Yanımızda üç dört tane halk ozanı, ellerimizde çiçeklerle huzurevine vardık. Birçok yerde “resim, kamera ile çekim yapmak yasak” uyarılarını okurken, görevlilerin de resim çekilmemesini ikaz ediyorlardı. Oysa halka hizmet veren, dürüst çalışan kurumlar resimden, saydamlıktan çekinmemelidir.
Muhtarlığın ekibiyle huzurevine sazlarıyla gelen Âşık Berdari, Aşık Sinemi, Aşık Serbade ve öteki ritim saz ekibi, çaldıkları, söyledikleri deyişler, türkülerle huzurevi sakinlerine huzur ve neşe kattılar. Muhtar Sema Deniz ekibinin getirdikleri gülleri orada bulunan hastalara dağıtmaları, huzurevi sakinlerine daha bir duygulu anlar yaşattı.
Âşık Sinemi açılışta yaşlıları selamladıktan sonra çeşitli şiirler okudu. “ Sevgili Canlar, İnönü Mahallesi Muhtarı Sayın Sema Deniz’in öncülüğünde bu heyetimizle birlikte sizlere ziyarete geldik. Canlar sizler Anadolu’nun en güzel insanlarısınız, Anadolu arılarının çiçekten bal yaptığı gibi şerbet balısınız, hepiniz olgun yaşa gelmişsiniz, huzurlu bir ortam bulmak için buraya gelmişsiniz, huzur arıyorsunuz, sizin hepinizden Anadolu’nun kokusu geliyor, ne güzel böyle tertemiz bir yerdesiniz. Sizlere bakan, emeği geçen bütün canlara teşekkür ediyorum. İnönü Mahallesi muhtarının istemi ile sizlere moral vermeye geldik.
Âşıklar Anadolu’nun aşkını, sevdasını, coşkusunu, haykırışını, ezilmişliğini dile getirir. Bir âşık şöyle diyor:
Sakın bu gençliği bakidir sanma,
Yıllar ile yarışınca anlarsın,
Ola ki aynaya bakıp aldanma,
Yüz hatların buruşunca anlarsın.
Ömründen gün çalar bu gün ve yarın
Sonunda dönüşür gülün gülzarın
Hilal gözaltında göz kapakların,
Günden güne kırışınca anlarsın.
Ağrılar başverir sızılar dizin,
Diz çöker önüne puslanır gözün
Direnmeye başlar oğlunla kızın,
Eşin bile darılınca anlarsın.
Elinde avucunda yok ise malın
Yok olur dostların sorulmaz halin
Toz toprak içinde saçın sakalın
Birbirine karışınca anlarsın.
Geçmez kara günler gam ile çile
Elinde değil ki edesin hile
Yokuş şöyle dursun düz yolda bile
Adım başı yorulunca anlarsın.
İşte Mahmut Erdal örnektir sana
Baki kalmış var mı bey aga
Bir gün kucak açıp kara toprağa
Sadık dosta sarılınca anlarsın.
Aşık Sinemi Mahmut Erdal’ın bu şiirini okuyunca izleyenlerde müthiş bir alkış koptu.
Daha sonra Ozan Sinemi kendi şiirini okudu:
Aşık Sinemi şu kendi şiirini okuduktan sonra, Aşık Veysel’den, Aşık Mahsuni’den çeşitli türküler çalıp söyledi.
Neler Götürdü
Ben seyir ederken zevki sefayı
Yıllar benden neler neler götürdü
Sırtlayıp giderken bunca cefayı
Beller neler neler götürdü
Ne bahar yaşadım ne de yazını
Hep taşıdım kahrını nazını
Çok dinledim muhannetin sözünü
Diller benden neler neler götürdü
Kimisine köle oldum kul oldum
Bazen acı bazen tatlı dil oldum
Çoğunada yoldaş oldum yol oldum
Kullar benden neler neler götürdü
Hep çırpındım türlü işe bulaştım
Kendim yordum ne menzile ulaştım
Göçüm alıp diyar diyar dolaştım
Yollar benden neler neler götürdü
Ozan Sinemi'yim yağdım yatışdım
Zalim ile cebelleştim atıştım
Kim çağırsa sazım ile yetiştim
Teller benden neler neler götürdü
Ozan Sinemi
Önce Âşık Sinemi sonra Âşık Serbade daha sonra Berdari bağlamalarıyla çeşitli türküler, deyişler söylediler. Hele Âşık Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım” türküsü ortama ayrı bir hüzün verdi.
Âşıkların üçü birden, Âşık Mahsuni Şerif’in “ne ağlarsın benim zülfi siyahım” türküsü söylerlerken, bazı yaşlıların gözyaşlarını tutamadıklarını gördük, sazlar ve sözler “bu da gelir bu da geçer ağlama” dedikçe, daha bir hüzünlendiler, biz de hüzünlendik. Böylece onların acı tatlı anılarını tazelemiş olduk.
Hele “ağlayarak gelme benim mezar taşıma” çalınıp söylenirken, oradakilerin çok hüzünlendiğini gören Muhtar Sema Deniz, “aman arkadaşlar, ortam pek hüzünlendi, biraz hareketli parçalar da olsun” diye mırıldandı; bu kez âşıklar hareketli parçalar söyledikçe, yaşlılar ve engelliler engelli arabalarında ve oturdukları yerden coşmaya oynamaya başladılar. Mahsuni Şerif’in “domdom kurşunu değdi” türküsü ortamı biraz daha hareketlendirdi. Türküler söylenirken üst kat pencerelerinden, yatalak hastalar ellerini sallıyorlar, başlarını uzatıp bakıyorlardı.
Resim çekmeye başlayınca, güvenlikler başımıza dikilip “dikilip, iç ortamda resim yok, yasak” diyerek uyardılar. Ben de, düzenli, temiz çalışan kurumlar, resimden, medyadan korkmaması gerekir” diye söylendim, lafım müzik ve alkış sesleri arasında tıpkı davulcu osuruğu gibi kayboldu gitti; ben de makinemi elimden bıraktım. Ben de, etkinlikler olurken tüm ayrıntıların fotoğraflarını çekememenin sıkıntısı içindeydim.
Mahsuni Şerif’in şu türküsü devreye girince dinleyenlerin hüzünlendiği görüldü:
Mevlam gör diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı
Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi
Mahzuni Şerif'im dindir acını
Bazı acılardan al ilacını
Pir Sultanlar gibi darağacını
Bilmem boylasam mı boylamasam mı.
Sonra sazlar ve sözlerle başka bir oyun havası devreye girince ortam daha bir neşelendi.
Daha sonra huzurevi sakinlerinden 75 yaşındaki Erzincan’lı İsmet Süzen yazdığı, oğluna sitem dolu şiirini okudu, kendisi “yazdığım 60-70 kadar şiirim var, bunu nasıl bastırabilir” diye söylendi. Ben de kendi kendime, Anadolu insanının dertli yüreği, yaşamı nice acılar-hüzünler, nice destanlar dolu, diye düşündüm. Erzincan’lı yaşlı İsmet Süzen’in, oğluna seslenişinde, terk edilmiş halini, ziyarete edilmeyişini, özlemini, sitemini hüzünlü bir şekilde anlatıyordu.
OĞUL
“-Oğul oğul büyüttüm beslettim, gül gibi
Uzaktan bakarsın bana el gibi,
Sarardım rengim sarı ben gibi
Bu hasta halimi sormadın oğul.
Gelmedin oğul, gelmedin
Uyan uykulardan bak şu atana
Yükünü yüklemiş de satan satana
Bakmaz mısın bu topraklarda yatana
Şu hasta halimi sormadın oğul,
Gelmedin oğul gelmedin.
Köşeye sermişim de küçük bir yatak
Yürümeye yoktur dizimde takat,
Ağrılar sızılar girdi, belim de sakat
Bu hasta halimi sormadın oğul
Gelmedin oğul gelmedin.
Orda bir dua etmişim demişim ki
Allah size uzun ömürler versin
Yuvanız mutlu günlere ersin
Bahçenizde gonca gülünüz bitsin,
Bu hasta halimi sormadın oğul
Gelmedin oğul gelmedin.
Süzen’im yüreğim acı ile dolu
Karakış geldi de kapattı yolu
Yollara bakarım da gözlerim dolu,
Bir gün öldüğümü duyarsın
Bu hasta halimi sormadın oğul
Gelmedin oğul gelmedin.
Duygu dolu anılarla huzurevinden ayrılırken, oturdukları yerden, engelli arabalarından arkamızdan el sallıyorlar, “gen gelin, ne olur gene gelin” diye çağırıyorlardı.
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder