Saidi Nursi de Fetullah Gülen de Aynı Mayanın Ürünü
Köpeğim Badi ile birlikte her gün sabah akşam mutlaka gezmeğe, daha doğrusu onu gezdirmeye çıkarım, o bunu heyecanla bekler. İşte Badi ile gezmeğe çıktığımız bir gün yakın bir parktaki, çöp konteynırının (taşımalık büyük çöp deposu) yanından geçerken, bir kutu içinde atılmış çeşitli kitaplar gördüm. Son yıllarda, internet yayıldıkça kitapların, ne ki cilt cilt ansiklopedilerin çöpe atıldığına tanık oluyorum. İşte o gün, atılmış kitapların arasında Bediüzzaman [i] Said Nursi (Kışla Gelen Bahar Müjdesi) Dr. Ramazan Balcı adlı kitaba gözüm ilişti. Abdülhamit’ten beri kültür ve aydınlanmayla, daha doğrusu uygarlıkla ve de Cumhuriyetle didişen, sürekli dini düşünce ve kavramları ön plana çıkararak cahil toplum arasında paye edinmeye çalışan bu mürteci adam hakkında bir kitap okumamıştım. Saidi Nursi (1878-1960) de, dini kullanarak devlete karşı “şeriat diyerek”, cumhuriyetle, medeniyetle didişiyordu. Said Nursi ayrıca Siirt’e Doğu’nun en büyük Darülfünunu “Medresetü’z- Zehra” adını verdiği Şark Üniversitesini kurmak içinSultan Reşat’ başvurur, onu ikna eder ve İttihatçılar bu medrese için 20 bin altın lira verirler; Meclis de bu medrese için 150 bin banknot verme kararı alır (sf 90). Said Nursi 1923 de Cumhuriyet ilan edilmesi ile Ankara’dan ayrılır, Van’a gider bir mağarada yaşamaya karar verir (sf 93)
1950-1960 iktidarının gericilere yeşil ışık yakan Başbakanı Adnan Menderes bile, dincilere, gericilere şirin görünmek için salt oy için Cumhuriyet’le ömrünce didişen Saidi Nursi’nin elini öpmüştür denilmekte.
Günümüzün Fetullah Gülen’inin toplum içindeki dinden nemalanan pozisyonu nasılsa, o devrin Saidi Nursi’si de aynı dinsel pozisyonda idi. Fetullah Gülen gizli gizli, kendi anlatımı ile “damardan girerek” devlet kademelerini ele geçirmek, laik Cumhuriyeti yıkmak için çaba gösteriyorsa, Saidi Nursi de Abdulhamit’ten beri şeriatı savunuyor, çağdaşlıkla, laiklikle savaşıyor, devleti ele geçirmeye çalışıyordu. Her ikisi de yetiştirdikleri gizli açık müritleri ile din adına güya “cihad” yapıyorlar, çağdaş devletle gizli açık savaşıyorlardı. Her ikisi de şimdiki laik TC ni yıkıp dinsel eksenli devlet-anayasa kurma çabasında olan Recep Tayyip Erdoğan’ın ağababaları, şeyhleri idi. Her üçü de dinsel devlet kurma çabası içinde değiller miydi? Anayasayı koruyacağına namusu şerefi üzerine and içen R.T. Erdoğan, anayasa dışı tavırları ile din eksenli devlet kurmak için her yolu mubah görüyor, anayasa ihlali yaparak “ben düzeni değiştirdim, anayasayı ona göre değiştirin-uydurun” diyerek Laik TC ine kafa tutuyordu; böylece her üçü de çağdaş devlete karşı gizli gizli savaş veriyorlar, suç işliyorlardı.
Cumhuriyetle, Laik TC ile didişmiş kim varsa, örneğin İskilip’li Atuf Hoca gibiler, Dersim İsyanı daha başka isyan ve gerici unsurlar kaşınıyor, günümüz dinci iktidarı tarafından kutsanıyordu.
İşte çöpte bulduğum bu Saidi Nursi kitabını, Badi’nin poşet torbasına koyarak eve getirdim. Zaman zaman okumaya başladım.
Bu kitabı yazan sözde Doktor Ramazan Balcı, Said Nursi’yi öylesine methediyor, öylesine yüceltiyor ki, sık sık “Said Nursi Hazretleri”, “o yüce insan” gibi çeşitli paye ve methiyeler yazıyordu. Oysa Saidi Nursi tıpkı aynı yoldaşı Fetullah Gülen gibi ilkokul mezunu mesleksiz insanlardı.
Aynı kitabın 38. Sayfasında Said Nursi için aynen şöyle yazıyor: “…sarf, nahiv, mantık gibi metod ve alet ilimlerine dair kırk kadar kitabı iki sene zarfında ezberledi”. Söyler misiniz, bir adam “allame olsa” 40 kitabı ezberleyebilir mi? Ezberlemek anlamak değildir, ne yazık ki Kuran’ı da çoğunlukla aynı şekilde sadece ezberliyoruz Saidi Nursi’nin Yani, devlet düzeninde sadece dini ön plana çıkarma çabasından başka ne meziyeti var ki. Sonra dinin bütün hükümleri herkes tarafından bilinirken, insanların temiz duygularını sömürmekten başka bir amacı olmayan şıh, şeyh, mele, derviş bilmem daha nice, Saidi Nursi ve Fetullah Gülen gibi din tüccarlarına ne gerek vardır; onlarsız dini, din kurallarını kendimiz öğrenemeyiz mi? Orta Çağ’dan beri din, daima çıkarcıların, sömürücülerin çıkar aracı olmuştur.
Onlar ki dini kullanarak bir paye, itibar kazanma gayretini sürdürürken, rant (getirim) için, gelir getirecek devlet kapısını ele geçirmek için her türlü şeytani “kumpas” kuruyorlardı. Hele ülkemizde Fetullah’ın devlet içindeki cemaatçi polislerinin, savcı ve yargıçlarının yüzlerce ordu mensubu subaylara kurdukları kumpaslar artık su yüzüne çıkmış, düzmece belgelerle yıllarca hapis yatırdıkları yüzlerce ordu mensuplarına ne acılar çektirmişlerdi. Kısaca her iki din bezirgânı Saidi Nursi ve Fetullah Gülen sürekli Cumhuriyet organlarını uğraştırmış, bilim ve çağdaşlık karşıtı gericilerdi. Neyse asıl konumuz bu ikisi değildi, ama halk arasında “laf lafı açıyor” derler ya. Okuduğum Saidi Nursi kitabı ve orada geçen Vali Nevzat Tandoğan’ı kötüleyen bir yazı beni oralara buralara götürdü.
Ankara Büyükşehir Belediyesince Tandoğan Meydanı’nın “Anadolu Meydanı” olarak değiştirildiği günlerde, çöpten bulduğum Bediüzzaman Said Nursi (Kışla Gelen Bahar Müjdesi) adlı Arapça bir sürü sözcüklerle ve övgülerle süslü kitabı okudum ve o kitap beni nerelere götürdü. Şimdi Tandoğan’a dönelim.
TANDOĞAN MEYDANI ADI NEDEN DEĞİŞTİRİLDİ.
Şu artık herkesçe bilinmelidir ki, dini eksenli iktidar, anayasa, başkanlık isteyen özellikle Recep Tayyip Erdoğan ve yandaşları, laik TC ne düşman oldukları için başta Atatürk olmak üzere, Laik TC nin bütün değerlerini yıkıp, adlarını kendi kafalarına göre değiştirme, yok etme çabası içindeler. Şimdiye değin Atatürk adını taşıyan nice stat ve tesislerin adlarını değiştirdiler, değiştirmekteler.
Nevzat Tandoğan kimdir? Başkent Ankara’ya tayin olan Cumhuriyetin bir valisidir, hem de biraz atak bir validir. Elbette, pusuda bekleyen Cumhuriyet düşmanları bu acar valinin ismini kaldıracaklardı.
O günlerde, Tandoğan Meydanı neden Anadolu Meydanı şeklinde isim değişikliği yapıldı, diye kendi kendime soruyordum. Çöpten bulduğum Said Nursi Kitabında (sf 133 da) şunlar yazıyordu:
“Kastamonu’dan alınan Bediüüzzaman Ankara üzerinden Isparta’ya sevk edildi.Yol esnasında fevkalade tedbirlere ihtiyaç duyan hükümet erkanı,onu yolculuk esnasında da rahat bırakmadı.
Valilik makamının gücünü kendi keyfine göre kullanan Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, hiçbir yetkisi ve görevi olmadığı halde Ankara’da mola veren Bediüzzaman’ı polis kuvveti ile valilik binasına getirtti. Şahsi nüfusunu kullanan Vali Nevzat, bir polise veya odacıya yirmibeş kuruş vererek dışarıdan aldırdığı bir serpuşu (şapkayı) zorla Bediüzzaman’a giydirmek istedi. Başındaki sarığı alınmak istenen Hazret-i Bediüzzaman ise, boynunu göstererek: “Bu külah ancak bu kelle ile beraber çıkabilir” diyerek bu kanunsuz uygulamayı reddetti.
Bediüzzaman, Vali Tandoğan’ın kıyafetine karşı takındığı alaycı tavır ve mukaddes değerleri küçümseyen davranışlarına son derece öfkelenir. O vaziyette valiye dönerek: “Hey bedbaht, ben sizin bin senelik ecdadınızı temsil ediyorum, onların bir varisiyim. Senin bu hareketin keyfi ve küfridir” dedikten sonra, şöyle beddua eder: “Başından bulasın”.
Bu şiddetli tartışmanın ardından Bediüzzaman valinin eline tutuşturduğu kasketle dışarı çıkar.
Üstad’ın yanında dört beş jandarma ve birkaç polis vardır. Sağ omzunda mahfaza torbası içinde bir Kuranı Kerim, sol omzunda rule yapılmış bir namaz seccadesi ve ona bağlı bir ibrik… Vilayet çıkışında polisler arasında Ankara’da tutuklanmış bir talebesini görür. Ellerini kaldırarak: “Selahaddin korkma!..” diye birkaç kez yüksek sesle bağırır. Yetmiş yaşında bir ihtiyar, çok sıcak bir Ramazan gününde Ankara sokaklarından yayan yürütülerek istasyona götürülür”.
(sf 133-134)
Düşünebiliyor musunuz, toplum içinde başında sarık, ayağında çarık gibi bir ayakkabı veya postal, sırtında heybe, heybenin içinde bir ibrik, Kuranı Kerim taşıyan, bazen kadın entarisi veya şalvar giymiş işsiz güçsüz bir adam dolanıp durmakta. Öyle bir adam ki, devleti sürekli uğraştırmış, Cumhuriyetine, devrimlere düşman, gittiği yere zehir saçan bir ucube adam. (Onun çağdaşı Fetullah Gülen de günümüzde aynı ayaktan hükmünü yürütmekte).
Konuşmaları tavır ve hareketlerindeki bazı dengesizlikler nedeni ile ll.Abdülhamit bile Saidi Nursi’yi bir ara Toptaşı Tımarhanesine tıkdırır (sf 49).
Garip görüş ve hezeyanları olan Saidi Nursi, 31 Mart Vakası yıllarında şöyle demekte: “Osmanlı hükümeti Avrupa’ya hamiledir, Avrupa gibi bir hükümeti doğuracak, Avrupa da İslamiyet’e hamiledir, o da bir İslam devleti doğuracak” (Avrupa’yı tek bir hükümet sanıyor) (sf 48)
Kitaptan öğrendiğimize göre, Saidi Nursi 31 Mart Gerici ayaklanmasında arkasına topladığı cahil cuhela bir hayli kalabalıkla Bayezıd’den Sultanahmet’e yürürken “zalimler için yaşasın Cehennem” “zalimler için yaşasın Cehennem ,” diye bağırırlar.(sf 56) [1]
NEVZAT TANDOĞAN
1894 yılında İstanbul'da doğdu. Türk bürokrat.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 1914-1918 yılları arasında öğretmenlik yapmıştır. İstanbul Polis Müdürlüğü 2. Şubede Müdür Yardımcısı olarak atandıktan sonra öğretmenlik görevinden ayrıldı. Daha sonra 1. Şube müdürlüğünde de bulundu. İstanbul’daki görevinden sonra 1927 yılında Malatya Valiliğine atandı. Buradaki valiliği sırasında Konya milletvekili olarak gösterilip seçildiyse de valilikten ayrılmak istemediğinden milletvekilliğinden istifa ederek valiliğine devam etti. 1929 yılında Ankara’ya vali olarak atandı. Çok uzun süre bu görevde kaldı. Vali olduktan sonra Ankara Belediye Başkanlığını da birlikte yürüttü. On sekiz yıl gibi uzun süre devam eden Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı 1946 yılındaki ölümüne kadar devam etti. Ankara'da bir meydan O'nun ismini almıştır.
O'nun, “Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?” sözü tarihe geçmiş önemli sözlerindendir. Tandoğan, milliyetçilik olaylarında zamanın milliyetçi önderlerinden 3 Mayıs 1944 yılında tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.” dediği iddia edilmiştir.
Bir başka bu tarz otokritik tavrı ise Said Nursi ile cereyan eden hadisedir. 8 senedir
Kastamonu'da mecburi ikamete tabi tutulmakta olan Said Nursi, Çankırı üzerinden Ankara'ya getirilerek bu kez Isparta'ya sürgün edilir. Said Nursi Ankara'da Vali Nevzat Tondağan'la görüşme talebinde bulunur. 13 Ekim 1943 tarihinde, burada cereyan eden hadisede görgü şahitleri Tandoğan’ın, Said Nursi'ye odasında zorla şapka giydirmeye teşebbüs ettiğini söyler. Başındaki sarığı çıkarıp şapkayı giymesini talep eden valiye, Said Nursi'nin boynunu göstererek; "Bu sarık ancak bu kelle ile beraber çıkar" şeklinde mukabelede bulunduğu ifade edilmektedir. Bu hararetli tartışma sonunda biten görüşme akabinde Said Nursi valilik binasını terk ederken, "Nevzat, başından bul!" diye beddua etmiştir. Said Nursi, Tandoğan’ın Ankara cinayeti olarak geçen hadisede ilişkilendirilmesi sonucunda 9 Temmuz 1946 tarihinde başına kurşun sıkarak intihar etmesini, kendisine yapılan uygulamanın karşılığı olan ilahi adalet'in tecellisi olarak değerlendirmektedir.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay'ın oğlu Haşmet Orbay'ın adı Ankara'da işlenen bir cinayet hadisesine karışmıştı. Tarihe Ankara cinayeti olarak geçen bu olayda, mahkemede de ifade edildiğine göre, Haşmet Orbay, Dr.Neşet Naci Arcan isimli bir doktoru muayenehanesinde vurarak öldürmüştü (16 Ekim 1945). Bütün bu olup bitenlerden, 18 yıldan beri Ankara Valiliğini yapam Nevzat Tandoğan'ın da haberi oldu. Mahkemede dile getirildiğine göre, Tandoğan bildiklerini ilgili mercilere bildirmek yerine, o da yetkisini cinayeti örtbas etme yönünde kullanarak, bu cinayeti üstlenmesi için Reşit Mercan isimli kişiyi tehdit ettiği iddia edildi. Bir müddet sonra, çok yönlü bir soruşturma başlatıldı. Cinayetin aydınlatılmamasında Vali Tandoğan'ın parmağının olduğu anlaşılınca, mahkemenin Eskişehir'de yapılmasına karar verildi. 9 Temmuz 1946 günkü duruşma için Eskişehir'e çağrılan Vali Tandoğan, hiç ummadığı bir durumla karşılaştı. Mahkemede, cinayeti kasten ve bilerek örtbas etmekle suçlanınca, sinire kapılarak hâkimlere bağırmaya başladı: “Buraya beni 'tanık' olarak çağırdınız, ama bakıyorum da 'sanık' yerine koymaya başladınız. Ben buraya tanık olarak geldim, sanık olarak değil!..'Bu duruşmadan sonra Tandoğan arkadaşları, dostları dâhil herkesin, ona farklı bir gözle bakmaya başladığını düşünmeye başladı. Vali Tandoğan, o akşam evine geldi; ancak, bir türlü yatamadı. “Bunu bana nasıl yaparlar?” deyip durdu. “Evet! Evet! Beni en güvendiğim kimseler ihbar etmiş olmalı” diye kendi kendine bağırıp çığırmaya başladı. Nihayet kendini tutamayarak silahını kafasına dayayıp tetiğe bastı... Bu intihar haberi, valinin evinde olduğu gibi, valilik makamında, CHP genel merkezinde, Çankaya'da, Meclis'te, askeri kanatta, Ankara'da ve hatta bütün Türkiye'de bomba etkisi yaptı. 9 Temmuz 1946 tarihinde Ankara'da vefat etti.
Üç yılsonunda dava biter ve Haşmet Orbay cinayet işlemekten 18 yıl, Reşit Mercan ise cinayete yardımcı olmaktan 9 yıl hapis cezası alır.[ii]
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nde, Başkent'in sembol meydanlarından biri olan Tandoğan Meydanı'yla ilgili önemli bir karar alındı. AK Partili 5 meclis üyesi önerge vererek, Tandoğan isminin kaldırılmasını ve 'Anadolu Meydanı' isminin verilmesini istedi. AK Partili üyelerin oylarıyla önce İsimlendirme Komisyonu'ndan, ardından da Meclis'te geçen kararla meydanın adı resmen değişmiş oldu. İsim değişikliğine MHP grubu 'halka sorulmalı' diyerek çekimser kalırken, CHP grubu 'hayır' oyu verdi. Uzun tartışmalardan sonra 96 AK Parti’li, 1 BBP’li ve 2 bağımsız meclis üyesinin desteği sonucu, oy çokluğuyla kabul edildi
Başındaki 'Nevzat' kelimesi 2012 yılında alınan kararla atılan meydan için yeni bir karar alınarak 'Tandoğan' da atılmış oldu. Hamdi Keskin, Fethi Avcı, Selçuk Yılmaz, Ali Şişman, Ahmet Ceylan ve Ahmet Öztürk'ün verdiği önergede 'Tandoğan Meydanı' olarak bilinen meydanın 'Anadolu Meydanı' olarak değiştirilmesi hususunda önergemizin görüşülmesini arz ederiz." ifadeleri yer aldı.
Nevzat Tandoğan’ın, Gazeteci Osman Yüksel Serdengeçti’ye Ulan öküz Anadolulu sözüne çok kızdıkları için, bu meydanın adından önce Nevzat Tandoğan, sonra Tandoğan ismini kaldırıp Anadolu Meydanı yapıverdiler. [iii]
VALİ VE BAKAN SAİDİ NURSİ’NİN BEDDUASINA MI UĞRADI
Saidi Nursi Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın makamında başındaki sarığı çıkarıp şapka giymesi isteminden “sarığı çıkarıp şapka giyeceksin”,“giymem, giyersin” münakaşasından sonra, valinin makamından çıkan Saidi Nursi, "Nevzat, başından bul”! diye beddua etti ya.
İçişleri Bakanının başına Gelen
Saidi Nursi sürekli devrim kanunlarına karşı çıktığı için, bu doğrultuda Nurcular-müritler yetiştirdiği için Isparta’da yaşamaya zorunlu kılınır. O ikamete zorlandığı yerden ayrılıp Urfa’ya, başka yere gitmeye çalıştığı için, İçişleri Bakanı Namık Gedik tarafından zorla Isparta’ya gönderilir. Saidi Nursi de Vali Tandoğan’a beddua ettiği gibi, zamanın kudretli İçişleri Bakanı Namık Gedik’e de beddua eder.
Saidi Nursi’nin ölümünden 2 ay sonra da 27 Mayıs 1960 darbesi olur. Aralarında İç İşleri Bakanı Namık Gedik de olmak üzere çok sayıda siyasetçi tutuklanır. 2 gün sonra Bakan Gedik yapılan açıklamada, okulun penceresinden atlayarak intihar eder.
İşte bu iki intihar olayını, gericiler, Saidi Nursi’nin bedduasına ve kerametine yorumlarlar. Oysa bu batıl inanç, iki olay da rastlantıdan başka bir şey değildir.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
DİPNOTLAR
1 Bediüzzaman Said Nursi Dr. Ramazan Balcı Rehber Yayınları 2006
[i] 1. zamanın harikası. 2. asrın mükemmel insanı. - daha çok lakab olarak kullanılır.
[ii] https://www.yasamoykusu.com/biyografi-13719-Nevzat_Tandogan
[iii] Flaş Haber Yavuz Akengin- Ankara 13 Nisan 2015, Pazartesi
Yorum Gönder