Yani kendimizi karşımızdakinin yerine koymak…
Hani derler ya “Damdan düşenin halini ancak damdan düşen bilir “diye.
Karşıdan konuşmak kolay; anlayabilmek için “düşmüş olmak lazım.
“Acil” diyorlar... doğrudur.
Ama o “Aciliyeti” anlamak için de aynı aciliyet içinde olmak gerekir.
Yoksa “içi onları yakarken dışı bizi yakar” da işin farkında olamayız.
O aciliyet sanıldığı kadar “siyaset”ten değil aslında, ekonominin bu günkü dayanılmaz durumundan…
Düşünsenize:
-Sadece bu yılın bütçesini değil; Cumhuriyetin yüz yıllık birikimini “özelleştirdik” diye satıp parasını harcamışsın,
-Yetmemiş; halkını bir de köprüydü, tüneldi deyip “icraat üzerine icraat” diye torunlara doğru 20-30 yıllığına borçlandırmışsın…
-Uzun vadelisini bir tarafa bırak; yetmemiş, Şubat 2018 itibariyle “bir yıl ya da daha kısa vadede” ödenmesi gerekli dış borcu 185,9 Milyar dolara çıkartmışsın.
-Yetmemiş, “bak ne kadar yabancı sermaye getirdik” diye bankaları, iç pazarı küresel şirketlere teslim etmişsin,
Yaparken iyi de, dönüp bir de bakıyorsun ki;
-İşsizlik diz boyu
-Üretim bitmiş,
-Tarım-hayvancılık boğazımıza yetmiyor
-Dış ticarette her yıl 50-100 milyar dolardan içerdesin,
-Sıcak parayı tutsan faizi el yakıyor, tutmasan anında kaçıyor,
-Paran düşmüş, dövize alttan bakıp bakıp yine fırlattılar diyorsun,
-Yerli sermayenin babaları ufak ufak tüymekte,
-İnşaat işi sarpa sarmış, satışlar durmuş, müteahhitlerin sızlanmakta,
-Onları kurtaracak kamu yatırımlarına para yetiştirmek mesele…
Fazla lafa gerek var mı?
Siyaseten olmasa da ekonomik olarak bu iş bitmiş, gemi yan yatmış…
Ne dersin?
Böyle bir durumda hala “Bu işler önümüzdeki bir buçuk yılda daha da büyüyüp gelişecek” dediğinde karşındakiler “Aman artık yeter, bu kadar büyüyüp gelişme bize fazla gelir” demezler mi?
*
Siyaset “zamanlama” sanatıdır bir yandan da.
İktidara gelmek için de, kaçmak için de…
İleri gidiyorsan tamam da, araba geri geri kaçmaya başlamışsa, başkası “zamansız” dese de “tam zamanıdır” demeyi bileceksin.
Bu gerçek bir kaçış mı?
Asla…
Giderek kaybetmekteysen, daha fazla kaybetmeden ve en kötü ihtimali göze alarak son bir deneme yapmak sadece.
Tuttu tuttu; baktın tutmadı “bıraktığım iyi oldu” diyeceksin.
“Hadi geçmiş olsun sen bittin artık” diyenler olacak tabii…
Onlar öyle dese de geçmeyebilir…
Erbabına göre bu da bir “hesap”tır.
Öyle hazırlıksız bir zamanlarında teslim edersin ki "emaneti"; onlar çeker yükü , faturayı halka ödetirlerken sen dinlenir, unutturur, “bak ben gittim işi iyice sarpa sardırdılar” deyip ardından yine çıkabilirsin o siyaset meydanına.
Zaten taraftarların uzun solukludur, bunu da beklemeyi bilirler,
*
Herhalde “daha mürekkebi kurumadı” bile denebilir:
“Baskın seçime hazırız” denip gezildiğinde buradan yazmıştık hatırlar mısınız?
16 Mart 2018’de...
“Bir baskın seçimle birlikte "baskın iktidara" da hazırlanmalı mı?” diye başlık atmış ve bunun gerekliliğine işaret etmiştik. “Aman, orası kolay, hele o gün gelsin bakarız falan demeden, baskın iktidarın hazırlıklarını da yapın bir yandan,
Hemen bu çarşambadan…
Hani bizde “Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur” derler ya”
diye de ilave etmiştik…
O gün de gerçekten çarşambaydı.
Ve beklendiği gibi “Perşembe” de geliverdi işte bu gün.
Umarız gizli gizli bazı kadrolar tertip edilmiş, projeler raflara sıralanmıştır da endişemiz boşadır.
Yoksa o baskından, “siyaseten” baskın çıkmış olmak bile bir şey kazandırmayabilir takıma.
Çünkü sıkıntı o kadar büyük ve o kadar “ekonomik” ki,
Farkındaysanız, baskın seçim isteyenler ellerindeki her türlü “siyaset” üstünlüğüne rağmen, önlerinde şu kadar zaman olduğu halde o asıl meseleden yani "ekonomiden" hareketle siyaseti bir kenara bırakıp “deprem”den, “aciliyetten” söz ediyorlar.
“Gelen depremdir” diyorlar.
Yani ekonomide deprem.
Peki, onları bu kadar ürküten, telaşlandıran ekonomik depreme kim ne kadar hazırlıklı?
Tahkimat onlarınkinden daha mı güçlü?
Başarılı ve sevilen bir TV programcısı, hiç de iktidardan yana olmadığı halde "Belki sizi şaşırtacağım ama bu iktidar kalmalı. Nasıl ekonomiden sosyal yaşantısına kadar bozdularsa, bu iktidar kalmalı, Erdoğan liderliğinde sorunları çözmeli" derken meseleyi sadece bir inatlaşma olarak mı görüyordu dersiniz?
Acaba kafasının arkasında bu "hazırlıksız yakalanma" endişeleri yok muydu?
“Çözmeli” derken, bir başka açıdan “Sonuçlarını kendisi göğüslemeli, kendinden sonra gelenlere yüklememeli demek istemiyor muydu?
O programında “Sizi şaşırtacağım” dedi ya...
Ama ne yalan söyleyeyim beni hiç şaşırtmadı.
Zamanında büyük kurtarıcı Atatürk, o müthiş askeri ve siyasi zaferlerinden sonra bile bunun altını çizerek aynı şeyleri anlatmak istememiş miydi bize:
“Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa, kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.”
Nitekim son on beş yılın o debdebeli siyasi zaferler dizisi de sönüyor şimdi.
Çünkü kazanılmış siyasi zaferlerin arasında, asıl belirleyici olan ekonomik zaferler yok.
Bülent Soylan
Yorum Gönder