Günümüz Türkiye’sinde bu iki kavram sıklıkla dile getirilmektedir…
Nedenine birlikte bakmak ister misiniz?
Yıl 1919 Osmanlı imparatorluğu emperyalistler tarafından işgal edilmiştir…
Bu durumu içine sindiremeyen ve ilerde devrimin simgesi haline gelen bir komutan, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkar…
Anadolu’da yaşayan yurtseverler, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Sünni, Alevi, genç, yaşlı demeden hepsi bu devrimci komutanın arkasında saf tutar…
Ali Kemal’ler, Damat Ferit’ler, Dürrizade’ler ve diğerlerinin emperyalistlerle yaptıkları işbirliğine karşın, üç yıllık zorlu bir savaştan sonra, güzel yurdumuz, elleri öpülesi binlerce şehit kanı pahasına düşmandan temizlenir…
Kurtuluş başarı ile sonuçlanmıştır…
Şimdi kuruluş aşamasına geçilmiştir…
Çağdaş uygarlığı özümseyen ve devrimci bir ruh taşıyan büyük önder (henüz Atatürk olmayan) Mustafa Kemal, kurtuluşu, kuruluş aşamasında devrimlerle taçlandırmaya başlar…
O da ne…
Kuruluşta yer alanlar içindeki yurtseverlerin bir bölümünün şiddetli muhalefetiyle karşılaşır…
Çünkü onlar, yurt sevgisinin yanında karşıdevrimcidir…
Büyük önder tüm zorluklara karşın, devrimleri ardı sıra hayata geçirir…
Dünyada mevcut tüm Müslüman ülkelerinin aksine, yüzünü batı uygarlığına çevirir ve çağdaş laik Türkiye Cumhuriyetini kurar…
İşte o günden bugüne karşıdevrimciler hep olmuştur…
Karşıdevrimciler, 1925 yılında Şeyh Sait isyanı, 1930 yılında Kubilay olayı ile laik Cumhuriyet karşı direnişe geçerler. Büyük önderin kararlı davranışı ile her iki olayda kısa sürede bastırılır…
Bunlar bildiğimiz şeyler neden anlatıyorsun dediğinizi duyar gibiyim…
Bildiğinizi biliyorum…
Şunun için anlatıyorum…
Karşıdevrimcilere çuvaldızı batırırken, İğneyi kendimize batırmak için…
Cumhuriyetin kurulduğu 29 Ekim 1923’ten, büyük önderimizi kaybettiğimiz 10 Kasım 1938 yılına kadar devrimler her geçen gün daha çok benimsenip büyük bir coşku ile yaşanırken ve devrim karşıtlarına fırsat verilmezken…
11 Kasım 1938’den, 14 Mayıs 1950 Demokrat Parti (DP) iktidara gelene kadar ne yazık ki her geçen gün devrimlerde duraklama yaşanmış ve son yıllarında da önemli ödünler verilmiştir…
Ülkeye aydınlık saçan Köy Enstitülerinin Komünist yuvası olduğu raporu, Recep Peker’in Başbakanlığı döneminde Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer ekibince yazılmış ve İktidara gelen DP’nin kucağına verilmiştir…
Demokrat parti dönemi ile başlayan gerileme döneminde, karşıdevrimciler adeta iğne ile kuyu kazar gibi çalışıp yol alırken, kendilerini Kemalist, aydın, demokrat olarak niteleyenler, “Bir şey olmaz, Laik Cumhuriyet sağlam temeller üzerine kurulmuştur, Atatürk sevgisi varken hiç kimse laik Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle oynayamaz” aymazlığı içerisindeydiler…
Sonuçta olan oldu…
Artık resmi tabelalardan TC kaldırılmakta, ilkokullarda andımız yasaklanmakta, ulusal bayramlarımızı özgürce kutlamamız yasaklanmakta, 90 yıllık Cumhuriyet döneminin reklam arası olduğu söylenmekte ve pervasızca Cumhuriyetin temel felsefeyle oynanmaktadır…
Sağda birbirine söylemedik laflar bırakmayan partiler, küçülerek ve marjinal hale gelenler partilerini kapatarak bir çatı altında toplanırken…
Cumhuriyet savunucuları olduğunu savlayan sol partiler bölük pörçük…
Seçimlerde %0 küsuru geçemeyen tabela partileri, solun tek temsilcisi ve laik Cumhuriyetin koruyucusu olduklarını ileri sürerek, ısrarla büyük şemsiyenin altına girmeyi reddetmekte ve üstüne üstlük, 11 milyon oy alan başarısız olsa bile %25 oranına çıkan, organize edildiği takdirde sağlam tabanı olan CHP’yi eleştirmeyi ve sağın değirmenine su taşımayı marifet bilmektedirler…
Bu aymazlık devam ettiği sürece, atı alan Üsküdar’ı geçecek, son pişmanlık fayda etmeyecektir…
Tıpkı “Yetmez ama evet” diyenleri yaptığı gibi…
01.02.2016
Gündüz AKGÜL
Emekli cumhuriyet Savcısı
Yorum Gönder