Temmuz 2017
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

“Ben inkılâp ruhunu Tevfik Fikret’ten aldım”.
M. Kemal Atatürk

Molla Sırat'a - Cevat Kulaksız
Osmanlının en kötü yıkılış yıllarında yaşamış olan devrin en aydın ozanlarından Tevfik Fikret, şimdiki aydınlar gibi cehaletle, gericilerle, yobazlıkla, din bezirgânları ile olduğu kadar devrin II  Abdulhamid istibdat rejimine karşı da durmuş,  mücadele etmiş, onların “zangoç” suçlamaları gibi saldırılarına uğramış ve de yurdunu sevmiş, aydınlanma için şiirlerinde özlem duymuş bir seçkin ozanımızdır. Gerçekten de şiirleriyle bu duygularını dile getiren ozanımızın çabası, şimdiki aydınların özgürlük mücadelesine çok benzediği için, aşağıya aldığımız Molla Sırat’a adlı şiiri günümüzde bile geçerliliğini sürdürdüğünden, sizinle paylaşmak istedim, umarım yaralı olur. Tevfik Fikret’in yazdıkları, yakındıkları, özlemleri ondan 90-100 yıl sonra bile geçerliliğini sürdürmekte. Ne dersiniz, okuyalım ve günümüzle kıyaslayalım, mutlaka buruk bir ders, hazin bir hisse alacağımızı görürüz.
Edebiyat dünyamızın en önemli polemiklerinden (dalaşma) biri de, Tevfik Fikret ve mehmet akif arasında yaşanmıştır. Tevfik Fikret’in Robert kolejinde öğretmenlik yapmasını "para için Protestan kilisesinde zangoçluk" yapmakla yaftalayan Mehmet Akif, karşılığını fazlasıyla almış ve şu şiirde ayar üstüne ayar yemiştir. Aslında bütün din bezirgânlarına da bu şiirle ayar vermek istemiştir. [1]
“Paraya hiç dayanmayan bir şairmişim
Zangoçluk edermişim Protestanlara gider
Size edebi saygılarımı sunarım efendim
Yani yıldızlı bir kursunun üstadına
Bilgin  sairine yani İslam dininin
Molla Sırat hazretlerine yani
Lütfen bize ne güzel
Zangoçluğu yakıştırıvermişler
Ama aldanmış olmayasın sakin üstadım
Müslüman oğluyum ne de olsa
Sen o güzel dini anlatma bana
O dinden  senin kadar ben de anlarım
Ben de okudum o Tanrı kitabini
Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim
Ben de dolaştım sizin gibi cami cami
Tanrı önünde ben de oldum iki kat
Açılırdı hayalimde cennet yolu
Dolardı yüreğime cehennem korkusu
Ulu Tuba'ya ben de tırmandım
Ben de çıktım melekler katına
Ezani duydum mu bayılırdım
Nasıl koşardım o 'Tanrı' sesine!
Ben de tespih çektim, dua ettim
Ben de namaz kildim oruç tuttum,
Hepsini yaptım halt ettim!
Çünkü ne dendiyse inanmıştım
Kanmıştım senin kandıklarına
Bağlanmıştım körü körüne
Canımı adamıştım dinime canımı.
Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de.
Ama onlar bu gün çok uzaklarda
Anladım ben asil gerçek nerde
Anladım Hanya’yı Konya’yı
Bizi hakka götüren yol başka
Senin su saydıkların var ya hani
Su şaşılacak şeyler hani doğaüstü
Onlar hep masal hep kafadan atma
Buğun hiç durmadan arıyor insan
Gitgide görüyor isin içyüzünü de
Senin hokkabazlar unutmuşlar  geleceği
Isa ile Musa, aldatılan ve aldatan
O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan
İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık
Beşerin böyle delaletleri var
putunu kendi yapar kendi tapar
Git ara kiliseyi, dolaş Kâbeyi
Can sesini duy, tekbiri dinle
Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani
Ortada bir tek şey göreme
Şeytani da düzme, Allah’ı gibi
Buda’sı düzme, Ehrimen'i düzme, Yezdan’ı düzmece
Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu
Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler...
Sonra baktım bir karanlık uçurum
Haydi don geri, don geri, don, oğlum!
Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim.
Simdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda
Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım.
Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım
Yaradılışın kuluyum ben artık
Ben yaradılışın kulu
Pıtrak gibi işte  gökyüzünde mescitler
İşte onlara orda vicdanim secde eder
İşte benim bundan böyle tapınmam bu
İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer
Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim
Ayırt edemem kendimi bir kayadan
Tapınmakta biraz minnacık bir kuşla
Bir ishal kuşu da, la il ilahe illallah der
Ben de la ilahe illallah derim
Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk
Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma
Ve sonra bir şaire zangoç dememek
İşte buyuran bunlar benim vicdanıma
Benim ayinim düşünüp yapmaktır
Benim dinim insan gibi yaşamaktır
İnanmışım: Taparım ben varlığa
Her kanat bana bir melek sesi getirir
Ne isim var peygamberle benim
Beni Hakka bir örümcek oturur
Kitabim iste yeryüzü kitabi
Bendedir iyilik, kötülük tohumu
Varırım hep böyle ta mezara dek
Yeniden dirilmek bizim nemize gerek
Taşır insanların hem aşkını, hem acısını
Bağrımdaki su deli, su ince yürek
İnsan gibi yaşamaktır buğun gerçek din
İnsan gibi yaşamak”.    Tevfik Fikret
Tevfik Fikret  (1867-1915) Türk şairi, öğretmen ve yayıncı. Osmanlı İmparatorluğunun dağılma sürecinde yetişti. Ülkenin yıkılışını, cehaleti gördüğü için, şiirleri sanki cehalete karşı bir feryat gibidir. Devrin en seçkin aydınlarındandır.
*
Cevat Kulaksız

Bir akşam sofrada, Tevfik Fikret’ten pek hoşlanmayanlar, söz edebiyat dünyamıza gelince onu Atatürk’e kötülemek isterler.
Atatürk fena öfkelenir:
-“Ne demek!” der…
-“Ben inkılâp ruhunu ondan aldım… Beyler, zaten tarihe geçecek büyük adamlarımız azdır; bir de onları lekeleyerek, daha fena işler yapmayınız”…
Evet; Atatürk Tevfik Fikret için bunu diyordu.
O, Fikret’in hemen bütün şiirlerini okumuş, pek çoğunu da ezbere biliyordu.
Tarih-i Kadim, Sis, Ferda… Rübabı Şikeste…
1917 yılında Doğu Cephesi’nde 3. Ordu Komutanı olarak savaşırken, Tevfik Fikret’in şiirlerini okuduğunu kendi anılarında yazar…
Okuduğunu dedik, dikkat:
O, zaten o şiirleri ezbere bildiğini, ama yine de yeniden okumaktan mutlu olduğunu söylüyor…
Atatürk, böyle bir Fikret tutkunuydu. [2]
……………………………….
Cevat Kulaksız
SONNOTLAR


[1] https://www.uludagsozluk.com/k/tevfik-fikret-in-mehmet-akif-e-verdi%C4%9Fi-ayar/
[2] https://www.turkishnews.com/tr/content/2015/01/01/akif-fikret-kavgasi-zangoc-ve-molla-sirat-fikretci-misin-akifci-mi/


Elçiye zeval olmaz derler ya, peki onu oraya gönderene de olmaz mı?
Bunları yazarken sözlüğe bir kere daha baktım “Zeval” nedir diye…“Suç”, “sorumluluk”, “kabahat” gibi anlamları var.
O zaman “Elçiye zeval olmaz” ata sözünü “Elçilerin suçu da sorumluluğu da olmaz” diye anlamak mümkün.
Tamam ama bu arada aklıma başka bir şey daha takılıyor:
Elçiye olmayan “zeval” acaba ona bu temsil yetkisini verene, onu bu işle görevlendirene yani devlete de olmuyor mu?
Öyle ya, “Sen git, şurada bizim adımıza şunu söyle, şunu yap, bunu yapmadan bizi temsil et” diyorsunuz, o da aynen uyuyor.
“bir şey olmaz” derseniz işler kolay; ne elçiye zeval, ne onun arkasındaki yapıya; canın ne isterse yaptır gitsin…
*
Dış politika iç politika alışkanlıklarıyla yürütülebilir mi?
“Devletler arasında asla dostluklar, düşmanlıklar olmaz, sadece çıkar ilişkileri vardır” denir.
Yani kimse kimsenin kara kaşına, kara gözüne, dinine, imanına ya da hatırına bakmaz; bütün olay “ben bu ülke ile ilişkilerimizde kendi ülkeme ne kazandırabilirim” meselesidir.
Nitekim kurtuluş Mekke Emiri Hüseyin Osmanlı’ya karşı İngilizlerle iş birliği yapmıştır. Bu gün de KKTC Hiç bir Müslüman ülke tarafından “bizim dinimizdendir, tanımalıyız” deyip de tanınmamıştır.
Hani derler ya “Herkes kendine müslüman” diye…
Bu söz dış politikada aynen vaki.
Bu açıdan elçiler, gittikleri ülkelerde kendi ülkelerinin” çıkar ajanları”dır.
Devletler, karşı ülke ya da ülkelerden çıkarı ya da endişesi doğrultusunda her zaman bir şeyler bekler.
Bu kimi zaman topraktır, petroldür, akarsudur, ekonomik çıkardır ve bunlar gibi daha pek çok şey…
Ve o çıkarlar öyle bu gün yarın için değil sırasında yüzyıllık beklentilerdir.
Yine bu dış politikaların bir özelliği ya da inceliği olacak ki:
İçlerinden öyle geçse de; Devletler bu çıkar ilişkilerinde öyle kolay kolay “Bana bunu vermezsen canına okurum”, “Var mı bana yan bakan” cinsinden ve ancak mahalle kavgalarında rasgeldiğimiz türden kabadayıca söylemlerde bulunmazlar, “Senin malında gözüm var” deyip ellerini açık etmezler.
İşin “racon”u budur.
İşte bu racon, neredeyse devletlerin ortaya çıkmasından bu yana, “diplomasi” denen bir meslek ile “diplomat” denen meslek mensuplarını ortaya çıkarmıştır.
Gerçi dünya giderek kapitalistleşip “devletler dünyası” yerine “şirketler dünyası” olmaya doğru evrilmekte ve o arzular bazen dünya devi şirketler üzerinden gerçekleşmektedir ama, yine de, “diplomasi” şirket ve sermaye ilişkilerinin de desteğiyle birlikte devletten devlete ilişkilerde birincil önemini sürdürmektedir.
*
Bir ülkenin diğer ülkelerdeki, ya da diğer ülkelerin bizim ülkemizdeki adeta “sinir uçları” olan diplomatlar, bu “derinden yürütülmesi gereken” işlerde kendi ülkesinin çıkarları açısından -olabildiğince- bilgili, yine kendi ülkesinin adına hareket ederken asla o tarafa bu tarafa eğilim göstermeyen ve hal ve tavırlarında “kıvrak”, aynı zamanda ”centilmen” ve “salon adamı” olmak zorundadırlar.
Onlara bazen “monşer” denmesine de yol açan bu salon adamlığı, aslında ülkeler arası ilişkilerdeki bu örtülü ilişkilerin esneklikle yürütülebilmesi açısından işin “olmazsa olmaz”ıdır.
Türkiye ne yazık ki son dönemde dış ilişkilerinde böylesi hatalar ya da sorumsuzca “keyfilik” yapmaktadır.
İçeriden başlayalım:
-Sermaye yetersizliğimiz dolayısıyla dışarıdakine oldukça ihtiyacımız var iken, bu ilişkilerde onlardan birileriyle kavgalar edip bir başkalarıyla fütursuzca yağlı ballı olarak yürütülmesi garip bir durumdur.
Bu, “dışarı”nın içeride karşılanması açısından yanlış bir diplomasidir.
Ne yazık ki şu anda iç politikada alkış toplayabilmek adına yapılanlar, yabancılara meydan okumalar onların Türkiye ile kurmakta oldukları ya da kuracakları ticari ilişkilere zarar vermektedir.
Türkiye’nin bu hoyrat, bu hukuksuz görünümüyle; “kendi çıkarına olabilecek” yabancı sermayeyi ve dolayısıyla, batı dünyasıyla ilişkileri muhafaza etmek de gelecek olanı özendirmek de mümkün değildir.
-Bir kısım Ortadoğu sermayesinin Türkiye’ye gelmesinde, iş sahibi olmasında, Türk işletmelerine ortaklığında pek fazla titizlik gösterilmemesi, açık tavizler yanında muhtemelen bazı üstü örtülü tavizler verilmesi, kolaylıklar gösterilmesi sonucunda maalesef, Türkiye ticaret ve sanayinin yapısını, sonra da ülkenin görüntüsünü bozacak, “milli burjuvazi”sinin yerini artık zapt edemeyeceğimiz ve millilikten hayli uzaklaşmış bir “arap ağırlıklı burjuvazi” alacaktır.
-Türkiye daha şimdiden dışarıda “hukuksuz”, “orta doğulu”, “arap kültürlü”olarak modern dünya ile olan mesafesini açmıştır
Bu gelişmenin sonucu elbette ki Türkiye’nin gerice, şeriatçı Ortadoğu ülkeleri gibi algılanmasını getirmektedir.
Peki bu algılama ile “dışarıda” Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının da, tek tek yurttaşının da, iş adamının da her türlü ilişkilerinde daha farklı kabul edilmesine imkan var mıdır?
Hele bütün bunların yanı sıra “bu da yetmez” dercesine iki ülkedeki büyük elçiliğimize tam da bu algıyı kuvvetlendirecek, adeta “inadına” yapılan atamalara ne diyeceğiz?
Atadığımız büyükelçiler giyim kuşamından her türlü tavrına kadar bu günkü Türkiye Cumhuriyeti insanını temsil etmeyecekler mi?
Bu algılar bizi giderek tam da orta çağ karanlığında göstermez mi? Çağdaş dünya ile ilişkilerimizi tümüyle koparmaz mı?
Bir de merak ediyorum; bu büyükelçilerimiz o ülkelerdeki diplomatik toplantılara katılacaklar mı yoksa kendi rezidanslarına mı kapanacaklar?
Bu ülkenin bir büyük elçisi olarak, her şeyden önce bir “dostluk elçisi” olarak diğer ülkelerin büyük elçileriyle tokalaşacaklar, aynı masalarda yemek yiyecek, kokteyllerde bulunacaklar mı?
Böylesi bir "durum" şimdi kimin lehine bilemiyorum ama bu topraklarda yaşayan ve yaşayacak olan tüm yurttaşlarımızın aleyhine değil midir?
Haydi onlar elçi, bu işlerden dolayı onlara zeval olmayacak.
Peki bu işlerin zevali kime olacak?

Bülent Soylan

Bülent Soylan

Hasbelkader… ve Zırhlı Mersedes…- Mehmet Halil Arık
Dostlarım… Biraz ilmi, biraz ilahi derinliklere dalalım bugün. Ama öyle üçbeş satırını okuyup yarıda bırakacaksan olmaz. Bedduayı sevmem ama sırat köprüsünden geçerken kaynar kazana düşesin derim!..
Boş çuval dik durmaz. Bunu bilip dururken ve bunca iman ehli hizmette() kusur etmezken nasıl dik duralım imansız boş beynimizle? Dikleşmeden dik durmamız tembihlenmedi mi bizlere! Bırak matematiği, bilimi, feni, doldur boş iman çuvalını biraz ilimle cihadla, kinle ve dinle!... Doldur ki, iki sarhoşun peşinde ikide bir “askerleriyiz!” diyerek “adalet isteme bahanesiyle” bağırıp çağıranlardan yaygara koparanlardan olma!
Şeyhinin önünde diz çök ki, hasbel-iktidar büyükelçi olasın… işbaşında şıh’ını düşün ki, şıh’ın doğacak yavruna birazcık dürüstlük aşılasın!...
Gelelim günümüzün asli konusuna: “Hasbelkader” ve “Zırhlı Mersedes”!...
Mersedes’i yediden yetmişe hepimiz biliriz. “Hasbelkader” neymiş, onun üzerinde duralım biz. (Hasb+Kader) sözcüklerinin nileşiminden türemiş. “Rastlantı sonucu olarak, tesadüfen, kaderden ötürü, kader icabı, kaderin gereği” demekmiş hasbelkader. Hasb Arapça, kader de imanın gereği olunca, sözcük, hasbelkader, ilahi bir anlam da yüklenmiş oluyor kendiliğinden. Dualı ağızlarda ifade bulunca da o derin anlam bambaşka değerler(!) kazanıyor.
Anlamını öğrendikten sonra iyice kani oldum ki, o Almanya var ya o Almanya, öyle çalışarak-ter dökerek falan zengin olmuş değil. Hasbelkader, yani kaderin çizdiği yoldan, yani havadan, yani ki, “yürü ya kulum!” diyen o yüce birilerinin emir ve telakkisi ile bu hale gelmişler.
Hem zengin olmuşlar hem de bu gün batıla yardım ve yataklık yapmaktan da geri durmuyorlar. “Ey Almanya kendine gel!” söylemi hem anlamıyla derin, hem de boşuna değil!...
Kimlerin ianetiyle /ilahi yardımıyla “Hasbelkader” zengin olduğunu unutup batıla yardım nankörlük değil de ne şimdi!?.. Ayıp bişey yaaa!…
*
Bu ayıbı ben kendimden biliyorum… Yani ben de ayıp edenlerdenim… Hala şimdi, neden tövbe edip, mağfiret dilemediğimi de bilemiyorum,
Yıl 1963’tü. Yarım asır öncesi yani. Lise sondayım. Bir ODTÜ varmış. Bilmiyordum. Duymuşluğum da yoktu adını sanını. Form getirmiş ev arkadaşım. Sen de başvur dedi. Başvuru parasını da hasbelkader o ödedi. Hasbelkader ODTÜ’lü oldum. Hasbelkader Amerikan AİD (yardım) teşkilatından burs aldım. 68 Kuşağı geldi peşinden, hasbelkader bir neferi oldum. Ve hasbelkader aldığım bursa rağmen Amerikan karşıtı oldum. 6. Filo askerlerini denize atanları, Komer’in arabasını yakanları alkışladım.
Ve Reis’in gün gelip de, Almanya’nın “hasbelkader” zengin olduğunu söylediğini kulaklarımla duyup ve yine aynı Almanya’nın batıla hizmet ettiklerini gözlerimle görünce, kesin olarak inandım ki, hem vefasız hem de nankör oluyor o “hasbelkader” ellerinden tutulup adam edilenler
*.
Yalnız çözümleyemediğim bir husus var. Rica etsem, yardımcı olur mu bir derin iman sahibi:
Kadere inanmak, imanın şartı. Kader… Allah’ın yazgısı yani!...
Peki de; Almanlar kadere inanmaz. Bizler elhamdülillah Müslümanız. Başta Reisimiz, “Hasbünallah”- “Allah bize yeter” deriz. İleri demokrasi’yi de. “kaderi hayrihi ve şerrihi…” demeyi de biliriz. Çözemediğim şu: Niçin, Allah “hasbelkader” Almanya’yı zengin etmiş de bizi (sanki) elinin tersiyle itmiş!... Salt bizi de değil. Tüm İslam ülkelerine benzer şekilde muamele etmişş?
Yoksa “hasbelkader’den” öte Reis’in de bilmediği ve bizlerin de idrak edemediği bir başka durum mu var acaba!? Çalışmak, çalışmak…çalışmak yanında dürüst olmak, bilgili olmak gibi örneğin...
***
Sanılmasın ki ‘hasbelkader’e daldık da unuttuk Zırhlı Mersedes faslını. Hayır. Olur mu hiç!.
Kalkmış bir densiz(!), “benim, diyen adam tam donanımlı o Zırhlı Mersedes’e binemezken, Meclis Başkanı İsmail Kahraman Abi’miz, Holdig Sahibi mi, Banka Ceosu mu, Eroin Mafyası mı yoksa, doyumsuz, görgüsüz bir şarkıcı mı ki o biniyor…, Yoksa sonradan görme, yandaş bir müteahhit midir ki, o binebiliyor” diye soruyor.…
Eh!... Bu sorunun cevabı, yazının başlığında saklı… Pardon!... Açık!... “h as b e l k a d e r ! . . .
Öyle ya da böyle!. Hiç kimse, İsmail Abi’mize, Abdurrahman Çelebi muamelesi yapmaya kalkmasın!... Yakışır Abi’mize. Ah bir de fakir fukara erzak torbasına muhtaç olmadan doysa…
T.C.’nin yönetim merkezi Türkiye Büyük Millet Meclisi. Hasbelkader de olsa, o da, o Yüce Meclis’in Başkanı… Değiştirmeyip de naaapıacan!. 4 yaşındaki mersedesi nankörlük edip tamirci dükkanını “hasbelkader” adres bellemiş!...
Nankör işte!. Alman nihayetinde! “Katranı kaynatsan olmaz şeker, cinsine tükürdüğüm cinsine çeker!”
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci -DENİZLİ

Bu gün 30 Temmuz 2017 günü spor salonuna gitmek üzere Tandoğan’dan (Anadolu) Metroya bindim. Gün öğleden sonra idi, günlerden Pazar, ilgimi çeken şeylere rastladım ve sizinle paylaşmak istedim. Olayları birbirine karıştırmamak için madde medde irdelemeye çalışacağım.

1-HER YANI DÖVMELİ ADAM
Bu Pazar Ankara’da Gördüklerim Üstüne - Cevat Kulaksız
Metroda oturduğum yerin tam karşısında her yanı dövmeli bir adam oturuyordu. Adamın kollarında, boyunlarında, vücudunun görünen kısımlarına öylesine garip dövmeler yaptırmış ki çok şaşırdım, öyle dövmeli bir adam hiç görmemiştim. Adamın resmini çekmek istedim, izin istesem ret edebilirdi. (Çünkü dün metroda giderken, orta yaşlı bir kadın karşımda hırka gibi bir şey örüyordu. Bu hamarat hali hoşuma gittiği için, resminizi çekebilir miyim, dedim. Kadın, “niçin” dedi, örnek halinizi övmek için, dedim. Kadın başını da sallayarak, “olmaz” demişti)
Cep telefonumla oynuyormuş gibi yapmaya başladım; bir gözüm adamda, bir ara uyuyor gibi yapmış gözlerini kapamıştı, sonra gözünü yarım açmış beni gözlüyor gibiydi, ürktüm.  Son ineceğim istasyona yaklaşıyorduk, görüntüyü, dövmeli adamı kaybedebilirdim, tedirgindim. Yavaşça oynar gibi yaptığım telefonumun objektifini kaldırdı, adamın baş tarafını göremiyordum.  Objektif netliğini düşünmeden adamın ancak bu halinin flü mülü omuzdan altının resmini çekebildim, görür de çıkışır diye korkarak böylece çektim. Görüyorsunuz resim net değilse de kollardaki dövmeleri görüyorsunuz, baş tarafı daha bir acayipti; saçlarını yanlardan ortaya doğru taramış, sanki başında Romalı asker miğferi var gibiydi, ama çekmek mümkün olmadı.

2- “TAM AYAR” TARTICI
Bu Pazar Ankara’da Gördüklerim Üstüne - Cevat Kulaksız
Spor salonundan sonra Ümitköy metrosu ile indim Kızılay’a. Kaldırımda yürürken Yaşlı bir adamın tartıcı reklamını gördüm. Yaşlı adamın başında takkesi, bacağında şalvarı, sakalı ile bir tekke şeyhi müridi gibiydi sanki. Büyük harflerle “TAM AYAR 50 Krş” yazıyordu, kaldırdığı reklam kâğıdında. Bu özel teşebbüs reklamı sahibine sordum, nerelisin” diye. O da “Malatya’lıyım” dedi.  Hemen aklıma, bizim köyün insanlarının “deşirici”, veya “hayırcı” dedikleri o zamanın dilencileri geldi. Omuzlarında bir heybe, heybenin içinde birkaç torba bulunur, her torbaya ayrı bir yiyecek konularak böylece dilenirlerdi. Çok iyi hatırlıyorum 60-65 yıl kadar önceydi, bu “deşirici” ler veya “hayırcı”lar dualar mırıldanarak, destanlar söyleyerek ev ev dolaşırlardı. O zamanlarda köyde insanlarda para pek bulunmazdı, para ola bile harcayacak bir yer yoktu, onun için ev sahiplerinden kimisi bulgur, kimisi buğday, kimisi un vb heybelerindeki torbalara ayrı ayrı koyarlardı.
İşte o dilencilere halkımız sorarlardı, “nerelisin” diye; onlar da ya “Malatıyalım” veya “Derinderelim” derlerdi. O zamanları köyde ilkokula giderdim, haritalardan Malatya’yı bulurdum da, şu “Derindere” nereyse orayı bir türlü bulamazdım, sonraları öğrendim ki, meğer orası da Malatya’nın şimdiki Darende ilçesiymiş. Nedense oralardan pek çök dilenciler gelirdi. İşte bu Malatya’lı  “TAM AYAR” tartıcı köyümdeki bu anılara götürdü beni.

3-ÇÖPTEN EKMEK TOPLAYAN KADIN
Bu Pazar Ankara’da Gördüklerim Üstüne - Cevat Kulaksız
Tartıcı babanın hemen yakınında, kocaman mavi renkli iki tane naylon çöp torbasının içinde bir şeyler arayan kadını gördüm.
Hemen önündeki çöp torbalarından, Eskişehir’li olduğunu söyleyen bu kadın çöplerin arasında ekmekleri seçiyordu, yanındaki bir başka kutuda, pişmiş tavuk eti artıkları vardı ve yanındaki poşetin içinde de seçtiği ekmek parçaları duruyordu. O kaldırımdan binlerce insanların insan selinin gelip geçtiği yerde, yoksulluk, çöplerden ekmek toplamak ona o kadar doğal hale gelmiş ki, bu üzüntü verici olayı o denli kanıksamış ki, yanına yaklaşıp bir şeyler soranlara umarsız ilgisiz cevaplar veriyor, adeta sohbet ediyordu.
Ben çöplerden ekmek toplayan bu kadına yaklaşırken, yanındaki gençten bir adamla sohbet ediyor, ona, “Allah ne muradın varsa versin” diye dualar ediyordu. Muhtemelen bu genç adam, kadına para yardımında bulunmuştu, diye düşündüm. Çünkü önemli bir para vermezse böylesine bir içten dua etmezdi.
Poşetlere atılan ekmekleri görünce aklıma ülkemizdeki ekmek israfı geldi. İlgililerin açıklamalarına göre, Türkiye’de her gün milyonlarca ekmek çöpe atılıyor ve günde bir buçuk milyar liralık ekmek çöpe atılarak israf ediliyordu.
Kendi evimde köpeğim Badi’yle her gün sabah akşam parklarda gezdirmeye çıkarım, nice israf edilmiş, poşetler içinde evlerin önündeki korkuluk demirlerine asılmış bayatlatılmış ekmekleri görürüm de içim sızlar. O poşetler dolusu ekmekleri alırım, komşu parkın ortasındaki düzlükte çimenli yere ufalayıp parçalara ayırırım, ertesi gün gelsem ki, bir tane ekmek kırıntısı kalmaz, çünkü sokak köpekleri ve özellikle güvercinler, öteki kuşlar yemişlerdi.
Küçüklüğümde, beni büyüten kollayan babaannem Zeynep Ebem, yerden bir ekmek kırıntısını gördüğü zaman onu alır öper, ekmeği alnına değdirir, başından yüksek bir yere koyardı ki, “kurtlar kuşlar yesin” diye. Çünkü nice kıtlıklar görmüş, “kırkın kıtlığı” dedikleri İkinci Dünya Savaşı’ndaki kıtlığı görmüş kadın, böylece Anadolu insanımız için ekmek çok kutsal bir yiyecek olmuştur. “Yavan ekmeğe muhtaç olmak” sözü insanımızın yüreğinde bir kor gibi özdeyiş haline gelmiştir. Batılılar, yemekte ekmek yemezlerse de Anadolu insanı ekmek yemezse karnının doymayacağını sanır.
Poşetlerden ekmek seçen kadına sordum, senin kocan kimin kimsen yok mu, diye. Kadın şöyle yanıt verdi:
 “Kocam yaşlı hasta yatıyor, bu ekmekleri uygun olanları yiyoruz, artanları kuşlara veriyorum. Üç çocuğum var, onlar ayrı bize bakmıyorlar, ne yapalım aç mı kalalım, çöpe atılmış bu ekmekleri alıp yiyoruz”.
Oradan gelip geçen binlerce insanların bazı meraklıları oraya uzanıp bakıyorlar, dinliyorlar, “devletimiz utansın, yoksulumuz çöpten ekmek toplamaya başlamışsa bitmişiz demektir” diye mırıldanıyorlardı.
İsterseniz başka yere geçmeden buraya bir mim koyalım. Yoksulumuz böylece çöplerden ekmek ararken, ekmeği bol görenler de, azıcık bayatladı diye binlerce ekmeği çöpe atmaktalar, (Türkiye’de bir günde bir buçuk milyar liralık ekmeğin çöpe atıldığını söylemiştik).
Ya devletimizin üst makamlarındakiler nasıllar? Onlar da ayrı bir savurganlık içindeler.  Şu anda TC tarihinin en savurgan yönetimiyle baş başayız. Saraylar, uçaklar, helikopterler, zırhlı süper Mersedes’ler, memleket sanki “yağma Hasan böreği” gibi, hesapsız harcamalar gırla gidiyor. Türkiye’deki makam aracı sayısı ne Avrupa’daki ülkelerde var, ne Japonya’da var. Kıyaslamak hem zaman alır, hem de içimiz burkulur.
Hele şu Meclis Başkanı İsmail Kahraman’a alınan arabaya ne dersiniz, “dört yıllık eskidi” diye özel donatılmış iki milyon liraya zıhlı çok lüks Mersedes alınmış. Duyuşumuza göre, bu araç 12 silindirli olup, İstanbul Ankara arasında bir gidiş dönüş seferinde üç bin liralık benzin yakıyormuş. Aman Tanrım, böylesine lüks israf dünyanın hiçbir ülkesinde yok sanırım.
Ama, RTE nin her seçim arifesinde Kemal Kılıçtaroğlu’nu kötülemek için, “Memur Kemal SSK batırdın” diye veryansın ediyordu ya, işte o SGK mu emeklilerin ilaçlarını veremez durumdaymış artık. Genel bütçeden milyonlarca lira para aktarılıyormuş. Geçelim, israf bizi nerelere götürdü.
Bu Pazar Ankara’da Gördüklerim Üstüne - Cevat Kulaksız

4-Sonra karşı Güvenpark tarafına geçtim, kocaman kırmızı harflerle “15 Temmuz Destanı” yazmışlar, gelip geçenler şaşkınlıkla bakıyorlardı.  Hemen alt tarafında da kocaman elektrikli panoda, 15 Temmuz 2016 günü ölen 249 kişinin resimleri isimleri yazılıp asılmıştı.
Buraya da bir mim koyalım. Darbe yapan FETÖ yü kim besledi, kim devlet kadrolarına aldı? 15 yıldır iktidarın gözü önünde sınavlarda sorular çalınarak FETO’cuları, dinci  yandaşları sınavlar kazandırılıp üst makamlara bu dinciler getirmedi mi? İki dinci gurup, AKP iktidarı  ve FETO’cular, sanki koalisyon kurmuş gibi ülkeyi ortak yönetmediler mi?  Bu FETÖ darbeci grubu kendileri seçip kollayıp, ülkenin ve kendilerinin başına bela etmediler mi?  Yani kendi putlarını yarattılar, kendileri putları kırıyorlar. Bunları yıllarca Cumhuriyet ve Sözcü gazeteleri yazmadı mı?  (Şimdi de, ta o zamandan beri bu acı gerçekleri yazdıkları için, şimdi de suçluları yazdıkları için yazarlarını, çizerlerini içeri alıyorlar. Şimdi de darbe önlendi diye ulusal bayram yapılıyor.
Bu Pazar Ankara’da Gördüklerim Üstüne - Cevat Kulaksız

“Kendi putlarını yarattı” derken, yüz yıl önce Tevfik Fikret’in mısralarını hatırladık:
   …………………………………….
“Beşerin böyle delaletleri var
“putunu kendi yapar kendi tapar”.
……………………………. Tevfik Fikret (1867-1915)

Bu Pazar Ankara’da Gördüklerim Üstüne - Cevat Kulaksız
5- Çankaya Belediye binasının karşısındaki kaldırımda 10 yaşlarında olduğunu tahmin ettim bir çocuk ağız mızıkası ile müzik yapmaktan ziyade, ilgi çekmek için üfleyip ses çıkararak dileniyordu. Resim çekmeye çalıştığımı görünce ağız mızıkasını kendine siper etti. O yaşta, yoksulluk içinde yavru utandığından kendini gizlemeğe çalışıyordu.
İşte böylece Başkent Ankara’nın ortasında yoksul insanlarımız-kadınlarımız çöpten ekmek toplarken, yoksul çocuklarımız sokaklarda dilenmekten utanırken, yoksul ülkemizin yöneticileri korkunç bir lüks ve israf içindeler, saraylarda, Mersedesler’de, kâşanelerde saltanat sürmekteler. Bakalım devran ne gösterecek.
Böyle durumlar için bir halk tekerlemesiyle bitirelim:
Hasandağı arpalıktır; eğer saban girer ise...
Her derede bir değirmen; eğer suyu gelir ise...
Her kümesten bir tavuk; eğer köylü verir ise...
Güzel gidiş bu gidiş; eğer sonu gelir ise...
Cevat Kulaksız

Dünya Ülkelerinin Atatürk’e Bakışı - Gündüz Akgül
Sevgili dostlar,
Bu gün güncel olaylar konusunda bir yazı yazmak yerine, Atatürk ile ilgili bir anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Umarım yazacağım yazıdan daha çok, bu anıyı okurken keyif alacak ve büyük öndere olan sevginizden dolayı gözlerinizin yaşarmasına engel olamayacaksınız.

31.07.2017
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

İşte o anı;

Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir.
Öneri, paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki " Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa
Kemal'dir." Öneri nedir? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152
üyesi vardı UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir.
      Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum
gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
“Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle
dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız" sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
"Ben ATATÜRK'Ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk
imzayı ben atıyorum" diyecektir.
İşte o muhteşem belge diyor ki;
"ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"
Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki "bir ülke için kıstas
aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır.
Eşi olmayan devlet adamı metni.
Peki, daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.
(Araştırmacı Yazar-  Prof. İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI)

Muhtarın Ozanlarla Huzurevi Ziyareti
Batıkent’n sevilen muhtarlarından İnönü Mahallesi Muhtarı Sema Deniz, komşulardan bazı ileri gelenlerle birlikte, halk ozanlarını da alarak, 28.07.2017 günü Demetevler’deki Fatma Üçer Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’ne, benim de katıldığım bir grupla gittik.
Yanımızda üç dört tane halk ozanı, ellerimizde çiçeklerle huzurevine vardık. Birçok yerde “resim, kamera ile çekim yapmak yasak” uyarılarını okurken, görevlilerin de resim çekilmemesini ikaz ediyorlardı. Oysa halka hizmet veren, dürüst çalışan kurumlar resimden, saydamlıktan çekinmemelidir.
Muhtarlığın ekibiyle huzurevine sazlarıyla gelen Âşık Berdari, Aşık Sinemi, Aşık Serbade ve öteki ritim saz ekibi, çaldıkları, söyledikleri deyişler, türkülerle huzurevi sakinlerine huzur ve neşe kattılar. Muhtar Sema Deniz ekibinin getirdikleri gülleri orada bulunan hastalara dağıtmaları, huzurevi sakinlerine daha bir duygulu anlar yaşattı.
Muhtarın Ozanlarla Huzurevi Ziyareti
Âşık Sinemi açılışta yaşlıları selamladıktan sonra çeşitli şiirler okudu. “ Sevgili Canlar, İnönü Mahallesi Muhtarı Sayın Sema Deniz’in öncülüğünde bu heyetimizle birlikte sizlere ziyarete geldik. Canlar sizler Anadolu’nun en güzel insanlarısınız, Anadolu arılarının çiçekten bal yaptığı gibi şerbet balısınız, hepiniz olgun yaşa gelmişsiniz, huzurlu bir ortam bulmak için buraya gelmişsiniz, huzur arıyorsunuz, sizin hepinizden Anadolu’nun kokusu geliyor, ne güzel böyle tertemiz bir yerdesiniz. Sizlere bakan, emeği geçen bütün canlara teşekkür ediyorum. İnönü Mahallesi muhtarının istemi ile sizlere moral vermeye geldik.
Âşıklar Anadolu’nun aşkını, sevdasını, coşkusunu, haykırışını, ezilmişliğini dile getirir. Bir âşık şöyle diyor:

Sakın bu gençliği bakidir sanma,
Yıllar ile yarışınca anlarsın,
Ola ki aynaya bakıp aldanma,
Yüz hatların buruşunca anlarsın.

Ömründen gün çalar bu gün ve yarın
Sonunda dönüşür gülün gülzarın
Hilal gözaltında göz kapakların,
Günden güne kırışınca anlarsın.

Ağrılar başverir sızılar dizin,
Diz çöker önüne puslanır gözün
Direnmeye başlar oğlunla kızın,
Eşin bile darılınca anlarsın.

Elinde avucunda yok ise malın
Yok olur dostların sorulmaz halin
Toz toprak içinde saçın sakalın
Birbirine karışınca anlarsın.

Geçmez kara günler gam ile çile
Elinde değil ki edesin hile
Yokuş şöyle dursun düz yolda bile
Adım başı yorulunca anlarsın.

İşte Mahmut Erdal örnektir sana
Baki kalmış var mı bey aga
Bir gün kucak açıp kara toprağa
Sadık dosta sarılınca anlarsın.
Aşık Sinemi Mahmut Erdal’ın bu şiirini okuyunca izleyenlerde müthiş bir alkış koptu.
Daha sonra Ozan Sinemi kendi şiirini okudu:

Aşık Sinemi şu kendi şiirini okuduktan sonra, Aşık Veysel’den, Aşık Mahsuni’den çeşitli türküler çalıp söyledi.
Neler Götürdü
Ben seyir ederken zevki sefayı
Yıllar benden neler neler götürdü
Sırtlayıp giderken bunca cefayı
Beller neler neler götürdü

Ne bahar yaşadım ne de yazını
Hep taşıdım kahrını nazını
Çok dinledim muhannetin sözünü
Diller benden neler neler götürdü

Kimisine köle oldum kul oldum
Bazen acı bazen tatlı dil oldum
Çoğunada yoldaş oldum yol oldum
Kullar benden neler neler götürdü

Hep çırpındım türlü işe bulaştım
Kendim yordum ne menzile ulaştım
Göçüm alıp diyar diyar dolaştım
Yollar benden neler neler götürdü

Ozan Sinemi'yim yağdım yatışdım
Zalim ile cebelleştim atıştım
Kim çağırsa sazım ile yetiştim
Teller benden neler neler götürdü
Ozan Sinemi

Muhtarın Ozanlarla Huzurevi Ziyareti
Önce Âşık Sinemi sonra Âşık Serbade daha sonra Berdari bağlamalarıyla çeşitli türküler, deyişler söylediler. Hele Âşık Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım” türküsü ortama ayrı bir hüzün verdi.
Âşıkların üçü birden, Âşık Mahsuni Şerif’in “ne ağlarsın benim zülfi siyahım” türküsü söylerlerken, bazı yaşlıların gözyaşlarını tutamadıklarını gördük, sazlar ve sözler “bu da gelir bu da geçer ağlama” dedikçe, daha bir hüzünlendiler, biz de hüzünlendik. Böylece onların acı tatlı anılarını tazelemiş olduk.
Hele “ağlayarak gelme benim mezar taşıma”  çalınıp söylenirken, oradakilerin çok hüzünlendiğini gören Muhtar Sema Deniz, “aman arkadaşlar, ortam pek hüzünlendi, biraz hareketli parçalar da olsun”  diye mırıldandı; bu kez âşıklar hareketli parçalar söyledikçe, yaşlılar ve engelliler engelli arabalarında ve oturdukları yerden coşmaya oynamaya başladılar. Mahsuni Şerif’in “domdom kurşunu değdi” türküsü ortamı biraz daha hareketlendirdi. Türküler söylenirken üst kat pencerelerinden, yatalak hastalar ellerini sallıyorlar, başlarını uzatıp bakıyorlardı.
Resim çekmeye başlayınca, güvenlikler başımıza dikilip “dikilip, iç ortamda resim yok, yasak” diyerek uyardılar. Ben de, düzenli, temiz çalışan kurumlar, resimden, medyadan korkmaması gerekir” diye söylendim, lafım müzik ve alkış sesleri arasında tıpkı davulcu osuruğu gibi kayboldu gitti; ben de makinemi elimden bıraktım. Ben de, etkinlikler olurken tüm ayrıntıların fotoğraflarını çekememenin sıkıntısı içindeydim.
Mahsuni Şerif’in şu türküsü devreye girince dinleyenlerin hüzünlendiği görüldü:

Mevlam gör diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı

Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi

Mahzuni Şerif'im dindir acını
Bazı acılardan al ilacını
Pir Sultanlar gibi darağacını
Bilmem boylasam mı boylamasam mı.
Sonra sazlar ve sözlerle başka bir oyun havası devreye girince ortam daha bir neşelendi.
Daha sonra huzurevi sakinlerinden 75 yaşındaki Erzincan’lı İsmet Süzen yazdığı, oğluna sitem dolu şiirini okudu, kendisi “yazdığım 60-70 kadar şiirim var, bunu nasıl bastırabilir” diye söylendi. Ben de kendi kendime, Anadolu insanının dertli yüreği, yaşamı nice acılar-hüzünler, nice destanlar dolu, diye düşündüm. Erzincan’lı yaşlı İsmet Süzen’in, oğluna seslenişinde, terk edilmiş halini, ziyarete edilmeyişini, özlemini, sitemini hüzünlü bir şekilde anlatıyordu.
OĞUL
“-Oğul oğul büyüttüm beslettim, gül gibi
Uzaktan bakarsın bana el gibi,
Sarardım rengim sarı ben gibi
Bu hasta halimi sormadın oğul.
Gelmedin oğul, gelmedin

Uyan uykulardan bak şu atana
Yükünü yüklemiş de satan satana
Bakmaz mısın bu topraklarda yatana
Şu hasta halimi sormadın oğul,
Gelmedin oğul gelmedin.

Köşeye sermişim de küçük bir yatak
Yürümeye yoktur dizimde takat,
Ağrılar sızılar girdi, belim de sakat
Bu hasta halimi sormadın oğul
Gelmedin oğul gelmedin.

Orda bir dua etmişim demişim ki
Allah size uzun ömürler versin
Yuvanız mutlu günlere ersin
Bahçenizde gonca gülünüz bitsin,
Bu hasta halimi sormadın oğul
Gelmedin oğul gelmedin.

Süzen’im yüreğim acı ile dolu
Karakış geldi de kapattı yolu
Yollara bakarım da gözlerim dolu,
Bir gün öldüğümü duyarsın
Bu hasta halimi sormadın oğul
Gelmedin oğul gelmedin.
Muhtarın Ozanlarla Huzurevi Ziyareti

Duygu dolu anılarla huzurevinden ayrılırken, oturdukları yerden, engelli arabalarından arkamızdan el sallıyorlar, “gen gelin, ne olur gene gelin” diye çağırıyorlardı.
Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Müftülere Medeni Nikah Kıyma Yetkisi - Güner Yiğitbaşı
Anayasa Mahkemesi tarafından AKP'nin laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiğine  hükmedilerek, bu durum Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edildiğinde, çoğu kişi buna inanamadı ve bu kadarı da olmaz,ülkemizi Avrupa Birliğine taşımak için uğraşan,görünürde demokrasiden yana tavır alan  iktidar partisi AKP, nasıl olur da laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline gelmekle suçlanabilir diyerek kızdılar ve isyan ettiler belki de.

Ama daha sonra gelişen icraat ve uygulamalarına,yasal bir cemaat ve hizmet hareketi olduğu kabul gören,ancak ordu içinde mevzilenen asker kanadının 15.Temmuz.2016 da darbe girişiminde bulunması ile maskesi düşerek gerçek yüzü görünen Gülen Cemaati ile aynı menzile koştuklarını itiraf eden AKP iktidarının; özellikle Merve KAVAKÇI gibi, aynı zamanda Amerikan vatandaşı olan,Türk vatandaşlığından atıldıktan sonra, kısa süre önce yeniden Türk vatandaşlığına kabul edilen, laiklik karşıtı bir şahsı, meslekten gelmediği halde, bulunmaz Hint Kumaşıymış gibi,dışarıdan dışişleri meslek memurluğuna kabul ederek, Malezya Büyükelçiliğine ataması,çok lazımmış gibi Müftülere ve imamlara dini nikah yanında medeni nikah kıyma yetkisi tanıyan kanun tasarısını Meclise sunması,AKP'nin, Anayasa Mahkemesinin kesin kararıyla tescil edilen laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu saptamasını haklı kılan gelişmeler olarak dikkat çekmektedir.

Müftülere ve imamlara medeni nikah kıyma yetkisi tanınması da nereden çıkmıştır,bu hangi akla hizmettir, medeni nikah kıymakla görevli ve yetkili Belediye Başkanlıkları ve onun adına nikah kıyan belediye evlendirme memurlarının köküne kıran mı girmiştir, halkımızın böyle bir uygulamaya ihtiyacı mı vardır,halkımızdan böyle bir istek ve talep mi gelmiştir,halkımız nikah memuru bulamadıkları için evlenemeyip evde mi kalmıştır? Tabii ki hayır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; milletin  sorunlarını çözmek  ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla vardır ve milletin sorunlarını çözmek ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, millet adına yasalar çıkarır, iş başındaki siyasal iktidarın siyasi ve ideolojik amaçlarını gerçekleştirmek ve tatmin etmek için yasa çıkarılmaz.

Yasalar ihtiyaçlardan doğar,ülkemiz insanının;müftü ve imamlar tarafından da medeni nikah kıyılması gibi bir ihtiyaçları asla yoktur. Siyasal iktidar;tahsillerini tamamlamalarına rağmen, iş bularak evlenip,aile geçindirme imkanını bulamayan insanlarımıza ve  gençlerimize, yeterince var olan evlendirme memurlarının yanında,bunlara ilaveten nikahlarını kıyacak müftü ve imam bulma gayreti içine gireceğine,evlenmek isteyip de, nikah memuru bulamadığı için değil, iş bulamadığı için evlenemeyen ve evde kalan gençlerimize, iş ve aş temin etmenin gayreti içine girmelidir.

Laik bir ülkede müftülerin ve imamların görevleri bellidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Ve Görevleri Hakkındaki Kanuna göre, Diyanet İşleri Başkanlığının taşra teşkilatını oluşturan il ve ilçe müftüleri,il ve ilçelerde Diyanet İşleri Başkanını temsil ederler ve kanuna göre; il ve ilçe müftülerinin görevleri; Diyanet İşleri Başkanını temsilen,İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek olup, medeni nikah kıyma gibi bir yetki,görev ve işlevleri yoktur.Çıkarılacak olan başka bir yasa ile müftülere medeni nikah kıyma yetkisinin verilmesi,Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Ve Görevleri Hakkındaki Kanuna ve anayasanın laiklik ilkesine açıkça aykırıdır.

Böyle bir yetkinin tanınması,evli ve evlenecek olan insanlarımızı, gereksiz bir şekilde,nikahını müftüye kıydıran ve belediye evlendirme memuruna kıydıran gibi bir ayrımcılığa sürükleyecek,beraberinde bazı tartışmalara sebebiyet verebilecektir.

Oldu olacak,müftü ve imamlarımıza; medeni nikah kıyma yetkisinin tanınması yanında, ülkemizde, Fetö operasyonlarından dolayı meslekten atılan dört bin civarındaki hakim nedeniyle yargıda oluşan hakim açığı göz önüne alınarak, kadılık yapma yetkisinin de tanınarak, bu şekilde,yargıda oluşan açık ve  boşluğun doldurulması düşünülmelidir!

Bize göre, bu tasarı ile güdülen asıl amaç çok açıktır, başta laiklik ilkesi olmak üzere,Atatürk ilke ve devrimlerine karşı çıkmak,dini ve din adamlarını devletin işleyişinde ön plana çıkarmak, din adamlarına, asıl görevleri olan din hizmetleri dışında, devlet idaresinde ve sosyal yaşamın her alanında roller üstlendirerek, din kurallarını yavaş yavaş,herkesin uymakla zorunlu olacakları, devletin sosyal,ekonomik ve hukuki temel esasları haline getirmektir.

Bu nedenle,Meclis İç Tüzüğünde de zamanlaması manidar bir şekilde değişiklik yaparak, muhalefetin sesini kısmak suretiyle, arzuladıkları laiklik karşıtı yasaları kolaylıkla ve en seri bir şekilde çıkarmak isteyen AKP iktidarının bu akıl almaz çabalarına, en başta ana muhalefet partisi olmak üzere,demokratik kuruluşlar ve sade her Türk Vatandaşı karşı çıkmalıdır.

30/07/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Prof. Yılmaz Erşen’e neden saldırıldı? - Tünay Süer
Cumhuriyet Gazetesinin 4 tutsak gazetecisinin dışında yedi isim 9 ay sonra mahkemenin oy birliği ile yurt dışına çıkış yasağı koyularak adli kontrol şartıyla tahliye edildiler.
Yedi basın mensubunun tahliye edilmeleri ne kadar sevindirici ise diğerlerinin bırakılmamaları da o kadar üzücü.
Bu insanlar ne yapmışlardı ki 9 ay tutuklu kaldılar?
Açıkçası anlayamadım.
Günümüzde hukuk öyle çarpık işliyor ki…
İnsanlar delil olmadan tutuklanıyorlar sonra yargılanmak için aylarca, bazen yıllarca hücrelerde bekletiliyorlar.
(Ergenekon, Balyoz davalarında olduğu gibi…)
Bu nasıl adalettir onu da anlayamıyorum.
Kılıçdaroğlu’nun Adalet için 429 kilometre yolu yürümesinin ne kadar gerekli olduğu daha çok anlaşılıyor.
Allah belasını versin FETÖ’ nün de, FETÖ cülerin de.
Memleketin içine ettiler.
Önüne gelen FETÖ cü diye tutuklanıyor.
Ne FETÖ’ ymüş be…
Anlayamadığım diğer nokta da FETÖ denilen adamı yılarca övenler, ona toz kondurmayanlar hatta birlikte iş yapanlar eleri kolları serbest ortalıkta fink atıyorlar.
Öte yanda evine parke döşetmiş, parkecinin örgütle ilgisi varmış diyerek ev sahibi tutuklanıyor.
Gariban bir vatandaş üç beş kuruşunu çetenin bankasına yatırmış diye “vay sen fetöcüsün diye tutuklanıyor “  ama Bank Asya mıdır nedir onun kurucularına dokunulmuyor.
Neden?
Geçmişte Fethullah Gülen yapılanmasına öven ve Ergenekon, Balyoz gibi tertiplere destek veren Nagehan Alçı, Fethullah Gülen yapılanmasının Kemalistlerin eseri’ olduğunu iddia etmişti.
17+25 Aralıktan zamanın başbakanı tarafından kumpas olduğu söylenince biraz yüzleri kızardı mı, utandılar mı acaba?
Sahi,bu Nagehan hanım ile muhterem eşi  2016 da  Bank Asya’dan yüklü bir kredi çekmişler ve  sanırım bir yalı almışlardı.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan bir yazısında onlara 3.7 milyon alıp almadıklarını sormuştu
Nagehan şöyle yanıtlamıştı.
“Kredi almak ayıp değildir, suç hiç değildir. Aksine! Çalışarak para kazanan insanlar bir şeylere sahip olmak için kredi alır.
 Kredi hibe değildir. Bankalar koşulları iyi olup kredi almak isteyenlere ‘gel gel’ yaparlar, zira kendileri bu işten para kazanır.
 Kredi alırken bankanın şartlarına bakılır, sahibine değil.”
Bir kez daha vay vay vay!
Oysa 17-25 aralık operasyonundan sonra bank Asya dan iş yapan her kimse sorgulandı veya tutuklandı ama  bu karı kocaya dokunulmadı.
Üstelik gıcık olduğum eşi,  kaçak Zekeriya Öz için zamanında “heykeli dikilecek adam” demişken.
Yani bildiğim kadarıyla bu karı koca iktidar yanlısı zatlardır.
O banka yüzünden binlerce kişi tutuklandı.
Fetö ile ilgisi olmayan binlerce kişi belki faizi yüksektir diyerek para yatırmış veya zaruriyetten kredi çekmiş olabilirler.
Hatta yine okulları bedava diyerek çocuklarını göndermiş olabilirler.
Şimdi tüm bu insanlar gözlerinin yaşlarına bakılmadan hapislere tıkılmışlar.
3.7milyon dolar…
Vallahi hesabım zayıftır hesaplayamam ben ama bir yalı alacak kadar büyük bir para demek ki.
Bankalar bu kadar parayı her işi gücü olan insana tak diye verebiliyorlar mı acaba?
Hiç sanmam…
İnsanın arkası güçlü (!) olacak ta, ancak o zaman sanırım.
İşte bu sebepten Adalet-Hak- Hukuk aranıyor.
Bunlar olmazsa bir ülkenin mutlu olmasına imkan olabilir mi?
Bu sırada Milliyet'te yer alan habere göre, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Suriye'nin Deyrizor kentine düzenlediği hava saldırısında 10 kişinin öldüğü, çok sayıda kişinin de yaralandığını öğrendik.
Ne diyeyim kana doymayan vampir Amerika’nın da Fethullah denen caninin de Allah belalarını versin.
Dünyanın çivisini çıkarttılar ya.
Hay Allahım hay!
Tam yazıyı bitireceğim şimdi Halk TV de Eskişehir Belediye Başkanı değerli insan Profesör Yılmaz Büyükerşen’e silahlı saldırı yapıldığı söylendi.
Allahtan, saldırı atlatılmış.
(Kendisine geçmiş olsun diyorum.)
Böyle bir insandan ne istediler veya ne isterler?
Türkiye nereye gidiyor?
Neler oluyor?
Allah sonumuzu hayır eylesin.
Tünay Süer
29 Temmuz 2017

Tüketici Hakları Derneği Anıtkabir İçin Belediyeye Toplu İtiraz Dilekçesi Verdi
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin Anıtkabir konusundaki kararı ile uygulamaya başladığı “Anıtkabir arazisini rant imarına açma” girişlimi nedeni ile Tüketici Hakları Merkezi ve üyeleri Belediye İmar ve Şehircilik Dairesine topluca itiraz dilekçesi verdiler.
Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turan çakar, YARSAV kurucu üyesi eski yargıç, Avukat Ömer Faruk Eminağaoğlu ve bazı kuruluş ve dernek başkanları ile 60 kadar üye topluca itiraz dilekçelerini Belediye İmar dairesine sundular.
Aşağıda örneğini eklediğimiz üç sayfalık itiraz dilekçesinde başvurucular, Ankara B.Şehir Belediye Meclisinin 11.05.2016 tarih ve 900 sayılı meclis kararı ile onaylanan ve 07,07.2017 tarihinde askıya çıkan Çankaya İlçesi Anıtkabir Koruma amaçlı imar değişikliğine itiraz şeklinde belirtiliyordu:
Tüketici Hakları Derneği Anıtkabir İçin Belediyeye Toplu İtiraz Dilekçesi Verdi

 “Anıtkabir’e dokundurmayız” diyen,  Büyükşehir Belediyesi önünde dilekçe vermek için bekleşen üyeler yanında, Demokratik Kitle Örgütleri Genel Sekreter Yardımcısı Mahmut Aslan şunları söyledi:
“- Önceleri Anıtkabir’e dokunulmayacak” deniyordu, fakat Mimarlar Odasının açıkladığı rapora göre, Anıtkabir’de çok ciddi bir alanın imara açıldığı görülüyor. Anıtkabir biliyorsunuz Ulusumuzun kurucusunun kabri buraya dokunulmasını istemiyoruz, çünkü buraya dokunmak demek Cumhuriyete dokunmak demektir, mutlak bizim özgür yaşamımıza dokunmak demektir. Cumhuriyetle hesaplaşmasına, Atatürk’le hesaplaşılmasına biz hepimiz karşıyız. Bugün burada toplananların olmasına bakmayın Türkiye’de daha çok insana bilgilendirme yapabilirsek daha çok insan bu duruma tepki verecektir. Çünkü son açıklamaya kadar kafa karışıklığı oluştu, iki oda arasındaki açıklamalar, belediye meclisinin açıklamaları kafa karışıklığına sebep olmuştu.
Ama geçen hafta açıklanan 2013 planı Anıtkabir’in 100.000m2 lik ( yüz bin metre karelik) bir alanının imara açıldığının göstergesiydi. Anıtpark bölgesi imara açılıyor, Anıtkabir’in altı otopark haline getiriliyor. Bu otopark 60 bin araçlık otopark olacak yani Anıtkabir’in hiçbir resmiyeti kalmayacak. Çünkü biliyorsunuz çok belgeler burada var herkes okuyabilir, mimarlar odası çeşitli açıklamalarını yaptı. Anıtkabir’in Aslanlı Yolda yürürken önünüze eğdiniz bir mekânı otopark haline getiriyorlar ve burayı anıttan ibaret bir yer haline getirecekler. Dünyanın her yerinde ulusun kurucularının bulunduğu kabirler-anıtkabirler çevresi görünür bir şekilde, hatta birçoğu kapıya kapalı çevresi.
Anıtkabir’in çevresindeki yapılaşma, bildiğimiz kadar beş katlıydı, sonrasında birkaç kaçak binayla başladı bu iş devam ediyor. Muhafız alayı ön plana atıldı, muhafız alayı da kaçaktır, eğer bir şey varsa kaçak yapı varsa o da yıkılmalı, onun kanunlaştırılması değil, kaçağın ortadan kaldırılması gerekiyor. Biz bu gün itiraz dilekçelerimizi veriyoruz. Başbakanlık üstünden de tepkilerimizi gösteriyoruz. Siz duyarlılık gösterdiniz geldiniz, ama daha çoğuz, kamuoyunu daha çok bilgilendirmek zorundayız, bunu yaptığımız zaman o Anıtkabir’i milyonlar alacaktır, buna tepki göstermek için. Hep beraber elbirliği ile bunu yapacağız”.
Belediye İmar ve Şehircilik Dairesine verilen dilekçe örneği:
ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
İMAR VE ŞEHİRCİLİK DAİRE BAŞKANLIĞI’NA
ANKARA
İTİRAZ EDEN:……………..(TC Kimlik No:…)
Adres:
İTİRAZ KONUSU: Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisince 11.05.2016 tarih ve 900 sayılı meclis kararı ile onaylanan ve 07.07.2017 tarihinde askıya çıkan Çankaya İlçesi Anıtkabir Koruma Amaçlı imar plan değişikliği
AÇIKLAMALAR:
Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisince 11.05.2016 tarih ve 900 sayılı meclis kararı ile Anıtkabir Koruma Amaçlı imar plan değişikliği kabul edilmiştir. Anılan belediye meclis kararı ile onaylanan imar plan değişikliğinden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmam nedeniyle bizzat etkilenmekteyim.
1. 2012 yılı onaylı 1/1000 ölçekli Anıtkabir Tarihi Sit Alanı koruma Amaçlı Uygulama İmar Planında; "C" ile gösterilen, şahıs mülkiyetinde ve hali hazırda üzerinde 5 katlı konutların bulunduğu Anıtkabir Komutanlığı sınırları dışında kalan parseller için "Planda kamulaştırılacak alan olarak gösterilen taşınmazları kapsadığı; bu parselin kamulaştırma işlemleri tamamlandığında B Parseli ile tevhit edilecektir " plan notunun bulunduğu, itiraz konusu 11.05.2016 tarih ve 900 karar nolu Ankara Büyükşehir Belediyesi Belediye Meclisi kararı ile onaylanan plan değişikliğinde "C parseli plânda kamulaştırılacak alan olarak gösterilen taşınmazları kapsamaktadır. Bu parselin kamulaştırma işlemleri tamamlandığında B parseli ile tevhid edilecektir." kısmının plan hükümlerinden çıkarıldığı, Koruma Amaçlı İmar Planında "C"  ile gösterilen, üzerinde 5 katlı konutların bulunduğu Anıtkabir Komutanlığı sınırları dışında kalan parseller "Konut Alanı" olarak gösterildiği tespit edilmiştir. 
İtiraza konu koruma amaçlı imar plan değişikliği kararından önceki planlarda özel mülkiyete ait alanların kamulaştırılarak  Anıtkabir alanı ile birleştirilmesi hükmü bulunmakta iken, itiraza konu plan değişikliği ile bu hüküm ortadan kaldırılmış ve kamulaştırma işlemi gerçekleştirilerek Anıtkabir alanına dahil edilmesi gereken bu alan koruma alanından çıkarılmıştır. Anıtkabir koruma alanının daraltılmasının hiçbir bilimsel teknik, nesnel gerekçesi bulunmamaktadır.
2. İtiraza konu meclis kararında, “Milli Savunma Bakanlığınca hazırlanarak mülga Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca 07 Ekim 2008 ve 6062 sayılı Bakanlık oluruna istinaden 23 Ekim 2008 tarihinde resen onaylanan ve kesinleşen 1/5000 ölçekli nazım, 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında "Askeri Alan" kullanım kararı getirilen ancak yürürlükteki planda "Park" alanı olarak işaretlenen Kara Kuvvetleri Komutanlığı kullanımındaki, Milli Savunma Bakanlığına tahsisli alanın ise yeniden "Askeri Alan"a, ayrılması amacıyla 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli uygulama Anıtkabir Tarihi Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planlarının mevcut kullanım ve ihtiyaca yönelik olarak yeniden düzenlenmesi talep edildiği, bu doğrultuda….Koruma Amaçlı  İmar  Planının  güneyinde  yer  alan  "Park"  alanı  olarak  işaretlenen  Kara  Kuvvetleri Komutanlığı kullanımındaki, Millî Savunma Bakanlığına tahsisli alan "Askeri Alan" olarak değiştirildiği, ……Büyüklüğü yaklaşık 37.960 m² olan B parselinde ise Anıtkabir Muhafız Bölüğü 'nün ihtiyaç duyduğu kullanımların yapılmasını sağlamak amacıyla yeni yapılaşmaya olanak tanınmıştır. Mevcut durum imar durumudur. Bu alan için 0.3 emsal değeri ve çevredeki binalarla uyumlu yapılaşma sağlanması için 12.50 m maksimum yükseklik değeri verilmiştir” ifadeleri yer almaktadır.
3. İtiraza konu plan değişikliği ile Anıtkabir Muhafız Bölüğü’nün bulunduğu  37.960 metrekarelik alanda emsal 0.3  hmaks  12.50  yüksekliğinde yaklaşık 12 bin metrekarelik yapılaşma öngörülmüştür. Yine plan değişikliği öncesi park alanı olarak gösterilen alan askeri alan olarak  belirlenmek suretiyle alan yapılaşmayla karşı karşıya bırakılmıştır. Anıtkabir alanı kışla değildir, itiraza konu plan kararı ile getirilen yapılaşma kararından vazgeçilmelidir.
4. İtiraza konu plan değişikliği kararı ile Anıtkabir Koruma Alan Sınırı içerinde kalan ve tarihi sit alan sınırına yaklaşık 30 metre uzaklığında olan spor tesisi alanına ilişkin olarak 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliği 9nolu plan notunda “spor tesisi olarak gösterilen kısımda yer altı düzenlemesi yapılabilir” hükmü yer almaktadır. Yer altı otoparkı gibi inşaat etkileşim alan sınırı son derece yüksek bir yapılaşma izni verilmemelidir. Yola yükleyeceği trafik yükü anıtkabir tarihi sit alanı için yoğunluk artışı getirecektir.
5. İtiraza konu meclis kararında "Koruma amaçlı imar planında "C ile gösterilen, üzerinde 5 katlı konutların bulunduğu", "Koruma Amaçlı  İmar Planında "C"  ile gösterilen,  üzerinde  5   katlı  konutların bulunduğu Anıtkabir Komutanlığı sınırları dışında kalan parseller "Konut Alanı" olarak” ifadelerine yer verilmiş ancak 07.07.2017 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından askıya çıkartılan 1/1000 ölçekli planda konutlar 4 katlı gösterilmiştir. Ayrıca koruma amaçlı imar planı sınırı plan lejantında gösterilmemiştir. Planlama çizim ve tekniklerine aykırı plan değişikliği kararları geri alınmalıdır. Anıtkabir alanı, ülkenin kalbidir. Alan sadece anıt bloktan oluşmamaktadır, Anıtkabir alanı bir bütündür, alana ilişkin bütün müdahalelerin şeffaflıkla kamuoyuna açıklanması, anlatılması zorunludur.
6. İtiraza konu plan değişikliği plan kararları 2.maddede kapsam başlığı altında “ Bu plan hükümleri Anıtkabir tarihi Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı, Plan Açıklama Raporu, Plan Notları; Müdahale Biçim Paftası, Ankara K.V.T.V.K Bölge Kurulu kararı ile onaylanan envanter paftaları ve tescil listesi ayrılmaz bütündür” denilmektedir. Askıda bulunan ve itiraza konu olan planın 5.maddesinde Mimari ve Kentsel Tasarım projesi başlığında kısmi kararlar yer almaktadır. Anıtkabir için hazırlanmış olan Müdahale Paftası olarak tanımlanan çalışmanın ivedilikle tartışmaya açılması gerekmektedir. 2010-2012 yılı plan kararları içerisinde yer alan Müdahale Paftalarının tanımlanmasında 6.6. madde ile tariflenmekte olan, “Müdahale Biçimleri Paftasında 3B ile gösterilen "öneri yeni yapılacak yapılar” şematik olarak gösterilmiştir. Bu yapıların yer seçimi, taban alanları, yapı inşaat alanları ve saçak yükseklikleri bu plândan sonra yapılacak mimari ve kentsel tasarım Projesinde belirlenecektir."   maddesi yeniden ele alınarak yapılaşma ve yoğunluk ile ilgili halkın bilgisi olmadan yapılmış ve adına Müdahale Paftası olarak tanımlanmış çalışmalara itiraz etmekteyiz Her ne kadar daha önceki yıllarda yapılmış ve onaylanmış olsa da plandan sonra yapılacak olan Mimari ve Kentsel Tasarım Projeleri ile tarihi sit alanda “yapılacak yapıların yer seçimi, taban alanları, yapı inşaat alanları ve saçak yükseklikleri bu plândan sonra yapılacak projeler ile belirlenecektir” ifadesi tehlikeli ve endişe vericidir. Anıtkabir tarihi sit alanıdır ve alanda yapılacak her türlü proje sadece restitüsyon ve restorasyon niteliğinde olmalıdır.
Anıtkabir alanı için mimari ve kentsel tasarım tanımlı bir projelendirme hiyerarşisi tehdit unsuru olarak görülmeli ve ivedilikle bu kavramsal yaklaşım terk edilmelidir. Plan kararlarında yer almayacak ancak Müdahale Paftası ile karar üretilmesi plan yapma tekniğine aykırıdır.  Anıtkabir Tarihi Sit Alanında Mimari ve Kentsel Tasarım Projesi tanımı kaldırılarak Peyzaj Restitüsyon ve Restorasyon Projesi yaptırılacaktır kararı alınması Müdahale Biçimleri Paftasında 3B ile gösterilen "öneri yeni yapılacak yapılar şematik olarak gösterilmiştir” ifadesinin kaldırılarak yeni bir yapı önerisinin hiçbir şart ve koşulda kabul edilmemesini talep etmekteyiz.  
NETİCE VE TALEP: Yukarıdaki açıklamalarım çerçevesinde koruma amacına hizmet etmeyen, kamu yararına aykırı olan Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisince 11.05.2016 tarih ve 900 sayılı meclis kararı ile onaylanan ve 07.07.2017 tarihinde askıya çıkan Çankaya İlçesi Anıtkabir Koruma Amaçlı imar plan değişikliğine itiraz ettiğimi bildirir itirazımın kabulü ile plan değişikliği kararından vazgeçilmesini ve itiraz sonucunun tarafıma bildirilmesini talep ederim.
Saygılarımla

Cevat Kulaksız

Evlerde Ani Voltaj Yükselmesi Zarara Neden Oldu
Evvelki gün 23 Temmuz günü bizim oturduğumuz Batıkent-Kimyacılar Sitesi 1710. Cadde kıyısında 30 numaradan başlayıp 50 numaraya kadar evlerimizde aniden hiç rastlamadığımız öylesine bir elektrik voltaj yükselmesi olayı oldu ki, bütün evlerde elektrikli araçlar bozuldu. Kimi evlerde buzdolabı, TV vb elektrikli araçları duman çıkararak, kimi güm diyerek patladı, devre dışı kaldı. Bu olay da, trafoların  elektrik dağıtım şirketlerince yeterince kontrol edilmediklerini göstermekte.
En çok da benim evde hasar oluştu; kombi, buzdolabı, aspiratör, internet modemi, TV tıvubu modemi bozuldu. Durumu hemen Başkent elektrik dağıtıma bildirdik, gelen ekipler saatlerce bu voltaj yükseltmesini aradılar, zorlukla buldular.
Kimi ekip geldi, “arıza evlerin birinde, bizden kaynaklı değil, herkes elektrikçi getirecek, kendi arızasını kendi arayacak”  dedi. Meğer, trafodaki o hatta gelen nötr hattı ısı ile gevşemiş arıza trafodaymış.  Görevliler arızaya neden olan olayı evlerimizde aradılar.
Ev ev çalışırken, “evinizdeki hasarlı aletleri 186 ya yazdırın, kurumun hatasından olan bu zararı kurum öder, hatta buzdolabında bozulan gıda maddeleri bile ödenebilir” dediler.
Bizler komşularla elektronik eşyaları tamire ettirmeye ve fatura temin etmeye başladık. Kombiyi servis çağırıp 350 liraya tamir ettirdim, faturayı sakladık. Öteki elektronik modem vb aletlerde tamir edilen var edilmeyen vardı. Bu ödeme sözü üzerine herkes tamir ve fatura derdine düştü.

BUZDOLABIMIZ YAPILAMIYORMUŞ
Şu sıcak geçen yaz günlerinde, bizim buzdolabımız da bozuldu. Hanım, buzdolabındaki et, süt, peynir gibi bozulacak gıda maddelerini öteki komşuların buzdolaplarına taşıdı. Ben de:
“-Aman hanım servis gelmeden, fırsat bu fırsat, buzdolabının içini tertemiz yıka da temiz” olsun, diye tembih ettim. O zavallım da, sirkeli suyla buzdolabının köşesini bucağını her tarafını silip pırıl pırıl parlattı. İki gündür buzdolabı bozuk, çaresiz buzdolabı servisini beklemeye başladık. Servis yetkilisi geldi, dolaba gelen elektrik hattında arıza ararken, dolap elektronik-dijitaldi, ana kart beynin parçalanarak devre dışı kaldığını tespit etti. Oraya buraya dolabın merkez servis şubelerine “ana kart parçası var mı” diye araştırdı. Dolabımız 10 yıldan fazla önce alınmıştı, ama biz memnunduk. On yıldan fazla olan dolap ve öteki beyaz eşyaya firma destek sağlayamıyormuş.
Dolaba gelen servis yetkilisi, demez mi ki, “bunun ilgili parçası artık imal edilmiyor, buzdolabını yenilemeniz gerekir” dedi. Biz şaşırmaya endişelenmeye başladık, çünkü üst üste tamir masrafları artıyordu.
Servis elemanı şu marka, şu model buzdolabının bu parçaları bulunamadığından tamiri mümkün değil, yenilenmesi gerekir” gibi sözcükleri içeren tutanak tuttu.
Eşimin, yıllarca hevesle sebze, meyve, et, süt vb gibi gıda maddelerin korunduğu ve hele “dolabımız tamir edilecek” diye umduğumuz olay sonunda “dolabın tamir edilemeyeceği” gerçeğini öğrenince çok üzüldü, siyim siyim gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Saatlerce dolabı silip temizledim emeğime mi yanayım, dolabın tamir edilemeyeceğine mi yanayım, dolapsız kaldığıma mı yanayım” diye sızlanıyordu. Dolap pırıl pırıl oldu ama çalışmayacak…Komşular sıcaktan duramadığımız şu günlerde pet şişelerle soğuk su getiriyorlar,  bizim evde dolabın üzüntüsü devam ediyordu.

KOMŞU BİZİM BOZULAN DOLABI HEMEN TAMİR EDİP KULLANMAYA BAŞLADI
Bozulan buzdolabımızın tamir edilemeyeceğini servis belge vererek açıkladıktan sonra, biz yeni bir buzdolabı almaya karar verdik. Hemen bir satıcıya giderek eskisinin markasından bir dolap satın aldık. Bozulanı da küçük bir para karşılığında almıyorlarmış.  Satıcı, “atmak istiyorsanız, yeni dolabı getiren elemanlara verin götürsünler” dediler. Bozulan, tamiri mümkün olmayan dolabı ne yapacaktık, verecektik isteyene veya dolap getiren servis elemanına verebilirdik.
Şimdilerde uzak bir mahalleye taşınan ve evimizin hemen karşısında oturan, “Sefa Usta” dediğimiz seyyar beyaz eşya tamircisi olarak çalışan komşumuz Sefa Usta defalarca ufak tefek tamirlerimize geldiği için “Sefa Usta’ya” eski dolabı verdik, götürdü. O gün firmanın dağıtıcıları satın aldığımız dolabı getirdiler mutfağa koydular. O gün baktık bizim emektar bozulan 15 yıldır kullandığımız dijital buzdolabımızı komşu Sefa Usta her nasılsa tamir etmiş, bahçede dolap tıkır tıkır çalışıyordu. “Eyvah, yeni dolabı almadan Sefa Usta’yı çağırsaydık” diye hayıflandık, durduk.
Belki de, o firmanın servis elemanı, “dolap bozuk tamiri mümkün değildir” demekteki maksatları, bize yeni buzdolabı satmak istemelerinden dolayı öyle demiş olabilir, diye düşündük. Eğer bu tahminimiz doğru ise, “servis tarafından ketenpereye getirilmiş olduk”, diye düşündük. Çünkü tamir edilemeyen dolap hemen tamir edilmişti…
Eşim, yepyeni dolap aldığımız halde çok beğendiği eski dolabının hemen tamir edildiğini tıkır tıkır çalıştığını görünce daha bir hüzünlendi. Komşunun bahçesinde çalışan bizim eski dolaba bakmaya giden eşim bu kez başka bir hüzünlendi.  

“DOLABINIZI YENİDEN ALSANIZ DA ESKİ DOLABIN İKİNCİ EL FİYATINDAN ÖDERİZ”
Evlerde Ani Voltaj Yükselmesi Zarara Neden Oldu
Servisin “tamir edilemez” tutanağını yanıma alıp, doğruca Maltepe’de Tok Sokakta bulunan bu tür hasar işlerine bakan Başkent Dağıtım’ın birimine gittim. İnşallah dolabın yeni alınacak olanın ücretini tam öderler” ümidiyle, elimdeki “tamir edilemez” tutanağını ilgili görevliye gösterdim. Adam aynen, “bu durumda yeni alacağınız dolabın parasının tamamını ödeyemeyiz, ancak o modeldeki dolabın günümüzdeki ikinci el fiyatını öderiz” deyince bu kez ben şaşırmaya ve üzülmeye başladım. Yani 10-15 yıl önce alınan buzdolabı, ikinci el piyasasında, 2000 liraya günümüzde alınacak dolap, ikinci elde en fazla 400-500 lira dolaylarında ise ancak bu parayı ödeyecekler. Nitekim ben yeni bir buzdolabını 1600 liraya aldım, bana ancak bunun dörtte birini ödeyecek. İlgili memura itiraz ettim:
“-Bu haksızlık değil mi? Siz trafonuzu zamanında kontrol etmiyorsunuz, sizin yaptığınız hata yüzünden biz mağdur oluyoruz, hiç olmazsa tamamını ödeyin”. İlgili memur da şöyle dedi:
“-Siz bu buzdolabını 10 yıl filan kullandınız, ikinci el konumuna düşmüş, günümüzde ikinci el neyse onu öderiz”. İlgili memura şunları söyledim:
-Gerçekten borç ve taksitlerimiz varken, idarenin ihmali yüzünden, hiç beklemediğimiz anda aniden oluşan bu harcama vatandaşı, bizleri mağdur etmiştir. Bunları söyleyip, ayrıldım.
Nihayet dolabın bozulduğunun 4. günü 27.7.2017 günü 1500 liraya aldığımız dolap geldi. Bakalım elektrik zararından sorumlu olan firma Başkent Elektrik Dağıtım) kaç lirasını ödeyecek.
Elektrik voltaj zararını gören bazıları da, “evlerin elektrik girişine voltaj regülâtörü (düzenleyici) taktırmalı” dediler.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Bahçeli aynı sözleri söyleyebilecek mi? - Tünay Süer
CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş
Meclis Başkanı İsmail Kahraman'ın Alman Mercedes Benz Maybach S 600 marka araç aldırdığını,
aracı meclisin garajına çektirdiğini ve kullanmak için Meclisin kapanmasını beklediğini iddia etmiş.
Arabanın içinde bir ambulansta gereken her şey varmış.
Vay, vay, vay!
Şu hale bakın.
Halkın parası nasıl çarçur ediliyor.
Devlet Bahçeli 2011 yılında Konya’da yaptığı bir mitingde halka şunları söylemişti.
 “2002 seçimlerinde hiçbir siyasi partiye nasip olmayan bir sayısal çoğunlukla 330 milletvekili ile AKP tek başına iktidar olmuştur. Bu AKP’nin milletvekilli sayısı ile mecliste alamayacağı karar, çıkaramayacağı anayasa olamaz. Ama aradan 9 yıl geçmiş olmasına rağmen, 2002–2011 arasında evinizde aşınız kaynıyor mu, evlatlarınıza iş bulabildiniz mi, gelir seviyeniz arttı mı, hayat standardınız yükseldi mi, iş yerinizi büyütebildiniz mi, Türkiye’nin huzur ve mutluluğu ve güven ortamında yaşama umudunuzu koruyabildiniz mi?
Hayır. Öyleyse Sayın Başbakan hangi yüzle halen durmak yok yola devam diyebiliyor. Sayın Başbakan yeter artık, dur ve çık dışarı demek lazım şimdi.”
Bahçeli o mitingde
“AKP döneminde zenginler zümresinin oluştuğunu belirterek, Türkiye’de yeni bir lale ve sülale devri yaşanıyor “demişti.
2011 den bu yana 6 yıl daha geçti.
Ne değişti?
Bahçeli şimdi yine aynı sözleri söyleyebilecek mi acaba?
Bir milyon üçyüzbin Euro olan arabaya yapılan masraflarla 5 milyon Euroya patlamış lüks araba…
Her devrin zenginleri oldu elbette ama böylesini hiç görmedik.
Milletin anasına avradına sövenler, kadınları mal gibi görenler bakıyorsunuz kral hayatı yaşıyorlar.
Öte yanda yerin bilmem kaç kilometre altında çalışan madencilerimizin bazen aylarca aylıkları ödenmiyor.
Can güvenlikleri sağlanmayan çoğu kez canlarından olan ve üç kuruş paraya çalışma durumunda kalan tüm işçilerimiz birkaç lira zam yapılsın diye inim, inim inletilirken…
Emekli aylıklarına sadaka gibi zamlar yapılırken öte yandan bu adamlar fakir fukaranın sırtından lüks içinde yaşayacaklar.
Bu hak mı ya?
Nedir bu pervasızlık?
Nedir bu utanmazlık?
Nedir bu görgüsüzlük?
Ayıptır, günahtır ya…
Bu hangi adalete sığar?
Yoksul geçim derdinde, bunlar lüks yaşamda birbirleriyle yarış derdinde.
İnanmayanlar inceleyebilirler.
Evet, AKP ve yandaşları Lale Devri yaşıyor.
Gariban halk aldığı gıda dâhil her şeye vergi öderken bu ülkede…
Büyük ihaleleri alanları nedense vergi rekortmenleri içinde göremiyoruz.
Neden acaba?
Bunlar her fırsatta kandırıldık diyorlar ya, esas kandırılan bu millettir.
Bunca ekonomik sıkıntı varken ve milletin anası ağlarken Yarkadaş’a katılmamak mümkün mü?
Evet, katılıyorum.
Muhterem Meclis Başkanı sözleşmeyi iptal edip aracı geri versin.
Halkın parasını çarçur etmesin.

Tünay Süer
26 Temmuz 2017

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget