Türkiye’ye başka bir dünya penceresinden baktığımızda gördüğümüz resmi bir gün gelecek nesillere anlatanlar aynen şöyle anlatacaklardır.
Bir yanda çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu insan topluluğu, yumruklar havada hükümetin istifası için yükselen sesler, diğer yanda, havada birbiri ardına uçuşan gaz kapsülleri, plastik mermiler, insanın ciğerlerini, gözlerini yakan duman görüntüsünün bulutlara yükselişi..
Gecenin karanlığında, günün ışığında, oradan oraya kaçışan insanlar ve onları kovalayan panzerler, akrepler, TOMA lar...
Sanki düşman kovalıyorlar gibi.
Yaralananlar, gözlerini kaybedenler ve ölenler.
Yere düşmüş nefes almakta zorlanan bir eylemciye üç dört polisin tekmeler savurduğunu görüyoruz. Yakaladıklarını vahşi bir hayvanı kafesine tıkarcasına tekme tokat gözaltı araçlarına kapatmalarını izliyoruz.
Kaçan birkaç kişiyi kovalamaktan yorgun düşmüş bir polis artlarından sesleniyor, sesi bize kadar ulaşıyor:
- " Kaçmayın lan! Atatürk'ün piçleri”!
***
Ne olmuştu da büyük tehlikeyi göze alarak halk sokaklara dökülmüş isyan bayrağını çekmişti?
Her şey Taksim Gezi Parkında masum bir çevrecilik duyarlığı olan protestolar ile başlamıştı. Bu protestolara karşın, Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı ve Türkiye Başbakanı Erdoğan, otoriter tutum ve davranışları, aşağılayıcı, kışkırtıcı, tehditkâr demeçleri ile eylemin Türkiye geneline yayılmasını sağlamıştı.
12 senedir AKP iktidarının yaptığı uygulamalara sessiz kalan yurttaşlar en sonunda bir volkan gibi patlamıştı.
Patlayan volkanı silahla, gazla, zehirli sularla durdurmak mümkün müydü?
Tıpkı bir Tusunamiyi, fırtınayı, o korkunç hortumları durduramayacağımız gibi.
İşte ezelden beri hür yaşamış Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir diyen bir millete pranga vurmaya, Atatürk Cumhuriyetini yıkmaya kalkan gerici bir iktidar karşısında, Türk halkı böylesine şahlanmış, başkaldırmıştı.
İktidarın beceriksiz dış politikası komşu ülkeler ile aramızın açılmasına sebep olduğu yetmezcesine içeride yaptığı insanları ötekileştirmek istenci, BOP projesi dâhilinde Türkiye’yi parçalamaya götürmesi, iç ve dış tehditler, tehlikeler ayyuka çıkmıştı.
Başbakan Erdoğan halka karşı tıpkı bir diktatör gibi davranıyor üç beş kişiyi bir araya gelse, verdiği talimatla tam teçhizatlı polislerini halkın üzerine sürüyordu.
Yargı dahil her gücü eline geçirmiş, Türk Ordusunun değerli komutanlarını, aydınlarını, gazetecilerini Atatürk devrimlerine bağlı yurtseverleri sahte suçlamalarla zindanlara kapatmış ve yargısız infaz ile ağır hapis cezaları verdirmişti.
Aynı başbakan saltanatını sürdürebilmek için kendisine karşı gelen, eleştiren her kesime karşı müthiş bir kindarlıkla yanıt veriyor, halktan gerçekleri saklıyor ve emperyalist düşmanlarla işbirliği yapıyordu.
PKK ve onun elebaşı ile masaya oturarak vatanın bölünmesini sağlayacak anlaşmalar yapıyor bu uğurda can veren 40 bin şehidimizin kemiklerini bizlerin yüreklerini sızlatıyordu.
Tüm olanların farkına olan halkın ayaklanmasına karşı tehditler savurmaktan da geri kalmıyordu.
“Ben bize oy veren %50’yi zorla evlerinde tutuyorum, sokağa salmıyorum”
Oysa palalılar, ellerinde çivili sopalılar özel eğitilip polisin gözü önünde halkın üzerine saldırtılıyordu.
"Türkiye'nin rotasını sadece ve sadece millet çizer. Ne medya, ne sosyal medya, ne sermaye, ne de terörize edilen sokaklar; Türkiye'nin geleceğini sadece millet ve sandık belirler".
Diyordu demesine de, hileli seçimlerle bunca yıl iktidarda kalabilmişti.( Dünyada hiçbir ülkenin kabul etmediği SEÇSİS ile )
"Millet git derse boynumuz kıldan ince, gideriz. Millet kal derse milletin emanetini de namus bilir, o emaneti son nefesimize kadar koruruz. "Birileri bizi mısır yapmak istiyor diye eyvallah mı diyelim" diyen Erdoğan’ın düşünemediği bir şey vardı ki o da, halkına bu şekilde davranan bir hükümet % 50 değil, %90 oy alsa bile bir meşruiyeti kalmazdı.
Milli irade meclistedir demesi de bir aldatmacaydı zira meclisteki 326 milletvekili ile çoğunluk elinde olduğundan her istediği yasayı çıkartabiliyor, kendi çoğunluğunu milli irade diye adlandırıyordu.
Cumhuriyet sayesinde başbakan olmuş ama cumhuriyeti yıkmak için tüm değerlerini teker teker yok etmeye başlamıştı.
Komşu ülkelerle sıfır sorun derken, sayesinde sorun olmayan komşumuz kalmamıştı. Kardeş ülke dediği Suriye’ye takmıştı kafayı. BOP projesinin işlemesi için Suriye dağıtılmalı devlet başkanı Esad yok edilmeliydi. Bunun için sınırlarımızın delik deşik olması pahasına birçok teröristi yurdumuza sokarak besledi, lojistik destek sağladı ve Suriye’ye saldı. Binlerce masum Müslümanın, halkın gaddarca katledilmesini sağladı.
Esad direniyor bir İstiklal Savaşı veriyor, bizim başbakan onu bir türlü yenemediği için daha da hırçınlaşıyordu.
Öte yandan bir iç tehdit olan PKK ya Türk usulü başkanlık dediği başkan olabilmek adına verdiği sözleri yerine getiremediğinden teröristler tehdit üzerine tehdit yağdırıyorlardı.
Başbakan umudunu Suriye’deki rejimin düşmesine bağlamış ve bunun için elinden geleni yapmaya başlamıştı.
Tarihimizde görülmeyen bir ilki yapıyor haçlıları bir Müslüman ülkeyi elbirliği ile yok etmeleri için birleşmeye çağırıyordu. Esad ve Suriye düşerse içte ve dışta prestijini yeniden kazanacaktı. Öyle düşünüyordu.
Türkiye’yi korkunç bir savaşa ve karanlık uçurumlara doğru sürüklüyordu. Oysa Türk Milleti yurtta sulh, cihanda sulhtan yana bir millet olarak Müslüman kanı dökmek istemiyordu. Bu başbakanın saltanat hırsı her şeyin üzerindeydi.
Halk tüm baskılara ve acılara rağmen başbakanı istemediğini yurdun her tarafında haykırıyordu. Diye anlatacaklar.
****
Bu gidişin sonu nereye varacak, nasıl olacak Allah bilir, bundan ötürü hikâyenin sonunu nasıl anlatacaklarını henüz bilemiyorum.
Bildiğim tek şey varsa o da bu millet Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ve de halkın gücü ile yedi düvele karşı amansız bir ulusal bağımsızlık savaşı vererek zaferler kazanmış, tarihin altın sayfalarına yazılmış bir millettir.
İşte şimdi çağımızda yine o savaşlarda destanlar yazan bir halkın torunları olarak gençlerimiz amansız bir direnişin içinde hükümete olan protestolarına canları pahasına yurdun her tarafında sürdürmektedirler.
Erdoğan ve iktidarı halka savaş açmıştır. Evet, bu bir müdahale değil halkı sindirmek, susturmak için devletin halkına açtığı gizli bir savaştır. ODTÜ den yol geçirimi, Cami içinde Cem Evi yapılması hepsi şeriat düzenine dönmek isteyen karşı devrimin halkı tahrik ederek iç savaş çıkartma isteği ve Atatürk temellerini yıkma teşebbüsüdür. Yani karşı devrim hareketidir. Bunun başka bir adı olamaz. Allah gençlerimizin, halkımızın yar ve yardımcısı olsun diyorum. Sonunda zafer özgürlük ve bağımsızlıktan yana olan halkın olacaktır. Buna tüm kalbimle inanıyorum. Mustafa Kemalleri bitiremeyecekler.
TC.Tünay Süer
9 Eylül 2013
Yorum Gönder