Kuşatıldık. Sarıldık.
Her türden İHANET USTASI sardı dört bir yanımızı:
ABD, AB mandacıları, bölücüler, tarikatçılar, ordu düşmanları, yargı
düşmanları, Cumhuriyet düşmanları… Vatansızlar sardı dört bir yanımızı…
VATANSIZLAAR…
İhanet çeteleri tarafından ateş çemberine alındık.
Ordu teslim alındı. Yargı siyasallaştırıldı. Yatak odalarımız arandı. Telefonlarımız dinlendi.
Ordumuz komutansız bırakıldı.
Ama PKK yöneticileri dışarıda. PKK’nın beyin takımı özgür.
PKK komutanları, ortaya çıktıkları tarihten bu yana zayiat vermediler
zaten. Ölen ölüyor, kalan sağlarla yollarına devam ediyorlar. ABD, AKP
ve AB’nin kanatları altında dilediklerini yapıyorlar. Demeçler
veriyorlar. Tehditler savuruyorlar. Ülkemizi parçalamak için ne
gerekiyorsa onu yapıyorlar.
Ama yine de el üstünde tutuluyorlar. Şan, şeref içerisinde yaşıyorlar. Günümüzün “Amerikan Muhipleri Cemiyet”i tarafından korunup, kollanıyorlar. Türk ordusunun komutanlarından bile itibarları yüksek.
Generaller, azılı katiller gibi boyunlarından tutulup hapishanelere
atılırken, bölücü başı İmralı’dan avukatları aracılığı ile demeçler
veriyor. Kapı arkalarında gizli görüşmeler, anlaşmalar yapıyor. Emirler
yağdırıyor. Türk ulusuna meydan okuyor.
Hem kırk bin kişinin katili olacaksın, hem ülkeyi parçalamak
için elinden geleni ardına koymayacaksın, hem de her hafta avukatlarınla
görüşüp, terör örgütünü içeriden yöneteceksin, tüm Türkiye halkına,
devletine gözdağı vereceksin ve yedi sekiz yıldızlı İmralı oteli sana
dar gelecek, bu kez “villa hapsine” göz dikeceksin…
Dünyanın neresinde görülmüştür böyle bir terör örgütü
elebabaşısı? Bir eli yağda bir eli balda… Yediği önünde yemediği
arkasında… Nerede görülmüştür böyle bir politika?
Amerika, kendi ülkesinde izin verir mi böyle bir ihanete? Fransa, Almanya, İngiltere izin verir mi?
Ama konu PKK olunca akan sular duruyor. Ağzı olan konuşuyor.
Sözcükler havada uçuşuyor. İnsan hakları, demokrasi, özgürlük laflarının
bini beş para… Irak’ta, Afganistan’da, Yugoslavya’da çoluk çocuk
demeden cinayet işleyen Amerika birden, insan hakları sevdalısı, Kürt
sevdalısı kesiliyor…
Çünkü onların hedefinde şanlı 1923 devrimi vardır. Lozan
vardır. Sevr yasalarını yeniden yürürlüğe sokup, Türkiye’yi parçalamak
vardır. Mustafa Kemal Atatürk vardır.
Bu bir “öç alma harekâtıdır. Bu, hem emperyalizmin
hem de onun değişmez, ezeli ortağı siyasal İslam’ın yıllardan beri
gerçekleştirmek istediği, ama bir türlü gerçekleştiremediği bir
hayaldir.
Uluslararası güç, Türkiye’yi de Irak, Yugoslavya, Afganistan, Libya, Suriye gibi bölme, parçalama planları yapmaktadır.
Türkiye’nin yönetimi uluslararası iradenin eline geçmiştir. Ulusal
irade geçersiz kılınmıştır. Yurdumuzu artık BOP eşbaşkanları ile
birlikte ABD emperyalizmi yönlendirmektedir.
Hedef tüm Ortadoğu’nun işgal edilmesidir. Onun önündeki en büyük
engel ise yüce Türk ulusu ve Türk ordusudur. Bu iki engelin tez elden
kaldırılması gerekmektedir. Orduya yapılan saldırıların temelinde işte
bu gerçek yatmaktadır. Önce ordu parçalanacak, zayıf düşürülecek, sonra
Türk ulusu teslim alınacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıktığı gün Türkiye’nin genel durumunu şu sözlerle tarihe not düşmüştü:
“1335 (1919) senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım.
Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devleti’nin dâhil bulunduğu grup,
Harb-ı Umumi’de mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş,
şeraiti (koşulları) ağır bir mütarekename imzalamış. Büyük Harbi’n uzun
seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi
Harb-ı Umumi’ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek,
memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden
Vahdettin, mütereddi (soysuzlaşmış) şahsını ve yalnız tahtını temin
edebileceğini tahayyül ettiği deni (alçakça) tedbirler araştırmakta.
Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki (başkanlığındaki) kabine, aciz,
haysiyetsiz, cebin (sessiz), yalnız padişahın iradesine tabi ve onunla
beraber şahıslarını vikaye edebilecek (koruyacak) herhangi bir vaziyete
razı.”
Yirminci yüzyılın başında Türkiye’de genel durum buydu. Peki, yirmi
birinci yüzyılın başında Türkiye’de genel durum nasıl? O günkü
koşullardan daha mı farklı? Daha demokratik, daha uygar, daha mutlu, tam
bağımsız bir ortamda mı yaşıyor insanlarımız?
Şu gerçeği artık açık açık belirtelim: Ülkemizin bugünkü genel görünümü, Mustafa Kemal‘in Samsun’a çıktığı günden daha kötüdür.
Bu ortamda ve koşullarda yapılacak tek şey, emperyalistlere ve
işbirlikçilerine karşı Atatürk gibi yeni bir direniş başlatmak,
yılmadan, gerilemeden, mücadeleyi sonuna değin sürdürmektir.
Temel hedef, birleşip, bütünleşerek, güç birliğine gitmek, Türkiye’yi içine düştüğü bu ateş çemberinden kurtarmak olmalıdır. Ama
bu görevi aksatmadan yerine getirebilmek için, kişisel çıkarları, mevki
ve koltuk sevdasını, “Az olsun, benim olsun” tutkusunu kaldırıp bir
kenara atmak ve kenetlenmek gerekir.
Çünkü halkın, ulusun kurtuluşunda bencillik olmaz. Hainlerle uzlaşma olmaz. Laf ebeliği, gevezelik, idare-i maslahatçılık, yani işi oluruna bırakmak yoktur. Yılgınlık, teslimiyet, boyun eğme ise kesinlikle yoktur.
Ulusalcılar, güç birliği için vakit geçirmeden kolları hemen
sıvamalıdırlar. Çünkü AKP, mahalli yönetimlerin teslim alınıp,
meclisteki 4. bir güç ile ancak alaşağı edilip, yüce divana
gönderilebilir.
ULUSALCI PARTİLER VAKİT GEÇİRMEDEN, HEMEN GÜÇBİRLİĞİNE GİTMELİDİRLER.
Türkiye’nin geleceği için “ihanet çeteleri” bitirilmelidir.
Bitirilmek zorundadır. Çünkü onlar bitirilmezse Türkiye bitecektir.
Başka çıkış yolu kalmamıştır.
Biz tüm yüreğimizle inanıyoruz ki, ulusumuz geçmişte olduğu gibi,
bugün de bu ateş çemberinden direne direne çıkacaktır. Bu yürüyüşü
durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
Çünkü tüm yurtseverleri içine alacak bir Silivri henüz daha inşa edilmemiştir…
Devrimciler, demokratlar, ulusalcılar zindanlara da atılsalar, tek
hücrelere de konsalar, zalimlerin zulmüne de uğrasalar, yine de
Atatürk’ün izinden gidip haykıracaklardır:
“YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM…”
Yorum Gönder