Atatürk’ün Deneyli Sorgulamalı Eğitim Programı

Ali Nejat Ölçen, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Sorgulamalı Deneysel Eğitimi” konusunda konuşmacı olarak katıldı. Dernek salonunda yapılan konuşmalara üyeler katıldı

BOP Türkiye’nin paylaşım projesidir
Mustafa Kemal’in sorgulamalı eğitimi 1950 den sonra kaldırıldı.
Mustafa Kemal’in eğitimi bize soru sorma hakkını tanımıştı.
Atatürk’ün Deneyli Sorgulamalı Eğitim Programı
Ulusal Eğitim Derneği’nin her cumartesi günleri düzenlediği panel ve konferanslardan 11.11.2017 günkü etkinliğine, politikacı, yazar, devlet adamı Ali Nejat Ölçen,(1)“Mustafa Kemal Atatürk’ün Sorgulamalı Deneysel Eğitimi” konusunda konuşmacı olarak katıldı.
Dernek salonunda yapılan konuşmalara dernek üyeleri katıldı.  Ali Nejat Ölçen 95 yaşına gelmiş bir politikacı olarak, engin tecrübe ve anılarını da katarak, Cumhuriyet devrinin ilk yıllarındaki okul anılarını, bilimin ve bilim adamlarının AKP yönetiminde nasıl yozlaştırıldığını anlattığı konuşmada şunları söyledi:
-Sorgulamalı Eğitim Sürecinden geçerek karşınızda konuşma yapıyorum. M. K. Atatürk’ün ilkokulunda “Ali Nejat Efendi” olarak karnemi aldım. Birinci sınıfın üçüncü ayında ben “Ali Nejat Efendi” idim ve efendi olduğuma göre ne salıncağa bindim, ne döner dolaba bindim, ne atlıkarıncaya bindim. Mustafa Kemal’in “efendisi” bu gibi araçlara binmez, diye düşündüm.
Ama 1998 yılında Kocatepe Camiinde yere düştüm, bir çengele takılarak, belediyenin açtığı bir çengele takılarak ve vilayete bir dilekçe yazdım. Kitapta dilekçemin metni de var. Ali Nejat Ölçen Oran Çarşı 2 Blok diye cevap aldım ve bir tek cümle vardı, “dilekçeniz size havale edilmiştir”. Oysa ben dilekçemin Belediye Başkanlığına havale edilmesini istiyordum. Cevap Olarak da, ben ilkokulda Ali Nejat Ölçen Efendi” idim. Mustafa Kemal sayesinde şimdi 93 yaşındayım, bana “efendi” sözcüğünü uygun görmemişsiniz, diye cevap gönderdim.
Onun için hiç birimiz efendi değiliz. “Bir tek efendi var Recep Tayyip Erdoğan” onun kuklalarıyız gibi.
Atatürk’ün Deneyli Sorgulamalı Eğitim Programı
Burada iki bölüme ayırdım kitabı. İkinci bölüm “bilimin sefaletidir”. Bilimin nasıl sefalete sürüklendiğinin öyküsünü göreceksiniz. İkincisi benim çocukluğum. Örneğin 1926 yılında yani dört yaşında daha ilkokula gitmezken babam “bana bardak getir” dedi. Çay bardaklarımız camdı, maşrapayı götürdüm, “hayır cam bardak getir” dedi. Cam bardağı götürdüm, “içine su koy” dedi. Su koydum. Şeker o zaman külah içinde satılır, külah yırtılır ve bir araçla tüp şeker küp şekere dönüşürdü. Çünkü şeker fabrikası yoktu.
“Tut şekeri” dedi, evet sert, dedim. “Suya at” dedi, suda şeker eridi, “görüyor musun” dedi, hayır görmüyorum, dedim. “Görmediğin yok demek, değildir” dedi. “GÖRÜNMEYENİ GÖRMEYE ÇALIŞACAKSIN” evladım”, dedi. Kendisi askeri ortaokulda cebir hendese öğretmeni idi. O günden sonra görünmeyeni görmeye çalışan bir arkadaşınız oldum.  (Ali Nejat 6 yaşında laboratuar deneyi ile Tanrı’yı tanımış oldu)
Bu konuşmamda bu konuyu anlatmak istiyorum.
Mustafa Kemal’in sorgulamalı eğitimi 1950 den sonra ortadan kaldırıldı.
Çünkü Mustafa Kemal’in bütün eğitimi, kitapların hiçbir zaman eve taşınmaması koşulunu koymuşlardı, kitaplar sıramızın gözünde kalırdı. “Evde oynayacaksınız, dersini okulda öğreneceksiniz” derdi. Saat bir buçukta mütalaa denilen ve dört buçuğa kadar devam eden seansta, o mütalaada gündüzün öğrendiklerimizin tatbikatını sorulu cevaplı önermelerine tanık olurduk ve liseyi bitirdiğiniz zaman hiçbir zaman yüksek okula gidemezdi. Eğer bakalorya(2) sınavını kazanmamış ise, bakalorya sınavında okuduklarının, acaba bir olay karşısında uygulamasını sağlayabilir mi? Zihninde öyle bir oluşum olmuş mudur? Bunu öğrenirlerdi ve bakalorya sınavını kazanmayanların hepsi sanat okullarına giderlerdi. Örneğin o sanat okulları sonradan 1950 den sonra kapatıldı, siyah-kara tahta eğitimine dönüştürüldü ve Mustafa Kemal’in sorgulamalı eğitimi ortadan kalktı.
On yıl sonra 1936. Ali Nejat İstanbul Kabataj Erkek Lisesi’nin ortaokul bölümünün son sınıfında. Nebatad-Hayvanat dersinin öğretmeni Hadi Hoca sınıfa kavanoz içinde kurbağa ile gelmişti. Kurbağayı masaya koydu. Bir bir bacağını telin bir ucunu, öteki bacağına da diğer telin ucunu bağladı. Elindeki küçük bir aracın düğmesini çevirdi. Kurbağanın titreyip sıçramaya başladığını gördü.
- İşte refleks budur, bugünkü dersimiz refleks dedi, hocamız. Refleksin ne olduğunu deneyle birlikte öğrenmiştik. Her okulun bir laboratuarı vardı.
İki yıl sonra 1938, Fizik Öğretmeni Ecvet Hoca, laboratuarda içimizden bir öğrencinin kantara benzer bir aracın üzerine çıkmasını istedi. Aracın karşısında dairesel demir bir levha vardı. Kantar biçimindeki aracı elektrik kablosuna bağladı ve vınlama sesinin işitmeye başladık. Sonra Ecvet Hocanın sesini duyduk.
“-Elini demir levhaya doğru uzat”.
Gördüklerimize inanamadık, öğrencinin parmaklarından demir levhaya renkli kıvılcımlar uçuşuyordu.
“-Öğrenciye yüklenen statik elektrik şimdi demir levhaya aktarılıyor, buna elektrik akımının öğrencinin vücudundan boşalımı diyoruz. Nesneler birbirine sürtündüğünde statik elektrik doğar”. Biz böylece statik (durgun) elektriğin şarş olduğunu, parmaktan demire deşarj boşalma) olduğunu öğrendik. Böyle bir eğitimden geçtik, sorgulamalı eğitim.
Bence Mustafa Kemal’in sorgulamalı eğitimi 1952 den sonra yok edildi. Yeniden Mustafa Kemal’in sorgulamalı eğitimine ve laboratuarlara tekrar deneyli ulaşması gerekir ki öğrenci eğitimini sorgulamalı ve sorulu cevaplı olarak öğrenebilsin. Sorular sorsun ve cevabını alsın, deney yapsın ve görebilsin deneyin sonuçlarını.
Atatürk’ün Deneyli Sorgulamalı Eğitim Programı
O bakımdan Fizik öğretmenimden söz etmek istiyorum. Fizik öğretmenimiz yalnız ders anlatmakla yetinmezdi. Aynı zamanda deney yapardı; biz örneğin büyük bir araçtan bir bilyenin düştüğünü, kronometreden öğrenirdik ve 9.81 i hesaplardık. Yani Kabataj Erkek Lisesinin son sınıfında o deneyde yer çekim olayını 9.81 m/s olarak öğrendik, ölçerek öğrendik, sadece okuyarak değil, laboratuarda 1939 yılında.
Dört yıl sonra (1942) Yüksek Mühendis Okulunun ikinci sınıfında Kerim Erim Hoca (Ord. Prof.), karatahtaya upuzun denklemi yazıp ta yüzü bize doğru döndüğünde elindeki tebeşir küçülüvermiş ve yarım saat sürmüştü, o upuzun denklemin yazımı.
Sonra döndü, bu “n” boyutlu uzayda bir hiperdüzlem denklemidir” dedi.
Kayseri’den gelen arkadaşım, Fehiman Tokluoğlu, ayağa kalktı, şunları söyledi:
“- Biz mühendis olacağız, üç boyutlu uzay bizi ilgilendiriyor, bütün sorunlarımızı üç boyutlu uzayda çözeceğiz, şimdi bize üç boyutlu uzayda hiper düzlemin denklemini niye anlattınız bunu sormak istiyorum” dedi. Matematikde düşüncenin ne olduğunu anlatarak konuşmaya başladı. Siz “n” boyutlu uzayda şu şu katsayıları sıfır yaptığınız zaman, işte siz üç boyutlu uzaya ulaşırsınız” dedi. “O üç boyutlu uzay demek kişi “n” boyutlu uzayın bir özel halidir” dedi.”Siz genel bilmeden özelle ilgilenmemenizi anlatmak istiyoruz, Dedi. “Orada iki katsayısını sıfır yaptığınız zaman bir daireyle karşılaşırsınız”, dedi. Şimdi soruyorum, dairenin merkezi neresinde, içinde mi, dışında mı? Bir noktadan eşit uzaklıktaki bir noktaların daire meydana getirdiğini zihninizden sildi. Daire “n” boyutlu uzayda bir hiper düzlemin bir ayrıntısıdır, bir özel halidir.
Şimdi politikacılara öneriyorum, BOP nedir? (Büyük Ortadoğu Projesi)
BOP Türkiye”nin paylaşım projesidir.
Bunun dışındakilerin hepsi ayrıntıdır, önemli değildir. Türk toplumu Mustafa Kemalle o çözümü bulabilir. Demek ki Türkiye’nin hiper düzlemi BOP projesidir. Türkiye’nin hiper Düzlemi Misak-ı Milliye sınırlarına sınır kuşattığı taşa toprağa sahip çıkma sorunudur. Bu eğitimi vermek gerekir ve Kerim Hoca bu eğitimi verdi bize. Geneli  öğrenmeden, geneli tanımadan ayrıntıyla uğraşmanız söz konusu değildir” dedi. Biz şimdi genel üzerinde konuşuyoruz.
Bakınız Orhan Ünsaç Yüksek Mühendis mektebinin 1942 yılında çelik köprülerin statik hesabını anlatıyordu. Uzun boylu çok iyi basketbol oynayan yeni doçent olmuştu. Biz de bıkmıştık sınavlardan ve onun sınavına boş kâğıt verme kararı aldık. Geldi karatahtaya üç sorun yazdı. Önden bazıları bizden daha milliyetçi olan sınıf arkadaşlarımız, “kolaymış yazabiliriz” gibi mırıldandılar ve yazdılar. Bir hafta sonra kâğıtlar dağıtıldı, kimine sekiz vermiş kimine dokuz 20 üzerinden ama bir boş kâğıt var, ona 19 vermiş. O kâğıdı alıp hocaya götürdüm. Bana 19 vermeniz haksızlık değil mi dedim. “Kâğıdında boşluğa verdiğim not değildir”, dedi, “bilgiye verdiğim not değildir”, dedi. “Davranışına verdiğim not 19 dur” dedi.
Atatürk’ün Deneyli Sorgulamalı Eğitim Programı
Yani bizim aynı zamanda nasıl bir kişi olmamızı da kontrol ediyorlar, o tarihte ve bizim sadece hocamız değildi, bizi tanıyan kişiler idi.
Örneğin Abdullah bizim yapı hocamızdı. Çok iyi Almanca biliyordu Ben onun sayesinde lisenin beşinci sınıfında 1945 yılında Almanca öğrendim ve Almancayı konuşur hale geldim. Clayn Zorn diye bir profesörün 450 sayfalık kitabını üniversitenin beşinci sınıfına Türkçeye çevirdim, taşbasması olarak dağıttım. O kitabın bir parçasını size verebilirim, onun için anlatıyorum.
Bence Mustafa Kemal’in sorgulamalı eğitimi, sadece öğrenmeyi değil, düşünmeyi veren eğitimdir. Yalnız günü eğil geleceği veren bir eğitimdi. Emperyalizme duyduğum saygı, emperyalizm geleceği düşünür. Ama Türk toplumu bu günü düşünerek yaşıyor. Mustafa Kemal’in eğitimi geleceği düşünmemizi sağlamıştır, bize. Gelecekte Türkiye nasıl olabilir ve geleceğin Türkiye’si nasıl olmalıdır. Bunu anlatmıştı, bize. Bu bakımdan Orhan Ünsaç’ın konuşması bunu anlatıyor.
Bakınız lise son sınıfında 1939 yılında Sallabaş Kemal Hocamız vardı ve Sallabaş Kemal Hoca, bir problemle karşılaştığınız zaman, “önce problemi sorgulayacaksınız”, demişti. “problemi sorgulamadan çözümünü sağlayamazsınız, proje verilen soru doğru mu, hangi seçenekleri sorguluyor. Bunları bildikten sonra, anladıktan sonra cevap vermeye çalışırsınız ve cevabınızı sorgulama hakkınız doğar” demişti. Bunu bize lisenin son sınıfında anlattı. Ben Matematik yüksek Mühendis okulundaki hocaların çıkardığı bir matematik sorusuna cevap gönderdim. Kemal Hoca’nın bu önerisinden sonra, 1939 yılında Kabataj Erkek Lisesi’ne. Birbirinden “e” uzaklıkta iki paralel çizgi arasına“d” uzunluğunda bir doğru parçasını yerleştiriniz. Buna Ömer İnönü cevap vermiş ve üçüncü gelmişti. Ben Kemal Hoca’nın acaba iki paralel arasındaki iki “e” uzaklığı d uzaklığına eşit midir, “d” uzaklığından küçük müdür, “d” uzaklığından büyük müdür; önce sorunuzu böyle sormanız gerekirdi, diye yazdım. Eğer “e”  “d” ye eşitse bir tek çözümü vardır. Çünkü o pergeli koyarsanız o dev yarıçapında yukarıdaki paralele bir noktada değer terk ediyor. Küçükse hiçbir çözümü yoktur. Büyükse iki çözümü vardır ve ben birinci geldim bir pergel akımı aldım. Neden?  Kemal Hoca’nın soruyu sorgulatmasındandır bu önemli. Onun için bütün talebeler, bütün öğretmenler. Soru sormayı da öğretmek zorundadırlar. İşte Mustafa Kemal’in eğitimi bize soru sorma hakkını tanımıştı. Mütalaa denilen saat bir de başlayan dört buçuğa kadar devam eden mütalaada biz soru sormayı da öğrendik ve sorularımıza da cevap almayı da öğrenmiş olduk böylece.
Bir başka öneriyi size sunmak istiyorum. Bilimin sefaletine gelmek için. Bakınız Talim Terbiye Heyetinin 1995 lerden 2000 yılında Tüm Dersler Kitabının 105. Sayfasında şöyle bir denklemlerin arasında italik ve siyah harflerle çerçeve içine alınmış tümceyi size söyleyeceğim. “Aptallara teşekkür etmeliyiz, onlar olmasaydı biz nasıl başarılı olurduk”. Talim Terbiye Heyeti bizim başarımızı okuyarak, öğrenerek, sorarak değil, aptallara bağlıyor. Böyle bir eğitimde Talim Terbiye olabilir mi? Bu miktarda Talim Terbiye böyle olur işte.
Dediğim başka bir Profesör Hüdai Elverdi 2007 yılında Prof. Dr. “Malazgirt Savaşı’nda doğan bir cin hala aramızda yaşıyor”, cümlesi kurulu 27. Sayfasındaki tümce bu. Malazgirt meydanında 1071 de doğan cin hala aramızda yaşıyor, biz göremiyoruz” diyor, bu da profesör. Oysa cin, dinsel bir kavramdır. Bu dinsel kavramın anası yok, babası yok, nasıl doğmuş, bunu anlatmıyor.
Yine başka bir Profesör Hayri Bolay HÜ, de psikiyatri uzmanı başkanı, diyor ki, “psikiyatri uzmanını keşfeden o bilgin aslında Anadolu’ya seks spor yazısının girmesini sağlamıştır. Kendisine şu cevabı gönderdim:
“-Lüt, Luksör kentinden kaçıyor, bir mağaraya sığınıyor. Mağarada iki tane kızı var, Peygamber dediğimiz Luksör’de o adamı sarhoş ediyorlar ve onun yatıyorlar ve iki oğlu doğuyor iki kızından. Herhalde bu, sizin dediğiniz psikiyatri uzmanının kitabını da okumuş olmalı, acaba dedim. Cevap vermedi. Bilim bu duruma düştü.
Atatürk’ün Deneyli Sorgulamalı Eğitim Programı
O bakımdan bence, neden mühendis mektebi sınavına girmeden kazandım, onu anlatmak istiyorum. Mustafa Kemal’in eğitimi ben soruları da beğenmedim ve soruların bazılarına cevap vermeden boş kâğıt verdim, ama Cumhuriyet gazetesinde mühendis mektebini 1940 yılında kazandığım notuyla öğrendim. Gittim, Tevfik Taylan müdür, “ben sınavlara girmedim, benim sınavlara girmeden kazanmam haksızlık değil mi”, dedim. Bana dosyaları verin, ben Güzel Sanatlar Akademisine kaydolacağım, dedim. “Ama”, dedi, “siz sınavı soran hocaların ilk defa derlerine girin ve hangi sınavı iyi yaptığınızı öğrenirsiniz”, dedi. İlhami Cıvaoğlu kimya profesörü, onun dersine girdi. Trinidat selüloz infilak ettiği zaman hangi parçalar meydana gelir ve ne miktardadır. Bunu içinizden biri bilinmeyen dört bilinmeyen denklemle çözmüş, ondan öğrendiğim için onun sorusunu size anlatıyorum, dedim. Çünkü Kemal Hocamın o denklemlere dönüştürmüştüm şeyi, ama “maalesef sınavlara girmemiş. O arkadaşınızı jüri kararıyla aranıza kattım”, dedi. Öyle öğrendim. Mustafa Kemal’in eğitimi buydu”.
“Dindar ve kindar” söylemini devlet yönetimine de uygulayan AKP-RTE iktidarının yetiştirdiği bilim adamları da dinsel hurafenin altında kaldıklarını örneklerken, Ali Nejat Ölçen şunları söylüyordu:
“Ruh enerjide saklı imiş!
Dindar geçinen kimi öğretim üyeleri bilimin bulgularına dinsel açıdan yorumlar getirmenin peşine düştükleri için bilimin sefaletine öncülük etmektedirler. Örneğin, Doç.Dr. Yümni Sezan, “Tarihi Maddeciliğin Tahlil ve Tenkidi” adlı kitabında:
“Madde enerjiye, enerji ruha ve hepsi Allah’a dayalı olacaktır. Ruh enerjide saklı enerji maddede Saklı Mutlak Varlık hepsinde saklıdır”, diyebilmektedir.  
Ona sormak gerekir, nesnenin özü olan atom parçalandığında ruh nereye kaçıyor?
Eperyalizmin güdümüne giren eğitim
“Ülkemizde iyi ki aptallar var”
 “Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı’nın 5 yıl süreyle okutulmasına karar verdiği “Tüm Dersler” kitabının matematik bölümünde (sayfa 105) kalın puntolarla
Çerçeve içindeki yazıda başarı’nın bakınız nasıl tanımlandığına, matematiğin denklemleri arasında yer verilmişti:
“Aptallara teşekkür etmeliyiz, onlar olmasaydı biz nasıl başarılı olurduk”.
Oysa aptal sandığımız kişilerin pek çoğunun o kitabı yazan ve kendilerinin başarılı olduğunu sananlardan daha akıllı hatta daha yararlı olduklarını yaşamın her aşamasında görmekteyiz. Çünkü akıllı olmaktan önemli olan aklı kullanmasını bilmektir. Von Braun’un öyküsü bunu kanıtlıyor. Eğitim zihne ne işe yarayacağı bilinmeyen bilgileri torbaya koyar gibi yüklemek değil, zihin içinde en yetenekli noktayı keşfetmek ve onun gelişmesine yardım etmek olmalıdır.
“…Emperyalizm, önce eğitim düzeyini gizli elleriyle ele geçirerek, gelişmekte olan bir ülkeyi denetimi almaya başladığının ilk örneğiydi ülkemizde bu.
“Türkiye’de Safsatanın eğitimi ya da Eğitimin Safsatası
En çağcıl görünümündeki bir üniversite de bile eğitimin safsatası ya da safsatanın eğitimi ile karşılaşabilirsiniz.  Örneğin, Prof. Dr. Hüdaverdi Eroğlu adındaki kişinin 2007 yılında yayımlanan “Hikmetli Sözler” kitabında bilimin safsata”ya dönüşümüne ilişkin sayısız örneklerle karşılaşıyoruz. Kitabında yazdıklarına göre:
Zaman Allah’ın yarattıklarından biridir. İzafiyet teorisine göre (Einstein’in kemikleri sızlıyordur a.n.ö) ışık hızına yani saniyede 300 bin km hıza ulaşıldığında zaman durur (muş!). Bu nedenle de cinler, ışık hızına yakın hareket ettiklerinden 1000-1500 yıl yaşayabilmektedir.Malazgirt savaşında doğan bir cin hala yaşıyor olabilir. (s 21-24)
Bilimin sefaleti bir öğretim üyesini görüyor musunuz nerelere sürüklüyor.
Atatürk’ün Deneyli Sorgulamalı Eğitim Programı
Sözlerini bitiren Ali Nejat Ölçen’e bir emekli öğretmen tamamlayıcı, teşekkür edici sözlerinden sonra, şu eklemeyi yaptı:
Mahalle Mektebinde Hasır Üstünde Ders
“-Aslında konuşmama başlamadan önce başımdan geçen bir olayı anlatmam gerekirdi, size. Ben 1927 yılında ilkokula başlayamadım, mahalle mektebinde başladım. Osmanlı döneminde ilkokul yoktu, ortaokul yoktu, lise yoktu. Sadece rüştiye vardı, askeri okulların rüştiyesi. Amcam Tevfik Efendi ve o okulu bitiren İsmet İnönü birlikte sınıf arkadaşı idiler. Ama 1927 yılında, 28 e varırken hasır üzerinde “elif, be, cim” demeye başladık, on kişi-on beş kişi ve dizlerimiz yara oldu. Çünkü bağdaş kurmak günahtı, kaykılmak günahtı, ama sarıklı hoca bağdaş kuruyor, kaykılıyordu, ona günah değildi. (“Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme”) gibi bir şey.
“O sırada kahverengi bir adam girdi içeriye, koskoca bir adam, kollarımızdan tuttu, evlere evlere gideceksiniz, dedi. Ayakları ile ayaklarını itti, mahalle mektebinin dışına çıktı, hocanın da suratına bakmadı ve üç ay sonra davul zurnalar çalındı, sene 1928. “Mektebe mektebe” dediler. Biz mektebe gittik, hasır yok, kocaman bir karatahta var ve sıralar konmuştu, 30 kişilik sıralar. Sıraların üzerine hasıra çöktüğümüz gibi tünedik. Mini etekli bir öğretmen hanım girdi içeri, “ben sizin hocanızım” dedi. “Bu ne hal” dedi, sıraların üstüne tünemiştik. Aldılar bizi sıralara normal oturttular ve “Mustafa Kemal sayesinde ilk defa sıraların içine oturmayı öğrendik. Hocamız karatahtaya “B” harfini yazdı,”Be dir”, dedi, Latin harfleriyle; “B” den sonra “A” yı öğrendik,”BA” yazdı, iki tane BA yı yazdı, “bu da sizin babanız” dedi. Baba yı da öyle öğrendik. İçimizden bir öğretmen (galiba öğrenci olacak)“Ş” yi yaz dedi, fakat Ş yi yazmayı öğretmenimiz bilmiyordu. Çünkü o da geceleyin kursa gidip Latin harflerini öğreniyordu. “Yılan yap” dedi, kocaman bir S harfini yaptı, “kıçına bir çengel as” dedi. “Ş”  yi öyle öğrendik, bir öğrenciden Ş harfini.
Mustafa Kemal böyle bir eğitimsiz olan Osmanlı Devletine ilk defa 1928 yılında ilkokula kara tahtayı ve sırayı getiren kişidir. Bu çok önemli bir devrim idi. Yani siz sırada ve üstelik hiç kimse okuldan evine hiç kitap veya not götürmüyordu, çünkü sıraların içinde kalıyordu. Evde oyun oynuyorduk, ama neyi öğreneceksek okulda öğrenecektik. Deneyim ve sorgulamalı eğitim sayesinde.
Emekli Öğretmen Zühal Tecirlioğlu söz alarak şunları söyledi:
-Benim için Atatürk dünya lideridir, dünyaya öyle bir lider gelmemiştir. Atatürk’ün sözleri benim için ayet gibidir, ben hayatımda Atatürk gibi bir lider görmedim. Benim için anama sövseler,  gereğinde ses çıkarmam ama Atatürk’e laf söyleyeni affedemiyorum”.
Başka eleştiri, konuşmalar ve tamamlama konuşmaları ile panel sona erdi.

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR

(1) Ali Nejat Ölçen kimdir:
1922 de Amasya’da doğdu. İ.Ü. Su kolu mezun 28-46 arasında öğrenci, 46-1950 arası mühendis, 60-73 arası iktisatçı, 73-80 arası politikacı, 1980 sonrasındaysa kendisini hem öğrenci, hem mühendis, hem iktisatçı, hem de politikacı olarak düşünüyor, okuyor, yazıyor, konuşuyor. Ali Nejat Ölçen Niksar’lı bir ailenin oğludur. 1958 de ölen babası Albay Mehmet Arif Ölçen Niksar’da 1893 de doğmuştur. Ali Nejat Ölçen 1960 yılında askerliğini yaptığı sırada kurulmakta olan DPT na uzman olarak atandı, bu örgüte 11 yıl çalıştı. DPT nın Tetkik ve Tahkik Şubesini kurdu, müsteşar müşavirliği görevinde bulundu ve araştırma dairesi başkanlığı yaptı. 1962 de BM bursuyla Almanya’daki Kiel Üniversitesinde ekonomi için gönderildi. Burada yaptığı Bilumum Maliye Prensibi üzerindeki araştırması uyandırdığı yankı üzerine 1965 yılında yayınlandı. 1969 da HÜ de matematiksel ekonomi dersinin öğretim görevlisi oldu. 1973 seçimlerinde CHP merkez kontenjanından İstanbul milletvekili seçildi. 1976-78 yıllarında CHP grup başkan vekilliği yaptı.
Ali Nejat Ölçen’in Yapı Acısı, Ecvet Çemberinde Politika isimli kitaplarıyla eşi Makbule Ölçenin Anlatılan bir bakıma Ölçen ailesinin yaşam öyküsü çerçevesinde Türkiye tablosudur. I933 de İstanbul’da Feyzi İlkokulu beşinci sınıfta iken okulun önünde üstü açık bir otomobilin içinde Atatürk’le İran Şahını görür. 1939 da son sı8nıfta çıktıkları askerlik Kampında İnönü’yle karşılaşır. 1942 de yüksek mühendis okulu öğrencisi iken Ömer İnönü ile sınıf arkadaşı olur. Kendisi de hekim olmak istiyormuş ama gözlüğü var diye yapmamışlar. 1949 de yüksek mühendis okulu üniversiteye dönüşür, Ali Nejat Ölçen 6 buçuk yıl eğitim görerek yüksek su mühendisi olur. 1959 da Ordonat okulunda iken yedek subay olarak askerliğini yapar. Turgut Özal da asker arkadaşı, okulun kurmay Albayı da Kenan Evrendir.
Daha sonra teğmen olarak DPT de uzman olur, Cemal Gürsel’in babası vasıtasıyla bunların bir etkisi katkısı var mı, yok mu, bilmiyoruz.
Kitaplarıyla ilgili bilgi vereyim. Doktora çalışması Nüfus Sorunu ve Sağlık Ekonomisi Analizi adıyla yayınlanır. Yapı Acısı (roman) Türkiye’de Plan Sonrası İktisadi Durgunluk ve Sebepleri (inceleme), Halk Sektörüm (inceleme), Günümüzde Kapitalizmin Sosyalizmin Konumu ve Demokratik Sol Düşüncenin Görünümü,  Demokratik Sol Düşünce Grubuna sunulan bildiri, Demokratik Sosyalizmine Giriş (inceleme), Faşizm Millet Meclisinde Yargılanıyor. TBMM de Geçen Bir Olayın Halka Nasıl Yanlış Yansıtıldığının Öyküsü, Karl Marx ve İngiliz Emperyalizmi (inceleme), İslam’da Karanlığın Başlangıcı ve Türk İslam Sentezi (inceleme), Özürlüler Hukuku (inceleme Makbule Ölçen’le birlikte) Ecvet Çemberinde Politika Çemberinde Ecvet (anı), Tuga Irmağı M.Akif Ölçen’in çalışmasını (anı) Osmanlı Yönetiminde İttihat ve Terakki Zorbalığı ve Siyaset (inceleme), Kendini Yok Eden Osmanlı (araştırma inceleme), Özürlüler Yokuşu (eşi Makbule Ölçenle) anı, Türkiye Sorunları adlı kitap dizisi (1994 den beri 2-3 aylık yayında).

(2) ULUSLARARASI BAKALORYA (IB) NEDİR?
Uluslararası Bakalorya Organizasyonu; ilk kez, İsviçre´nin Cenevre kentinde, 1968´de, ticari olmayan bir kurum olarak kuruldu. O günden bu yana tüm dünyada kabul edilen en yetkin, en akılcı, en işlevsel eğitim programıdır. Kuruluş amacı; lise ya da üniversite eğitimini kendi ülkesi dışında başka bir ülkede sürdüren öğrencilerin okudukları müfredat programının ortak ve evrensel bir çerçeve dahilinde yürütülmesidir.
Uluslararası Bakalorya (IB) Programı 16-19 yaş arası öğrenciler için hazırlanmış, geniş kapsamlı, üniversite öncesi iki yıllık bir programdır. Bu programı seçen yüksek motivasyonlu lise öğrencileri bitirme sınavları sonunda uluslararası geçerliliği olan IB Diploması´nı alırlar. Türkiye´de üniversiteye giriş öncesi akademik alanlaşma dikkate alınarak IB programı MEB gerekliliklerine uygun bir biçimde hazırlanmıştır.
Liselerin 10.sınıfında öğrenciler bu diplomaya hazırlık yılını okumaktadırlar. Bu yıla Pre-IB yılı denir. Meslek seçimlerine göre belirleyecekleri dersler yönünde IB programı için alıştırma yılıdır.

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget