Uzun yıllar Almanya’da yaşamakta olan Prof. Dr Hakkı Keskin’in [1] Aydınlık’ta yayınlanan aşağıdaki yazısından alıntıladığımız, İranlı Gazeteci Yazar Dr. Bahman Nirumand bizim gibi “Ilımlı İslam”la başlayıp dinci devlete doğru evirilen İran’daki serüveni, bizim gibi “ılımlı İslamlı” toplumlar için ibretle ders alınması gerektiği için biz de bu yazıyı aşağıya alma gereğini duyduk.
Yazıyı okuyun, Humeyni metodunu ülkemize uygulamaya çalışan RTE nin de, “kurbağayı ürkütmeden ısıtıldığı” gibi ülkemizi 14 yıldır türbandan başlayarak 4+4+4 den aşama aşama nasıl dinci devlete sürüklediğini ibretle izliyoruz. Asla demokratik bir devlet yapılanmasını istemeyen, laiklik düşmanı tahkiyeci, yalancı AKP-RTE iktidarının, türbanla başlayıp, Cuma kararnamesi ile ülkemizi nasıl dinci devlete doğru götürdüklerini üzüntü ile izliyoruz. Son bir ucube taslakları daha çıktı, bütün okullarda “imam hatip modeli sınıflar” olacakmış.
Türkiye dışındaki Pakistan gibi pek çok ülke de aslında benzer süreçlerden geçerek İslamcı gerici rejimlerin pençesine düştüler.
Anayasa değişikliği sırasında milleti nasıl kandırdılarsa, AKP nin kapatma davasında da, Anayasa Mahkemesini nasıl kandırdıklarını, Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu,[2] bir konferansında aşağıda bakın nasıl açıklıyor. (Deme ki imamdan Adalet Bakanı olursa (Bekir Bozdağ) adalet de takiye üzerine kuruluyormuş).
“YALAN ÜZERİNE OTURMUŞ BİR ADALET VE ADALET BAKANI
Şimdi geldiğimiz noktada, şunu da görüyoruz AKP” der ki, “hakkımda dava açıldı ama o dava haksızdı, o davaya konu Anayasa mahkemesinin söylediği laik ve demokratik Cumhuriyete aykırı dediği eylemleri bire bir tekrarlamış. Yetmemiş, mesela geçen gün internet ve basında da yer aldı, orta öğretimde türban olayına Danıştay iptal istedi, benim açtığım davada, o davaya şu gerekçeyi sunmuştum: “Türkiye’den sonuç alamazsam AİHM sinde yüzde yüz sonuç alacağıma inanıyorum, ama dilerim Türk yargısı bu sonucu yaratacaktır”.
Bakın adalet ne durumda, Adalet Bakanı ne durumda, hükümeti ne durumda, lütfen girin o karara bakın, savunma yapan Ak Parti adına Bekir Bozdağ, savunma yapan Cemil Çiçek, “biz din ve inanç özgürlüğünün teminatıyız, asla ve asla kamuda başörtüsü yapmayacağız; asla asla ve asla ortaöğretimde hele ilköğretimde başörtüsü diye bir şey yaratmayacağız” . Bakın savunmayı okuyorum ben size. “Çünkü biz dini falan sömürmüyoruz”, bakın bunlar savunma cümleleri, “kimse bir kimsenin dinine inancına karışmıyor bu ülkede” . Peki, bu davada bu savunmayı niye yaptılar, o davadan kendilerini kurtarmak için. Dini sömürdüler, anayasa mahkemesi de bir de bunlara dayandı, “sen böyle diyorsun, onun için kapatmıyorum”, dedi. Ben de Bekir Bozdağ ve Cemil Çiçek’in o sözlerini aldım, işte hükümeti AKP yi temsilen söylenen savunma cümleleri bunlardır”.
İKTİDARA GELİRKEN “İLERİ DEMOKRASİ” VAAT ETTİLER
2002 de RTE-AKP iktidara gelirken, ülkede “ileri demokrasi” vaat ederek demokratikleşme çağdaşlaşma sözleri ile halkını, ne ki nice aydınları bile kandırarak yönetime hakim olmuş. 2007 yılına kadar, en tasarruflu ve hukukçu Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer’in, iktidarın hukuk dışı uygulama ve yasalarına direnmesi ile engellenmişse de, devlet dinci yapının “Cumhurbaşkanı”, gericilerin “ ilk Müslüman Cumhurbaşkanı” diye övündükleri Abdullah Gül cumhurbaşkanı olunca, dekanlardan, YÖK ten, RTÜK, yargı vb devlet kademelerine tırpan atmış. Yasama, yürütme ve yargının en kilit noktaları ya ele geçirildi, ya da buralardaki dengeler büyük ölçüde değiştirildi. Dinci AKP-RTE iktidarı, ortamı boş bulunca alabildiğine yasa dışı vatandaşları, muhalifleri dinlemede, fişlemeden tutun da orduya “kumapas” a, 17/25 Aralık olarına kadar her türlü yolsuzluk işlemlerini yürüttüler, ne ki devleti yıllarca Fetullahcı-Nurcu dinci cemaatle paralel yönettiler. “İleri demokrasi” getirdiğini söyleyen bir iktidar, hem de laik bir anayasalı yönetimde dinci bir cemaatle çadır devleti gibi ülke yönetir mi? Sen legal bir paralel koalisyon mu kuruyorsun. Sonra da “beni kandırdılar” diyerek paçayı kurtarmaya, kendini aklamaya çalışıyorsun.
BİR DEVLET-YÖNETİM DİNCİLEŞMİŞSE O ÜLKE İFLAH OLMAZ
Hem de din maskesi takarak, oraya buraya cami, imam hatip açarak işlerini, eylemlerini yürüttüler. Devletin en tepe noktalarında eşleri tesettürlü dinciler oturuyor, tesettürlüler veya eşleri ile İmam Hatip çıkışlılar devletin en üst kademelerine, bilim teknik kadrolarına atanıyorlar.
Ramazanda lokantaların kapanması ve sokakta sigara bile içilememesi, Anadolu’nun pek çok yerinde ve hatta metropollerin göbeğindeki pek çok yerde AKP’li belediyelerce içki satışının engellenmesi gibi pek çok örnek de bu siyasal manzaranın dinsel yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Dünyada dinle kalkınmış, dinle aydınlanmış bir ülke var mıdır? Salt dinle çağdaşlaşmış, dinle ekonomik refaha ulaşmış tek bir devlet yoktur. Bir ülke, bilimden uzaklaşmış, dini referansla, dini metotlarla yönetilmeye başlamışsa o ülke asla çağdaşlaşamaz. İşte Suudi Arabistan, İşte İran İslam ülkelerinin içinde en zengin devletleri, en dinci görünenleri de. Bu zenginlik Batı Kültürü ve Medeniyetindeki gibi bilimsel buluş zenginliği midir? Tek bir bilimsel buluşları, bilime tek katkıları var mıdır? Acaba bu ülkeler çağdaş bir ülke midirler? Ürettikleri sadece terör ve terörü beslemek ve çağdaş aydınlara suikast düzenlemek. Kendi kendimize, aklımıza hemen şu geliyor: Turan Dursun’ların, Uğur Mumcuların, Muammer Aksoyların, Ahmet Taner Kışlalı vb nice çağdaş aydınların katillerini kim yarattı dersiniz.
İran’da Şah devrilip ülkesinden kaçınca, nice demokratik uygulama vaat eden Humeyni, ülkeye hâkim olmaya başladıktan sonra, nasıl dinci faşist yüzünü İran aydınlarına gösterdiyse, biz de de RTE-AKP iktidarı “ileri demokrasi” vaat ederek iktidara gelmişti. Ne yazık ki, AB ye girme aşamasında Türkiye, AKP’nin 2002 yılında tek başına iktidarı ele geçirdiği günden beri açıkça koşar adım bir Şeriat devletine doğru gidiyor. Hayret ki AB de hiçbir şey söylemiyor, buna seyirci kalıyor. Türkiye, Önümüzdeki süreçte “Demokratikleşme” mi, “Şeriatçılaşma mı, olacak, diye kendi kendimize endişe ediyoruz. Yönlendirilmiş, susturulmuş medya nedeni ile halkımız da gerçekleri öğrenemediği için Aziz Nesin’in oranı içinde kıvranıyor, şehit cenazeleri üçer, beşer geldikçe şaşkın şaşkın bakıyor ülkenin haline.
CUMHURBAŞKANI RTE ANAYASAL SUÇ İŞLİYOR
Görüyorsunuz, ülke adım adım dinci devlete doğru sürükleniyor. Bizim Humeyni yapılı RTE de şimdilerde, kafasındaki düzeni oluşturmaya başlayınca, 14 Ağustos 2015 de Rize’de, Laik TC ine meydan okurcasına bakın aynen şöyle diyordu: İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir".Açıklamaya çalıştığımız bu yoğun bir şekildeki dinsel yapılanma ve bu söylemle Laik TC nin yürürlükte olan anayasasının ilk dört maddesine göre, RTE anayasal suç işlemektedir? Başsavcılık, anayasanın laikliğe karşı dinsel yapılanma nedeni ile daha önceleri de “laikliğe karşı yapılanmanın odağı haline gelmiş” anayasal suç karşısında derhal günümüz Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açmalıdır. Zaten Cumhurbaşkanının milletvekili gibi dokunulmazlığı bile yoktur.
İRANLI YAZARIN DERS ALINMASI GEREKEN ÖNEMLİ UYARISI
Şimdi bu açıklamalardan sonra, yazımıza asıl konu teşkil edecek olan İran’ın Humeyni sayesinde halkın nasıl kandırıldığını, nasıl dinci-şeriatçı tuzağına düştüğünü açıklayan, Prof. Dr Hakkı Keskin’in Aydınlık’ta yayınlanan aşağıdaki yazısından alıntıladığımız, yıllardır Avrupa’da kaçak yaşayan İran’lı Gazeteci Yazar Bahman Nirumand’ın ibret veren mektubunu aşağıya alıyoruz . Süreç nasıl da bize benziyor.
Dr. Nirumand’ın Türkiye için aşağıdaki uyarı yazısını lütfen özenle okuyunuz.
“Merhaba. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.
Şahın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım. Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.
Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.
ÜZERİNDE DURMADIK
Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk. Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına İslam Mahkemesi denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çarptırıldığı haberini okuduk. Haberi ciddiye almadık; Üç beş sapsızın işi dedik.
Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. Ufak tefek şeylerin toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.
Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı. “Müslüman kadınların yanında fahişelerin yeri yoktur” denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.
Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu. Biz ise hala büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! İttifak, Eylem Birliği gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.
GEÇİŞ SANCILARI SANDIK
Humeyni, “Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız” diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitapevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.
Şirazda İslam Mahkemesi eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahranda da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu. Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!.. Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda Tamam bu sonuncusu diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.
Kızların evlenme yaşı 18`den 13`e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu. Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı. Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.
REFERANDUM OYUNU!
Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dâhil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti. Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.
Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: İslam Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Kuşkusuz bu bir oyundu...Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: “Islama evet mi, hayır mı diyorsunuz?”
Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: Önemli olan Cumhuriyet’tir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım? Sonuçta, evet diyen 20 milyon, hayır diyen ise sadece 140 bindi.
Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısını 140 bin kişi gibi gösterdiler. Hâlbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.
HALK ANLAYAMADI, MOLLALAR GÜÇLENDİKÇE SALDIRGANLAŞTILAR
Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal Ayendegan gazetesini kapattırdılar. Sıra sonra Keyhan gazetesine geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar. Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik. Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Hâlbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı. Örtünmek moda oldu!
Tüm bunlara gelip geçici bir fırtına diye bakmak ne büyük yanılgıydı. Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu. Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi. “Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı. Kaçanlardan biri de bendim. UMARIM BİZİM HATALARIMIZDAN BİRİLERİ DERS ÇIKARIR.”
Dr. Bahman Nirumand, Almanya`da İran kökenli en tanınmış yazar, gazeteci ve 1968 Almanya/İran Öğrenci hareketi liderlerindendir.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Prof. Dr. Hakkı Keskin hakki@keskin. Aydınlık 12 Şubat 2016
[2] Ömer Faruk Eminaoğlu’nun 23. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinde Keçiören Yunus Emre Kültür Salonu’nda 31.01.2016 günü verdiği konferans (Konuşmanın tam metni Haber Güncel ve dunya 48 sitelerinde Cevat Kulaksız imzası ile yayınlanmakta).
Yorum Gönder