Nazırın Serveti - Cevat Kulaksız
Aşağıda sunacağımız İran Sarayı’nda geçen öykü, günümüzden 300-350 yıl önce yazılmış bir Fransız Seyyahı olan Jaen Baptıste Tavernıer’in (1605-1696) Tavernier Seyahatnamesi adlı kitabından alınmıştır. [1]
Tavernier, Fransa ile Hindistan arasında seyahat yapan bir tüccardır. Bizim Evliya Çelebi gibi, ikisi de hemen hemen aynı yıllarda yaşamış, gezip gördükleri yerlerde mal alıp mal satarken, gördüğü ilginç olayları, bizim Evliya Çelebi tadında olmasa da, dürüstçe onun gibi anlatmıştır.
Bu seyyah Tavernier gibi, tüccarlar, gezginciler uzun İran çöllerinde kervanlarla giderken, yolcuların rahat etmelerini sağlayan kervansaraylarda yaptırılan su sarnıçları sayesinde rahat ederlerdi. Bu tür konaklama yerlerinin çoğu, şahın sarayının ve hazinesinin nazırı olan, yüzyıllardır İran’da yetişmiş en namuslu insan, öykümüzün de kahramanı olan Muhammed Ali Bey’in gayretleri sonucunda kısa süre önce yapılmıştı. Muhammed Ali Bey zengin gönüllü çok dürüst biriydi ve her konuda Avrupalı yabancıları seyyahları korurdu. Bağlı olduğu İran Şah’ına çok iyi hizmet ediyor, devlet ileri gelenlerin baskılarına ve hakaretlerine karşı halkı hakseverce destekliyordu; ne var ki, kötülerin çok, iyilerin az olduğu o çağlarda bu durum birçok insanın düşmanlığını çekmekten de geri kalmadı. Gerçi kumpaslar, şeytani tuzaklar eskiden de vardı günümüzde de vardı.
Muhammed Ali Bey, bu kini, şeytani tuzak ve kumpasları aşağıda aktaracağımız çok ilginç öyküsünden de anlaşılacağı gibi, içten ihtiyatlı davranışlarıyla baş etti, aştı.
Büyük I nci Abbas [2] adıyla bilinen şah, bir gün dağlarda avlanıyordu ve bir ara adamlarından ayrı düşmüş; bir keçi sürüsünün yanında kaval çalan küçük bir oğlan çocuğuyla karşılaşmış. Şah ona birkaç soru yöneltince, çocuk Şah Abbas ile konuştuğunu bilmeden çok yerinde yanıtlar vermiş; taşı tam gediğine koyan bu yanıtlar karşısında şaşıran Şah, çocuğun konuştuğu kişinin Şah olduğunu anlamaması için, o sırada gelmekte olan Şiraz Valisi İmam Kuli Han’a uzaktan hiçbir söylememesini işaret ederek çocuğa başka sorular yönelmeye devam etmiş; çocuk da her defasında şahı daha şaşırtacak cevaplar vermiş. Bunun üzerine Şah 1. Abbas, yanındaki Han’a, “bu çocuğun zekâsı konusunda ne düşündüğünü” sormuş. Han, “eğer okuma yazma biliyorsa, Şah hazretlerine çok büyük hizmetlerde bulunabileceğini” söylemiş. Şah hemen “eğitilmesi” buyruğuyla birlikte çocuğu İmam Kuli Han’ın ellerine teslim etmiş.
Allah vergisi olarak sağlam bir kafa yapısına, keskin bir değerlendirme yetisine ve güçlü belleğe sahip olan bu çocuk kısa sürede büyük bir gelişme göstermiş, Han’ın verdiği birçok görevi büyük bir başarıyla yerine getirmiş, Han’ın Şah Abbas’a sunduğu rapor üzerine, Şah onu önce sarayına nazır atamış ve ona Muhammed Ali Bey adını vermiş. Onun sadakatinden ve her konudaki iyi tutumundan emin olan Şah onu iki kez Moğol İmparatoruna elçi olarak göndermiş. Muhammed (Mehmet) Ali Bey) adaleti seviyormuş ve armağanlarla satın alınabilecek bir mizaçta değilmiş, çünkü-Müslümanlarda pek ender görülen bir biçimde-hiç armağan almıyormuş. Bu büyük dürüstlüğü saray ileri gelenlerinin hepsinin, özellikle de her an Şah’ın gözü kulağı olan haremağalarının ve kadınların düşmanlığını çekmiş. (Her devirde böyle değil midir, tek bir dürüst insan, çoğunluğu teşkil eden kötülerin arasında kıskanılır, itilip kakılır, iftiralara, kumpaslara uğratılır).
OSMANLI PADİŞAHININ HEDİYE KILICI NE OLDU
Ne var ki, Şah Abbas’ın sağlığında, Nazırın Mehmet’in aleyhine ağzını açma cesaretini gösterebilecek kimse çıkmamış; Şah’a göre, Muhammed Ali Bey kötü işler yapması düşünülemeyecek kadar iyi ve adilmiş. Şah Abbas’ın yerine oğlu Şah Safi [3] geçince, yeni şah çok genç olduğu için, nazırın düşmanları güzel dolaplar çevirebileceklerini ve nazırın tavrını şaha kötü yansıtabileceklerini düşünmüşler. Hep şahın yanında olan haremağaları Mehmed aleyhine birçok şey söylemişler; ne var ki, Şah’la her konuştuklarında, o onları dinler gibi görünmemiş. Sonunda bir gün Şah değerli taşlarla bezenmiş kimi kılıçları ve hançerleri seyrederken, haremağalarından biri Osmanlı Padişahının Şah Abbas’a gönderdiği, bütünüyle elmaslar ve diğer değerli taşlarla kaplanmış kılıcı getirmesini söylemiş. Osmanlı Padişahının Şah Abbas’a değerli bir kılıç gönderdiği doğruymuş, ama Mehmed göreve gelmeden uzun bir süre önce Şah Abbas kılıcı kırmış, üstündeki taşlarla çok güzel bir mücevher yaptırmış. Dolayısıyla Mehmed’in hazinedarlığını yaptığı Hazine’de bu kılıç boşuna aranmış; yıllardır Hazine’de yer almadığı için kılıç bulunamayınca şah çok kızmış; çünkü kılıç armağanların yazıldığı defterde kayıtlıymış. O sırada Şah’ın yanında bulunan birkaç haremağası ve saray ileri geleni, nazırın yaptığı işleri kötüleme ve kötü bir adam tablosu çizme fırsatını bulmuşlar. Yaptığı bütün işleri kötülemeye çalışmışlar ve “Mehmed’in kendi adına birçok kervansaray, köprü, bent ve şaha layık görkemli bir saray yaptırdığını, bütün bu yapıtları kamu hazinesinden büyük bir eksilme yapmaksızın başaramayacağını, hesap vermesinin çok daha yerinde olacağını” söylemişler. Bunun üzerine Mehmed geldiğinde şah onu her zamanki gibi karşılamamış ve kılıcın bulunamaması nedeniyle bazı üzücü sözler söylemiş; Hazine’de bulunan her şeyin kayıtlara uygun olarak var olup olmadığını görmek istediğini, her şeyi düzene koyması için on beş günlük süre tanıdığını belirtmiş. Mehmed, heyecanlanmadan, eğer istiyorsa şahın ertesi gün yanıtını vermiş. Hazine’ye gelebileceği yanıtını vermiş. Dolayısıyla şah ertesi gün Hazine’ye gitmiş ve her şeyi çok düzenli bir halde bulmuş; zaten sorduğu kılıcın akıbeti konusunda da bilgi edinmiş. Hazine’den sonra Mehmed’in evine gitmişse de Mehmed Şah’a çok sıradan bir armağan vermiş: Zira Şah’ın evini ziyaret ettiği kişinin şaha armağan vermesi adettenmiş. Nazır Mehmed’in armağanının alan Şah bütün salonları ve odaları dolaşmış, buraların basit keçeler ve kaba halılarla çok kötü döşendiğini görmüş; Şah kendisine anlatılana göre nazırın evinde başka şeyler bulmayı bekliyormuş ve bu kadar büyük servet içinde yaşanan bu sadelik karşısında şaşırmış.
NAZIR MEHMED’İN ÜÇ ASMA KİLİTLİ HAZİNESİ
Bir dehlizin sonunda, üç koca asma kilit taşıyan bir kapı varmış. Şah kapının farkına varmadan önünden geçmiş; ama dönüşte, yakın adamlarından bir akağa koca kilitlerle kapatılmış kapıyı göstermiş; bunun üzerine Şah, Nazır Mehmed’e, bu kadar özenle kapatılmış bu yerde ne olduğunu merakla sormuş. “şahım” demiş Mehmed, “bu odayı kilitli tutmam gerek, çünkü bütün malım bu odanın içinde. Bu evde gördüğünüz her şey şahsımındır; ama bu odanın içindeki her şey benimdir ve şahımın bu malımı elimden asla almama lütfunu göstereceğine eminim”.
Bu sözler şahın merakını daha da kamçılamış, odanın içinde ne olduğunu görmek istemiş, Mehmed’e kapıyı açmasını buyurmuş. İçerde, dört duvardan, Mehmed’in iki çiviye asılış çobandeğneğinden ve her biri duvardaki bir çiviye asılmış, azık heybesinden, su tulumundan, kavaldan ve çoban giysisinden başka bir şey bulunmadığını görünce çok şaşırmış. Şah’ı uzun süre şaşkınlık içinde ve oda karşısında dili tutulmuş halde bırakmak istemeyen Nazır Mehmed şöyle demiş: “Şahım, Şah Abbas beni dağda keçi sürümü otlatırken bulduğunda, bütün malım mülküm bunlardı ve hiçbirini benden almadı; siz de almayın, bırakın bunları alıp gideyim ve ilk mesleğime döneyim, Şahımdan alabileceğim en büyük ihsan budur”.
Bu büyük erdem gösterisinden etkilenen şah hemen giysilerini çıkararak nazıra vermiş: Bu davranış, İran Şahlarının bir kuluna sunabileceği en büyük onurmuş; Şah’a başka giysiler giydirmişler, onlarla sarayına dönmüş. Nazır Mehmed şanı ve şerefiyle ölünceye kadar görevine devam etmiş; düşmanları onun aleyhinde düzenledikleri haksız komplonun bu kadar başarısız olmasından ötürü utanç ve keder duymuşlar.
Tarihin her devrinde, günümüzde bile, yaşam kavgalar, komplolar, kumpaslarla dolu. Yeter ki dürüstlük, erdem, hak, adalet ve hukuk üstün olsun, yöneticiler de bunlara sadık kalsın; erdemliliğin, mutluluğun, barışın temelinde bunlar bulunur.
Kaynak: Tavernier Seyahatnamesi. Jaen Baptıste Tavernıer’in (1605-1696) Kitap Yayınevi 2006 sf 136-137-138-139
Cevat Kulaksız ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Jean-Baptiste Tavernier (1605-1689), Parisli bir seyyah ve Hindistan-Fransa ticaretinin öncülerindendir. Babası ve amcası haritacı olan Tavernier onların etkisiyle seyahat etmeye karar verdi. 16 yaşına geldiğinde İngiltere Hollanda ve Almanya’yı gezmişti. Nuremberg’de tanıştığı Albay Hans Brenner’ın amcası Macaristan Genel Valisinin evinde geçirdiği 5 yıl ve orda kurduğu bağlantılar ona ilerleyen hayatında büyük fayda sağladı. Ayrıca bu dönemde savaşlarda yer alarak askeri tecrübe de kazandı.
“Le Six Voyages de J.B Tavernier” adlı eserinde belirttiğine göre, 1630 yılında III. Ferdinand’ın kraliyet törenine katılmak amacıyla Regensburg’a yola çıkmıştır. Ancak bu tören 1636 yılında gerçekleşmişti. Dolayısıyla bu törene ilk ve 2. Yolculukları arasında katılmış olması muhtemeldir. Kendi sözlerine göre o zamana kadar İtalya, İsviçre, Almanya, Polonya ve Macaristan, İngiltere, Hollanda ve Fransa’yı gezmişti ve bu ülkelerin ana dillerini konuşabiliyordu. Dolayısıyla bundan sonraki seyahatlerini Doğu’ya yapmaya karar vermişti. Regensburg’da Peder Joseph’in yardımlarıyla Doğu Akdeniz’e yolculuk eden bir seyyah grubuna katılmayı başardı ve onlarla birlikte 1631’de İstanbul’a vardı. 11 ay burada kaldıktan sonra Tokat, Erzurum, Erivan ve İran’a geçti. Bu ilk seyahatinde gittiği en uzak yer İsfahan’dı. Bağdat, Halep, Malta ve İtalya’yı da gezerek 1633 yılında Paris’e geri döndü.
Takip eden 5 yıl içerisinde ne yaptığı tam olarak bilinmemekle birlikte Orleans düküyle yaşadığı sanılmaktadır. 1638-43 yılları arasında 2. Yolculuğunu gerçekleştirdi. Bu yolculuğunda Halep’ten İran’a, oradan da Hindistan’a geçen Tavernier Agra ve Golkonda’ya kadar seyahat etti. Bu seyahatinde Moğol İmparatorluğuna ve elmas madenlerine yaptığı seyahatlerle büyük oranda değerli taşa sahip olan Tavernier önemli bir tüccar haline geldi. Müşterileri arasında Doğu’nun en önemli prenslerinin dahi bulunduğu Tavernier, bu 2. Seyahatinden sonra 4 seyahat daha yaptı. 3. Seyahatinde Java’ya kadar giderek Cape’ten geri döndü.
Son 2 seyahatinde Hindistan’ın ötesine seyahat etmedi, ancak bu yolculuklar sayesinde Doğu ticaretine ve ticaret yollarıyla ilgili bilgisi çok üst düzeye çıktı ve Doğu’nun en önemli insanlarıyla dostluk ilişkileri kurdu. Bu ilişkiler ona büyük bir servet ve ün sağladı ve 1669 yılında Fransa Kralı XIV. Louis tarafından hizmetleri karşılığında soyluluk unvanı verildi. Ertesi sene de Cenova yakınlarındaki Aubonne baronluğunu satın aldı. Rahat ve mutlu bir yaşantıya sahip olan Tavernier, bu yıldan sonra kralın isteğiyle gezilerindeki gözlemlerini kaleme almaya başladı. Bilimsel bir seyyahın aletlerine ve gözlem gücüne sahip olmadığı için Fransız edebiyatçısı Samuel Chappuzeau’nun yardımını aldı ve bu yardımla 1675 yılında 1. ve 6. seyahatlerindeki bilgilerine dayanarak İstanbul’u ve Osmanlı Devleti’ni anlatan “Nouvelle Relation de l’Interieur du Sérail du Grand Seigneur” (Büyük Padişahın Sarayının İçinden Yeni Hikayeler) kitabını yayınladı. Ardından ertesi yıl Le Six Voyages’ı (Altı Seyahat), 1679’da ise Recueil de Plusieurs Relations (Birçok seyahatin derlemesi) adlı eserlerini yayımladı. Hayatının son yıllarına dair fazla bilgi bulunmayan Tavernier, 1689 yılında Moskova’da, belki de Hindistan’ın ötesine seyahat edeceği yeni bir yolculuktayken vefat etti.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Jean-Baptiste_Tavernier
[2] I. Abbas veya Büyük Abbas (Ocak 1571 - 19 Ocak 1629), Safevî Hanedanından Safevi şahı. Ülkeyi yönettiği 1588-1629 arasında Osmanlı ve Özbek ordularını Safevi topraklarından çıkarmış, profesyonel bir ordu kurarak Safevî hanedanını güçlendirmiştir. İsfahan'ı Safeviler'in başkenti yapmış, ticaret ve sanatı özendirerek hükümdarlığı sırasında İran sanatının en parlak dönemini yaşamasını sağlamıştır.
[3] Şah Safi veya Sam Mirza (d. 1611 - ö. 12 Mayıs 1642), Safevi şahı.
Dedesi Şah Abbas'ın vefatı üzerine 1629 yılında tahta çıktı. Saltanatında dedesi Şah Abbas'ın siyasetinden giderek Osmanlı İmparatorluğu ile mücadeleye devam etti
Tavernier, Fransa ile Hindistan arasında seyahat yapan bir tüccardır. Bizim Evliya Çelebi gibi, ikisi de hemen hemen aynı yıllarda yaşamış, gezip gördükleri yerlerde mal alıp mal satarken, gördüğü ilginç olayları, bizim Evliya Çelebi tadında olmasa da, dürüstçe onun gibi anlatmıştır.
Bu seyyah Tavernier gibi, tüccarlar, gezginciler uzun İran çöllerinde kervanlarla giderken, yolcuların rahat etmelerini sağlayan kervansaraylarda yaptırılan su sarnıçları sayesinde rahat ederlerdi. Bu tür konaklama yerlerinin çoğu, şahın sarayının ve hazinesinin nazırı olan, yüzyıllardır İran’da yetişmiş en namuslu insan, öykümüzün de kahramanı olan Muhammed Ali Bey’in gayretleri sonucunda kısa süre önce yapılmıştı. Muhammed Ali Bey zengin gönüllü çok dürüst biriydi ve her konuda Avrupalı yabancıları seyyahları korurdu. Bağlı olduğu İran Şah’ına çok iyi hizmet ediyor, devlet ileri gelenlerin baskılarına ve hakaretlerine karşı halkı hakseverce destekliyordu; ne var ki, kötülerin çok, iyilerin az olduğu o çağlarda bu durum birçok insanın düşmanlığını çekmekten de geri kalmadı. Gerçi kumpaslar, şeytani tuzaklar eskiden de vardı günümüzde de vardı.
Muhammed Ali Bey, bu kini, şeytani tuzak ve kumpasları aşağıda aktaracağımız çok ilginç öyküsünden de anlaşılacağı gibi, içten ihtiyatlı davranışlarıyla baş etti, aştı.
Büyük I nci Abbas [2] adıyla bilinen şah, bir gün dağlarda avlanıyordu ve bir ara adamlarından ayrı düşmüş; bir keçi sürüsünün yanında kaval çalan küçük bir oğlan çocuğuyla karşılaşmış. Şah ona birkaç soru yöneltince, çocuk Şah Abbas ile konuştuğunu bilmeden çok yerinde yanıtlar vermiş; taşı tam gediğine koyan bu yanıtlar karşısında şaşıran Şah, çocuğun konuştuğu kişinin Şah olduğunu anlamaması için, o sırada gelmekte olan Şiraz Valisi İmam Kuli Han’a uzaktan hiçbir söylememesini işaret ederek çocuğa başka sorular yönelmeye devam etmiş; çocuk da her defasında şahı daha şaşırtacak cevaplar vermiş. Bunun üzerine Şah 1. Abbas, yanındaki Han’a, “bu çocuğun zekâsı konusunda ne düşündüğünü” sormuş. Han, “eğer okuma yazma biliyorsa, Şah hazretlerine çok büyük hizmetlerde bulunabileceğini” söylemiş. Şah hemen “eğitilmesi” buyruğuyla birlikte çocuğu İmam Kuli Han’ın ellerine teslim etmiş.
Allah vergisi olarak sağlam bir kafa yapısına, keskin bir değerlendirme yetisine ve güçlü belleğe sahip olan bu çocuk kısa sürede büyük bir gelişme göstermiş, Han’ın verdiği birçok görevi büyük bir başarıyla yerine getirmiş, Han’ın Şah Abbas’a sunduğu rapor üzerine, Şah onu önce sarayına nazır atamış ve ona Muhammed Ali Bey adını vermiş. Onun sadakatinden ve her konudaki iyi tutumundan emin olan Şah onu iki kez Moğol İmparatoruna elçi olarak göndermiş. Muhammed (Mehmet) Ali Bey) adaleti seviyormuş ve armağanlarla satın alınabilecek bir mizaçta değilmiş, çünkü-Müslümanlarda pek ender görülen bir biçimde-hiç armağan almıyormuş. Bu büyük dürüstlüğü saray ileri gelenlerinin hepsinin, özellikle de her an Şah’ın gözü kulağı olan haremağalarının ve kadınların düşmanlığını çekmiş. (Her devirde böyle değil midir, tek bir dürüst insan, çoğunluğu teşkil eden kötülerin arasında kıskanılır, itilip kakılır, iftiralara, kumpaslara uğratılır).
OSMANLI PADİŞAHININ HEDİYE KILICI NE OLDU
Ne var ki, Şah Abbas’ın sağlığında, Nazırın Mehmet’in aleyhine ağzını açma cesaretini gösterebilecek kimse çıkmamış; Şah’a göre, Muhammed Ali Bey kötü işler yapması düşünülemeyecek kadar iyi ve adilmiş. Şah Abbas’ın yerine oğlu Şah Safi [3] geçince, yeni şah çok genç olduğu için, nazırın düşmanları güzel dolaplar çevirebileceklerini ve nazırın tavrını şaha kötü yansıtabileceklerini düşünmüşler. Hep şahın yanında olan haremağaları Mehmed aleyhine birçok şey söylemişler; ne var ki, Şah’la her konuştuklarında, o onları dinler gibi görünmemiş. Sonunda bir gün Şah değerli taşlarla bezenmiş kimi kılıçları ve hançerleri seyrederken, haremağalarından biri Osmanlı Padişahının Şah Abbas’a gönderdiği, bütünüyle elmaslar ve diğer değerli taşlarla kaplanmış kılıcı getirmesini söylemiş. Osmanlı Padişahının Şah Abbas’a değerli bir kılıç gönderdiği doğruymuş, ama Mehmed göreve gelmeden uzun bir süre önce Şah Abbas kılıcı kırmış, üstündeki taşlarla çok güzel bir mücevher yaptırmış. Dolayısıyla Mehmed’in hazinedarlığını yaptığı Hazine’de bu kılıç boşuna aranmış; yıllardır Hazine’de yer almadığı için kılıç bulunamayınca şah çok kızmış; çünkü kılıç armağanların yazıldığı defterde kayıtlıymış. O sırada Şah’ın yanında bulunan birkaç haremağası ve saray ileri geleni, nazırın yaptığı işleri kötüleme ve kötü bir adam tablosu çizme fırsatını bulmuşlar. Yaptığı bütün işleri kötülemeye çalışmışlar ve “Mehmed’in kendi adına birçok kervansaray, köprü, bent ve şaha layık görkemli bir saray yaptırdığını, bütün bu yapıtları kamu hazinesinden büyük bir eksilme yapmaksızın başaramayacağını, hesap vermesinin çok daha yerinde olacağını” söylemişler. Bunun üzerine Mehmed geldiğinde şah onu her zamanki gibi karşılamamış ve kılıcın bulunamaması nedeniyle bazı üzücü sözler söylemiş; Hazine’de bulunan her şeyin kayıtlara uygun olarak var olup olmadığını görmek istediğini, her şeyi düzene koyması için on beş günlük süre tanıdığını belirtmiş. Mehmed, heyecanlanmadan, eğer istiyorsa şahın ertesi gün yanıtını vermiş. Hazine’ye gelebileceği yanıtını vermiş. Dolayısıyla şah ertesi gün Hazine’ye gitmiş ve her şeyi çok düzenli bir halde bulmuş; zaten sorduğu kılıcın akıbeti konusunda da bilgi edinmiş. Hazine’den sonra Mehmed’in evine gitmişse de Mehmed Şah’a çok sıradan bir armağan vermiş: Zira Şah’ın evini ziyaret ettiği kişinin şaha armağan vermesi adettenmiş. Nazır Mehmed’in armağanının alan Şah bütün salonları ve odaları dolaşmış, buraların basit keçeler ve kaba halılarla çok kötü döşendiğini görmüş; Şah kendisine anlatılana göre nazırın evinde başka şeyler bulmayı bekliyormuş ve bu kadar büyük servet içinde yaşanan bu sadelik karşısında şaşırmış.
NAZIR MEHMED’İN ÜÇ ASMA KİLİTLİ HAZİNESİ
Bir dehlizin sonunda, üç koca asma kilit taşıyan bir kapı varmış. Şah kapının farkına varmadan önünden geçmiş; ama dönüşte, yakın adamlarından bir akağa koca kilitlerle kapatılmış kapıyı göstermiş; bunun üzerine Şah, Nazır Mehmed’e, bu kadar özenle kapatılmış bu yerde ne olduğunu merakla sormuş. “şahım” demiş Mehmed, “bu odayı kilitli tutmam gerek, çünkü bütün malım bu odanın içinde. Bu evde gördüğünüz her şey şahsımındır; ama bu odanın içindeki her şey benimdir ve şahımın bu malımı elimden asla almama lütfunu göstereceğine eminim”.
Bu sözler şahın merakını daha da kamçılamış, odanın içinde ne olduğunu görmek istemiş, Mehmed’e kapıyı açmasını buyurmuş. İçerde, dört duvardan, Mehmed’in iki çiviye asılış çobandeğneğinden ve her biri duvardaki bir çiviye asılmış, azık heybesinden, su tulumundan, kavaldan ve çoban giysisinden başka bir şey bulunmadığını görünce çok şaşırmış. Şah’ı uzun süre şaşkınlık içinde ve oda karşısında dili tutulmuş halde bırakmak istemeyen Nazır Mehmed şöyle demiş: “Şahım, Şah Abbas beni dağda keçi sürümü otlatırken bulduğunda, bütün malım mülküm bunlardı ve hiçbirini benden almadı; siz de almayın, bırakın bunları alıp gideyim ve ilk mesleğime döneyim, Şahımdan alabileceğim en büyük ihsan budur”.
Bu büyük erdem gösterisinden etkilenen şah hemen giysilerini çıkararak nazıra vermiş: Bu davranış, İran Şahlarının bir kuluna sunabileceği en büyük onurmuş; Şah’a başka giysiler giydirmişler, onlarla sarayına dönmüş. Nazır Mehmed şanı ve şerefiyle ölünceye kadar görevine devam etmiş; düşmanları onun aleyhinde düzenledikleri haksız komplonun bu kadar başarısız olmasından ötürü utanç ve keder duymuşlar.
Tarihin her devrinde, günümüzde bile, yaşam kavgalar, komplolar, kumpaslarla dolu. Yeter ki dürüstlük, erdem, hak, adalet ve hukuk üstün olsun, yöneticiler de bunlara sadık kalsın; erdemliliğin, mutluluğun, barışın temelinde bunlar bulunur.
Kaynak: Tavernier Seyahatnamesi. Jaen Baptıste Tavernıer’in (1605-1696) Kitap Yayınevi 2006 sf 136-137-138-139
Cevat Kulaksız ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Jean-Baptiste Tavernier (1605-1689), Parisli bir seyyah ve Hindistan-Fransa ticaretinin öncülerindendir. Babası ve amcası haritacı olan Tavernier onların etkisiyle seyahat etmeye karar verdi. 16 yaşına geldiğinde İngiltere Hollanda ve Almanya’yı gezmişti. Nuremberg’de tanıştığı Albay Hans Brenner’ın amcası Macaristan Genel Valisinin evinde geçirdiği 5 yıl ve orda kurduğu bağlantılar ona ilerleyen hayatında büyük fayda sağladı. Ayrıca bu dönemde savaşlarda yer alarak askeri tecrübe de kazandı.
“Le Six Voyages de J.B Tavernier” adlı eserinde belirttiğine göre, 1630 yılında III. Ferdinand’ın kraliyet törenine katılmak amacıyla Regensburg’a yola çıkmıştır. Ancak bu tören 1636 yılında gerçekleşmişti. Dolayısıyla bu törene ilk ve 2. Yolculukları arasında katılmış olması muhtemeldir. Kendi sözlerine göre o zamana kadar İtalya, İsviçre, Almanya, Polonya ve Macaristan, İngiltere, Hollanda ve Fransa’yı gezmişti ve bu ülkelerin ana dillerini konuşabiliyordu. Dolayısıyla bundan sonraki seyahatlerini Doğu’ya yapmaya karar vermişti. Regensburg’da Peder Joseph’in yardımlarıyla Doğu Akdeniz’e yolculuk eden bir seyyah grubuna katılmayı başardı ve onlarla birlikte 1631’de İstanbul’a vardı. 11 ay burada kaldıktan sonra Tokat, Erzurum, Erivan ve İran’a geçti. Bu ilk seyahatinde gittiği en uzak yer İsfahan’dı. Bağdat, Halep, Malta ve İtalya’yı da gezerek 1633 yılında Paris’e geri döndü.
Takip eden 5 yıl içerisinde ne yaptığı tam olarak bilinmemekle birlikte Orleans düküyle yaşadığı sanılmaktadır. 1638-43 yılları arasında 2. Yolculuğunu gerçekleştirdi. Bu yolculuğunda Halep’ten İran’a, oradan da Hindistan’a geçen Tavernier Agra ve Golkonda’ya kadar seyahat etti. Bu seyahatinde Moğol İmparatorluğuna ve elmas madenlerine yaptığı seyahatlerle büyük oranda değerli taşa sahip olan Tavernier önemli bir tüccar haline geldi. Müşterileri arasında Doğu’nun en önemli prenslerinin dahi bulunduğu Tavernier, bu 2. Seyahatinden sonra 4 seyahat daha yaptı. 3. Seyahatinde Java’ya kadar giderek Cape’ten geri döndü.
Son 2 seyahatinde Hindistan’ın ötesine seyahat etmedi, ancak bu yolculuklar sayesinde Doğu ticaretine ve ticaret yollarıyla ilgili bilgisi çok üst düzeye çıktı ve Doğu’nun en önemli insanlarıyla dostluk ilişkileri kurdu. Bu ilişkiler ona büyük bir servet ve ün sağladı ve 1669 yılında Fransa Kralı XIV. Louis tarafından hizmetleri karşılığında soyluluk unvanı verildi. Ertesi sene de Cenova yakınlarındaki Aubonne baronluğunu satın aldı. Rahat ve mutlu bir yaşantıya sahip olan Tavernier, bu yıldan sonra kralın isteğiyle gezilerindeki gözlemlerini kaleme almaya başladı. Bilimsel bir seyyahın aletlerine ve gözlem gücüne sahip olmadığı için Fransız edebiyatçısı Samuel Chappuzeau’nun yardımını aldı ve bu yardımla 1675 yılında 1. ve 6. seyahatlerindeki bilgilerine dayanarak İstanbul’u ve Osmanlı Devleti’ni anlatan “Nouvelle Relation de l’Interieur du Sérail du Grand Seigneur” (Büyük Padişahın Sarayının İçinden Yeni Hikayeler) kitabını yayınladı. Ardından ertesi yıl Le Six Voyages’ı (Altı Seyahat), 1679’da ise Recueil de Plusieurs Relations (Birçok seyahatin derlemesi) adlı eserlerini yayımladı. Hayatının son yıllarına dair fazla bilgi bulunmayan Tavernier, 1689 yılında Moskova’da, belki de Hindistan’ın ötesine seyahat edeceği yeni bir yolculuktayken vefat etti.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Jean-Baptiste_Tavernier
[2] I. Abbas veya Büyük Abbas (Ocak 1571 - 19 Ocak 1629), Safevî Hanedanından Safevi şahı. Ülkeyi yönettiği 1588-1629 arasında Osmanlı ve Özbek ordularını Safevi topraklarından çıkarmış, profesyonel bir ordu kurarak Safevî hanedanını güçlendirmiştir. İsfahan'ı Safeviler'in başkenti yapmış, ticaret ve sanatı özendirerek hükümdarlığı sırasında İran sanatının en parlak dönemini yaşamasını sağlamıştır.
[3] Şah Safi veya Sam Mirza (d. 1611 - ö. 12 Mayıs 1642), Safevi şahı.
Dedesi Şah Abbas'ın vefatı üzerine 1629 yılında tahta çıktı. Saltanatında dedesi Şah Abbas'ın siyasetinden giderek Osmanlı İmparatorluğu ile mücadeleye devam etti