İrticaya ödün verenler ülkeye felaket getirir

İrticaya ödün verenler ülkeye felaket getirir Laiklikten sapan, dinsel bağnazlığa ödün veren toplumlar irticanın, gericiliğin batağına saplanırlar.

Pakistan Taliban ağına nasıl düştü.

“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir.” Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz; görürsünüz ki, sıkıntılı dönemler hep din kisvesi altındaki küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her hayırlı hareketi dinle karşılarlar. Halbuki hamdolsun hepimiz dindarız, artık bizim dinin icaplarını, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur!”  Mustafa Kemal Atatürk

Pakistan’da öldürülen devlet adamları

Laiklikten sapan, dinsel bağnazlığa ödün veren toplumlar irticanın, gericiliğin batağına saplanırlar. Afganistan neyse işgale uğramıştı, ama İran ve Pakistan dinsel bağnazlığa ödün verdikleri için, “bize bir şey olmaz” vurdumduymazlığı içinde umursamaz tavırları yüzünden ülkelerini geriliğin, irticanın bataklığına sürüklemişlerdi. Türkiye de 17 yıldır AKP-RTE iktidarında gıdım gıdım aynı dinsel bağnazlık süreci içinde bocalayıp durmaktadır. Bir ülke, dinsel bağnazlığa ödün verdikçe asla sağlıklı bir demokrasiye ulaşamaz, çağdaşlaşamaz.
Bu yazımızda okumakta olduğum yazılı bir kaynaktan, Pakistan’ın nasıl Taliban denilen dünyanın en gerici terör bataklığa sürüklendiğini örneklerle açıklamaya çalışacağız.
Pakistan, Büyük Britanya (İngiltere) sömürgesi iken Muhammed Cinnah (1876-1948) önderliğinde 1947 yılında bağımsızlığını ilan etti.
Bu bağımsızlıktan sonra Pakistan sancılı bir devlet yönetimini yaşadı, demokrasiye adapte olamadı; Pakistan demokrasisi darbeler, suikastlarla öldürülen devlet adamları ile çalkantılı bir süreç yaşadı. Sık sık yapılan darbeler bir yana, bazı devlet adamları ve cumhurbaşkanları ya suikastla ya da idam edildi.Zülfikâr Ali Butto (1928-1979), General Ziya ül Hak'ın askeri rejimi tarafından  “cinayete teşebbüs”ten suçlu bulundu, 1979 de idam edildi. 
1951 de Pakistan’ın ilk Başbakanı, bugünkü anayasasının mimarı olan Hedefler Kararı’nın mimarı Başbakan Liyakat Ali Han(1895-1951) Revalpindi’de suikast sonucu öldürüldü.
Müslüman bir ülkeyi yöneten ilk kadın Başbakan Benazir Butto (1953-2007) Pakistan'ın ilk kadın başbakanıydı. 27 Aralık 2007'de Taliban’ın talimatı ile Bilal adında 15 yaşındaki intihar bombacısı tarafından öldürüldü. Butto, Pakistan'ın demokratik yollardan seçilen ilk başbakanı Zülfikâr Ali Butto'nun kızıydı. Cinayetten sonraki birkaç hafta içinde cinayete yardımcı olan beş zanlı, 15 yaşındaki Bilal'e Pakistan Talibanı ve El Kaide adına yardım ettiklerini itiraf etti.
Taliban'ın destekçilerinin yaşadığı bir bölgedeki Butto'nun cinayetine karışan öğrenciler farklı tarihlerde öldürüldüler. İntihar saldırganı Bilal'in Butto'ya ulaşmasını sağlayan iki kişinin 15 Ocak 2008'de bir kontrol noktasında vurularak öldürüldü.
Butto'nun önde gelen korumalarından Khalid Shahenshah ise 22 Temmuz 2008'de Karaçi'deki evinin önünde öldürülüyor. (1)
Butto'nun davasını inceleyen savcı Chaudhry Zülfikar Ali de 2013 yılında İslamabad'daki evinin önünde, motosikletli saldırganların açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti.
Tüm bu siyasi cinayet ve darbelerin arkasında Taliban, El Kaide ile öteki şeriat yanlısı dinsel örgütlerin organize ve telkinleri bulunuyordu.
Tartışmalı “Hudud Yasası” Ziya ül Hak’ın onayıyla yürürlüğe girdi. Yasa, ülkedeki İslamlaşma sürecinin bir parçası olarak değerlendirildi ve ceza hukukunun Kuran ile daha uyumlu hale getirilmesini ön görüyordu.
1982 de Ziya ül Hak, ülkedeki mevcut İslamlaştırma politikalarıyla ilgili bir referandum düzenledi. Kendisine bağlı hükümet, oyların yüzde 95’inden fazlasının politikalara destek verdiğini açıkladı. Bizim Kenan Evren’le Ziya ül Hak hemen aynı yıllarda görev yaparken, Kenan Evren Türkiye’deki “imam hatip okullarının devlet liselerinden daha iyi olduğunu, devlet dairelerine yönetici alımlarında imam hatip mezunlarının tercih edilmesini” isterken, kendi gibi dinci aynı kafadan olan şeraitçi Ziya ül Hak için “kardeşim Ziya” diyordu, tıpkı şimdiki RTE nin “kardeşim Esat” dediği gibi.   
Ziya ül-Hak Pakistanlı general ve devlet adamı. 1924 senesinde Cullundur’da doğdu. 17 Ağustos 1988 günü uçağına yapılan bir sabotajla öldü.
1991: Ulusal Meclis, İslami kanunların Pakistan’ın yargı sistemine girmesine neden olan Şeriat Yasası’nı çıkardı.

Afganistan’ın işgali

Afganistan 27 Aralık 1979’da Sovyet askerleri tarafından işgal edilmişti. 15 Şubat 1989’a kadar süren bu işgalde 1,5 milyon kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.
Bu on yıl süren Komünist Rusya’nın Afganistan’ı işgaline karşı, ABD leri ve Batı’lılar, komünizmi İslam’a karşı “öcü” gösterip bir İslam devleti olan Afganistan ve Pakistan’ın savunması için dinci radikal güçleri işgalci Komünist Rusya’ya karşı savaştırmak için devreye soktular.
Binlerce on binlerce Taliban, El Kaide ve daha başka ne kadar dinci terör grubu varsa bu İslami terör güçleri ABD tarafından Ruslara karşı eğitilip donatıldılar,  ABD uçakları ile Afganistan’a taşındılar.
Daha sonra bu dinci terör grupları, bir yandan güya Ruslara karşı koyarken, bir yandan da Afganistan ve Pakistan’da katı bir İslami Şeriat kuralları için gizli gizli çalışma ve örgütlenmeye başladılar. Bu İslami örgütlenme, Rus işgali kalkmış olmasından sonra artan bir oranda şeriat için dinci yapılanma günümüzde bile devam etmekte.  İşte Afganistan ve Pakistan’da, başta Taliban olmak üzere çeşitli dini gruplar Şeriat yönetimi için seçimle gelen iktidarları, liderleri suikast ve baskı ile saf dışı edip dinci yapılanmayı sürdürmekteler. 
Sovyetler Birliği Afganistan’dan çekildikten sonra, Taliban ve öteki dini gruplar, iki ülkede Afganistan ve Pakistan’da, dini yapılanmayı öylesine artırdılar ki, kız çocuklarının okula gitmesini engelliyorlar, laik devlet kurumlarına baskı hatta saldırılarda bulunuyorlardı, ne ki Pakistan’daki devlet adamlarına yapılan suikastların hemen hepsi dinsel kökenli idi.
Başta Taliban olmak üzere, öteki dinci gruplara, Afganistan’ın ve Pakistan’ın kuzey taraflarındaki dünyanın en sarp dağları, vadileri onlar için biçilmiş bir geçit ve sığınma yeri idi.  NATO bile devreye girdiği halde bir türlü dinci Taliban’ın saldırı ve baskıları önlenemez hale gelmişti. Hemen hemen Afganistan’a hâkim olan Taliban, dünyanın her yerine dinci terör yetiştiren bir melanet yuvası olmuştu. Pakistan’da da Ziya ul Hak gibi şeriat yanlısı yöneticilerin dinci uygulama ve zaafları yüzünden Pakistan artık dinci teröristlerle mücadele eder hale geldi. Ama günümüzde bile Taliban’ın komşu Pakistan üzerindeki baskı ve propagandası köylere, mezralara kadar uzanmış, devam edip gitmekte. Bu baskı ve propaganda öylesine etkili oluyordu ki, polisler bile yanlı davranıyor, öteki yöneticiler bile etki alanında kalıyorlardı. Pakistan ve Afganistan’da tanık olduğumuz gibi, laik devletten ödün veren, dinci militanlara göz yuman bir devlet ve yöneticiler eninde sonunda Şeriatın, irticanın, geriliğin zehirli ahtapot kollarına düşmekte, çağın gerisinde kalmaktadır. Atatürk’ün laik devlet rotasından sapmaya başlayan Türkiye de, 1950 den beri yavaş yavaş, hele son 17 yıldır da hızlanan bir ivme ile dinci, gerici, bağnazlığın ağına düşmek üzeredir. RTE nin açıkça söylediği gibi devlet katında “dinci kinci nesil yetiştirme” çabası doğrultusunda, Türkiye’nin 17 yıldır yönetiminde bulunan AKP-RTE iktidarı, tıpkı Ziya ul Hak gibi, söylev, davranış ve uygulamaları ile cemaatleri, vakıfları, imam hatipleri ile dinci devlet oluşturma çabasındadır.

2014 Nobel Barış ödülü alan Malala

İrticaya ödün verenler ülkeye felaket getirir
Bu girişten sonra, Nobel ödüllü Malala adlı Pakistan’lı genç kızın anlatımlarından Pakistan’da yaşanılan Taliban’ın yaptıklarından bazı örnekler vermek istiyorum.
Bilindiği gibi Taliban gerek Afganistan’da gerek Pakistan’da kız çocuklarının okutulmasını istemiyordu. Buna direnç gösteren Malala Taliban fedaileri tarafından okula giderken aracın içinde başından vurulmuş, İngiltere’de uzun tedaviden sonra sağlığına kavuşmuştu. Kendisi ve ülkedeki kız çocuklarının okuması için mücadele veren, bu yüzden Taliban tarafından başından kurşunla yaralanan Malala adlı Pakistanlı kız, kızların okutulması konusunda verdiği mücadele ve yazdığı “Ben Malala” adlı kitap da yazan 16 yaşındaki Malala 2014 yılında Nobel Barış ödülüne laik görülmüştü.
Taliban. “din öğreticisi” anlamına geliyor. Sözde din öğreticisi olan bu kanlı kinli örgüt, dünyanın her yerinde en vahşi terör vahşeti yaşatmaktadır.

İrticaya ödün verenler ülkeye felaket getirir
Taliban imam ve örgütleri, köy ve kasabalarda öylesine dini propaganda yapıyorlarmış ki, din yolunda savaşıp ölen her Müslüman’a öbür dünyada Cennet’te “yetmiş iki bakire kız verilecek diyorlarmış. Bu söyleme kanan saf bazı Pakistan’lı Müslümanlar şöyle dua ediyorlarmış: “Allah’ım ne olur Müslümanlarla kâfirler arasında savaş çıksın, ben de senin uğruna ölüp şehit olayım”. İşte böylece beyni yıkanan insanlar arasından rahatlıkla nice Taliban ve canlı bombacılar çıkar, akla hayale gelmeyen suikastlar yapar. Nitekim ülkemizde bile pek çok canlı bombacıların yüzünden yüzlerce vatandaşımızı kaybettik.
Pakistan’ın bütün köy ve kasabalarında, Talibanlar öylesine haber ve mesajlar yayıyorlarmış ki, “kız çocukların okula gönderilmemesini, erkek öğretmenlerin kız öğrencileri okutmamalarını, bayan öğretmenlerin erkek öğrencilerin dersine girmemesini, kadınların kız okulu, kız medresesine bile gidip okumalarını istemediklerini” belirten ilanlar, beyannameler yayıyorlarmış. Ayrıca Pakistan’da medreselerin hızla yayılmaya başladığını, medrese inşaatlarında tüm erkeklerin gelip köy köy sırayla çalışmaları istenmiş, bu propagandaya uyan nice erkekler ücret almadan köy köy yollara düşerek medrese inşaatlarında çalışmaya başlıyorlar. Yapılan Taliban Fazlallah’ın propagandasına halk öylesine etkileniyorlar inanmaya başlıyor ki, kadınlar medrese inşaatın ayardım için altınlarını, bileziklerini vermek için sıraya giriyorlar, böylece Taliban eliyle Allah’ı memnun edeceklerini sanıyorlardı. (Ben, Malala sf 150)
Bu sefer Taliban militanları devletin resmi okulun değil, Taliban’ın açtığı din eğitimli medreselere gitmeleri gerektiği yaymaya başlıyorlar.(2) Bu baskı ve propagandalara kanan öğretmenlerden bayanlar erkek çocukları, bay öğretmenler kız çocuklarını okutmamaya, ne ki Taliban’ın medreselerine gitmeye çalışıyorlar. Taliban militanları bildiriler dağıtarak, “filan kız öğrenci, öğretmen okulu bıraktı onlar Cennete gidecek”  diye bildiriler dağıtıyorlarmış. (Malala sf 51)
Yörede müritler tarafından lider bilinen Fazlullah adlı Taliban imamı, her gün yeni ferman ve fetvalar yayınlayarak, güzellik salonlarının kapatılmasını, erkeklerin sakal kesmelerini yasaklıyor, kadınların pazara gitmemelerini istiyor; bilezik, halhal satışlarını yasaklıyor, kadınların her yerlerini yüzlerini bile kapatmalarını istiyor, kadınların marketlere, pazarlara gitmeleri halinde saldırıya uğrayacaklarını duyuruyordu. Ayrıca CD-DVD dükkânlarını kapattırıyordu. Taliban İmamı Fazlallah ve yandaşları devletin resmi okulları aleyhinde vaazlar veriyor, “okula giden kızların cehennemi boylayacaklarını” yayıyorlardı. Öylesine baskılar artıyordu ki, tek bir Taliban militanı tek başına bir köyü sindirebiliyor, talimatla hâkim oluyordu.(Ben, Malala sf 152).

Taliban yerel mahkemeler kuruyordu

İrticaya ödün verenler ülkeye felaket getirir
Taliban- Fazlallah Pakistan köylerinde yavaş yavaş dinsel baskıyı artırıyor, “şura denilen”  yerel mahkemeler kuruyordu. Pakistan’ın resmi mahkemelerinde uzayıp giden davalar, bir anda Fazlallah’ın mahkemelerinde bir anda davalarını çözebiliyorlardı. Saf Masum halk, “yıllarca devlet mahkemelerinin çözemediği davamı Taliban mahkemesi çözüverdi” diye Taliban mahkemelerini öven sözler söylüyorlardı.
Taliban Pakistan’da devletin göz yummasıyla böylesine irticayı tırmandırıyor, halk arasında nüfuz ediyordu. Fazlallah’ın yerel mahkemesinde halkın gözü önünde, Pakistan halkının hiç görmediği, toplumun gözü önünde kırbaçlama cezası vermeye de başlamıştı. Taliban’ın adamı Fazlallahın karargâhının yanına bir sahne kurulmuş, halka zorla onun Cuma vaazlarını dinledikten sonra, suçluların dövülerek cezalandırılmasını izlemek için toplanıyor, her darbeden sonra topluca “Allahuekber” diye bağırıyorlardı. Bu olaylar büyükşehirlerin uzağındaki dağ köylerinde uygulanıyordu.
Taliban Fazlallah’ın adamları, sağlık görevlilerin çocuk felci aşısını yapmasını yasaklamıştı; “bir hastalığı daha başlamadan iyileştirmek şeriat kanunlarına uymaz”  diyorlardı.
Tıpkı Afganistan’da Taliban’ın ahlak polisi gibi, Fazlullah’ın adamları da sokaklarda devriye geziyor, koydukları kurallara uymayanları arıyorlardı. (Ben, Malala sf 153)
2007 de Taliban Fazlallah Kurban Bayramında bir ilan yayınlayarak, “bu Kurban bayramında iki bacaklı hayvan kurban edilecek”  diyor. Bu garip ilanın ne anlama geldiğini halk, Taliban adamları, laik ve ulusalcı partilerden, Avami Ulusal Parti’sinden (ANP) siyasi aktivistleri öldürmeye başlayınca anlayabildiler.
Pakistan’ın bu dağlık ücra köylerinde Taliban militanları köyler arasında kontrol noktaları kurmuş, bayramlaşmaya giden halkı azarlayarak bayanlara “ayıp ediyorsunuz burka giymeniz gerek” diye tehdit ediyorlardı. (Ben, Malala sf 155)
Kurban Bayramı sonunda öğretmen ve öğrenciler okullarına döndüklerinde kapıya asılmış bir pusula pusula-mesaj bulurlar:
İşlettiğiniz okul Batılı ve kâfirdir. Kızlara ders veriyorsunuz ve İslam’a uygun olmayan üniformanız var. Buna bir son verin, yoksa başınız derde girecek ve çocuklarınız sizin için ağlayıp ağıtlar yakacaklar”. İmza, “İslam fedaileri”.
İşte ABD nin “Ruslarla savaşsınlar” diye eğitip donattığı Taliban militanlarını uçaklarla Afganistan’a gönderdiği binlerce dinci Talibanlar Afganistan’ı ele geçirdiği gibi, komşu Müslüman devleti Pakistan’ı da böyle adım adım ele geçirmeye devam ediyordu.
İrticaya ödün verenler ülkeye felaket getirir

Taliban çeşitli yerlere medreseler açarken, 2008 e gelindiğinde yaklaşık 400 devlet okulu Taliban tarafından yıkılmıştı. (Ben, Malala sf 182) Taliban emirlere uymayan köylerin kasabaların elektriklerini, gaz borularını bombalıyordu. (Malala 183)
Taliban imamı Fazlullah işi öylesine ileri götürüyor ki, öylesine baskı ve taşkınlık yapıyordu ki, camilerde vaaz verirken, “bir kında iki kılıç olmaz, bir ülkede iki yönetim olmaz, devlet mi Taliban mı”  diyerek devlete meydan okuyordu. Yine vaazlarda, “ Pakistan mahkemeleri İslam dışıdır; Batı demokrasisi İslam dışıdır, kâfirlerin dayattığı bir sistemdir, İslam, demokrasiye ya da seçimlere izin vermez”,  deniliyordu. Onların Talibanları demokrasiyi böylece yadsırken, kötülerken bizim Taliban kafalılar da, Atatürk’ün Laik TC inde “demokrasi bizim için tranvaydır”  diyerek çeşitli seçim hileleri ile seçtiği yandaş YSK ile iktidarda kalmanın her türlü hile yollarını kullanmıyor muydu? Zaten dünyada ne kadar tek adam yönetimi varsa, orada seçim de hileli olur, başkan da iktidarda kalmak için her türlü şeytani planları uygular.
Taliban kırsal kesimin bütün bölgelerinde şeriat mahkemeleri kurmuştu ve camilerde gençleri kendilerine katılmaya çağırıyordu. Artık alenen televizyonları, resimleri, DVD leri, CD leri, kasetleri toplayıp yakıyorlardı. (Ben, Malala sf 217)
Pakistan’ın bazı şehir ve kasabalarında Taliban tarafından müzisyenler, dansçıların evleri basılıyor, evdekilerin hepsi öldürülüp sokağa atılıyordu. 2009 da olan bu olayda sokağa atılan cesetlerin üzerine “şu saate kadar cesetlere dokunmayın yoksa sıra size gelir” gibi yazılar yazılıp cesetlerin üzerine konuyordu (Ben, Malala sf 186)
Taliban’ın Pakistan’da ilerleyişi karşısında Başkan Obama Afganistan’a Pakistan sınırına 21.000 asker gönderme kararı alıyordu. (Ben, Malala sf 218)
Taliban artık Pakistan yöneticilerine baskı yapmaya başlarken, Taliban sözcüleri Pakistan hükümetinin Hıristiyanlardan, Yahudilerden gelen yardımları ret etmesini istiyordu; İslamabad’daki Dünya Gıda Programı ofisi bombalanmış, beş çalışanı ölmüştü. (Ben, Malala sf 249)
Artık Pakistan da Afganistan gibi Taliban’ın ağına düşmüştü
Pakistan polis ve jandarma güçlerinden onlara karşı sempati duyanlar olduğu için şikâyetler doğru düzgün incelenmiyordu bile. Pakistan yönetiminin zafiyeti nedeni ile devletin resmi laik ulusal okulları varken, ona paralel güya dini eğitim veren çağ dışı açılan medreselerin açılması Taliban zihniyetinin gelişmesine yerleşmesine neden oldu. O nedenle Taliban kökenli terör elinde kâh canlı bombalarla, kâh dinsel kökenli suikastla Pakistan boğuşup durmakta. Taliban bu tür sindirme, korkutma saldırı ve eylemleri karşısında Pakistan kolluk kuvvetleri önce göz yumarken, sonra da aciz durumu düşüyordu.
Pakistan’ı dinsel bir yapı ile yönetmek isteyen Ziya Ulak öyle katı yasalar getiriyordu ki peygamber, din gibi kutsal değerlere sataşanlar için “Kutsal Değerlere Hakaret Yasası” çıkarmış, bu yönde davranışı olanlara idam ya da ömür boyu hapis cezası veriliyordu. Bu yasa hükmünce idam edilen Hıristiyan bir dul kadının başına gelenleri aktaralım.

Asılarak ölüme mahkum edilen Hıristiyan bir kadın Asia Bibi

Pakistan’da 2010 yılında, Asia Bibi adında, asılarak ölüme mahkûm edilen Hıristiyan bir kadınla ilgili olarak gazetelere de yansıyan şöyle bir olay yaşanmıştı: Asia, Pencap’ta geçimini sağlamak için meyve toplayan, beş çocuklu bir Hıristiyan kadındı.
Sıcak bir günde, beraber çalıştığı arkadaşlarına su getirmiş ama bazıları onun Hıristiyan olduğunu, bu yüzden suyun pis olduğunu söyleyerek içmeyi ret etmişlerdi. Müslümanlar olarak, onun suyunu içmeleri halinde kirleneceklerine inanıyorlardı. İçlerinden biri Asia’nın komşusuydu. Kadın öfkeliydi çünkü Asia Bibi’nin keçisinin onun su yalağına zarar verdiğini söylüyordu. Sonunda aralarında tartışma çıkmıştı ve elbette tıpkı okulumuzdaki kavgalar gibi, kimin ne söylediği belli değildi. Bir iddiaya göre, Asia Bibi’yi İslam’a dönmek konusunda ikna etmeye çalışıyorlardı. Asia, “İsa’nın Hıristiyanların günahları için çarmıha gerilerek olduğunu” söylemiş. “Hazreti Muhammed’in Müslümanlar için ne yaptığını” sormuştu. Meyve toplayanlardan biri onu bölgenin imamına şikayet etmiş, imam da polise haber vermişti. Asia, mahkemeye çıkarılmadan önce bir yıl hapiste tutulmuş, sonra da idama mahkûm edilmişti.

Pencap Valisinin öldürülmesi. İmam cenaze namazını kıldırmadı

Pakistan’da o sıralarda uydu yayınlarına izin verilince birçok TV kanalları Asi Bibi olayı bütün dünyaya duyuruldu ve bu olay yüzünden dünya öfke içinde idi. Bütün TV larda tartışılır hale geldi.
Asia Bibi için sesini çıkaran birkaç kişiden biri, Pencap Valisi Selman Tasir idi. Tasir, Asia Bibi’yi hapiste ziyaret etmiş, Başkan Zerdari’nin onu affetmesi gerektiğini söyledi. Vali Tasir, “Kutsal Değerlere Hakaret Yasası’nı kara bir yasa”  olarak değerlendirdi ve bu ifadesi televizyonlarda bazı haber programları tarafından ortalığı karıştırmak için tekrar tekrar kullanıldı. Sonrasında Cuma namazlarında Ravalpindi’nin en büyük camisindeki imamlar valiyi kınadılar.
İki gün sonra 4 Ocak 2011 de, Vali Selman Tasir, İslamabad’da yemekten sonra korumalarından biri tarafından vuruldu. Adam ona 26 el ateş etmişti. Sonra da “bunu, Ravalpindi’deki Cuma vaazını dinledikten sonra Allah için yaptığını” söylemişti. (Görüyorsunuz dinsel tahrik neler yaptırıyor). O kadar çok insan, Vali Tasir’i öldürdüğü için katile alkış tuttu ki aydınlar şok oldular. Mahkemede avukatlar bile adamın başından aşağı gül yaprakları serptiler. Bu doğrultuda Pakistan acı bir şekilde Taliban ve canlı bomba terörü ile boğuşup durmaktadır. (Türkiye’de bile nice insanlar mafya katillere “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkış tutmadılar mı?)
Bu arada, merhum valinin camisindeki imam onun cenaze namazını kıldırmayı reddetti. Başkan da cenazeye katılmadı.(3) Bu arada Pakistan’da Taliban’ı, imamlarını eleştirenlere ölüm tehditleri gönderiliyordu.

İsterseniz bir de Türkiye’ye ayna tutalım.

Bir ülkede dincilik yarışı başladı mı sonu gelmez, o ülke için felaket başlar. Bu olaylar çok eski değil, bizim dinci iktidar AKP-RTE nin sürecinde 2011 yıllarında oluyordu.
Türkiye’de de Pakistan’ın ilk yıllarındaki gibi aynı paralelde “dinci kinci nesil” istemi doğrultusunda 17 yıllık AKP-RTE iktidarının destek ve göz yummaları ile aynı dinsel süreç içinde medrese açılma, imam hatip sayısını artırma, cemaat yurt ve okulları dinsel devlet özentisi devam etmektedir. Hele din işlerinin ilkin bir genel müdürlük gibi kurulan Diyanet İşlerinin bütçesine bir bakın, yatırımcı nice beş altı bakanlığın bütçesinden daha fazla bir bütçeye sahip. Ülke kalkınmasında kullanılması gereken bu paralarla, oraya buraya lüks camiler, lüks saraylar yapılıyor. Ama öte yandan devletin borcu TC tarihinin en büyük borcuna yükselmiş 500 milyar dolara yaklaşmış. Bu bütçe ile Cibuti’ye kadar başka devletlere camiler yapıyoruz. Acaba çağdaş Avrupa, şimdiki ekonomik ve sosyal refaha oraya buraya kilise yaparak mı ulaştı? Oysa TC devletinin çağdaş okul ve üniversiteleri varken, çağ dışı medrese açmak irticaya davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir.
Öyleyse, anayasasında Laikliği ön plana çıkaran Atatürk Türkiye’si, Talibanlı dinci terör yıkımına uğramamak için, Atatürk’ün çizdiği, hedeflediği laik çağdaş Türkiye hedefine doğru, millet egemenliğine, parlamento öz yönetimine geri dönülmelidir. Böylesine dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan çağ dışı başkanlık yönetimi ülkeyi çıkmazlara sürükler.(4) Halk anlatımıyla “Evliyaullahı” da başkan yapsanız, tek adam mutlaka yanılır, ülkesini yanlış yönlere sürükler (şimdilerde aynı süreci yaşıyoruz). O nedenle devlet yönetiminde en erdemli, en doğru yönetim gerçek bir demokrasi yönetimidir, halkın temsilcisi olan mecliste ülke sorunları tartışıla tartışıla gerçekler bulunur, bunun dışındakiler ülkeleri felaketlere, sıkıntılara götürür.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız 
Sonnotlar
 
(1) Owen Bennett Jones BBC News 27 Aralık 2017
(2)(Pakistan’da kayda geçmiş 18015, kayıt dışı 30 bin civarında medrese olduğu görülmüştür. Değerler Eğitimi Dergisi cilt 10, No 24, 101-126 Aralık 2012)
(3) Maltepe Camisinde, ölen Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenaze namazını da imam kıldırmak istemediğini de anımsayınız, (tıpkı Taliban gibi).1967 adli yılı açılış konuşmasında Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in irticaya değinen konuşması sağ cenahta şiddetli bir yankı uyandırmıştı. Sağ basın çileden çıkmıştı. İmran Öktem konuşmasında; “Türkiye’de İslam devleti ve hilafet rejimi kurmak, Türk milletini dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan bir avuç mistik meczup ruh hastası ve dini kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın varlığını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar daima hüsrana uğrayacaklardır” demişti.
Gerek sol kamuoyunda gerekse yargının üst kademelerinde iktidarın din sömürüsü yaptığı söylemleri, dinci çevrelerde tepkilere yol açmıştı. Öktem konuşmasında Voltaire’in “Tanrı’yı da insan yaratmıştır” sözünü alıntılaması, iktidarın himayesindeki dincilerin tepkilerini iyice yükseltmişti. Öktem daha sonraki açılış konuşmalarında da irtica tehlikesine vurgu yapmış ve ayrıca haklı fukarayı haksız ve güçlü zengine karşı savunacak erdemli ve yürekli hâkimlerin bulunduğunu” ifade etmiştir. Bugün de olduğu gibi AP’nin (AKP nin de) iktisadi politikası halkın hızlı bir tempoyla bilinçlenmesini sağlıyor ve bilinçlendiği ölçüde onlara oy vermeyeceği endişesi büyüyordu. Bunun için de AP irticai, gerici unsurlara hep yeşil ışık tutmuştur. Hem de 1961 Anayasası’nın 19. maddesinde, “kimsenin dini ve dini inançları siyasi amaçlarla istismar edemeyeceğini, bundan kişisel çıkar sağlayamayacağını” kesin bir dille ifade etmiş olmasına rağmen. Oyla iktidara gelen hükümetin anayasa doğrultusunda hareket etmesi bir zorunluluktur. Bizim sağ siyasiler iktidar varlığı ve meşruiyetini yalnız sandıktan çıkan oylar üzerine inşa ettikleri için demokrasiye tekâmül edememişlerdir.
İmran Öktem 1 Mayıs 1969’da ölmüş ve 3 Mayıs’ta cenazesi Maltepe Camii’nden kaldırılırken bir grup “Allahsızların namazı kılınmaz” diye gösteri yapmıştır. Camide namazı kıldıracak imam bulunamamıştı. İsmet İnönü, namaz kılınmadan camiden ayrılmayacağını söyleyince, imam olduğunu belirten İzzet Gözübüyük namazı kıldırmıştı. Namazın ardından gericiler İnönü’nün üstüne doğru yürüyünce cenazede bulunan bir tuğgeneral “geleni vururum” diyerek silahını çekip İnönü’yü kurtarmıştı.
İşin garibi, Başbakan Demirel Yargıtay Başkanı’nın cenazesine gitmemiştir. Olayla ilgili Meclis’e verilen soru önergesi üzerine yaptığı konuşmada, “olayların bir irtica hareketi olarak değerlendirilemeyeceğini” söylemiştir. İnönü’yü koruyan general için de “Hiç kimse kendisine verilmeyen bir görevi üstlenemez” diye tepki göstermişti.
İşte bugünlere böyle gelindi.
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/36377/imran-oktem-olayi.html
(4)Kaynak: Ben Malala Epsilon Yay. 2016

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget