “Türkiye soğanı, yoğurdu, diş macununu” diyorlar, kahkahalarla gülüyorlar. Onlar için komik, benim için de trajikomik, yani acınacak hale düşüyoruz, komik hale düşüyoruz. Ekonomide, enflasyonda mücadele böyle diyen bir yönetimi, ben bir yatırımcı olsam, çağırırım arkadaşları aman çocuklar Türkiye’ye gitmeyin, derim”, niye, etiket koyduk, logo koyduk enflasyon düşmüyor, zabıtalar yoğurdu denetleyecek, bu adamlarla ekonomi daha da batar, sakın Türkiye’ye gitmeyin” derim. Bunlar tüketimi teşvik edici şeyler, Türkiye’de ekonomi aşırı ısındığı için aslında frene basmaları gerekiyor.
Şimdi Türkiye’de enflasyon iki sebepten oluyor: 1-Maliyet enflasyonu 2-Bir de çok talepten oluyor, yüksek tüketim talebi. Maliyet enflasyonunun önleyemiyorsun, niye kredi libite yok, yatırım kredi limitin bozulmuş, kurlar artmış, döviz kurları, kurları arttığı için maliyet attı mı? Döviz bir tarafa, petrol son yılların en yüksek seviyesine geldi tekrar. 80-85 dolar arasında Irak Petrolu her gün değişiyor, izliyorsunuzdur. Petrol de pahalı artık eskisi gibi değil. Hem petrol pahalılanmış hem kurlar yüksek yani Türk lirası değer yitirmiş, maliyetler arttığı için para fiyatlarda mali bir enflasyon oluyor. Bu maliye enflasyonunun buraya koyalım.
Sen bir de talebi körüklüyorsun. Yani teşvik yapıyorsun, indirim yapıyorsun, daha çok batalım yani. Tüketimi teşvik etmemen lazımken, tasarrufu teşvik etmen lazımken bunlar bir örnek; ben bir yatırımcı olsam, Uluslar arası bir yatırımcı böyle düşünür, “bu Türk hükümeti ne yapıyor, ısınmış ekonomiye yangına körükle gidiyorlar, bütçe açığı vermişken daha çok borçlanmaya sebep olacak, daha az vergi alacak bukle gidiyor ve tüketimi kışkırtıyor hala”. Bunların derdi marta kadar seçimlere kadar idare etmek. Bu gerçeğin yansımayacağını zannediyor ama her şerden bir hayır çıkar derler.
Bu Bronson olayı aslında bunların maskesinin erken düşmesine neden oldu. Normal şartlarda ekim kasımda başlaması gereken ekonomik daralma ve sıkıntıların hissedilmesi, bu iş ağustosa eylüle çekti. Bronson olayındaki basiretsizlikleri Türkiye’yi rezil etti. Çünkü adalet hukuk, Türk adaletini dünyaya rezil ettiler. Brunsonu salıvereceği belliydi, Trump iki tehdit, iki tivitle, bunlara diz çöktürdü. “Ver papazı al papazı” diyordu, bu gün gazeteler yazıyor, verdin papazı avucunu yaladın sonra. (Salondan gülüşmeler)
Şimdi komik duruma düştüler ama bir gün Isparta’ya gitmiş bu adam, Tayyip Erdoğan ne dese alkışlayan bir kitle var Türkiye’de. Tayyip Erdoğan’ın kendi açısından başarılı olduğu husus, bana göre de çok üzüldüğüm husus, Sosyal kültürel kamplaşmaya doğru gidiyoruz, yani.
Antalya’da İken biri, vatandaşlara sıkıntı olur daralma olur, kriz olur diyorum, orada çoğu iş asamı, bir tanesi el kaldırdı, “sayın bakalım sen diyorsun, ben Çankaya’ya çıktım, sıcakta bunalıyorum, şurada biraz gezeyim, dedik hanımla, dedi. Gitmişler, Çanakkale, Ayvalık, Çeşme, Bodruma, “her yer dolu” diyor. “Millet yiyor, içiyor”, ne diyorsun buna, dedi. “Sen kriz geliyor” diyorsun da” bana, “Türkiye’de öyle şeyler gözükmüyor” dedi. Kafası bana uygun bir adam ama seninle iyi yaşayanlar Alevi dedi. Senin zamanın var mı, ben yer ayarlayayım, haftaya seninle şöyle Konya, Kayseri, Sivas filan şöyle bir dolaşalım, yorulunca bir bira içecek yer bulabilir miyiz, bakalım. Maalesef içemezsin” dedi. UEFA biz niye vermedi Avrupa Kupasını, Dünya kupasını niye vermediler bize. Adamlar gelecek Fransızlar, akşam galip gelince bir kutu bira içemezsin; bir yere gittiğin zaman, arkadaşlarınızla bir kebap yiyelim desen içkili yer yok. Ben içkici falan değilim yanlış anlamayın, hiç sevmem sosyal içiciyim, öyle düğünde, bayramda arkadaş muhabbetinde bir kadeh zor içerim. İçkiyi kaldırmaz benim vücudum.
Ama iklim böyle bir iklime dönüştü Türkiye. Burada bir orda yaşayanlar var, orada yaşayanlar da var. Toplum çağdaş, demokrat, laik, medeni sağ sol demeden, dinine de saygılı, bayrağına da saygılı insanların çoğunluğu bizde, bir taraftayız. Bir de sadaka ekonomisiyle 300-500 liralık yardımlarla yaşayan yoksul, imam hatip eğitimiyle yoğrulan ve dünyaya kapalı kalmış, o yardımla yaşamayı hayata bağlanma gören çok geri, kızmıyorum onlara ama sadaka ekonomisine bağlanmış insanlar var. Türkiye bana göre bu anlamda sosyo kültürel değişiyor bu anlamda. Dolayısıyla işimiz çok zor. Gidiyor en pahalı uçak alıyor, bedava diyorlar, belki de örtülü ödenekten alınmıştır. Örtülü ödenek milyarları aştı. Hayati çıkarları için yasal olarak yapılamayan bazı harcamaları başbakanların en başta namusuna tevdi edilmiş hazine ödeneğidir, bütçeden. Orada tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır.
Hukuk devleti olmazsan hurafe devleti olursun
Örtülü ödenek miktarları geçmiş yıllarda yıllık 100-200 milyon toplam harcama bile etmez. Şimdi örtülü ödenekten aylık 200-300 milyon harcıyorlar, aylık. Bu cari hesap değil ki, buradan yandaşına, yandaş kanalla, yandaş kulüplere para mı veriyorsun, çeşitli iddialar var. Felaket bir şey bu, nerelere para verildiğini bilmiyoruz. Böyle bir harcamayı izah edemezsiniz. Örtülü ödeneğin kaynağı bütçe gibi başlangıç giderlerinin bine beşidir. Diyanet bütçesi çok sayıda bakanlıktan daha fazla; Bilim ve Teknoloji Bakanlığının bütçesi dörtte bire ( ¼) indirilmiş. Diyanetin yüzde 36 (%36) artırılmış. Yani adamlar, öbür dünyayı yapıyorlar. Yatırımı diyanete öbür dünyaya yapıyorlar. Hâlbuki Allah yanında senin temiz bir kul olman yeterli. Allah on emirde demiş, “çalma, zina yapma adam öldürme vb, her dinde bulunan bilinenler. Sen bunu yap düzgün namuslu vatandaş ol, vergini öde, çocuklarını düzgün yetiştir, bence en iyi Müslüman da sensin.
Diyanetin parasıyla Müslümanlık mı olur.Ayrıca senin Müslümanlık anlayışı ile benim ki bir değil ki. Alevisi var, Nusayrisi var, Yezidisi var her şeyi de var. Laiklik olursa, hukuk devleti olmazsan hurafe devleti olursun. Hukuk Devleti olduğun zaman dini şeyleri o kadar önemsenmiyor, çünkü hukuk işini görüyor. Ben İskandinavya ülkelerini inceledim. Geçen bir araştırmada rastladım, Norveç, İsveç, Finlandiya ateizm ve deizm oranı yüzde 40 çıktı” diyorlar. Felaket bir rakam, fakat orada hukuksuzluk yok, insanlar zengin, alt yapı var, niye acaba diye düşündüm. İki sebep buldum:
1- Laikler, din ve devlet işlerini ayırmışlar. 2-Hukuk devleti haline gelmişler. O zaman din Allah’la kul arasında bir şey. Bizde yobaz yobaz sarıklı tipler var, Cübbeli mi Cübbesiz mi? Sakallı sakallı bir sürü yobaz. Yani şarlatan diyeceğim bunlara ben. Ben bunlara şarlatan diyorum, dava mava açamadılar bana. Bana arada dava açıyorlar ama ben şarlatana şarlatan dediğim için, ama kazandık davaları.
Buradan çıkın yolunu çok büyük coşkuyla bile kısa küçük bir umudum var. Yerel seçimlerde referandumda birliği sağlayabilirsek, küçük bir umudum var. Çünkü bunlar İstanbul’dan da oldular. İstanbul’da ANAPSHP CHP bir oldular, aradan bir puan yarım puanla bu adamlar çıktı. Türkiye’nin de milletin başına bela oldular. Siyasal İslamcılığı yolsuzluğu, partizanlığı, ahbap, eş dost kayırmacılığını her şeyi Türkiye’nin başına bela ettiler. Felaket tablosu bu gün budur. O zaman yiğit düştüğü yerden kalkmalı Ankara İstanbul başta olmak üzere belediyelerde tekrar iktidarı bunlardan demokratik yollardan almalıyız. Bu tabloda bunu alabilecek parti var mı? Bana göre yok, ne yapmak lazım; referandumda yaptığımızı yapacağız. Referandumda hep beraber HAYIR dedik mi? Parti ayırmadan, dedik. Sağ sol demeden başardık mı, başardık hile yaptılar, oyunun kurallarını son dakikada değiştirdiler. Yüksek Seçim Kurulu performansı var. Biz biliyoruz ki, özde biz kazandık. Özde kazandığımızı biz nasıl ispatlayacağız, Ankara İstanbul belediye başkanları kulağından tutup attılar hemen. Bunlar hemen atarlar iktidarı kaybetmemek için babalarını tanımazlar. Şimdi Ankara İstanbul’da Melih Gökçek’i atacaklarını umar mıydınız, onu siz attınız, bizim oylarımızla gitti onlar. Topbaş bizim oylarımızla gitti, başardık, sanki bunu başarmamışız gibi 24 Haziran’da yine aynı partizanlığa döndüler ve rezil rusvay oldular muhalefet partileri. Burada ana muhalefete de, İyi Partiye de, parlamento dışından Vatan Partisi, Demokratik Sol Partisine herkese görev düşüyor. Bu particilik bilmem neciliği aşmış bir olay. Demokratik Kuvayi Milliye Ruhuyla eğer hepimizin içine sinen bir ortak adayla çıkamazsak, belli bir adayda uzlaşamazsak, korkarım şu koşullarda bile adamlara büyük kentleri terk etmek zorunda kalırız. Yani AKP esasında partizanlıkla, ayyuka çıkmış yolsuzluk iddialarıyla, enflasyonla işsizlikle her türlü rezillikle Bronso’suyla bilmem nesiyle rezil oldu. Yani beni götürün diyor iktidardan oylarınızla adamlar, sen götüremiyorsun. Böyle bir partinin iktidarda kalması değil, iktidarı hayal etmesi bile mümkün olmaması lazımdır normalde. AKP her türlü seçim koşullarını kaybetmekte haiz yani. Şu andaki Türkiye’deki iklim bu. Adam çıkıyor dua okuyor cahilleri kandırıyor. Bu gerçekleri çevrenizde akrabanıza, eşinize dostunuza konuşun, bu seçimlerde Ankara İstanbul’u almak hayati bir şey. Bunu alırsak bunları erken seçime sürükleriz ve gider AKP dağılır. Bunların çaldıkları iddia edilen paralar, ofşora kaçırıldığı iddia edilen paralar, hepsini getirtiriz, ben eski müfettişim, hepsini getiririm ben. Yeter ki iğne deliğinden bir kapı açılsın, demokratik meşruiyet içinde açılsın o kapı. Bunun tek yolu yerel seçimlerdir. Hiçbir parti için konuşmuyorum, şu anda partiler üstü konumdayım. Yârin çocuğum bana, “baba Türkiye bu hale gelirken ne yaptın”, diye sorduğu zaman, ben de “ne yapayım elimden geleni yaptım” diyeyim. Bunun için yapıyorum bunu. Atatürk’e Cumhuriyeti kuranlara saygımdan dolayı bunu yapıyorum. Biz kenara çekilemeyiz. Sizler eğitimcisiniz kenara çekilemezsiniz, hakkınız yok yani. Hepiniz hepimiz arayış içindeyiz”.
Bu konuşmadan sonra karşılıklı sorular, cevaplar ve konuya katkılarla olgun bir hava içinde konferans sona erdi.
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder