Hepimiz Türkçe konuşuyoruz da anlaşamıyoruz.
Siyasal iktidarlar, özellikle “milliyetçi muhafazakâr”lar, inanmasalar
bile “büyük ölçüde dil devrimiyle özgürleşmiş Türkçeyi” kullanıyorlar;
ancak “milliyetçilik”ten çok “muhafazakârlık”a sarılanlar Türkçeye,
düşünce özgürlüğüne ve Türk devrimine inanmadıklarından “devletin
dili”ni doğru öğretme amacı taşımıyorlar. Dünyaya “aynı görüntüyle
sınırlı” bir pencereden bakıyor, düşünce özgürlüğünü “ben”le sınırlıyor,
“ben” özneli, dinsel kavramlarla bezeli bir dille inanç ve köken
ayrımını kullanıyor; yüreklice değil, kaçak güreşerek devrimlerle
hesaplaşıyorlar. Dil ve eğitim dinselleştikçe dinselleşiyor; resmi Türk
Dil Kurumu (TDK), iktidar ağızlı üniversite ve korkusuna gömülen basın
bu durumu eleştiremiyor.
Düşüncenin
yenileşmesi
Dilin
yenileşmesi düşüncenin yenileşmesi demektir; bunu bilen ve sürekli
Atatürk’ün kurumuna saldıran gericiler, Kenan Evren TDK’yi kapatınca
devrimcilerin soluğunu kestik sandılar. Başbakanlık’a bağlı TDK’ye
iktidarların atadığı sözde bilimciler, dilimiz siyasaya araç yapılırken
susuyor. AKP iktidarınca işlevsizleştirilen TDK, kuruluş amacıyla
çelişen yandaş yapıtlarına “telif” ödeyerek Atatürk’ün kalıtını
savuruyor, “cemaat” etkinliklerinde boy gösteriyor. Türkiye Türkçesi
için hiçbir şey yapmadığı gibi ölçünlü dil ve yazım birliğini bozmayı
sürdürüyor. AKP Osmanlı’ya sarılma, Cumhuriyetle hesaplaşma eylemlerine
girişince, on yıl önce “Türk İslam sentezi”ni savunan TDK de bu
“sentez”in “İslam” ayağına yapışır oldu; “gerici, irtica…” gibi
kavramları “ak”larsa hiç şaşırmayız.
Atatürk, Türk Tarih ve Dil
Kurumlarını “dernek” olarak kurmuş, kendi varlığından gelir bırakmıştı.
Atatürk’ün amacının bu kurumların “akademi”ye dönüşmesi olduğunu, 12
Eylülcülerin de Ata’nın bu isteğini yerine getirdiğini söyleyenlere
soruyoruz; bu TDK’nin “akademi”ye benzer yanı var mı? Dilsiz Dil Kurumu
nerede görülmüş? 30 yıl önceki kurum, iktidarların dil ve eğitimdeki
yanlışlarını bilimsel verilerle engellerdi; AKP’lileşen TDK’nin
“4+4+4”lük çağ dışı eğitime tepki verdiğini duyan oldu mu? Türkiye
Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir, diyebiliyor mu?
Kurucu çoğunluğun
dili olduğu için Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir. Türkçe ünlüsü
bol, sesçil bir dildir. “Bağlantılı” dil olmasıyla, ses, biçim ve anlam
özellikleri arasındaki uyumla yerli-yabancı dilbilimcilerin de
belirttiği gibi “matematiksel” dizgeye sahiptir. Dilbilimcilere göre bu
özellikleri Türkçenin kolay öğrenilmesini sağlar. Dünyanın her yerinde
çoğunluk hangi dili konuşuyorsa o dil, birlikte yaşayanların ortak
iletişim aracı olmuştur. Türkçenin tarihsel akışı da bunu gösterir. X.
yüzyılda İslamiyete geçişi tamamlanan Türkler İran’da Büyük Selçuklu
İmparatorluğu’nu kurmuş, sonra Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Oğuz
Türkleri Anadolu’ya “Rum diyarı”, kurdukları devlete de “Rum
Selçukileri” derken Avrupalılar, gelenlerin Türk olduğunu, Türkçe
konuştuğunu görerek buraya “Türkmenlerin ülkesi” anlamında “Turcomania”
ya da “Turchia” demiştir. Atatürk ve arkadaşları her türlü iletişim ve
belgede “Osmanlı” değil, “Türk” adını kullanmış; kurdukları devlet de
“Türkiye Cumhuriyeti” adıyla tarihe yazılmıştır.
Arapça ve
Farsçanın boyunduruğu altına girdiği dönemlerde de aydınlar Türkçeyi
savunmuşlar; “Kutadgu Bilig, Divanü Lügat-it Türk” gibi görkemli
yapıtlar bu amaçla doğmuştur. Ömer Seyfettin’ler imparatorluk çökerken
en çok dilin Türkçeleşmesini tartışmışlardır. Yüzyıllar önce de
yönetenlerin yabancı hayranlığı ve aydın aymazlığı yüzünden Türkçe başka
dillerin saldırısına uğramış; buna karşın ticaret amacıyla gelen
Avrupalılar, örneğin İtalyanlar, buradaki farklı köken ve inançtan her
insan gibi Türkçeyle iletişim kurmuştur. Osmanlı’nın son döneminde
Osmanlıca yetersiz kaldığından tıbbiyede öğretimin ilkin İtalyanca,
sonra Fransızca olması, eğitimde bu dile öncelik verilmesi, Türkçeye
Fransızca sözcükleri doldurmuştur. Kendi okullarında hangi dille eğitim
yapacağını bilmeyen imparatorluğun çöküşü sırasında, özellikle Doğu
Anadolu’da kendi diliyle eğitim veren yüzlerce yabancı okul açılması,
bugün aynı bölgedeki dil tartışmaları açısından da ilginçtir. 90 yıl
önce olduğu gibi yine dili ve eliyle karnımızı karıştıran yayılmacıyla
işbirlikçisinin gözünde Türkçenin de Kürtçenin de önemi yoktur; dilini
eğitim kurumlarına yerleştirmiş, devletin dilinin önüne geçirmiştir.
“Arabın medeniyeti benimdir” diyenlerin ardılları da 4+4+4’lük dizgeyle
eski dil ve Arapçaya sarılmış, toplumu “okey”le “inşallah” arasına
sıkıştırmıştır.
Cumhuriyetle hesaplaşma
Bugün
kimilerinin bilimsel bilgi yoksunluğu ya da siyasa gereği “iki dilli”
eğitimi, “iki resmi dil”i savunması “bölünme isteğinin örtülü biçimde
dillendirilmesidir. Türkçenin devletin dili olması” yurttaşın “iki
dilli” olmasına, anadilini öğrenmesine engel değildir. “Hiçbir dil
kendiliğinden ortak dil olmaz”; bunu öğrenmenin yolu, ortak dilin
tarihsel akışını önyargısız izlemektir. Ayrıca hak ararken çoğunluğun
dilini ve birikimini karalanmak bilimsel ahlakla bağdaşmaz. İngilizce
ülkeyi kuşatırken hem dinci takım hem köken farkını siyasallaştıranlar,
farklı beklentilerle sessiz kalmıştır. İktidarın kendi üretimi olmayan
dil/ekin siyasasızlığı, “muhafazakârlık”ı dinle ya da ırkla
özdeştirenlerin cumhuriyetle hesaplaşma yarışını hızlandırmıştır. Bu
yarışı kazanacağını sananlar, 90 yıllık devrimci birikime toslayacaktır.
Ortak dili “yurttaşlık” bilinciyle içselleştirdiğimizde özgürce
düşünerek birbirimizi anlayabilir, ortak çıkarlar için savaşım
verebiliriz. Özgürlüğü ve yaşamı yok edilen her yurttaş, kurutulan her
dere, kesilen her ağaç bizimdir; ortak dille çözüm üretemediğimiz için
bunca yıkım ve acının üstesinden gelemiyoruz. 26 Eylül 2013’te, 81. Dil
Bayramı’nı bilimin ve hukukun yaralandığı, özgürlük ve adalet isteyen
gençlerin öldürüldüğü kirli siyasanın gölgesinde kutladık.
Her şeye karşın umutluyuz; Mustafa Kemal’lerden aldığımız güçle direneceğiz!
Yorum Gönder