ÖCALAN’IN AİHM KARARI
İLE EN GEÇ 15 ŞUBAT 2024 DE TAHLİYE
OLCAĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ.
Uğur
Mumcu’nun 23 yıl önce, evinin önünde suikastla katledişinin anısına her yıl
düzenlenen Adalet ve Demokrasi Haftasının 31.01.2016 günkü son bölümünde,
Hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu,[i]
“Türkiye’de Hukuk ve Adalet” konusundaki
konuşmasında, Keçiören Yunus Emre Kültür
Merkezi Tiyatro Salonunda aşağıdaki konuşmayı yaptı. Hukuk ve adaletin ayaklar
altına alındığı, mahkemelerin, savcıların, yargıçların yandaş haline
getirildiği ülkemizde, bu hukuk
manifestosu gibi güzel konuşmanın dört duvar arasında kalmaması için, uzun emek
harcayarak yararlı olacağını umarak okuyucularımıza sunmak istedik. Tanınmış
hukukçularımızdan Ö.F. Eminağaoğlu’nun konuşmasını size aktarıyoruz, umarız
yararlı olur.
“-Bu gün geldiğimiz noktada içinde
bulunduğumuz koşullarda artık öyle bir tablo ki, bu tabloyu birbirimize
anlatmak hepimiz farkındalık itibariyle ben de Cumhuriyet için yola çıkanları,
Cumhuriyeti kuranları, adalet ve demokrasi için ve cumhuriyet için bedel
ödeyenleri herkesi bu yolda mücadele eden herkesi saygı ile anarak sözlerime
başlamak istiyorum.
TÜRKİYE NEREYE TAŞINIYOR, HUKUK VE
ADALET NEREYE GİDİYOR.
Konu Türkiye’de hukuk ve adalet,
Türkiye’de hukuk ve adalet üzerine konuşursak, herhalde bu güne sığdıramayız.
Ama isterseniz sorular üzerinden de gidebiliriz. Şu an içinde bulunduğumuz,
koşullar itibariyle Türkiye nereye taşınıyor, hukuk ve adalet bu halinden bile
nereye gidiyor? Nereye götürülüyor, niçin götürülüyor, bunu da yanıtlayarak,
bunu da açıklayarak konuşmama öyle başlayayım.
Bu noktada yeni anayasa süreci ve
yeni anayasadan kuşkusuz söz etmek gerekiyor. Anayasa dediğimiz anayasalar iktidarı sınırlandıran, iktidarın
keyfiliğini ortadan kaldıran, iktidarın hukuksal denetimini sağlayan, devletin
yapısını sistemini ortaya koyan, vatandaşlarında o ülkede yaşayanların da temel
hak ve özgürlüklerini her boyutuyla güvenceye alan metinler.
Şimdi 1982 Anayasası üzerinde çok
ciddi eleştiriler var. Çünkü gerçek anlamda devleti cumhuriyetçi kimliğiyle
ortaya koymaktan ziyade 12 Eylül döneminin anlayışına mahkûm eden, hak ve
özgürlükleri o anlayışla sınırlandıran bir anayasa. Ama ne yapıldı, aradan
geçen bunca yıl itibarıyla aşağı yukarı her iki yılda bir anayasa değiştirildi
diyebiliriz, çünkü değişiklik sayısı yanılmıyorsam 17, 100 ün üzerinde madde
değişti. Çıkış noktasıyla bu günkü arasında önemli farklar var. Ama 12 Eylülde
anayasayı yapanlar bunun farkındalardı.
Bir anayasayı gerçekten Cumhuriyete bağlı kalarak, gerçekten hukuk içinde, gerçekten bu
coğrafyada yaşayan bu vatandaşların taleplerini karşılayan onlara güvence olan
nitelikte yapmak isterseniz bunun kuralları belli. Ama öyle yapmak
istemedikleri için ne yaptılar, ben size ne yaptıklarını söylemeyeyim ve bu gün
yapılanla o günü karşılaştıralım. Bu günkü anayasa ile o günkü anayasanın nasıl
yapıldığına bir bakalım.
O gün iktidar darbe yapanlar
kendilerine yaratılan o koşulları seçim olmadan yani demokrasiyi askıya alarak
yönetime geldiler mi? Geldiler, yönetime gelse de o anayasayla bir kere geldiği
anayasayla bağlı. Ne olursa olsun, ama hemen bir karar aldılar, aldıkları karar
şuydu, beş komutanın kararını söylüyorum. “aldığımız
her karar yaptığımız her işlem, 1961 Anayasasıyla çatışıyorsa, bu bir anayasa
değişikliği sayılır”. Bundan daha büyük keyfilik olabilir mi? Önünüzde
bir anayasa var, bu arada Türkiye yeni bir anayasa yapıyor, ama önce deniyor
ki, “yaptığımız her işlemi biz,
bırakınız kanun değişikliğini,
anayasa değişikliğidir yaptığımız
her işlem” . Bu süreçle Türkiye üç yılı yaşıyor. Üç yılı yaşarken
bakıyorlar ki, yaptıkları anayasa bile kendilerini sorumluluktan kurtaramıyor
ve bu nedenle örneğin Türkiye’de bir cumhurbaşkanının en sorumsuz kişi
cumhurbaşkanıdır. Ama cumhurbaşkanının
bile bir konuda sorumluluğu var, neye hepimiz biliyoruz, “vatana ihanet”.
Ama orada bir hüküm koydular,
hepimizin bildiği geçici 15. Madde, anayasaya, vatana ihanetini bile kapsayan o
üç yılda o beş komutan ne yaparsa yapsın, vatana ihanet değil sorumsuz. 82
Anayasasına koydular. Bunu anayasaya koymazsanız, bunu yasalarla yapamazsınız.
Neden? Çünkü herkes yasa önünde eşit,
herkes yasa karşısında sorumlu. Kimin ne derece sorumlu veya sorumsuz olacağını
ancak yasaya koyarsanız, yasaya koyduğunuz anayasaya koyarsanız oradaki
maddelerle örneğin, cumhurbaşkanının ne düzeyde veya milletvekillerinin hangi
koşullarda gibi gibi gibi.
ANAYASA YAPILMALI YÜZDE ON BARAJ
KALKMALI
Gelelim bu güne. Bu anayasa bu
koşullarda nasıl yapılıyor? Evet, gerçekten Türkiye’de bir anayasa yapılmalı.
Ama o koşullarla bu koşullara baktığımız anda Türkiye gerçekten Cumhuriyeti
daha çok güvence altına alan, vatandaşlarını daha çok güvence altına alan, daha
çok hak ve özgürlük getiren, hukuk ve adaleti gerçekten ülkenin temeli olarak
tutan bir anayasaya mı gidiyor, yoksa yoksa yoksa. Bakın Türkiye’de yüzde on
barajı, yüzde on barajı, yüzde on
barajı; 82 den önce var mıydı böyle bir şey, yoktu. Türkiye’de de herkes
dışlanmadan belli oranlarda TBMM de kendisini temsil ettirme imkânı buluyordu.
Siyasal bulduğu ölçüde TBMM ine veya değişik platformlara giriyordu. 12 Eylül
yüzde on barajıyla o günkü koşullarda farklı söylem ve sömürü üzerinden etnik
kimliğe siyasal bir kimlik yarattı. O yüzde on barajıyla Türkiye, farklı
kimliklerden oluşan yapısı itibarıyla belirli bir kimliklerin yüzde on barajına
varmayan kimlikleri sistemden uzaklaştırdı, siyasal alandan uzaklaştırdı.
Siyasal alandan uzaklaştırınca sağcısıyla solcusuyla normalde herkes kendi
mecrasında yer alıp o mücadelesini o çalışmasını yürütürken bu alandan uzaklaştırılınca
sağcısı da, solcusu da, dincisi de, gericisi de ne oldu? Etnik olarak bir araya
geldi. Bu 12 Eylül’ün Türkiye’ye dayattığı bir kimlikti, bu yüzde on barajı
siyasal olayları ayrı bir boyuta taşıdığı için yeni bir kimlik yarattı.
Şimdi bu gün, o gün her kes yüzde
ona karşı koymuyordu. Ama gördük ki, yüzde on Türkiye’de neler yaratıyor. Neler
yaratıyor, hem de iktidara başka başka başka güçler yaratıyor. Nedir o yüzde
onun barajı nedeniyle meclise giremeyen kesimin gücü otomatikman iktidara kayıyor.
İktidar, kendisini temsil ettireceğinin kata kat fazlasını orada temsil
ettiriyor. Bugün Türkiye’de yüzde ona evet diyen kimse var mı? Artık hiç kimse
yok, iktidar da evet demiyor, ama niyeyse değişmiyor.
BAŞKANLIK
Bakın şimdi başkanlık başkanlık
başkanlık; şu anki sistem hep sömürü, hep başka söylemler, hep takiye üzerinden
gidiyor. Başkanlık dediğimiz olaya şu gözle bakın, başkan seçilince, tamam
olayın diğer boyutları tamam, başkan seçildiğinde hangi koşullarda, hangi oy
oranıyla başkan seçilecek? İlk turda iki aday, üç aday, beş aday, on aday, hiç
kimsenin belli sayıya ulaşması mümkün değil, ikinci turda, yüzde elli biri
yakalayan çoğunluğu yakalayan seçilecek, yani baraj kaça çıkıyor, yüzde 49 a çıkıyor. Bakın yüzde 49 u
dışlanıyor. Bu gözle görelim. 12 Eylül ne getirdi, yüzde on getirdi ve kaç yıl
sonra Türkiye olarak birleştik, yüzde ona “hayır” dedik. Şimdi bu gün başka
adlarla siyasal alanda, evet cumhurbaşkanlığı başkanlık şunu bunu ama bir
başkanı halk seçtiğinde ve sistem, başkan artık partili olacak. Artık “başkan
seçilenin partisiyle hükmü kesilir” maddesi tarihe karışacak. Tarihe
karıştığında o zaman başkanı seçmeyen kitle yüzde 49 siyasal alandaki hakları
ve baraj, artık baraj çıkıyor yüzde ondan yüzde 49 a, yüzde on bizlere nelere
mal oldu? Yüzde 49 bize nelere mal olacak? Kaç katına, kaç katına mal olacak,
yüzde on getirdiğinin kaç katına mal olacak. Bunu bir kere bir tarafa koyalım.
Şu an dedik ki, anayasayı
tanımlarken, iktidarı sınırlandıran, niye çünkü iktidar bir hukukla bağlı olması
lazım. Şu an bu iktidarın
amaçladığı da yapamadığı Anayasada şu an ona engel olan ne var? Niye yeni anayasa yeni anayasa” diye
tutturuyor. Yani ne anayasa engel olabiliyor, firenliyebiliyor, ne siyasal
denetim, ne hukuksal bir denetim var, iktidarla ilgili. Ama iktidar kendi yaptıklarını çok iyi
bildiği için yine bir güvence istiyor. Aynı vatana ihanette bile 12
Eylül dönemi sorumluluk varken, hewr şeye rağmen o üç yılı, izah edemeyecekleri
için vatana ihanet hali bile sorumsuz kılınmıştı.
Bakın şimdi ne yapılıyor? Şimdi daha daha vahimi
yapılıyor. Bu yapılıyor, bunun ötesine de
Geçiliyor. Nasıl geçiliyor, bakın,
her kim olursa olsun herkese hukuk, herkese adalet” diyoruz,
tartışmasız, ama toplumu bilgilendirmek gerekiyor.
Şimdi konu Abdullah Öcalan üzerinden
gündeme geldiği için dünyada idam cezaları kaldırmıştı. Keşke Türkiye’de daha
önce kaldırılsaydı. Ama Abdullah Öcalan’la ilgili Türkiye’nin mahkûmiyetleri
olduğu için Abdullah Öcalan’la ilgili olarak konu Türkiye’de gündeme geldiğinde
almış olduğu idam cezası kaldırıldı. Daha doğrusu ağırlaştırılmış müebbet hapse
çevrildi. Dendi ki, “herkes ıslah edilebilir, herkes iyileştirici rejimlere
tabi tutulabilir, cezalandırılmak demek insanı ıslah etmek demektir aynı
zamanda. Aslında çağdaş anlayış budur, bununla bağdaşmaz, idam cezası o
nedenle kaldırıldı, bütün çağdaş ülkelerdeki gibi. Onun yerine ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası getirildi.
ABDULLAH ÖCALAN’IN MÜEBBET CEZASI
AİHM SİNCE 2014 DE KALDIRILDI
AİHM SİNE GÖRE
ÖCALAN EN GEÇ 15 ŞUBAT 2024 TARİHİNDE TAHLİYE OLACAK
Şimdi bütün dünya şuna geçti, AİHM
si şöyle kararlar veriyor artık, diyor ki, “Ağırlaştırılmış
müebbet cezalar, bir kişi cezayı, ölene kadar hapiste yatıyor, tahliye yok,
evet idam etmiyorsunuz ama ölene kadar da yatırıyorsunuz. AİHM si dedi
ki, bu da idamdır,” Türkiye’den önce iki tane böyle karar
verdi, Almanya’ya verdi, Polanya’ya verdi, üçüncü karar, başvurduğunda Abdullah Öcalan’la ilgili 2014 yılında verildi,
bilginiz var mı? 2014 yılında vermiş olduğu kararda dedi ki, “ağırlaştırılmış hapis cezası da alsa,
mutlaka ve mutlaka insanlar ölmeden dış dünyayı, gökyüzünü görmeli.
Cezaevinden çıkmalı, şartlar tahliye edilmeli, bu bir ev hapsi, hücre hapsi
gibi gibi şeyler değil. Şartla tahliye, dolayısıyla Türkiye’de ağırlaştırılmış
müebbet cezalarında böyle bir yasa olmadığı için Türkiye mahkûm oldu, 2014
yılında. Ama toplumu aydınlatması
gereken siyasal partiler bu konuda maalesef, herhangi bir parti ayırımı
yapmıyorum, hiçbir siyasi parti bu konuları tartışmaya açmıyor, toplumu
aydınlatmıyor ve AİHM si Türkiye’yi mahkum ederken şöyle diyor, bir gerekçe
kullandı, dedi ki: “Evet
ağırlaştırılmış müebbet cezası alsa mutlaka tahliye olmalı ama, bu tahliyeyi 25
yılı aşmayacak biçimde yapmalı, siz 25 yıl çıtasını düşünün, 1999 15 Şubat gözaltı diye esas alırsanız, Öcalan için en geç en geç 15 Şubat 2024 tarihinde mutlaka bir
şartla tahliye çıkacak, ona yönelik yasa çıkacak ne olursa
olsun.
Şuraya gelmek istiyorum, bakın
“İmralı notları” diye basında yeni yeni birtakım haberler yorumlar, Öcalan’ın
bu süreçte yazmış olduğu Avrupa’da yayınlanan bir kitap neden ile iktidarla
arasındaki görüşmeleri ve birtakım şeyleri okuyorsunuz. Bu karar Mart 2014 de
çıktı.
12 EYLÜLDE DİPÇİKLE YAPILAN 2010
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YARGI İLE YAPILDI.
Adına “çözüm süreci” denilen ve bizzat birinci maddesinde “çözüm
süreci” ifadesi geçen yasa, 2014 Temmuz ayında çıkartıldı. O yasada aynen hani
12 Eylülde her kim yer alırsa ne yaparsa yapsın sorumsuzlar” diyorlardı ya, o
yasada aynen aynı hüküm var, diyor ki “çözüm
sürecinde her kim yer alırsa sorumsuzdur, vatana ihanet dahil, buna giriyor”.
Şimdi 12 Eylülde darbeyi yapanlar,
biliyorlar ki bu iş ancak anayasaya konursa olur. Anayasaya konmazsa olmaz. Ama
çözüm süreci söylem ve sömürüsü ile yasa no 6551 Madde no 4, bu anayasal
dayanağı olmadan yasaya kondu. Şimdi burada keşke Türkiye bu sorunlardan
kurtulsa, ama çözüm değil. Çözüm değil ama terör kimliğini bu maddeden hareket
ettiğinizde, siyasal kimliğe çevirmek, neden? Neden bu kadar net söylüyorum,
şimdi bakın 1982 Anayasasına, herkes değişik nedenlerle evet, hayır demiş
olabilir. Ama geriye dönüp baktığımızda, o anayasanın hangi koşullarda
yapıldığı, dayatıldığı ve sonuçlarını net görüyoruz ve yüzde 92 kabul oranı.
Bu gün iktidar partisi diyor ki,
“ben sandıklardan yüzde 40 larla çıkıyorum, e o zaman Türkiye’de demokrasinin
zirve yaptığı bir şey mi? Değil, demek ki sandıktaki tek başına oy oranı
demokrasiye, adalete, hukuka zirve yaptırmıyor. Yaptırsaydı 12 Eylül
Anayasasını niye tartışıyoruz bu gün? Demokratik ortam da gerekiyor, demokratik
haklar da gerekiyor, onları kullanmak da gerekiyor, onun için iktidarın habire
“yüzde 40 aldım, 50 aldım” demek,
demokrasinin ciddi anlamda yaşandığı değil, insanların bilgilenmeden yoksun
bırakıldığı, eğitimden, bilgiden yoksun bırakılma nedeniyle gerçeklerden
haberdar edilmemek nedeniyle nereye sürüklendiğinin resmidir, demokrasinin
etkin kılınması değil. Şimdi 82 de o koşullarda anayasa yapıldı, bu Öcalan’la
ilgili karar çıktıktan sonra, 2010 Anayasa değişikliğini bir tarafa koyalım,
bir tarafa alalım, 82 Anayasasını yüzde 92 yle kabul ettik. Biz de diyoruz ki,
evet Türkiye’nin doğusunda, batısında, güneyinde, kuzeyinde hiçbir yerde sorun
yaşanmasın. Cumhuriyetin nitelikleri anayasa her yerde etkin olsun, gerçekten
insanlar sorunlardan artık bu sorunlardan kurtulsun ama bakın 2010 Anayasası
Türkiye’ye ne diye dayatılmıştı, ne diye getirildi? “Hukuk, adalet, yargı 12 Eylüldeki zincirlerinden kurtarılıyor”
diye. Şimdi 12 Eylülde dipçikle
yapılan 2010 Anayasa değişikliği yargı ile yapıldı. Yargı dipçik haline
getirildi ve bakın öyle hale getirildik ki 2010 daki anayasa
değişikliğindeki Doğuda Güneydoğuda bu anayasa değişikliğinin en çok vurduğu
etkilediği yer de Doğu ve Güneydoğudur. Çünkü iktidar istediği gibi kullanıyor,
burada da her yerde burada da, orada da kullanıyor.
Ama halk gerçeklerden
bilgilenmezse ne oluyor bakın. Doğu ve Güneydoğu, yetmez ama evet dediğimiz
süre, işte tartışmasız bir şekilde iktidara destek verdi. 12 Eylül 1980 dönemi
Anayasası yüzde 92 ile kabul edildi, dedik. 2010 da Anayasa yüzde 58 le kabul
edildi mi? İlleri tek tek sıralayalım; iktidarın hep başka bir projeyle
karşımıza çıktığını da görelim. Doğu ve Güneydoğudaki tek tek illerin oy
ortalamasını alın 1982 nin tablonun üzerinde yüzde 94 yüzde 95 arası, bakın
Türkiye özgürlüğe mi gidiyor, Türkiye nereye gidiyor. 2010 daki tablo 12
Eylül’ü ortadan mı kaldırmış, yoksa kat be kat karşımıza mı getirmiş; ama öyle
söylemler kullanılıyor ki, orada halkın yaşadığı sorunlar sömürülüyor, halka
sizin sorunlarınız çözeceğiz dayatması ile 2010 Anayasa değişikliği bu gün,
Türkiye’nin başındaki en büyük bela. Şimdi 12 Eylül Anayasası oradan buradan
esnedi, 2010 olduğu gibi yerinde
duruyor, “yeni anayasayı yapacağım” diyen AKP çıksın önce 2010 nedeniyle özür
dilesin Türkiye’den, diliyor mu? Demek ki yapacağı bunun da ötesinde,
bunu da yeterli görmüyor. 2010
Adaleti, yargıyı nereye taşıdı? Şimdi bu günkü HDP nin o günkü Doğu,
Güneydoğu’daki kitleyi temsil eden parti o zamanki iktidarla desteği veren
siyasi parti bu gün çıksın Doğu ve Güneydoğudan özür dilesin. Hukuk
yargı, Doğu ve Güneydoğu o 2010 nun anayasadaki metin nedeniyle nereye taşındı.
80 deki tablo başka bir boyut aldı ve 2010 nu kaldırmadan bu gün nereye
gidiyoruz?
CEZAEVİNDEN ÖRGÜT YÖNETTİĞİNİ AİHM
DE BİLİYOR
Şimdi az önce söyledim, 80 den
önce beş komutan “vatana ihaneti bile değil, mutlak sorumsuz olmalıyız”
dediler, şimdi. AİHM az önce söylediğim, Öcalan en geç 25 yılda tahliye edilsin
kararında şunu söylüyor, diyor ki, çok net: “Cezaevinden örgüte gönderdiği
talimatlar, kararı bir şekilde internette bulabilirsiniz, bulursanız bir tarafa
not edin, benimkisini kişisel düşünce olarak değerlendirmemeniz için
söylüyorum, 43-45-109. Paragraflar. Şimdi bunu Türk yargısı söyleyemiyor, Türk
siyasileri söyleyemiyor, Türkiye’de hukuk kurumları söyleyemiyor, yani diyor
ki, Türkiye’de cezaevinden bir terör
örgütü yönetiliyor, hukuk ne durumda, adalet ne durumda.
Şimdi Türkiye elbette terörü
çözmeli, elbette terörle mücadele etmeli, elbette hiçbir şekilde ölümler olmamalı,
artık yeter. Ama bakın öyle bir noktaya taşınmış ki, dünyada bu gibi sorunlarla uğraşan ülkelere bir bakın, analiz edin,
hiç kimse cezaevinden örgüt yönettirmiyor. Kandil’deki bir kimse
Türkiye’ye adım attığında, sistemi tartışmasız onu gözaltına alır, buradan
insanlar oraya gidiyor? Gidip de nasıl dönüyor? Dönünce niye alınmıyor? Bakın
Öcalan bile diyor ki, “bunlar bir suç
gün yüzüne çıkarsa biz vatan hainliğinden ne durumlara düşeriz”. Bunu
AİHM diyor, Öcalan diyor.
Bakın bu kararı
aldığımda suç duyurusu yaptım, kimin için Başbakan için, neden Öcalan
yakalanmıştı, tutuklanmıştı, cezaevinden artık örgütüyle bağı koparılmıştı.
Fakat “çözüm süreci” denilerek iktidar Doğu ve Güneydoğu üzerinden kendine ayrı
bir mecra, o halkın yaşadığı sorunları sömürme yoluna gitti, aynen dini
sömürdüğü gibi. Keşke oradaki sorunları çözseydi, ama öyle yapmadı o adımları o
mecrada atmadı. Atmayınca yargı bunu Türkiye’de söyleyemezken, Öcalan tahliye
koşulları anlamında AİHM sine başvurduğunda o kararı aldı amma o kararı veren AİHM si, “cezaevinde
örgüt de yönetiyorsun” dedi. Bunu
Türkiye görmüyor, yargı görmüyor, Cezaevinden Kandil’deki adam tepeme
bomba mı diyerek örgüt yönetiyor, burada cezaevinde devlet güvencesiyle örgüt
yönetiyor, yönettiriliyor. Bunun anlamı şudur, hükümetin bu suça iştirakidir,
doğrudan.
Ama başvurduğunuzda anayasada bir
cumhurbaşkanı için bile “vatan hainliğinde” sorunluluk var. Yasayla çözüm sürecinde, o zaman hükümet
olarak ben otururum, şu hükümet sorumsuz, bu hükümet sorumsuz, şu kişiler
sorumsuz, bu kişiler sorumsuz”, herkesi
yargıdan dışarıda bırakan yasalar çıkarır mıyım. Mecliste 276 yı buldukça her zaman çıkarırım. Bu yasaların
hukuken hiçbir değeri yok.
Amma çözüm mecliste olsun” diyen
siyasi partiler, bu yasayı anayasa mahkemesine taşıdı mı? Kendimizle de
yüzleşelim. Meclisteki partiler de taşımadı, buna dayalı olarak çıkartılan
Bakanlar kurulu kararı oldu; meclis dışındaki partiler de o yasaları taşımadı,
bakanlar kurulu kararlarını da taşımadı. Toplum
bilgilendirilmiyor, hukuk ve adalet nereye gidiyor, hukuk ve adalet
hukukun üstünlüğüne gitmiyor.
12 Eylül şu anki
sorunları yarattı, ama bu gün hukuk ve adalet iktidarın gücü başka bir şey
değil. Yarın, bu günkü iktidardan hesap sormayan hukuk ve adalet yarın ne
yapacak? Bu anayasada aynen
12 Eylüldekini istiyor. Vatan hainliğinden bile sorunsuz kılan o yapı var ya, yeni anayasa
süreci bu.
Bakın yeni anayasa sürecinde
olacağı söyleyeyim, AKP nin beklentileri bunlar. Şimdi AİHM si ne diyor “25 yılı bulmadan tahliye et. Siz yasa çıkartırsınız 20 yılda
ediyorum, o zaman tahliye olur, 2019 olur mu? Elbette, toplum ne diyebilir,
aynen idam cezası için AİHM si kararı vardı. Doğal olarak hiç kimse hukukun
karşısında durmuyor, evet idam müebbede dönsün dendi. Bu karar bu gün sunulmayacak,
o gün sunulacak, “bakın artık çağ
değişiyor, insanları da cezaevinde öldüremeyiz, onun için tahliye ediyoruz”
diyecekler. Dolayısıyla bu 25 yıl üst sınır, inecek belki 20 yıla. Ama aynen
2010 da Doğudaki ve Güneydoğudaki kardeşlerimiz görüldüğü gibi burada da şu
yapılacak. “Siz bizim anayasamıza
destek verirseniz, biz de bu yasadaki süreyi çekeceğiz, bu tarafa çekeceğiz”.
Bakın 2010 da, az önce oy oranlarını verdim, internetten tarayabilirsiniz, 2010
da Türkiye gerçekten hukuk garabeti metine yüzde 58 oy verdi. Ama 2010 da Doğu
ve Güneydoğu için siyaset yaptığını, halkı için mücadele ettiğini söyleyen o
insanlar eğer öyle yapsalardı 12 Eylüldeki o 1982 deki yapıdan daha geri bir
duruma sürüklemezlerdi. Doğu ve Güneydoğudaki oy oranı yüzde 97 yi bulan il
oldu. Siz kendi ailenizde gündeme getirin yüzde 97 oy alabilir misiniz? Demek
ki nereye gidiyoruz.
CUMHURİYET VE NİTELİKLERİNE SONUNA
KADAR SAHİP ÇIKACAĞIZ
O nedenle yeni anayasa süreci
başka bir süreç artık 2010 u kaldırma değil, ama bu anlamda iki parti böyle
hareket ediyor, diğer partiler cumhuriyete, niteliklerine sahip çıkmazsa sorun
çıkmaz. Cumhuriyet ve niteliklerine
sonuna kadar sahip çıkacağız ve o şekilde kısas sürecindeyiz diyorlar,
MHP öyle diyor, CHP öyle diyor, diyor da bakın belki basite indirgenebilir ama
şu boyutu hiç basit değil: Türkiye’de Cumhuriyetle beraber yaşadığımız bir
hukuk sistemi, siyasal sistem, devlet sisteminin Osmanlı’dan elbette farkı var.
Hatta İslam coğrafyasından Türkiye’nin farkı laikliktir. Laikliğin siyasal
anlamda sağ sol ve herhangi bir cepheden bakacağınız bir konu olarak
görülmemesi gerekiyor, çünkü laiklik herkesin her istediği şekilde özgürlüğü
yaşayabileceği bir sistem. Laikliği kaldırırsanız, yaşama, nefes alma
koşullarını kaldırıyorsunuz ve Türkiye’de maalesef hep iktidarlar, eğitim
nedeniyle halk yeterince aydınlatılmadığı için, daha kolaya yol alabilmek
anlamında dini sömürerek yollarına devam ediyorlar. Halk aydınlatılmıyor,
eğitim geri planda tutuluyor, halk aydınlatılmayınca din sömürülüyor, yollarına
devam ediliyor.
CUMA GENELGESİ
Türkiye’de bu güne kadar din ve
inanç konusunda hele şu günlerde yaşadığımız Cuma namazı konusunda kamuda
yaşanan bir sorun var mıydı? Bakın Diyanet İşleri Başkanı bile kalktı, dedi ki:
“gerekiyorsa isteyenler için yapılıyordu” dedi. Namaz saati ona göre okunuyor,
ezan ona göre okunuyor, isteyen gidip ibadetini yapıyor, isteyen yapar istemeyen yapmaz, bunda zorlama
yok. Şimdi Türkiye’nin bir ucuyla öbür ucu arasındaki saat farkı ne 76 dakika,
iki konudan bakalım. Şimdi Cuma saatini çalma saati dışında bıraktığınızda,
devlet olarak bir genelge yayınladığınızda, buna zaten diyor ki biz ona göre
ayarlama yapıyoruz”.
1925 de Türkiye yeni bir saat yeni
bir takvim sistemine ilişkin yasa kabul etti ve çağdaş ezan saatini bıraktı,
modern saat sistemine geçti, Batı sistemine geçildi. Şimdi Cuma günleri din
sömürüsü üzerinden yok ediliyor. Ülkemizde uygulama birliği anlamında diğer
dört gün Cuma günü Türkiye’nin neresinde hangi kaçta bilemeyeceksiniz. En çok
meridyen geçen Antalya bir başından bir başına geçtiği meridyen 20 dakika fark
ediyor. Antalya’nın bir başıyla mesai, diğer başını düşünün 20 dakika, Antalya
içinde sırf mesai oynayacak. Ülkedeki
uygulama birliğini yok ediyorsunuz.
Öte yandan getirdiğiniz de şu var,
cumhuriyet bir uygulama, hukuk birliği getirmiş, çok hukukluluğu ortadan
kaldırmış. Türkiye belli şeyleri yaşarken geçmişte çok sayıda parti kapatma
davası ortaya çıktı; bunlardan bir tanesi de Refah Partisi Davası idi. Refah
Partisini kapattığında AİHM de kazandığımız tek dava odur, parti kapatma
davasında. AİHM si dedi ki, “çağdaş demokrasiden çok hukukluluktan hareket
ettiğimizde çağdaş demokrasiye aykırıdır, çok hukuklu sistemler. Refah Partisi
inanca dayalı hukuk sistemi, inancı inanç alanında tutmuyor, inancı hukuk
alanına taşıyor, sömürüyor. Yani
inancın adalet alanına taşınması şeriat demektir. Şeriat İslam hukuku demektir.
Kişinin inancına karışmıyor, kendi
özel alanda yaşayabilirsin ama devlet bunu uygulayacak dediğinde orada herkese
başka hukuklar getiriyorsun, o nedenle Refah Partisi kapatılmıştır.
AİHM si de evet demiştir, bu örnek elimizde.
Şimdi Türkiye’de siyasal partiler
cuma konusunu daha önce kullandı. Ne zaman 1975 de, aynen bu gün çıkan
genelgenin birebir aynısı. O zaman MHP Adalet Partisi koalisyonu böyle bir
genelge çıkarıyor, Karayolları Genel müdürlüğüne mahsus çıkarılıyor.
Karayolları Genel Müdürlüğüne çıkartılan bu genelgeyi Danıştay, “din ve inan
özgürlüğünün dışında kalması, laikliğin dışında kalması nedenleriyle iptal
ediliyor. Derken hatırlayın Türkiye’de orucunu tutan tutuyor, kimse “niye
tutuyor, niye tutmuyor” diye herhangi bir sorun yaşıyor mu? Refah Partisi
iktidara geldiğinde Ramazan ayında iftar saatlerine göre, çalışma saatlerini
düzenleyen bir bakanlar kurulu karar aldı.
Hemen din üzerinden adım, kimse
niye öyle, niye böyle demezken öyle bir sömürüye gitti. O aldığı kararı da
Danıştay iptal etti. Dereken Anayasa Mahkemesi bunu parti kapatma eylemi de
saydı, AİHM si de az önce söylediğim o dava da, bunlar olmaz parti kapatma
yönünden de doğrudur, dedi.
Şimdi Türkiye’de yaşadığımız iki
tane somut örnek, bir tanesi 1975 Cuma, diğeri 1997 iftar konusu, bunlar
önümüzde, verilen kararlar önümüzde, bunlar laikliğin dışında Türkiye’yi din
sömürüsüyle başka mecraya taşıyan olaylar denilen kararlar önümüzde.
Şimdi siyasi partiler diyor ki, az
önce HDP ve AKP nin bakış ve yeni anayasaya bakış ve varmak istediklerini
anlattım.
CUMA GENELGESİ ANAYASANIN İLK DÖRT
MADDESİNE AYKIRI
Siyasi partiler diyor ki anayasanın ilk dört
maddesine sahipleneceğiz. Biz ona göre anayasa yaptırırız. Bu Cuma
genelgesi-sömürüsü genelgesi, anayasanın ilk dört maddesine net aykırıdır.
Bakın az önce söyledim ya 12 Eylülde askerler geldiğinde aldığımız her karar,
anayasayla çatışıyorsa anayasa değişikliği sayılır. Şimdi iktidarı bir anayasa
sınırlandıramıyorsa zaten anayasa olma niteliği çöpe gitmiş. Şimdi anayasada
diyor ki, “laiklik değiştirilemez”, Başbakanlık aldığı genelgeyle laiklik
maddesi çöpe gitti mi? Aynen 12 Eylüldeki askerlerin yaptığı gibi, şimdi neden
yeni anayasaya gidiyoruz, aynen vatan hainliğinde bile sorumsuzluğu getiren
maddeleri var ya, şimdi bir başbakan
imzalı metinle anayasanın değişmez maddesi çöpe gitti (Cuma genelgesi ile). Anayasanın değişmez maddelerine ilk dört maddesine sahip çıkarak yeni
anayasa yapacağız diyen muhalefet partileri nerede? O zaman yeni anayasa niye
yapılıyor, Türkiye’yi nereye götürüyor?
İlk dört madde cumhuriyet ve niteliklerine sahip maddesi
değil mi? İlk dört maddeye kâğıt üzerinde mi sahipleniyoruz, usulden mi
sahipleniyoruz? Kalpten, yürekten, esastan mücadeleyle mi sahipleniyoruz. Bakın
AKP neye sahipleniyor, AKP vatan hainliğinde bile sorumsuzluğunu getirmek için
sahipleniyor. Biliyor, yaptıklarını ülkeye yaptıklarını biliyor.
CEZAEVİNDEN ÖRGÜT YÖNETİYORSAN BİR 25 YIL DAHA
ALIRSIN
HDP niye sahipleniyor? AİHM si ortada ne yaparsak
da Öcalan’ı 25 yılda tahliye edebilsek, bunun ötesi berisi yok.
Ama hiç kimse çıkıp şunu demiyor, “sen cezaevinden örgüt yönetiyorsan yeniden bir
soruşturmaya uğrayacaksın, yeniden bir 25 yıl alacaksın, yeniden bir 25 yıl
alırsan 2024 de tahliye edilemezsin, bir 25 yıl daha yatarsın, bir 25 yıl daha
yatınca sen terörist kimliğinle kalırsın, siyasal kimliğe dönemezsin çıkınca. Bunu HDP demiyor, bunu CHP demiyor,
bunu MHP demiyor, bunu AKP demiyor. AİHM
si “örgüt yönetiyor” diyor. Yoksa alacaksın bu
kararı soruşturma yapacaksın, soruşturma yaptığında o zaman 2007 den 2016 ya kadar
ki iktidarları doğrudan teröre iştirakten mahkûm edeceksin. Muhalefet bunu yapamıyorsa, o zaman Türkiye’de
hukuk nerede? Adalet nerede? Hukuk kimi koruyor? Adalet kimi koruyor? Veya
çözüm denilen kimin sorununu çözüyor, iktidarın sorununu çözüyor, terörist kimliği olanların sorununu çözüyor. Halkın hiçbir sorunu çözülmüyor.
Keşke halkın yaşadığı sorunları çözsek,
keşke; Doğudaki, Güneydoğudaki insanların yaşadığı sorunları çözsek, asla yok.
Eğer öyle bir boyut olsa bu gün şu koşullarda bile
yeni anayasa çıkarılana kadar bakın daha çabuk bir örnek vereyim. Bir vatana ihanetten Erdoğan’a soruşturma açabilirsiniz.
Ama bu gün Öcalan’a soruşturma açamıyorsunuz, o çıkardıkları çözüm yasası
sorunsuz maddesi yüzünden, işte başvurdum. O kararı aldım. Kararı koyduğum
hiçbir siyasi partiden hiçbir tepki almadım. Cumhurbaşkanınızı vatana ihanetten
yargılayabildiğiniz bir ülkede terörden dolayı cezaevinde bulunan bir kimseyi
vatana ihanetten yargılayamayan bir ülkede nasıl bir hukuk, nasıl bir adalet
var ben size sorayım.
Şimdi yeni anayasa sürecinde iktidar kendini bu
sorumluluklardan arındıracak hükümler getirecek, dolayısıyla Öcalan’a bırakın
25 yıl için yeni bir soruşturmayı, o soruşturma açılmayacak, yeni bir
soruşturma açılmayacak AİHM si rafta kalacak. Yaptığım başvuru nedeniyle ortaya
çıkan dosya bütün siyasi partilerin bilgisine sunduğum bir dosya ve bu arada
tekrar ediyorum, keşke halkın yaşadığı sorunlar çözülse, bakın Güneydoğu’da
şimdi çocuklar ölüyor, hiç kimse çocukların ölmesini istemiyor. Halkın
özgürlüğünü isteyen örgüt dünyada halkı için, özgürlük için mücadele eden
örgütlere bakın; örgütlerin analizi anlamında şunu ortaya koyalım.
Dünyada çocukları birinci sırada silahlandıran ve
dağa kaldıran, kaçıran kimdir, dersem ne dersiniz, birinci sırada yer alan PKK,
çocukları en çok dağa kaldıran, en çok silahlandıran örgüt, nerede şimdi;
nerede çocuk, kuruluşları çocuk haklarını savunanlar. Hiçbir çocuk
sömürülmesin, hiç kimse ölmesin, ama çocukların hayatını karartanlar nasıl bir
özgürlük mücadelesi veriyor veya nasıl bir hukuk nasıl bir adalet.
Şimdi böyle bir yapıda az önce söylediğim anayasada
yeni anayasa sürecinde tüm ülkeye AKP ye o boyutları getirecek, HDP ye aynen
2010 daki işbirliğinin bir ileri adımı işbirliği, yeni soruşturma zaten
açılmıyor, kimse de açmayacak bundan sonra, açılmasına engel yok, ama
açılmıyor. Açmadığınızda en geç 25 yılda tahliye edeceksiniz, o 25 yılı 20 yıla
çekebilirsiniz, bu aynen 2010 da da her siyasal kazanım için Doğudaki,
Güneydoğudaki halka gözünü yuman bir yapı vardı siyasal yapı. “Yeter ki ben bir siyasal kazanım elde
edeyim” diye Doğu ve Güneydoğu 12 ilden daha beter hale getirildi;
şimdi daha da beter hale getirilecek. Yeni anayasa için bir beş yıl erken
tahliye için o karşılıklı alışverişle şimdi ortaya çıkan şu, bu arada bir
partinin kurultay bildirgesinde eşit vatandaşlık kavramı yer aldı.
Şimdi Türkiye’de eşitliğe aykırı asla söz
söylemesini ben de istemem. Hiçbirimiz de burada eşitliğe aykırı, eşitliğe
karşı söylem kullanmayız. Hükümet değişiklik esas ama bakın eşit haklardan
bahsedilmiyor. Türkiye’de yaşayan herkes eşit haklara sahip olmalı, kadın,
erkek veya hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun, burada eşit vatandaşlıktan
bahsediliyor. Eşit vatandaşlık eşittir, önce farklılaştırmak, yani ulus
kimliğini kaldırmak, ulus kimliğini kaldırdıktan sonra farklı kimlikleri eşit
hale getirmek. Ulus devlet kimliğinizi ortadan kaldırdığınızda, tek bir millet,
tek bir ulus boyutunu artık anayasanın ilk dört maddesine sahipleniyorum,
dönemi yok. Eşit vatandaşlığın en öz tanımı budur. Doğrudur dersiniz, eğridir
desiniz ama en öz tanımı bu, eşit vatandaşlık eşit haklarla vatandaşlık değil.
Elbette eşit haklarla vatandaşlık olacak. Ama eşit vatandaşlık farklılaştırarak
eşit kılmak yani ulus devlete yani millet esasına anayasada son vermek demek.
Bunun kısaca hukuksal tanımı böyle.
Eşit vatandaşlığı uygulayan ülkelerdeki durum
nedir? Eşit vatandaşlık uygulayan ülkelerde durum, ulus devlet, ulus kimliği
boyutu itibariyle, üniter yapı itibarıyla farklılıktır, eşit vatandaşlığın
sonucu eşit egemenliktir. Eşit egemenlik nedir? Farklılaştırdığımız kitlelerin
egemen olmasını da kabul etmenizdir.
TÜRKİYE’DE EGEMENLİK KİMDEDİR, NEREDEDİR
Farklılaştırıp
eşit egemenlik dediğinizde, farklı
güçlerin egemenliği demektir. Yani anayasa o zaman, onları görelim, yeni
anayasada Öcalan’a yeni soruşturma açmayı bir tarafa bırakın,
cumhurbaşkanlığınıza bile vatan hainliğinden soruşturma açarken önce Öcalan
bile itiraf ederken bunlar, “bir duyulsa vatana ihanetten gideriz” diye yeni
anayasada kendisine soruşturma açılmayıp taliye edilen bir kimseye terörist
gözüyle bakamazsınız. Ne yapacaksınız, tartışmasız siyasal kimlik, ister
Mecliste, ister Meclis dışında, ama tartışma açması siyasal kimlik. Şimdi ülke
her siyasi düşünceyi her ortama taşımalı kuşkusuz, ama Öcalan kimliği üzerinden
Türkiye’ye dayatılan başka bir şey, neler var. Öcalan kimliği adı altında bir
şeyler temsil edildiğinde ülkede birlik, bütünlük, dayanışma, kaynaşma
döneminin bitmesi demek ve burada Meclisteki dört siyasi partinin bunları açık
açık halka anlatması gerek.
ANAYASA METNİ YOKKEN BİLE ERDOĞAN MUHTARLARLA,
KAYMAKAMLARLA TANITIM YAPIYOR
Ama bunun
öncesinde her parti başka adımlarla yol alıyor ve bakın 12 Eylülü hatırlayın.
12 Eylülde danışma meclisinde anayasa hazırlandığında, ne olur ne olmaz
toplumdaki demokrasi refleksi yükselir mi diye. Kenan Evren korkusundan çıkıp
anayasayı tanıtma toplantıları ve mitingleri yapıyordu, il il dolaşıyordu,
asayiş ortadan kalkıyor şu oluyor, bu oluyor; anayasa şart şöyle olacak, böyle
olacak, “o anayasa Türkiye’ye bol
geliyor, biz daha şöylesini4 getiriyoruz, tam kalıbımıza uygun” şudur,
budur.
Şimdi bırakın anayasa yapılmadan, şimdi bu anayasa
kime, niçin, hangi yetkilerle yapılıyor, daha çıkmamış anayasanın adeta tanıtım
toplantılarını Erdoğan bizzat yapıyor. Nasıl yapıyor? Evren’den daha ileri
adımlar atarak yapıyor. Muhtarlar düzeyinde yapıyor, saraya toplayarak yapıyor.
Bunu bir adım aştı kaymakamlar düzeyinde yapıyor. Bunu bir adım daha aşacak
valiler düzeyinde yapacak. Bunu bir adım farklılaştırdı geçen hafta, biz bir
araya gelemiyoruz bakın üç yüz tane sivil örgütü bir araya getirdi. Şimdi çıkmamış anayasanın her yoldan, her koldan daha
koşulları ve zemini öyle bir hazırlanıyor ki metin ortaya çıktığında zaten süre
veriliyor altı ay diyor, deniyor. Şimdi şu
kirli süreci düşünün kaç milletvekiline ihtiyaç var, transferler yaşanır, o
yaşanır, bu yaşanır ama öyle bir şekilde Meclisten bir metin çıktığında
halkoyundan geri dönme şansı yok, bunu bir net görelim.
2010 da yaşadık. Şu an Doğu’da Güneydoğu’da TV
görüntülerinin logolarını kapatın, “burası Türkiye” demezsiniz, yaşananları,
iktidar neden öyle yapıyor.
TERÖRLE SONUNA KADAR MÜCADELE EDİLMELİ
Doğu’da,
Güneydoğu’da yaşananları hiçbirimiz kabul etmiyoruz. Terörle sonuna kadar
mücadele edilmeli de diyoruz. Ama iktidarın orda yaptığı terörle mücadele
değil. Geçen 2015 de gitmedim ama ondan önceki yıllarda sürekli dolaştım,
bölgeyi. Orada yapılan terörle mücadele değil; şu an mesela CHP yanlış bir
söylem kullandı. Diğer partiler de kullandı, onu tekrarlayarak, her partinin
şunu demesi lazım: “Bizim doğuya,
batıya, kuzeye, güneye yönelik reçetemiz var, dolayısıyla nerede ne sorun
yaşanıyorsa, ben bir siyasi parti olarak her sorunu çözmeye varım, çünkü ben
iktidar için varım, o nedenle bana gelin” demesi lazımdı. “Yüzde on barajını kınıyorum”
demesi lazımdı. İlk fırsatta da “değiştirilmesi
için varım” demesi lazımdı. Ama bütün siyasi partiler, “yüzde 10 u geçsin”, seçimlerde yüzde 10
geçilsin, yüzde 10 geçilsin” diye, “yav bana gelin sizin sorununuzu çözeceğim” denmedi. Sanki
Doğu ve Güneydoğuyu ben temsil etmiyorum, ben batının, kuzeyin, güneyin
partisiyim, doğu, batı bana ait değil gibi, “orası barajı geçsin” gibi bir
söylem, böyle bir şey olabilir mi? Diğer partiler, gidin oradaki halkı gidin
görün, halkın ülkeyle bir sorunu yok. Ama o kadar yanlış söylemlerle o kadar
farklı yerlere itiliyor ki o halk, barajı geçsin diye neden bir partiye
itiliyor. “Ben sorunu çözeceğim diye
niye bana gelin” denmiyor? Bir parti deyince, o halk etnik kimliğiyle
bir yere gidiyor. Etnik partiler, şimdi devam edeyim; soru olarak da alırım.
AKP terörle mücadele sürecinde dozu öyle bir boyuta getirdi ki konuyu, evet
terörle mücadeleyi terör kalıplarında tutmadı.
ŞİMDİ TERÖR KENTE İNDİ.
Artık kentlerde bir şeyler yaşanır oldu, terör
kentlerde çok rahatlıkla yaşanır oldu. Bunu bizzat gözlemledim HSYK seçimleri
için Doğu’ya, Güneydoğu’ya gittiğimizde devletin adliyesi, devletin asayiş
güçleri “bu saati geçerseniz asayiş
bizden çıkıyor aman şu saatten sonra o ilden bu ile gitmeyin” çünkü yol
kontrolleri bizden çıkıyor. Şimdi egemen bir devlette böyle bir şey olur mu? O
zaman senin varlık nedenin ne? Halka hem güvence olacaksın, hem de bu sorunları
ortadan kaldıracaksın.
Şimdi terör kente indi, terör kente inerken, şimdi
terörle mücadele ediyorum, derken halktan bunu ayırmanız mümkün değil, halkı
iyice uzaklaştırırcasına yapılmadık şeyler bırakılmıyor. O halkı uzaklaştıracak
biçimde terörle mücadele ediliyor. Kim terör, kim değil, ayıklayabilecek boyutu
aşmış durumda. Bu güdülen yanlış politika nedeniyle.
BU SÜREÇTE “TAHLİYEYİ (APO) ERKENE ÇEKERSEN BEN DE
ANAYASAYA EVET DERİM”,
Dolayısıyla siyasal söylem de diyorsunuz ki,
“barajı geçsin”, “bana gel” demiyorsun. Mücadele söyleminde olayı bu boyuta
taşımızsın, halkı uzaklaştırıyorsun. Öbür tarafta yürüyen başka hukuksal
süreçler var, o halk hep belli bir yere itiliyor ve orada tutuluyor,
uzaklaştırılıyor. Uzaklaştırılınca aynen 2010 da yapıldığının da ötesinde “siz
bana destek verirseniz ben de o halkı sanki sadece HDP temsil ediyormuş, o halk
sanki PKK o aklın kurtuluş hareketi imiş gibi, sanki onlar üzerinden yeni
anayasaya oy toplama sürecinden üstüne gidiyoruz. Neden? Aynen AİHM si ne
diyor? Öcalan’ın PKK yı yönettiğini ben söylemiyorum, o söylüyor, daha bu gün.
“Bu süreçte tahliyeyi erkene çekersen ben de anayasaya evet derim”, süreç
buraya geliyor. Dolayısıyla yeni anayasa sürecinde, muhalefet partileri ilk
dört maddeye sahibiz” diyen muhalefetin Cumhuriyetin hangi birimine sahip
olacağı, söylem değil, açıkça mücadele olarak, eylem olarak sahip olduğunu nerede ortaya koyuyor? Hiçbir yerde… Diğerleri ortada,
Türkiye bu sürece nereden girdi. Türkiye bu sürece, net olarak söylersek, belki
2008 den girdi. Nasıl girdi? Bakın, Cumhuriyet hak eden fazilet bunu sizlere
ifade etmeme gerek yok. Cumhuriyet hukuku getirmiş, çünkü halk, dünyada kendi
hakkına, kendi hukukuna sahip çıkarak, o hani ulusların direnme hakkı deniyor
ya, kendi devletini kuran bir ülke TC. ve herkes kenetlenerek TC nin temeli “adalet
mülkün temeli” mülk derken ülke. Adalet niye ülkenin temeli? Çünkü bu ülke bu
şekilde kurulmuş da o nedenle. Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri
herkes örgütlenerek ama “hukuk” diyerek örgütlenerek ve Mustafa Kemal
Atatürk’ün önderliğinde o mücadeleyle işte adaletle, hukukla böyle kurulmuş.
İNSANI İNSAN YAPAN LAİKLİK, BU GÜN MECLİSTEKİ DÖRT PARTİ LAİKLİĞE SALDIRIDA SUSUYOR.
Kurulunca Hukuk Devrimleriyle
herkesi güvence altına almış, kul olmaktan çıkartmış, kişi yapmış hak sahibi
yapmış. İnsan, insanı insan yapan laiklik, niye insanı insan yapan laiklik? Kul
olmaktan çıkartıyor, “sen insansın”,
diyor, “sen hak sahibisin” diyor, “sen kişisin” diyor.
Ama bu gün Meclisteki dört parti laikliğe saldırıda susuyor.
Şimdi partiler niçin var? Dünyanın
her yer yerinde patiler demokrasi için var. Demokrasiyi yaşatacaksak partileri
yaşatacağız ve çok partiyi yaşatacağız. Çok partili sistem yarış, çoğulculuk,
çok seslilik ve her kesimin birbirine saygı.
Laiklik olmadan demokrasi olur mu?
Coğrafyamıza bakıyoruz, her yere bakıyoruz, laiklik böyle bir saldırıya maruz
kalmışsa, demokrasi için var olan partiler, bu konumdaysa nereye gidiyoruz?
Demokrasi olmadan adaletle hukuk ne olacak nereye gidecek? Nasıl kalacak.
Hukukla kurulan ülkede demokrasiye geçildikten sonra, bu dünyadaki gelişmelerle
paralel düşünün, hukuk devrimlerini yaptı Türkiye, Türkiye hukuk devrimlerini
yaptı ama dünyada da aynı şeyler yaşanıyordu. Hukuk devrimlerini yaptığınızda
hukuk devletini kurduğunuzda, hukuk devletini koruyacak kurumlar genel kabul
görmemişti, ortaya çıkmamıştı. Yani bir Anayasa Mahkemesi yoktu, olsa ne olur,
olmasa ne olur u şöyle ortaya koyalım. Bir Danıştay vardı da, hükümetin
işlemlerini denetleyen boyutta bir Danıştay yoktu. Bakın bir Danıştay’ın
olmaması ne yapmıştır, dünyada. Bu gün şu 2010 Anayasa değişikliği sonrasında
iktidar Danıştay’a 2/5 ( beşte iki)
kadro ile üye seçmiştir, Yargıtay’a aynı şekilde, neden kendini ona göre
denetlesin diye. Bırak hukuku kendi haline bırak, niye bırakmıyorsun? Bakın
hükümeti denetleyen bir Danıştay’a benzer kurumun olmaması dünyaya 2. Dünya
Savaşı yaşatmıştır, neden? Hitler de yüzde 40 la iktidara geldi aynen AKP gibi.
Geldiğinde her istediğini Bakanlar Kurulu kararına çevirdi mi? Çevirdi. Her
istediğini Meclisten yasa haline getirdi mi? Getirdi. Polonya işgali için
Bakanlar Kurulundan karar aldı ne oldu? İkinci Dünya Savaşı böyle patladı.
Hukuk kurumlarını, hukuk devletini güvence altına alacak kurumların yoksunluğu,
ya da iktidarı denetleyemezseniz ne hale gelirisiniz? Bu gün niye AKP yüksek
mahkemelerle bu kadar uğraşıyor, neye bu kadar uğraşıyor? Kendini denetleyecek
bir boyut olmasın, ortadan kalksın diye. Bakın Türkiye demokrasiye elbette
geçti ancak geçtiğinde şu ayaktan şu adımdan eksik geçti.
Kuşkusuz Cumhuriyetle özdeşmiş bir
parti CHP o süreçte yer alan, ama demokrasiye geçtiğinizde bir yarış,
Cumhuriyeti kuran bir parti olarak CHP si o süreçte yer alınca, onun karşısında
yer alan partiler, daha farklı tabanı çekebilmek veya oraya giden kitleyi
çekebilmek için farklı söylemler kullanma yoluna gitti. 1925 de ne oldu
Terakkiperver partisi kapatıldı. Bir farklı boyutta 1930 da oldu Serbest Fırka
kapatıldı, demokrasiye geçildi, eğer 2. Dünya Savaşından çıkarılan o ders ki 2. Dünya Savaşı sonrası Anayasa
Mahkemeleri ve Danıştaylar kurulmaya başlanmıştır. Türkiye’de de kurulsaydı,
Türkiye’de askeri süreçler hiçbir biçimde yaşanmayacaktı. 1961 farklı
kılan ne? 1961 i farklı kılan işte o demokrasiyi hukuk devletini güvence altına
alan hukuk kurumları anayasaya girdi. Bir darbeden ilerici adım beklemezsiniz.
Ama 1961 anayasası Cumhuriyeti, demokrasiyi, hukuk devletini, hukuk kurumları
yani Anayasa Mahkemesi, Danıştay’ı, Yargıtay’ı bu şekilde olmadan
yaşatamazsınız, diyerek o çağdaş kurumlarıyla Anayasa’ya soktu yargı bağımsızlığını.
Ne oldu? Türkiye’de özgürlükler yaşanırken, bundan duyulan rahatsızlıklar,
gelişen demokrasi İslam coğrafyasından farklılaşan, özgürleşen bir Türkiye
nereleri rahatsız etti. Hemen karşımıza 12 Mart çıktı. Ne oldu 12 Mart çıkınca,
hemen o 61 Anayasasındaki hukuk kurumları birinci tırpan, birinci darbe; ne
oldu 12 Eylülde 12 Martın eksik bıraktığı yargı kurumlarına ikinci tırpan,
ikinci darbe; ne oldu 2010 da? 12 Mart’ın 12 Eylül’ün eksik bıraktığı
yargı kurumlarına üçüncü darbe,
üçüncü tırpan.
VARLIĞI İLE DEMOKRASİYE AYKIRI
OLAN BİR SİYASİ PARTİ İKTİDARDA KALABİLİR Mİ
Bunlar tesadüf değil ve 61 i mumla
arayacak konumdayız şu anda. Diyorum, demokrasiye geçerken bir anayasa
mahkemesini kursaydık 61 de olmayacaktı, 71 de olmayacaktı, 80 de olmayacaktı,
2010 da olmayacaktı. Bugün kü sorunlar da olmayacaktı.
Ama bakın öyle bir hale getirildik
ki varlığı demokrasiyi kesintiye, yokluğu
Anayasa mahkemesinin yokluğu Türkiye’de demokrasiyi kesintiye uğratmıştır 1960
da. Dünyada bu kurumların yokluğu 2. Dünya Savaşını yaşatmıştır. 2008
yılında ne yaptı Anayasa mahkemesi, biz diyoruz ki, Türkiye cumhuriyetle yaşayacak, hukukla yaşayacak, demokrasi ile
yaşayacak; demokratik olmayan yönetimlere hayır diyoruz, hukukun üstünlüğüne
karşı her şeye hayır diyoruz, Cumhuriyete saldırılara hayır diyoruz.
12 Eylüle niye darbe diyoruz,
seçimle gelmediği için, niye demokrasiyi yok ettiği için, Demokrasi sadece
seçim değil, hak ve özgürlükleri de içeriyor. Demokrasi için ne dedik, bütün
dünyada ve anayasada diyor ki, “siyasi
partiler olmadan demokrasi olmaz”. 2008 de Anayasa mahkemesi ne dedi:
AKP nin kapatma davasında, dedi ki, “laik
ve demokratik Cumhuriyete aykırılığın odağı”. Birinci cümlede, kararda
bunu söyledi mi? Bunu Refah Partisinde de söylemişti, Refah Partisi, kapatılmıştı,
AİHM si de “evet” demişti. Bunu söyledikten sonra, ne dedi Anayasa Mahkemesi, “her ne kadar böyleyse de, eylemlerini
ağır nitelikte görmüyorum, kapatmıyorum, hazine yardımına yaptırımına
hükmediyorum”. Şimdi bu Meclis
dışı veya muhalefet partisi olsa belki, belki, belki.
Hukuki gerekçelerle içini
doldurursunuz. Ama ben size şunu sorayım.
Eğer dünyanın
herhangi bir hukuk devletinde veya herhangi bir hukuk öğrencisine şu sorulsun.
Varlığı olmazsa olmaz bir siyasi parti, Anayasa mahkemesi en üst tanımı
nitelemeyi yapan mahkeme diyor ki, sen varlığınla demokrasiye aykırısın”.
Varlığı ile demokrasiye aykırı olan bir siyasi iktidarda kalabilir mi, İktidar
gücü kullanabilir mi? Kullanırsa bu demokratik iktidar olur mu? İşte darbeyi o gün Anayasa mahkemesi üzerinden yaptılar.
O kararı vermeyen Anayasa Mahkemesi üzerinden yaptılar. O karar
verilmediği için, şimdi demokratik olmayan bir parti üzerinden, demokratik
hükümet olabilir mi?
Olabildiğini kabul edelim, nasıl
kabul ederiz, o zaman bu parti derki, o parti bunu kabul etmiyorsa niye Anayasa
Mahkemesine başvurmadı? Refah Partisi başvurdu, ne cevap alacağını biliyordu
çünkü.
DEMOKRASİYE AYKIRI BİR PARTİ
DEMOKRATİK HÜKÜMET GÖREVİ YAPIYOR.
“Ben böyle değilim” diye de AİHM sine gitmedi, çünkü gitse ne cevap
alacağını biliyordu. Şimdi, “ben bunu kabul etmiyorum” diye Anayasa mahkemesine
başvursaydı, deseydi ki, “karardaki bu nitelemeden ben artık değiştim, ben
artık demokrasi için varım”. Böyle bir başvurusu oldu mu olmadı. Demokrasiye aykırı bir siyasi parti demokratik hükümet
görevi yapıyor. Demokrasi
anayasanın değişmez niteliği, siyasi parti demokrasinin vaz geçilmez niteliği.
Bakın birbiri ile çatışmaya bakın, çelişmeye bakın ve Mecliste seçimlerden
habire yüksek oyla çıkıyor, çıkacak, daha da çıkarır, daha da çıkar, çıkmasını
garipsemeyin. Seçim oy oranı
demokrasi değil, olsaydı yüzde 92 / 12 Eylül en demokrat anayasa olurdu.
Demokrasinin olmamasının sonucudur bu yüksek oy oranı çünkü bu baskıdır. Bu
gerçek bilimi, yargıyı, basını her şeyi baskılamaktır bu. Halkı
gerçeklerden, bilgiden uzaklaştırmaktır bu. Bunun uzaklaşmasının dozu bu sonucu
ortaya çıkarmaktır başka bir şey değil. Daha ötesini söyleyeyim, o kararda daha
başka ne dedi. “Laik Cumhuriyete aykırı 2008/1 Anayasa mahkemesinin internet
sitesine girin parti kapatmayı seçin 2008/1 diyor ki laik Cumhuriyete aykırı,
laiklik Türkiye’de değişmez niteliği anayasada. Değişmez nitelik laiklik
cumhuriyette, laik olmayan bir siyasi parti laik hükümet görevi yapabilir mi?
Yaparsa Türkiye nereye gider, işte buraya gelir” cuma genelgesine” gelir, öteye
gider, öteye gider.
YALAN ÜZERİNE OTURMUŞ BİR ADALET
VE ADALET BAKANI
Şimdi geldiğimiz noktada, şunu da
görüyoruz AKP” der ki, “hakkımda dava açıldı ama o dava haksızdı, o davaya
konu Anayasa mahkemesinin söylediği laik ve demokratik Cumhuriyete aykırı
dediği eylemleri bire bir tekrarlamış. Yetmemiş, mesela geçen gün internet ve
basında da yer aldı, orta öğretimde türban olayına Danıştay iptal istedi, benim
açtığım davada, o davaya şu gerekçeyi sunmuştum: “Türkiye’den sonuç alamazsam AİHM sinde yüzde yüz sonuç alacağıma
inanıyorum, ama dilerim Türk yargısı bu sonucu yaratacaktır”.
Bakın adalet ne durumda, Adalet Bakanı ne durumda, hükümeti ne durumda, lütfen girin o karara
bakın, savunma yapan Ak Parti adına
Bekir Bozdağ, savunma yapan Cemil Çiçek, “biz din ve inanç özgürlüğünün
teminatıyız, asla ve asla kamuda başörtüsü yapmayacağız; asla asla ve asla ortaöğretimde hele ilköğretimde başörtüsü diye bir şey
yaratmayacağız” . Bakın savunmayı okuyorum ben size. “Çünkü biz dini falan
sömürmüyoruz”, bakın bunlar
savunma cümleleri, “kimse bir
kimsenin dinine inancına karışmıyor bu ülkede” . Peki, bu davada bu
savunmayı niye yaptılar, o davadan kendilerini kurtarmak için. Dini sömürdüler,
anayasa mahkemesi de bir de bunlara dayandı, “sen böyle diyorsun, onun için kapatmıyorum”, dedi. Ben de
Bekir Bozdağ ve Cemil Çiçek’in o sözlerini aldım, işte hükümeti AKP yi temsilen
söylenen savunma cümleleri bunlardır. Olayın uluslar arası boyutu, anayasa
boyutu, şu boyutu,
Bu boyutu.
Amma “asla ve asla yapmayacağız”
dediklerini hükümet olarak yapıyorlarsa, ben de hukukun gereğini istiyorum”
dedim. Ama hiçbir siyasi partiyi yanımda görmedim. Bunu hepimiz yaşıyoruz, bunu
hepimiz kendi alanımızda verdiğimiz mücadelede yaşıyoruz ve düşünün bir Adalet Bakanı kendi dediği
lafı hatırlıyor hatırlamıyor demeyeceğim. Sömürünün düzeyi, yalan üzerine
oturan bir adalet olur mu? Olursa ne olur? Olursa böyle olur ve hangi
konuya bakarsanız, nereye bakarsanız, toplumun sorunları asla ve asla
çözülmeden tam aksine ülkede farklı kimlikler var, farklı etnik kimlikler var,
farklı inançlar var. Ne farklı kimliklerin yaşadığı sorunlar çözülüyor, ne
inançla ilgili varsa sorunlar çözülüyor her alanda sömürü sömürü sömürü, her
şey sömürü üzerinde ve halk hep o süreçte o yönetimlere destek gibi halkın
duyguları bu şekilde sömürü konusu yapılarak Türkiye içinden çıkılmaz bir sürece
taşınıyor. Türkiye içinden çıkılmaz bir sürece taşınırken iktidarı tartışmasız
sorunlu görüyorum; basını aynı şekilde sorunlu görüyorum, basının en önemli
görevi gerçekleri aktarmak. İktidarın etkilediği basın var, kendi koltuğu
altına aldığı basın da var. Ama bütün yüzde yüzü değil. Neden diğer kesim her
boyutu yansıtmıyor.
Üçüncüsü ve iktidar kadar en önemli sorumluluk
yargıdadır, tartışmasız yargıdadır. Yargı niçin vardır? Hukuk niye vardır?
Adalet niye vardır? Yargı yürütmenin içinde bir organ değil. Niye değil? Onun
sopası olmasın diye, halka güvence olsun diye, adaleti yaratsın, sağlasın diye.
Özellikle emir hiyerarşi içerisine girmesin diye, çalışma şartlarının en
olumsuz şekilde ortaya çıkabilir, ne olmuş, işte bunu sen Türkiye’de yapmışsın.
Yargıya 12 Martta Türkiye ihtiyaç duymuş, yargı ortada yok. Sen o gün ortaya
çıkıp kendi v arlığını hissettiremiyorsan, en olumsuz koşullarda da bedel
ödemeden bir şey olmuyor. Cumhuriyeti kuranlar bedel ödemiş, işte Adalet
Demokrasi haftasında insanlar bedel ödemiş. Bedel ödemeden hiçbir şey olmuyor.
Yargıda da o bedel ödenmeden hiçbir şey olmuyor.
12 Martta ne olmuş, gitmiş iktidarın koltuğu altına
girmiş, Türkiye’yi neleri yaşamış, 12 Eylül’de aynı şey. Bu gün 2010 süreci ve
bu süreçte yargı yine aynı, yargının varlık sebebi hukukun üstünlüğünü korumak,
hukukun üstünlüğü anlamında iktidarın korunacak tarafı varsa, kuşkusuz, ama
iktidara saldırı her nereden geliyorsa, iktidarda da her nereden vatandaş Ahmet’le vatandaş Mehmet’in alacak davası
için yargı kendini, onu da yapacak ama artık iş Türkiye’de oraya indirgenmiş
durumda. Orada zaten sorun yok. Sen halka sisteme, rejime ülkeye yaratılan en
büyük sorunda iktidarın karşısında hukuk adına durabiliyor musun? O zaman
yargının silkelenmesi gerekiyor. Yargının varlık sebebinden uzaklaşması işte
bakın Almanya’da yargının olmaması neleri ortaya çıkardı.
ARTIK KÂĞIT ÜZERİNDE BİR YARGIMIZ VAR”.
Türkiye’de hukuk kurumlarının olmaması 60 ı
yarattı, bu gün kâğıt üzerinde olması da bunları yaratıyor. “Artık kâğıt üzerinde bir yargımız var”. Kağıt
üzerinde bir yargımız varsa hukuk da adalet de ona göre. Peki, yeni
anayasada ne çözülüyor, varlığı yokluğu 1960 ı yaratan Anayasa Mahkemesi bu gün
varlığıyla aynı şeyi yaratıyor. Hukuku
demokrasiyi yok ediyor, laik olmayan partiye laik hükümet görevine devam et
derse o hükümet laik hükümet görevi mi yapar?
Demokratik olmayan bir partiye demokratik hükümet görevini yap derse, o
hükümet demokratik hükümet görevi mi yapar? Yoksa Cumhuriyetten iyice kopan işler mi
yapar. Öyle yapınca aynen 12 Eylül’de o sistem kendi anayasasını yaptı ise,
şimdi de yeni anayasa dediğimiz o aynı bu süreç, şimdi kendi anayasasını
istiyor.
Yeni anayasa yeni anayasa dediğimiz olay bu
sürecin, Cumhuriyetten uzaklaşan bu sürecin istediği kendi anayasasıdır. Bunun
başka bir anlamı başka bir boyutu yoktur. Çünkü ifade ettim, anayasanın hiçbir
şeklini takmayan bir iktidar, “anayasa anayasa anayasa” diye niye tutturur,
halkın bunu anlatsın. Yapacağı anayasada 2010 dan dolayı bir kere özür dilesin
onu da anlatsın. Şu an 2010 nedeniyle yaşadıklarımız da ortada ve gidişat aynen
80-83 arasındakinin kalıcı bir anayasa haline getirilmesidir. Daha da
kötüsüdür, neden daha kötüsüdür, çünkü Cumhuriyetin niteliklerinin olmayacağı,
işlemeyeceği bir anayasada bu coğrafyada bir arada ortak bir değerlerde
tutamayacağımız bir boyuta doğru gidiyorsunuz. Bu coğrafya tarihine bakın, bu
coğrafyada herkes herkese saygılı, ama renkli her kimlik var. Her kimliği
eşitlikle bir arada tutacaksınız, bir üst kimlik altında ama hiç kimseyi
farklılaştırmadan başka gözle görmeden herkesi yan yana eşitlikle getirerek, bu
coğrafyada yaşamak böyle mümkün. Aksi
halde ortak bir değer yaratmazsanız
herkes birbirinden uzaklaşır, paramparça olursunuz. Bunu görmüşüz,
nerede görmüşüz, bunu Sevr’de o kadar net görmüşüz ki, o kadar net görmüşüz ki,
nasıl görmüşüz, almış incelenmiş; bu coğrafyadaki farklılıklar ne? Dil, dil
üzerinden haritalar çizilmiş; farklılıklar ne? Din ve mezhep, onun üzerinden
haritalar çizilmiş; farklılıklar ne etnik-ırk, onun üzerinden haritalar
çizilmiş. Üç boyut dil, din, etnik.
Atatürk Milliyetçiliği ve Cumhuriyet ne
yapmış? Bu coğrafyada herkese farklı
gözle bakmadan bir arada yaşamanın koşulu nedir, bu üçünü bir araya eşitlikle
getirmek. Yoksa “bir arada olmak mümkün değil”, diyerek tanımı böyle kurmuş,
Lozan böyle ortaya çıkmış. Gidilen süreç Lozan’ın ortaya çıkmasından yüz yıla
yakın süre rahatsız olan kesimin Lozan’a karşı verdiği mücadeledir. Başka adlar
altında artık Lozan’ı yaşatma mücadelesidir. Yeni anayasa, Lozan’ın var olup
olmama sürecidir başka bir süreç değildir. Lozan’ı ortadan kaldırdığınızda
zaten bu coğrafyada bir arada yaşamak ideali görebilirsiniz. Dünyadaki siyasal
ve hukuksal boyutlarıyla baktığınızda çıkaracağımız sonuçlar bunlar, bizi
bekleyen sonuçlar bunlar. Ama neden siyasi partiler gerçekleri aktarmaz? Herkes
çok çok ufacık kenar ve önemli olmayan yerlerden girerek günü kurtaran
söylemler, bu yarın neyi getirecek, neyi ortaya çıkaracak. Bu bakış açısıyla
konulara yaklaşılmıyor, bir anayasa altı ayda yapılmaz , bir senede de yapılmaz. 12 Eylül bile anayasayı hatırlıyoruz, ne kadar
sürede yapmıştı ki iki yılda yapılan bile ne halde yapılabildi. Bir altı ayda
nasıl yapılıyor bu anayasa? Bakın bunun örneğini nerde yaşadık? Hukuk
Devrimleri, Cumhuriyet Osmanlının ümmet sistemini terk eden ve yepyeni temel
yasaları getirdi. Medeni yasayı, ceza yasasını, ceza yargılaması, hukuk
yargılaması bu yasaları getirdi. Tamam, şimdi dendi ki bu yasalar artık günün
ihtiyaçlarını karşılamıyor, yenilerini yapalım, temel yasalar dediğimiz,
doğumundan ölümüne kadar insanın her şeyini düzenleyen yasalar, bunlar kolay
yapılan yasalar değil. Dolayısıyla devrim yapan bir sistem, böyle bir çalışma
yok, Avrupa’daki en ileri yasaları çevirerek aldı geldi ve uyguladı o yapıyı yarattı.
CUMHURİYETİN
BÜTÜN TEMEL YASALARI ÇÖPE GİTTİ, CUMHURİYET HUKUKU ÇÖPE GİTTİ
Şimdi AKP AB sürecine giriyorum, çağ değişti, hukuk
değişti, anlayış değişti, özgürlük değişti, paldır kültür altı ayda bir senede
temel yasaları yaptı. Cumhuriyetin bütün temel
yasaları çöpe gitti arkadaşlar. Şu anda Cumhuriyetle bağımızı kuran bir
tane temel yasamız yok. Gerekçe ne, çağa uyacağız. Peki güzel çağa uyalım, çağa uyalım ama ben
de şunu sorayım. Avrupa’da temel yasasını hangi ülke, biz Türkiye olarak her
köşe başında böyle hukuk âlimi bilmem neleri yetiştirmiş bir ülke değiliz. Öyle yasalar çıktı ki, bu yasalar
atılarak 1926 daki yasaları mumla aramak bir tarafa, hem teori olarak
değiştirdiler kuram bakış olarak, dolayısıyla bu neyi yarattı? Türkiye’nin 1926
dan 2010 lara kadarki 2000 lere kadarki
bütün yargı, pratik, içtihat, deneyim her şey çöpe gitti. Cumhuriyet Hukuku çöpe gitti.
Artık ben 1940 dan 1950 den 60 dan 70 den 80 den bir karar bulsam
dişime diyecek ki o yasadaki anlayış durumu oydu git kardeşim”. Neden? Çünkü her şey yeniden tanımlanıyor,
keşke temel yasalar özgürlükçü yapılsaydı, o zaman bunu oturup üç ayda, beş
ayda, altı ayda bir senede yapamazsınız. Nasıl yaptılar?
Demek ki amaç hukuk değil, amaç adalet değil, amaç
kendilerinin hukuku. Öyle olduğu için ne görüyoruz. Bakın 2005 de 2006 yapılan
temel yasalar, kaç yıl geçti on yıl, en az 20 kez değişti. Bunun dünyada örneği
yok, abartmıyorum, özellikle çarpıcı olması için söylüyorum. Temel yasalarınızı
kaldıracaksınız, Cumhuriyetten kalan bir tane yasa bırakmayacaksınız, 12
Eylül’ün anti demokratik yasaları da duracak; bu arada durumu da söyleyeyim,
ama Cumhuriyetten kalan hiçbir yasanız kalmayacak ve hadi onları da çağa
uydurun. Bu nasıl uydurmaysa, senede 20 kez her işinize geldikçe de
değiştireceksiniz. Neden çünkü hep günü kurtarma; öte yandan da nerede
takılırsanız anında yasayı değiştirerek kendinize güvence yaratacak yeni
maddeler ekleme, halka yönelik değil, nerede iktidarla ilgili bir problem orada
halka yönelik hemen bir madde aynen şu anda yeni anayasa konusunda karşımıza
çıktığı gibi”.
Karşılıklı soru ve
açıklamalarla konferans sona erdi.
DİPNOT
[i]
ÖMER FARUK EMİNAĞAOĞLU: 1967 yılında Artvin Şavşat ilçesinde
doğmuştur. Yükseköğretimi A.Ü.nde yapmıştır. 1989 da Ankara’da adli yargıda
yargıç olarak göreve başladı. Bandırma Cumhuriyet Savıcısı, Kırıkkale Delice
hâkimliğinin ardından Yargıtay’da tetkik hâkimi olduktan sonra, Sabih Kanadoğlu’nun desteği ile Yargıtay
hakimliğine atandı. Daha Savcılar ve Yargıçlar Sendikasının kurucu başkanı
oldu. Yarsav’ın ilk genel kurulunda genel başkanlığına seçildi. 2006 da Adalet
Bakanlığı yargıçlar ve Savcılar Birliği başkanı olmuş, ikinci olağan genel
kurulda 2009 tarihindeki seçimde Emine Ülker Tarhan seçilmiştir. Eşi Serpil
Eminağaoğlu Gnl. Kur. Hukuk Müşavirliğinde avukat olarak çalışmakta. Ö.F.E.
görüşlerini Cumhuriyet gazetesindeki makaleleriyle kamuoyuyla paylaşmış. Savcı
ve Hâkimlerin sorunlarını dile getirmek, devletin zirvesine yönelik sert
açıklamalarıyla tanınır. 2011 de HSYK
kararıyla İstanbul’a hâkim olarak atanmış, Temmuz 2012 de İstanbul’dan hakim olarak
Çankırı’ya atanmıştır. Haziran 2013 de Gezi eylemlerine destek verdiği için
Eminağaoğlu hakkında Kırıkkale C.savcılığınca Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine
katılıp muhalefet etmek suçundan dava açıldı. En son Ocak 2016 da Cuma namazı
için hükümetçe verilen kararın yürürlüğünün durdurulması için Danıştay’a
başvurdu.
Yorum Gönder