İlk Kaya Kilise Anadolu’da, İlk Cami Antakya’da
Tarihte ilk Işıklandırılan Cadde Antakya’da
Türkiye’nin İlk Mozaik Müze Oteli Antakya’
14-15-16 Ekim 2017 günlerinde 25 öğretmen, akademisyenden oluşan bir grupla, Ulusal Eğitim Derneğimizin girişimleri ile Hatay-Samandağ yöresinin tarihi turistik yerlerini gezmek amacı ile gezi düzenledik.
Önce, ilk gün Samandağ yöresindeki tarihi yerleri gezdik, gördük ki arazı tarihi özelliği kadar, ürün verimliliği bakımdan da çok zengin ve verimli topraklara sahip. Bu verimli topraklar, deniz ulaşımı ve bütün ticaretin kavşağı olması tarih boyunca bütün kavimlerin, dinlerin uğrak yeri olmuş, Anadolu’nun en gözde bölgesi olmuştur.
Orta Asya’dan gelen Türker 1071 de Anadolu’ya yerleşince, Anadolu’ya daha önce yerleşen başka ırk ve din mensuplarıyla kültür alışverişine girmişlerdi. Bu etkileşme sürerken, batıdan, doğudan gelenler, Anadolu’nun, limanları, geçitleri, iklimi, toprağı en elverişli olan, en stratejik yeri konumundaki Hatay’da ortak kültür ve yaşam oluşturmuşlar. Yüzyıllardan gelen bu ortak yaşam sürecinde insanlar hangi dilden, dinden, ırktan olursa olsunlar birbirleriyle kaynaşmışlar, barış içinde yaşamaya mecbur kalmışlar. Halen Hatay’daki bu toplulukların insanları kültürleri kaynaştığı için. dünyaya örnek olacak şekilde barış içinde kardeşliği sürdürmekteler. O nedenle Antakya’nın her dağında taşında, toprağında her kültürün kalıntıları, anıları var olduğundan yöre insanları, “toprağın neresini kazarsanız kazın bir şeyler çıkar” derlermiş. Çünkü her yerinde bir kültür kaynaşması vardır.
Daha önce 3. Bölümde yayınlanan Dağın Tepesinde Aziz Simon Manastırı ara başlıklı yazıyı gönderdikten sonra, aslen Hatay’lı olan ve ekibimizde görevli emekli Öğretmen Birsen Sürmeli S.Simon Manastırı ile ilgili şu efsaneyi şöyle anlattı:
“-S.Simon Manastırı ile ilgili olarak halk arasında şöyle bir efsane anlatırlar: “İnsanların doğru yoldan ayrıldıkları bir dönemde Tanrı, insanları doğru yola getirmek istemiş. Önce onlara şefkatli davranmış, gökten un yağmış ekmek yapmak yapmışlar bolluğa berekete boğulmuşlar. İnsanlar yiyorlar içiyorlar. Ekmekleri atıyorlar, doğru yoldan sapıyorlar, uyarıya rağmen doğru yola gelmiyorlar. Taşları, kayaları bile yumuşak denebilir oradaki desenleri gördünüz ve pamuk kadar hafif yapmışlar. Rivayet edilir ki, usta adam binayı yaparken, S. Simon’u yaparken, karısı tek elle kaldırıp vermiş o koca koca blokları. Taşlar o kadar yumuşak ki, çok rahat işlemişler o taşları, taşa sepet örgülerini yapmışlar falan. Gene de doğru yola gelmemişler. Ondan sonra Tanrı depremi vermiş, orası yıkılmış”, diye anlatılır”.
Otobüsün içinde rehberimiz İsmail Zubari, ziyaret edeceğimiz yerler konusunda şunları anlattı:
“Romalıların Antakya bölgesini işgal etmelerinden bir süre sonra, Hıristiyanlık diye yeni bir din ortaya çıktı. Önceleri Yahudi dininin bir mezhebi şeklinde algılanan Hıristiyanlık daha sonra ayrı bir din olarak kabul edilir ve Yahudilikten ayrılır. İsa’nın Kudüs’te çarmıha gerildikten sonra onun havarileri İsa’nın öğretilerini, düşüncelerini yaymak amacıyla dünyanın değişik yerlerine dağıldılar.
“-İsa aleyisselam öldükten sonra onun havarilerinden bir kısmı Antakya’ya geliyorlar. S. Piyer onlardan biri, İsa ona İncil’de şöyle der: “Eğer binayı bir kumun üzerine kurarsan kumun üzerinde yel götürür, sel yıkar. Ama ben binam senin üzerine kuracağım”.
Simon Petrus’un manası sert kaya anlamındadır. Onun için ilk kilise kurucularından Petrus’un olduğu kabul ediliyor.
Havariler buraya geldiklerinde, biraz sonra göreceğiniz Sen Piyer kilise mağara kilisesidir. Orada ilk vaazlarını verirler, orada ilk inananlardan birisi de Habib-i Neccar olur. Habibi Neccar aslında gerçek adını bilmiyoruz. Çünkü Habibi Neccar demek Arapça bir isim, “marangozların sevgilisi” anlamındadır.
Demek ki marangoz olduğunu biliyoruz, sevilen bir marangoz olduğunu da biliyoruz. Tabi onun dışında Hatay o zaman putperest ve zaten Hıristiyanları gördükleri yerde katlediyorlardı. Hem putperestler, hem Yahudiler bu yeni dine pek iyi gözle bakmıyorlardı. Dolayısıyla bu Habib-i Neccar, halkı yeni dine yeni inanışa inanmaya davet eder ve bu yeni dine davet eder ve bunun üzerine halk bunu linç eder ve dağın yamacında bir yerde kıstırırlar başını keserler, başı yamaçtan yuvarlanarak şurada gördüğünüz caminin olduğu yere kadar gelir ve orada durur. Hatta camide yer alan Habib-i Neccar Ziyaretgâhı'nda sadece başının bulunduğu, gövdesinin de dağda olduğu söylenir.
Hıristiyanlığın yayılmasından ve devlet dini olmasından sonra, bulunduğu yer İslamiyet’le birlikte bir cami inşa edilir. Şimdi caminin altında Habibi Neccarın mezarının olduğu yerde bir oda bir bölüm var, öyle söyleniyor. Şu anda ibadete açık, Anadolu’da ilk Müslüman camilerden biri olduğu kabul edilir.
Az sonra gireceğimiz bu caddenin devamı, şu göbekten sonra Kurtuluş Cadde, gireceğimiz cadde tarihte ilk defa ışıklandırılan caddedir, Roma döneminde.
Hatay'da her yıl "Habib-i Neccar’ı Anma Etkinlikleri" kapsamında, Habib-i Necar Dağı'ndan Kurtuluş Caddesi'ndeki "Anadolu'nun ilk camisi" olarak bilinen Habib-i Neccar Camisi'ne kadar yürüyüş ve çeşitli kültür etkinlikleri düzenlenir. 2017 de yedicisi düzenlendi.
İlk Müze Otel Antakya’da
“Buradan sonra göreceğimiz Hilton Oteli inşaatı var, inşaata başlandığında temelden eşsiz mozaikler bulundu. Baktılar ki 850m2 tek parça mozaik var, ondan sonra bir sel gelmiş bölünmüş, öbür tarafta 450 m2 mozaik var. Yaklaşık 1500 m2 lik bir mozaik alan ortaya çıktı. Fakat şöyle bir proje geliştirdiler. Otelin yapımını iptal etmediler, proje ile müze otel halinde inşaatı devam ediyor, o mozaiklerin görülebileceği şekilde yeniden planlanılarak tasarlandı şu anda inşaatı devam ediyor. Tabi inşaat halinde içeri giremeyiz.
Şu karşıda gördüğümüz cadde Habibi Neccar, sağlı sollu gördüğümüz eski Antakya evleri hemen sol tarafımızda Antakya Caddeleri, eski sokalar, kahveler, lokantalar buralarda.
“Karşıda Antakya’nın ilk müze otellerinden biri görülmektedir. Biraz sonra Sen Piyer kilisesine gideceğiz.
“Hilton Antakya, dünyadaki ikinci müze otel. Helenistik, Bizans, 5 ve 6’ncı yüzyıl Roma, erken İslam ve Osmanlı dönemlerine ait 30 bin objenin bulunduğu otelin altından çıkan en önemli eser şüphesiz yekpare 850 metrekareden oluşan mozaik. Bu mozaiğin parlamento binası gibi bir yapının önünde olduğu düşünülüyor. Buluntular arasındaki dikkat çekici eserlerden biri de bugüne kadar bir arada resmedilmeyen 9 ilham perisinin aynı mozaik içinde bulunması. Dünyanın ilk kilisesi olarak kabul edilen ve önemli hac noktalarından biri olan St.Pierre Kilisesi’nin karşısındaki araziye Mimar Emre Arolat tarafından inşa edilen otel, Dünya Mimarlık Festivali’nden de ödül almış”. (1)
Hıristiyanlık ilk kez yayılırken, ilk Hıristiyanlar, mabetlerini, ıssız dağ başlarına, yer altı mağaralarına yapmışlar. Ama Hıristiyanların ilk kaya mabedi Antakya’daki Sen Piyer Kilisesidir.
Sen Piyer Kilisesi tarihte yapılan ilk mağara kilisedir. Hıristiyanlara ilk defa Hıristiyan vaazinin verildiği yerdir burası. İsa’nın havarilerinden Simon Petros’un Pavlos’la birlikte buraya gelip ilk vaazlarını verdikleri yerdir. Bu mağarada ilk putperest iktidarının Hristiyanları ret etmesiyle fethedildi. Buraya hac için gelenler var. Daha sonra buraya bir duvar inşa edildi, genişletildi ve sonrası müze olarak hizmet veriyor.
Her sene 29 Haziranda Sen Piyer Bayramı burada kutlanır, Vatikan’dan gelen papazlar eşliğinde burada Sen Piyer Bayramı kutlanır. Sen Piyer Kilisesinin süslemeleri Haçlılar zamanında yapılmış. Bu mağara kiliseleri güvenlik için yapılmıştır.
Size bahsettiğim Müze Otel sol tarafta inşaatı devam ediyor, altı tamamen mozaik. 250 m2, 450 m2 özel bir projeyle devam ediyor.
“Antakya–Reyhanlı yolu üzerinde kente 2 km uzaklıkta Habib-i Neccar Dağı yakınındadır. Doğal bir mağara olup, eklemelerle kiliseye dönüştürülmüştür. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St.Pierre; Antakya‘ ya M.S. 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hıristiyan adını almış. Bu yüzden St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir.
Bu mağara M.S. XII-XIII. yüzyıllarda Haçlılar tarafından ön cephesine yapılan ilave inşaat ile gotik tarzda bir kilise şekline çevrilmiş Mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde M.S.4 ve 5. yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır. Ayrıca bir altar, niş içinde mermer küçük St. Pierre’nin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır.
1963 yılında Papa VI. Paul tarafından Hıristiyanlar için Haç yeri ilan edilmiştir. Her yıl 29 Haziran da Katolik Kilisesince burada bir ayin düzenlenmektedir”.(2)
Antakya Müzesinde Hitit Kral 2.Şuppiluliuma ve Anımsattığı
Antalya Müzesi, bina olarak yeni yapılmasına rağmen, tabana döşenen plastik malzeme uygun bir malzemeden yapılmadığı için yer yer taban yarılmış, yırtılmış görünüyordu.
Hatay Arkeolojik Müzesi mozaikleri olarak MS 2. Yüzyıldan 6. Yüzyıla kadar uzanan 400 yıllık dönemde üretilmiştir. Tema çeşitliliği açısından çok zengin olan bu mozaiklerde mitolojik konular, çeşitli inanç ve günlük hayat unsurlarının tasvirlerinin yanı sıra geometrik ve bitkisel süslemeler işlenmiştir. Mozaiklerin tamamı taban mozaiğidir ve dekoratif amaç ön planda bulunmaktadır. Antakya ve çevresinde bulunan mozaikler hem boyutları itibariyle, hem de konu ve yapım tekniği çeşitliliği nedeniyle dünya üzerinde haklı bir üne sahiptir.
“-Antakya müzesi büyük ama henüz bitmemiş, bitmediği için de bazı eserler teşhir edilemiyor”, diyeRehber İsmail Zubari söyledi. Giden yıl biten yeni müze binası konusunda, yerdeki plastik döşemelerin yırtık ve aşınmış olduğunu görünce, ekibimizdekiler, “demek ki iyi malzeme kullanılmamış” dediler.
Müzeyi gezerken, Antakya’nın değişik yerlerinde yapılan kazılarda çıkartılan mozaikler dikkatimizi çekti. Mozaikler, çok çeşitli modeller, birbirinden farklı ve güzel olmakla birlikte, yeteri kadar korunamadığı için mozaiklerin daha solgun ve bazı parçalarının kayıp olduğunu gördük.
Ayrıca müzede, yaklaşık M.Ö. 1000 yıllarında yaşamış Hitit Kralı 2.Şuppiluliuma’nın bir heykeli çok dikkatimizi çekti. Hitit Kralı 2. Şuppiluliuma Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Tell Tayinat adlı höyükten bulunmuştu. Heykele ilk baktığınızda, kral, sanki kocaman bir kaplumbağanın içi boşaltılmış da onun evi gibi olan kabuğunu başına geçirmiş gibi görünüyordu.
Her şeyden önce, gözleri sanki canlıymış gibi görünüyordu. Mermerden yapılmış bu tür tüm heykeller tüm organları ile komple taştan oyularak, işlenerek yapıldığı halde, Hatay Müzesinde bulunan 2.Şuppiluliuma’nın heykelindeki gözler çok farklıydı. Heykel komple yapılırken gözleri önce oyulmuş, o göz boşluğuna sonradan beyaz bir mermerden göz bebeği yerleştirilmiş, göz bebeğinin ortasına da ilk baştan siyah bir parlak taş yerleştirilmiş; böylece göz sanki canlıymış gibi görülmekte.
Atatürk Ve 2. Şuppiluliuma
Kral ll. Şuppiluliuma günümüzden 3000-3500 yıl önce yaşamış bir Hitit kralıdır. Çağımız Turancı-Türkçü yazarlardan, kendini biraz herkesten fazla Türk sayan Nihal Atsız, (bu yüzden başına işler gelmiş) Atatürk’ü Hitit Karlı Şuppiluliuma’ya benzeten 1941 yılında “Dalkavuk Gecesi” diye garip bir kitap yazar. Kitapta, İsmet İnönü de dâhil olmak üzere Cumhuriyetin ilk aydınlarına Hitit isimleri vermiş, imalı bir şekilde Cumhuriyetin aydınlarını iğneliyor.
Hatti Krali Subbiluliyuma (Mustafa Kemal Atatürk): Romanın başkarakteridir. Dalkavuklara inanan, hep en önde olmak isteyen isimdir. Bu kişinin Atatürk olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Kral Subbiluliyuma hikâyede şaşı olarak tarif edilmiştir. Başka birisi anlatılıyor olsaydı diğer karakterlerde olduğu gibi açıkça belirtilirdi. Atsız birkaç karakteri açıkça belirtmeyerek tepkileri en aza indirgemek istemiş olabilir.
Asurlu Komutan (İsmet İnönü): Kitapta Atsız başarısız hatta hain bir komutan olarak anmaktadır. Kendisi İnönü'yü hep Kürt olmakla suçlamıştır. Burada Asurlu tabiri buna işaret etmektedir. Başkumandan Tutaşil (Fevzi Çakmak): Romanda "su katılmamış bir Hatti" olarak bahsedilir.
Kitapta Kral'ın Gözdesi Yamzu (Afet İnan) : Atatürk'ün manevi kızı Afet İnan'ın soyadı Uzmay'ın harflerinin ters çevrilmesi ile bu karakter oluşturulmuştur. Uzmay, bilgin olmayı isteyen ve kralla birlikte çalışan bir karakter olarak tasvir edilir.
Başhekim Ziza (Şevket Aziz Kansu): Şevket Aziz, tıp fakültesi mezunudur. "Ziza" ismi, "Aziz" isminin harflerinin ters çevrilmesi ile oluşturulmuştur. Başhekim Ziza, tıpkı Aziz Kansu gibi gözlüklüdür.
Cüce İdras (Sadrettin Celal Antel): Romandaki dalkavuk şair karakterlerden biridir.
Yaver Sabba (Cevat Abbas Güler) : Adı, Abbas adının harflerinin ters çevrilmesi ile oluşturulmuştur. Abbas Güler'in Atatürk'ün yaverliğini yapmış olması, Kral karakterini Atatürk olarak tasvir etmeye çalışanların en büyük delilidir.
Bilgin İkeznini (Zeki Velidi Togan): Kargamış'tan gelen bilgin karakterin adı, Zeki Velidi'nin ismindeki harflerin ters okunması ile oluşturulmuştur. Tılsımlı su diye adlandırılan içkinin şarap olduğunu söyleyen tek kişidir.
Pilga (Reşit Galip): Vezirlikten dalkavukluk yapmadığı için düşürülen kişidir. vb
Kısaca Atatürk ve bazı yakındakileri şifreli gizli olarak adlandıran, iğneleyen, eleştiren kitap hemen yayınlandığı gün toplatılır. (3)
Görüyorsunuz gezimiz bizi nerelere götürdü. 1950 lerden önce Atatürk ve arkadaşlarını gizli, imalı, kinayeli iğnelemeler, 1950 den sonra yavaş yavaş Atatürk ve Cumhuriyeti eleştiri ve düşmanlığına sürükledi, sonunda da 2002-2017 sürecinde Atatürk düşmanlığı zirve yaptı. Artık fesini başına, beynine giyenler Atatürk’e saldırıyor.
Gezimiz boyunca bilgisinden yararlandığım, yöre hakkında “Doğu Akdeniz’in Asi Coğrafyası Samandağ” kitabını yazan Turist Rehberi İsmail Zubari’ye teşekkür ederim.
Cevat Kulaksız
SONNOTLAR
(1)https://www.dunya.com/kose-yazisi/dunyanin-2-muze-oteli-antakyadan-insanlik-tarihine-isik-tutuyor/25589
(2)Kayalara Oyulan ilk Kaya kilisesi Antakya’da https://www.hatay.gov.tr/st-pierre-kilisesi-icerik
(3)https://ipfs.io/ipfs/QmT5NvUtoM5nWFfrQdVrFtvGfKFmG7AHE8P34isapyhCxX/wiki/Dalkavuklar_Gecesi.html
Yorum Gönder