Türkiyede Hukuk ve Adalet - Cevat Kulaksız

ÖCALAN’IN AİHM KARARI İLE  EN GEÇ 15 ŞUBAT 2024 DE TAHLİYE OLCAĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ.
Türkiyede Hukuk ve Adalet - Cevat Kulaksız
Uğur Mumcu’nun 23 yıl önce, evinin önünde suikastla katledişinin anısına her yıl düzenlenen Adalet ve Demokrasi Haftasının 31.01.2016 günkü son bölümünde, Hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu,[i]  “Türkiye’de Hukuk ve Adalet” konusundaki konuşmasında,  Keçiören Yunus Emre Kültür Merkezi Tiyatro Salonunda aşağıdaki konuşmayı yaptı. Hukuk ve adaletin ayaklar altına alındığı, mahkemelerin, savcıların, yargıçların yandaş haline getirildiği ülkemizde,  bu hukuk manifestosu gibi güzel konuşmanın dört duvar arasında kalmaması için, uzun emek harcayarak yararlı olacağını umarak okuyucularımıza sunmak istedik. Tanınmış hukukçularımızdan Ö.F. Eminağaoğlu’nun konuşmasını size aktarıyoruz, umarız yararlı olur.
“-Bu gün geldiğimiz noktada içinde bulunduğumuz koşullarda artık öyle bir tablo ki, bu tabloyu birbirimize anlatmak hepimiz farkındalık itibariyle ben de Cumhuriyet için yola çıkanları, Cumhuriyeti kuranları, adalet ve demokrasi için ve cumhuriyet için bedel ödeyenleri herkesi bu yolda mücadele eden herkesi saygı ile anarak sözlerime başlamak istiyorum.

TÜRKİYE NEREYE TAŞINIYOR, HUKUK VE ADALET NEREYE GİDİYOR.
Konu Türkiye’de hukuk ve adalet, Türkiye’de hukuk ve adalet üzerine konuşursak, herhalde bu güne sığdıramayız. Ama isterseniz sorular üzerinden de gidebiliriz. Şu an içinde bulunduğumuz, koşullar itibariyle Türkiye nereye taşınıyor, hukuk ve adalet bu halinden bile nereye gidiyor? Nereye götürülüyor, niçin götürülüyor, bunu da yanıtlayarak, bunu da açıklayarak konuşmama öyle başlayayım.
Bu noktada yeni anayasa süreci ve yeni anayasadan kuşkusuz söz etmek gerekiyor. Anayasa dediğimiz anayasalar iktidarı sınırlandıran, iktidarın keyfiliğini ortadan kaldıran, iktidarın hukuksal denetimini sağlayan, devletin yapısını sistemini ortaya koyan, vatandaşlarında o ülkede yaşayanların da temel hak ve özgürlüklerini her boyutuyla güvenceye alan metinler.
Şimdi 1982 Anayasası üzerinde çok ciddi eleştiriler var. Çünkü gerçek anlamda devleti cumhuriyetçi kimliğiyle ortaya koymaktan ziyade 12 Eylül döneminin anlayışına mahkûm eden, hak ve özgürlükleri o anlayışla sınırlandıran bir anayasa. Ama ne yapıldı, aradan geçen bunca yıl itibarıyla aşağı yukarı her iki yılda bir anayasa değiştirildi diyebiliriz, çünkü değişiklik sayısı yanılmıyorsam 17, 100 ün üzerinde madde değişti. Çıkış noktasıyla bu günkü arasında önemli farklar var. Ama 12 Eylülde anayasayı yapanlar bunun farkındalardı.  Bir anayasayı gerçekten Cumhuriyete bağlı kalarak,  gerçekten hukuk içinde, gerçekten bu coğrafyada yaşayan bu vatandaşların taleplerini karşılayan onlara güvence olan nitelikte yapmak isterseniz bunun kuralları belli. Ama öyle yapmak istemedikleri için ne yaptılar, ben size ne yaptıklarını söylemeyeyim ve bu gün yapılanla o günü karşılaştıralım. Bu günkü anayasa ile o günkü anayasanın nasıl yapıldığına bir bakalım.
O gün iktidar darbe yapanlar kendilerine yaratılan o koşulları seçim olmadan yani demokrasiyi askıya alarak yönetime geldiler mi? Geldiler, yönetime gelse de o anayasayla bir kere geldiği anayasayla bağlı. Ne olursa olsun, ama hemen bir karar aldılar, aldıkları karar şuydu, beş komutanın kararını söylüyorum. “aldığımız her karar yaptığımız her işlem, 1961 Anayasasıyla çatışıyorsa, bu bir anayasa değişikliği sayılır”. Bundan daha büyük keyfilik olabilir mi? Önünüzde bir anayasa var, bu arada Türkiye yeni bir anayasa yapıyor, ama önce deniyor ki, “yaptığımız her işlemi biz, bırakınız kanun değişikliğini,  anayasa  değişikliğidir yaptığımız her işlem” . Bu süreçle Türkiye üç yılı yaşıyor. Üç yılı yaşarken bakıyorlar ki, yaptıkları anayasa bile kendilerini sorumluluktan kurtaramıyor ve bu nedenle örneğin Türkiye’de bir cumhurbaşkanının en sorumsuz kişi cumhurbaşkanıdır.  Ama cumhurbaşkanının bile bir konuda sorumluluğu var, neye hepimiz biliyoruz, “vatana ihanet”.
Ama orada bir hüküm koydular, hepimizin bildiği geçici 15. Madde, anayasaya, vatana ihanetini bile kapsayan o üç yılda o beş komutan ne yaparsa yapsın, vatana ihanet değil sorumsuz. 82 Anayasasına koydular. Bunu anayasaya koymazsanız, bunu yasalarla yapamazsınız. Neden?  Çünkü herkes yasa önünde eşit, herkes yasa karşısında sorumlu. Kimin ne derece sorumlu veya sorumsuz olacağını ancak yasaya koyarsanız, yasaya koyduğunuz anayasaya koyarsanız oradaki maddelerle örneğin, cumhurbaşkanının ne düzeyde veya milletvekillerinin hangi koşullarda gibi gibi gibi.

ANAYASA YAPILMALI YÜZDE ON BARAJ KALKMALI
Gelelim bu güne. Bu anayasa bu koşullarda nasıl yapılıyor? Evet, gerçekten Türkiye’de bir anayasa yapılmalı. Ama o koşullarla bu koşullara baktığımız anda Türkiye gerçekten Cumhuriyeti daha çok güvence altına alan, vatandaşlarını daha çok güvence altına alan, daha çok hak ve özgürlük getiren, hukuk ve adaleti gerçekten ülkenin temeli olarak tutan bir anayasaya mı gidiyor, yoksa yoksa yoksa. Bakın Türkiye’de yüzde on barajı,  yüzde on barajı, yüzde on barajı; 82 den önce var mıydı böyle bir şey, yoktu. Türkiye’de de herkes dışlanmadan belli oranlarda TBMM de kendisini temsil ettirme imkânı buluyordu. Siyasal bulduğu ölçüde TBMM ine veya değişik platformlara giriyordu. 12 Eylül yüzde on barajıyla o günkü koşullarda farklı söylem ve sömürü üzerinden etnik kimliğe siyasal bir kimlik yarattı. O yüzde on barajıyla Türkiye, farklı kimliklerden oluşan yapısı itibarıyla belirli bir kimliklerin yüzde on barajına varmayan kimlikleri sistemden uzaklaştırdı, siyasal alandan uzaklaştırdı. Siyasal alandan uzaklaştırınca sağcısıyla solcusuyla normalde herkes kendi mecrasında yer alıp o mücadelesini o çalışmasını yürütürken bu alandan uzaklaştırılınca sağcısı da, solcusu da, dincisi de, gericisi de ne oldu? Etnik olarak bir araya geldi. Bu 12 Eylül’ün Türkiye’ye dayattığı bir kimlikti, bu yüzde on barajı siyasal olayları ayrı bir boyuta taşıdığı için yeni bir kimlik yarattı.
Şimdi bu gün, o gün her kes yüzde ona karşı koymuyordu. Ama gördük ki, yüzde on Türkiye’de neler yaratıyor. Neler yaratıyor, hem de iktidara başka başka başka güçler yaratıyor. Nedir o yüzde onun barajı nedeniyle meclise giremeyen kesimin gücü otomatikman iktidara kayıyor. İktidar, kendisini temsil ettireceğinin kata kat fazlasını orada temsil ettiriyor. Bugün Türkiye’de yüzde ona evet diyen kimse var mı? Artık hiç kimse yok, iktidar da evet demiyor, ama niyeyse değişmiyor.

BAŞKANLIK
Bakın şimdi başkanlık başkanlık başkanlık; şu anki sistem hep sömürü, hep başka söylemler, hep takiye üzerinden gidiyor. Başkanlık dediğimiz olaya şu gözle bakın, başkan seçilince, tamam olayın diğer boyutları tamam, başkan seçildiğinde hangi koşullarda, hangi oy oranıyla başkan seçilecek? İlk turda iki aday, üç aday, beş aday, on aday, hiç kimsenin belli sayıya ulaşması mümkün değil, ikinci turda, yüzde elli biri yakalayan çoğunluğu yakalayan seçilecek, yani baraj kaça çıkıyor, yüzde 49 a çıkıyor. Bakın yüzde 49 u dışlanıyor. Bu gözle görelim. 12 Eylül ne getirdi, yüzde on getirdi ve kaç yıl sonra Türkiye olarak birleştik, yüzde ona “hayır” dedik. Şimdi bu gün başka adlarla siyasal alanda, evet cumhurbaşkanlığı başkanlık şunu bunu ama bir başkanı halk seçtiğinde ve sistem, başkan artık partili olacak. Artık “başkan seçilenin partisiyle hükmü kesilir” maddesi tarihe karışacak. Tarihe karıştığında o zaman başkanı seçmeyen kitle yüzde 49 siyasal alandaki hakları ve baraj, artık baraj çıkıyor yüzde ondan yüzde 49 a, yüzde on bizlere nelere mal oldu? Yüzde 49 bize nelere mal olacak? Kaç katına, kaç katına mal olacak, yüzde on getirdiğinin kaç katına mal olacak. Bunu bir kere bir tarafa koyalım.
Şu an dedik ki, anayasayı tanımlarken, iktidarı sınırlandıran, niye çünkü iktidar bir hukukla bağlı olması lazım. Şu an bu iktidarın amaçladığı da yapamadığı Anayasada şu an ona engel olan ne var? Niye yeni anayasa yeni anayasa” diye tutturuyor. Yani ne anayasa engel olabiliyor, firenliyebiliyor, ne siyasal denetim, ne hukuksal bir denetim var, iktidarla ilgili.  Ama iktidar kendi yaptıklarını çok iyi bildiği için yine bir güvence istiyor. Aynı vatana ihanette bile 12 Eylül dönemi sorumluluk varken, hewr şeye rağmen o üç yılı, izah edemeyecekleri için vatana ihanet hali bile sorumsuz kılınmıştı.
Bakın şimdi ne yapılıyor? Şimdi daha daha vahimi yapılıyor. Bu yapılıyor, bunun ötesine de
Geçiliyor. Nasıl geçiliyor, bakın, her kim olursa olsun herkese hukuk, herkese adalet” diyoruz, tartışmasız, ama toplumu bilgilendirmek gerekiyor.
Şimdi konu Abdullah Öcalan üzerinden gündeme geldiği için dünyada idam cezaları kaldırmıştı. Keşke Türkiye’de daha önce kaldırılsaydı. Ama Abdullah Öcalan’la ilgili Türkiye’nin mahkûmiyetleri olduğu için Abdullah Öcalan’la ilgili olarak konu Türkiye’de gündeme geldiğinde almış olduğu idam cezası kaldırıldı. Daha doğrusu ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. Dendi ki, “herkes ıslah edilebilir, herkes iyileştirici rejimlere tabi tutulabilir, cezalandırılmak demek insanı ıslah etmek demektir aynı zamanda. Aslında çağdaş anlayış budur, bununla bağdaşmaz, idam cezası o nedenle kaldırıldı, bütün çağdaş ülkelerdeki gibi. Onun yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirildi.

ABDULLAH ÖCALAN’IN MÜEBBET CEZASI AİHM SİNCE 2014 DE KALDIRILDI
AİHM SİNE GÖRE ÖCALAN EN GEÇ 15 ŞUBAT 2024 TARİHİNDE TAHLİYE OLACAK
Şimdi bütün dünya şuna geçti, AİHM si şöyle kararlar veriyor artık, diyor ki, “Ağırlaştırılmış müebbet cezalar, bir kişi cezayı, ölene kadar hapiste yatıyor, tahliye yok, evet idam etmiyorsunuz ama ölene kadar da yatırıyorsunuz. AİHM si dedi ki, bu da idamdır,” Türkiye’den önce iki tane böyle karar verdi, Almanya’ya verdi, Polanya’ya verdi, üçüncü karar, başvurduğunda Abdullah Öcalan’la ilgili 2014 yılında verildi, bilginiz var mı? 2014 yılında vermiş olduğu kararda dedi ki, “ağırlaştırılmış hapis cezası da alsa, mutlaka ve mutlaka insanlar ölmeden dış dünyayı, gökyüzünü görmeli. Cezaevinden çıkmalı, şartlar tahliye edilmeli, bu bir ev hapsi, hücre hapsi gibi gibi şeyler değil. Şartla tahliye, dolayısıyla Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet cezalarında böyle bir yasa olmadığı için Türkiye mahkûm oldu, 2014 yılında.  Ama toplumu aydınlatması gereken siyasal partiler bu konuda maalesef, herhangi bir parti ayırımı yapmıyorum, hiçbir siyasi parti bu konuları tartışmaya açmıyor, toplumu aydınlatmıyor ve AİHM si Türkiye’yi mahkum ederken şöyle diyor, bir gerekçe kullandı, dedi ki: “Evet ağırlaştırılmış müebbet cezası alsa mutlaka tahliye olmalı ama, bu tahliyeyi 25 yılı aşmayacak biçimde yapmalı, siz 25 yıl çıtasını düşünün, 1999   15 Şubat gözaltı diye esas alırsanız, Öcalan için en geç en geç 15 Şubat 2024 tarihinde mutlaka bir şartla tahliye çıkacak, ona yönelik yasa çıkacak ne olursa olsun.
Şuraya gelmek istiyorum, bakın “İmralı notları” diye basında yeni yeni birtakım haberler yorumlar, Öcalan’ın bu süreçte yazmış olduğu Avrupa’da yayınlanan bir kitap neden ile iktidarla arasındaki görüşmeleri ve birtakım şeyleri okuyorsunuz. Bu karar Mart 2014 de çıktı.

12 EYLÜLDE DİPÇİKLE YAPILAN 2010 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YARGI İLE YAPILDI.

Adına “çözüm süreci” denilen ve bizzat birinci maddesinde “çözüm süreci” ifadesi geçen yasa, 2014 Temmuz ayında çıkartıldı. O yasada aynen hani 12 Eylülde her kim yer alırsa ne yaparsa yapsın sorumsuzlar” diyorlardı ya, o yasada aynen aynı hüküm var, diyor ki “çözüm sürecinde her kim yer alırsa sorumsuzdur, vatana ihanet dahil, buna giriyor”.
Şimdi 12 Eylülde darbeyi yapanlar, biliyorlar ki bu iş ancak anayasaya konursa olur. Anayasaya konmazsa olmaz. Ama çözüm süreci söylem ve sömürüsü ile yasa no 6551 Madde no 4, bu anayasal dayanağı olmadan yasaya kondu. Şimdi burada keşke Türkiye bu sorunlardan kurtulsa, ama çözüm değil. Çözüm değil ama terör kimliğini bu maddeden hareket ettiğinizde, siyasal kimliğe çevirmek, neden? Neden bu kadar net söylüyorum, şimdi bakın 1982 Anayasasına, herkes değişik nedenlerle evet, hayır demiş olabilir. Ama geriye dönüp baktığımızda, o anayasanın hangi koşullarda yapıldığı, dayatıldığı ve sonuçlarını net görüyoruz ve yüzde 92 kabul oranı.
Bu gün iktidar partisi diyor ki, “ben sandıklardan yüzde 40 larla çıkıyorum, e o zaman Türkiye’de demokrasinin zirve yaptığı bir şey mi? Değil, demek ki sandıktaki tek başına oy oranı demokrasiye, adalete, hukuka zirve yaptırmıyor. Yaptırsaydı 12 Eylül Anayasasını niye tartışıyoruz bu gün? Demokratik ortam da gerekiyor, demokratik haklar da gerekiyor, onları kullanmak da gerekiyor, onun için iktidarın habire “yüzde 40 aldım, 50 aldım” demek, demokrasinin ciddi anlamda yaşandığı değil, insanların bilgilenmeden yoksun bırakıldığı, eğitimden, bilgiden yoksun bırakılma nedeniyle gerçeklerden haberdar edilmemek nedeniyle nereye sürüklendiğinin resmidir, demokrasinin etkin kılınması değil. Şimdi 82 de o koşullarda anayasa yapıldı, bu Öcalan’la ilgili karar çıktıktan sonra, 2010 Anayasa değişikliğini bir tarafa koyalım, bir tarafa alalım, 82 Anayasasını yüzde 92 yle kabul ettik. Biz de diyoruz ki, evet Türkiye’nin doğusunda, batısında, güneyinde, kuzeyinde hiçbir yerde sorun yaşanmasın. Cumhuriyetin nitelikleri anayasa her yerde etkin olsun, gerçekten insanlar sorunlardan artık bu sorunlardan kurtulsun ama bakın 2010 Anayasası Türkiye’ye ne diye dayatılmıştı, ne diye getirildi? “Hukuk, adalet, yargı 12 Eylüldeki zincirlerinden kurtarılıyor” diye. Şimdi 12 Eylülde dipçikle yapılan 2010 Anayasa değişikliği yargı ile yapıldı. Yargı dipçik haline getirildi ve bakın öyle hale getirildik ki 2010 daki anayasa değişikliğindeki Doğuda Güneydoğuda bu anayasa değişikliğinin en çok vurduğu etkilediği yer de Doğu ve Güneydoğudur. Çünkü iktidar istediği gibi kullanıyor, burada da her yerde burada da, orada da kullanıyor.
Ama halk gerçeklerden bilgilenmezse ne oluyor bakın. Doğu ve Güneydoğu, yetmez ama evet dediğimiz süre, işte tartışmasız bir şekilde iktidara destek verdi. 12 Eylül 1980 dönemi Anayasası yüzde 92 ile kabul edildi, dedik. 2010 da Anayasa yüzde 58 le kabul edildi mi? İlleri tek tek sıralayalım; iktidarın hep başka bir projeyle karşımıza çıktığını da görelim. Doğu ve Güneydoğudaki tek tek illerin oy ortalamasını alın 1982 nin tablonun üzerinde yüzde 94 yüzde 95 arası, bakın Türkiye özgürlüğe mi gidiyor, Türkiye nereye gidiyor. 2010 daki tablo 12 Eylül’ü ortadan mı kaldırmış, yoksa kat be kat karşımıza mı getirmiş; ama öyle söylemler kullanılıyor ki, orada halkın yaşadığı sorunlar sömürülüyor, halka sizin sorunlarınız çözeceğiz dayatması ile 2010 Anayasa değişikliği bu gün, Türkiye’nin başındaki en büyük bela. Şimdi 12 Eylül Anayasası oradan buradan esnedi, 2010 olduğu gibi yerinde duruyor, “yeni anayasayı yapacağım” diyen AKP çıksın önce 2010 nedeniyle özür dilesin Türkiye’den, diliyor mu? Demek ki yapacağı bunun da ötesinde, bunu da yeterli görmüyor. 2010 Adaleti, yargıyı nereye taşıdı? Şimdi bu günkü HDP nin o günkü Doğu, Güneydoğu’daki kitleyi temsil eden parti o zamanki iktidarla desteği veren siyasi parti bu gün çıksın Doğu ve Güneydoğudan özür dilesin. Hukuk yargı, Doğu ve Güneydoğu o 2010 nun anayasadaki metin nedeniyle nereye taşındı. 80 deki tablo başka bir boyut aldı ve 2010 nu kaldırmadan bu gün nereye gidiyoruz?

CEZAEVİNDEN ÖRGÜT YÖNETTİĞİNİ AİHM DE BİLİYOR
Şimdi az önce söyledim, 80 den önce beş komutan “vatana ihaneti bile değil, mutlak sorumsuz olmalıyız” dediler, şimdi. AİHM az önce söylediğim, Öcalan en geç 25 yılda tahliye edilsin kararında şunu söylüyor, diyor ki, çok net: “Cezaevinden örgüte gönderdiği talimatlar, kararı bir şekilde internette bulabilirsiniz, bulursanız bir tarafa not edin, benimkisini kişisel düşünce olarak değerlendirmemeniz için söylüyorum, 43-45-109. Paragraflar. Şimdi bunu Türk yargısı söyleyemiyor, Türk siyasileri söyleyemiyor, Türkiye’de hukuk kurumları söyleyemiyor, yani diyor ki, Türkiye’de cezaevinden bir terör örgütü yönetiliyor, hukuk ne durumda, adalet ne durumda.
Şimdi Türkiye elbette terörü çözmeli, elbette terörle mücadele etmeli, elbette hiçbir şekilde ölümler olmamalı, artık yeter. Ama bakın öyle bir noktaya taşınmış ki, dünyada bu gibi sorunlarla uğraşan ülkelere bir bakın, analiz edin, hiç kimse cezaevinden örgüt yönettirmiyor. Kandil’deki bir kimse Türkiye’ye adım attığında, sistemi tartışmasız onu gözaltına alır, buradan insanlar oraya gidiyor? Gidip de nasıl dönüyor? Dönünce niye alınmıyor? Bakın Öcalan bile diyor ki, “bunlar bir suç gün yüzüne çıkarsa biz vatan hainliğinden ne durumlara düşeriz”. Bunu AİHM diyor, Öcalan diyor.
Bakın bu kararı aldığımda suç duyurusu yaptım, kimin için Başbakan için, neden Öcalan yakalanmıştı, tutuklanmıştı, cezaevinden artık örgütüyle bağı koparılmıştı. Fakat “çözüm süreci” denilerek iktidar Doğu ve Güneydoğu üzerinden kendine ayrı bir mecra, o halkın yaşadığı sorunları sömürme yoluna gitti, aynen dini sömürdüğü gibi.  Keşke oradaki sorunları çözseydi, ama öyle yapmadı o adımları o mecrada atmadı. Atmayınca yargı bunu Türkiye’de söyleyemezken, Öcalan tahliye koşulları anlamında AİHM sine başvurduğunda o kararı aldı amma o kararı veren AİHM si, “cezaevinde örgüt de yönetiyorsun” dedi. Bunu Türkiye görmüyor, yargı görmüyor, Cezaevinden Kandil’deki adam tepeme bomba mı diyerek örgüt yönetiyor, burada cezaevinde devlet güvencesiyle örgüt yönetiyor, yönettiriliyor. Bunun anlamı şudur, hükümetin bu suça iştirakidir, doğrudan.
Ama başvurduğunuzda anayasada bir cumhurbaşkanı için bile “vatan hainliğinde” sorunluluk var. Yasayla çözüm sürecinde, o zaman hükümet olarak ben otururum, şu hükümet sorumsuz, bu hükümet sorumsuz, şu kişiler sorumsuz, bu kişiler sorumsuz”,  herkesi yargıdan dışarıda bırakan yasalar çıkarır mıyım. Mecliste 276 yı buldukça her zaman çıkarırım. Bu yasaların hukuken hiçbir değeri yok.
Amma çözüm mecliste olsun” diyen siyasi partiler, bu yasayı anayasa mahkemesine taşıdı mı? Kendimizle de yüzleşelim. Meclisteki partiler de taşımadı, buna dayalı olarak çıkartılan Bakanlar kurulu kararı oldu; meclis dışındaki partiler de o yasaları taşımadı, bakanlar kurulu kararlarını da taşımadı. Toplum bilgilendirilmiyor, hukuk ve adalet nereye gidiyor, hukuk ve adalet hukukun üstünlüğüne gitmiyor.
12 Eylül şu anki sorunları yarattı, ama bu gün hukuk ve adalet iktidarın gücü başka bir şey değil. Yarın, bu günkü iktidardan hesap sormayan hukuk ve adalet yarın ne yapacak? Bu anayasada aynen 12 Eylüldekini istiyor. Vatan hainliğinden bile  sorunsuz kılan o yapı var ya, yeni anayasa süreci bu.
Bakın yeni anayasa sürecinde olacağı söyleyeyim, AKP nin beklentileri bunlar. Şimdi AİHM si ne diyor “25 yılı bulmadan tahliye et.  Siz yasa çıkartırsınız 20 yılda ediyorum, o zaman tahliye olur, 2019 olur mu? Elbette, toplum ne diyebilir, aynen idam cezası için AİHM si kararı vardı. Doğal olarak hiç kimse hukukun karşısında durmuyor, evet idam müebbede dönsün dendi. Bu karar bu gün sunulmayacak, o gün sunulacak, “bakın artık çağ değişiyor, insanları da cezaevinde öldüremeyiz, onun için tahliye ediyoruz” diyecekler. Dolayısıyla bu 25 yıl üst sınır, inecek belki 20 yıla. Ama aynen 2010 da Doğudaki ve Güneydoğudaki kardeşlerimiz görüldüğü gibi burada da şu yapılacak. “Siz bizim anayasamıza destek verirseniz, biz de bu yasadaki süreyi çekeceğiz, bu tarafa çekeceğiz”. Bakın 2010 da, az önce oy oranlarını verdim, internetten tarayabilirsiniz, 2010 da Türkiye gerçekten hukuk garabeti metine yüzde 58 oy verdi. Ama 2010 da Doğu ve Güneydoğu için siyaset yaptığını, halkı için mücadele ettiğini söyleyen o insanlar eğer öyle yapsalardı 12 Eylüldeki o 1982 deki yapıdan daha geri bir duruma sürüklemezlerdi. Doğu ve Güneydoğudaki oy oranı yüzde 97 yi bulan il oldu. Siz kendi ailenizde gündeme getirin yüzde 97 oy alabilir misiniz? Demek ki nereye gidiyoruz.

CUMHURİYET VE NİTELİKLERİNE SONUNA KADAR SAHİP ÇIKACAĞIZ
O nedenle yeni anayasa süreci başka bir süreç artık 2010 u kaldırma değil, ama bu anlamda iki parti böyle hareket ediyor, diğer partiler cumhuriyete, niteliklerine sahip çıkmazsa sorun çıkmaz. Cumhuriyet ve niteliklerine sonuna kadar sahip çıkacağız ve o şekilde kısas sürecindeyiz diyorlar, MHP öyle diyor, CHP öyle diyor, diyor da bakın belki basite indirgenebilir ama şu boyutu hiç basit değil: Türkiye’de Cumhuriyetle beraber yaşadığımız bir hukuk sistemi, siyasal sistem, devlet sisteminin Osmanlı’dan elbette farkı var. Hatta İslam coğrafyasından Türkiye’nin farkı laikliktir. Laikliğin siyasal anlamda sağ sol ve herhangi bir cepheden bakacağınız bir konu olarak görülmemesi gerekiyor, çünkü laiklik herkesin her istediği şekilde özgürlüğü yaşayabileceği bir sistem. Laikliği kaldırırsanız, yaşama, nefes alma koşullarını kaldırıyorsunuz ve Türkiye’de maalesef hep iktidarlar, eğitim nedeniyle halk yeterince aydınlatılmadığı için, daha kolaya yol alabilmek anlamında dini sömürerek yollarına devam ediyorlar. Halk aydınlatılmıyor, eğitim geri planda tutuluyor, halk aydınlatılmayınca din sömürülüyor, yollarına devam ediliyor.

CUMA GENELGESİ
Türkiye’de bu güne kadar din ve inanç konusunda hele şu günlerde yaşadığımız Cuma namazı konusunda kamuda yaşanan bir sorun var mıydı? Bakın Diyanet İşleri Başkanı bile kalktı, dedi ki: “gerekiyorsa isteyenler için yapılıyordu” dedi. Namaz saati ona göre okunuyor, ezan ona göre okunuyor, isteyen gidip ibadetini yapıyor,  isteyen yapar istemeyen yapmaz, bunda zorlama yok. Şimdi Türkiye’nin bir ucuyla öbür ucu arasındaki saat farkı ne 76 dakika, iki konudan bakalım. Şimdi Cuma saatini çalma saati dışında bıraktığınızda, devlet olarak bir genelge yayınladığınızda, buna zaten diyor ki biz ona göre ayarlama yapıyoruz”.
1925 de Türkiye yeni bir saat yeni bir takvim sistemine ilişkin yasa kabul etti ve çağdaş ezan saatini bıraktı, modern saat sistemine geçti, Batı sistemine geçildi. Şimdi Cuma günleri din sömürüsü üzerinden yok ediliyor. Ülkemizde uygulama birliği anlamında diğer dört gün Cuma günü Türkiye’nin neresinde hangi kaçta bilemeyeceksiniz. En çok meridyen geçen Antalya bir başından bir başına geçtiği meridyen 20 dakika fark ediyor. Antalya’nın bir başıyla mesai, diğer başını düşünün 20 dakika, Antalya içinde sırf mesai oynayacak. Ülkedeki uygulama birliğini yok ediyorsunuz.
Öte yandan getirdiğiniz de şu var, cumhuriyet bir uygulama, hukuk birliği getirmiş, çok hukukluluğu ortadan kaldırmış. Türkiye belli şeyleri yaşarken geçmişte çok sayıda parti kapatma davası ortaya çıktı; bunlardan bir tanesi de Refah Partisi Davası idi. Refah Partisini kapattığında AİHM de kazandığımız tek dava odur, parti kapatma davasında. AİHM si dedi ki, “çağdaş demokrasiden çok hukukluluktan hareket ettiğimizde çağdaş demokrasiye aykırıdır, çok hukuklu sistemler. Refah Partisi inanca dayalı hukuk sistemi, inancı inanç alanında tutmuyor, inancı hukuk alanına taşıyor, sömürüyor. Yani inancın adalet alanına taşınması şeriat demektir. Şeriat İslam hukuku demektir. Kişinin inancına karışmıyor, kendi özel alanda yaşayabilirsin ama devlet bunu uygulayacak dediğinde orada herkese başka hukuklar getiriyorsun, o nedenle Refah Partisi kapatılmıştır. AİHM si de evet demiştir, bu örnek elimizde.
Şimdi Türkiye’de siyasal partiler cuma konusunu daha önce kullandı. Ne zaman 1975 de, aynen bu gün çıkan genelgenin birebir aynısı. O zaman MHP Adalet Partisi koalisyonu böyle bir genelge çıkarıyor, Karayolları Genel müdürlüğüne mahsus çıkarılıyor. Karayolları Genel Müdürlüğüne çıkartılan bu genelgeyi Danıştay, “din ve inan özgürlüğünün dışında kalması, laikliğin dışında kalması nedenleriyle iptal ediliyor. Derken hatırlayın Türkiye’de orucunu tutan tutuyor, kimse “niye tutuyor, niye tutmuyor” diye herhangi bir sorun yaşıyor mu? Refah Partisi iktidara geldiğinde Ramazan ayında iftar saatlerine göre, çalışma saatlerini düzenleyen bir bakanlar kurulu karar aldı.
Hemen din üzerinden adım, kimse niye öyle, niye böyle demezken öyle bir sömürüye gitti. O aldığı kararı da Danıştay iptal etti. Dereken Anayasa Mahkemesi bunu parti kapatma eylemi de saydı, AİHM si de az önce söylediğim o dava da, bunlar olmaz parti kapatma yönünden de doğrudur, dedi.
Şimdi Türkiye’de yaşadığımız iki tane somut örnek, bir tanesi 1975 Cuma, diğeri 1997 iftar konusu, bunlar önümüzde, verilen kararlar önümüzde, bunlar laikliğin dışında Türkiye’yi din sömürüsüyle başka mecraya taşıyan olaylar denilen kararlar önümüzde.
Şimdi siyasi partiler diyor ki, az önce HDP ve AKP nin bakış ve yeni anayasaya bakış ve varmak istediklerini anlattım.

CUMA GENELGESİ ANAYASANIN İLK DÖRT MADDESİNE AYKIRI
Siyasi partiler diyor ki anayasanın ilk dört maddesine sahipleneceğiz. Biz ona göre anayasa yaptırırız. Bu Cuma genelgesi-sömürüsü genelgesi, anayasanın ilk dört maddesine net aykırıdır. Bakın az önce söyledim ya 12 Eylülde askerler geldiğinde aldığımız her karar, anayasayla çatışıyorsa anayasa değişikliği sayılır. Şimdi iktidarı bir anayasa sınırlandıramıyorsa zaten anayasa olma niteliği çöpe gitmiş. Şimdi anayasada diyor ki, “laiklik değiştirilemez”, Başbakanlık aldığı genelgeyle laiklik maddesi çöpe gitti mi? Aynen 12 Eylüldeki askerlerin yaptığı gibi, şimdi neden yeni anayasaya gidiyoruz, aynen vatan hainliğinde bile sorumsuzluğu getiren maddeleri var ya, şimdi bir başbakan imzalı metinle anayasanın değişmez maddesi çöpe gitti (Cuma genelgesi ile). Anayasanın değişmez maddelerine ilk dört maddesine sahip çıkarak yeni anayasa yapacağız diyen muhalefet partileri nerede? O zaman yeni anayasa niye yapılıyor, Türkiye’yi nereye götürüyor?
İlk dört madde cumhuriyet ve niteliklerine sahip maddesi değil mi? İlk dört maddeye kâğıt üzerinde mi sahipleniyoruz, usulden mi sahipleniyoruz? Kalpten, yürekten, esastan mücadeleyle mi sahipleniyoruz. Bakın AKP neye sahipleniyor, AKP vatan hainliğinde bile sorumsuzluğunu getirmek için sahipleniyor. Biliyor, yaptıklarını ülkeye yaptıklarını biliyor.

CEZAEVİNDEN ÖRGÜT YÖNETİYORSAN BİR 25 YIL DAHA ALIRSIN
HDP niye sahipleniyor? AİHM si ortada ne yaparsak da Öcalan’ı 25 yılda tahliye edebilsek, bunun ötesi berisi yok.
Ama hiç kimse çıkıp şunu demiyor, “sen cezaevinden örgüt yönetiyorsan yeniden bir soruşturmaya uğrayacaksın, yeniden bir 25 yıl alacaksın, yeniden bir 25 yıl alırsan 2024 de tahliye edilemezsin, bir 25 yıl daha yatarsın, bir 25 yıl daha yatınca sen terörist kimliğinle kalırsın, siyasal kimliğe dönemezsin çıkınca.  Bunu HDP demiyor, bunu CHP demiyor, bunu MHP demiyor, bunu AKP demiyor. AİHM si “örgüt yönetiyor” diyor. Yoksa alacaksın bu kararı soruşturma yapacaksın, soruşturma yaptığında o zaman  2007 den 2016 ya kadar ki iktidarları doğrudan teröre iştirakten mahkûm edeceksin.  Muhalefet bunu yapamıyorsa, o zaman Türkiye’de hukuk nerede? Adalet nerede? Hukuk kimi koruyor? Adalet kimi koruyor? Veya çözüm denilen kimin sorununu çözüyor, iktidarın  sorununu çözüyor, terörist kimliği  olanların sorununu  çözüyor. Halkın hiçbir sorunu çözülmüyor. Keşke halkın yaşadığı  sorunları çözsek, keşke; Doğudaki, Güneydoğudaki insanların yaşadığı  sorunları çözsek, asla yok.
Eğer öyle bir boyut olsa bu gün şu koşullarda bile yeni anayasa çıkarılana kadar bakın daha çabuk bir örnek vereyim. Bir vatana ihanetten Erdoğan’a soruşturma açabilirsiniz. Ama bu gün Öcalan’a soruşturma açamıyorsunuz, o çıkardıkları çözüm yasası sorunsuz maddesi yüzünden, işte başvurdum. O kararı aldım. Kararı koyduğum hiçbir siyasi partiden hiçbir tepki almadım. Cumhurbaşkanınızı vatana ihanetten yargılayabildiğiniz bir ülkede terörden dolayı cezaevinde bulunan bir kimseyi vatana ihanetten yargılayamayan bir ülkede nasıl bir hukuk, nasıl bir adalet var ben size sorayım.
Şimdi yeni anayasa sürecinde iktidar kendini bu sorumluluklardan arındıracak hükümler getirecek, dolayısıyla Öcalan’a bırakın 25 yıl için yeni bir soruşturmayı, o soruşturma açılmayacak, yeni bir soruşturma açılmayacak AİHM si rafta kalacak. Yaptığım başvuru nedeniyle ortaya çıkan dosya bütün siyasi partilerin bilgisine sunduğum bir dosya ve bu arada tekrar ediyorum, keşke halkın yaşadığı sorunlar çözülse, bakın Güneydoğu’da şimdi çocuklar ölüyor, hiç kimse çocukların ölmesini istemiyor. Halkın özgürlüğünü isteyen örgüt dünyada halkı için, özgürlük için mücadele eden örgütlere bakın; örgütlerin analizi anlamında şunu ortaya koyalım.
Dünyada çocukları birinci sırada silahlandıran ve dağa kaldıran, kaçıran kimdir, dersem ne dersiniz, birinci sırada yer alan PKK, çocukları en çok dağa kaldıran, en çok silahlandıran örgüt, nerede şimdi; nerede çocuk, kuruluşları çocuk haklarını savunanlar. Hiçbir çocuk sömürülmesin, hiç kimse ölmesin, ama çocukların hayatını karartanlar nasıl bir özgürlük mücadelesi veriyor veya nasıl bir hukuk nasıl bir adalet.
Şimdi böyle bir yapıda az önce söylediğim anayasada yeni anayasa sürecinde tüm ülkeye AKP ye o boyutları getirecek, HDP ye aynen 2010 daki işbirliğinin bir ileri adımı işbirliği, yeni soruşturma zaten açılmıyor, kimse de açmayacak bundan sonra, açılmasına engel yok, ama açılmıyor. Açmadığınızda en geç 25 yılda tahliye edeceksiniz, o 25 yılı 20 yıla çekebilirsiniz, bu aynen 2010 da da her siyasal kazanım için Doğudaki, Güneydoğudaki halka gözünü yuman bir yapı vardı siyasal yapı. “Yeter ki ben bir siyasal kazanım elde edeyim” diye Doğu ve Güneydoğu 12 ilden daha beter hale getirildi; şimdi daha da beter hale getirilecek. Yeni anayasa için bir beş yıl erken tahliye için o karşılıklı alışverişle şimdi ortaya çıkan şu, bu arada bir partinin kurultay bildirgesinde eşit vatandaşlık kavramı yer aldı.
Şimdi Türkiye’de eşitliğe aykırı asla söz söylemesini ben de istemem. Hiçbirimiz de burada eşitliğe aykırı, eşitliğe karşı söylem kullanmayız. Hükümet değişiklik esas ama bakın eşit haklardan bahsedilmiyor. Türkiye’de yaşayan herkes eşit haklara sahip olmalı, kadın, erkek veya hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun, burada eşit vatandaşlıktan bahsediliyor. Eşit vatandaşlık eşittir, önce farklılaştırmak, yani ulus kimliğini kaldırmak, ulus kimliğini kaldırdıktan sonra farklı kimlikleri eşit hale getirmek. Ulus devlet kimliğinizi ortadan kaldırdığınızda, tek bir millet, tek bir ulus boyutunu artık anayasanın ilk dört maddesine sahipleniyorum, dönemi yok. Eşit vatandaşlığın en öz tanımı budur. Doğrudur dersiniz, eğridir desiniz ama en öz tanımı bu, eşit vatandaşlık eşit haklarla vatandaşlık değil. Elbette eşit haklarla vatandaşlık olacak. Ama eşit vatandaşlık farklılaştırarak eşit kılmak yani ulus devlete yani millet esasına anayasada son vermek demek. Bunun kısaca hukuksal tanımı böyle.
Eşit vatandaşlığı uygulayan ülkelerdeki durum nedir? Eşit vatandaşlık uygulayan ülkelerde durum, ulus devlet, ulus kimliği boyutu itibariyle, üniter yapı itibarıyla farklılıktır, eşit vatandaşlığın sonucu eşit egemenliktir. Eşit egemenlik nedir? Farklılaştırdığımız kitlelerin egemen olmasını da kabul etmenizdir.

TÜRKİYE’DE EGEMENLİK KİMDEDİR, NEREDEDİR
Farklılaştırıp eşit egemenlik dediğinizde, farklı güçlerin egemenliği demektir. Yani anayasa o zaman, onları görelim, yeni anayasada Öcalan’a yeni soruşturma açmayı bir tarafa bırakın, cumhurbaşkanlığınıza bile vatan hainliğinden soruşturma açarken önce Öcalan bile itiraf ederken bunlar, “bir duyulsa vatana ihanetten gideriz” diye yeni anayasada kendisine soruşturma açılmayıp taliye edilen bir kimseye terörist gözüyle bakamazsınız. Ne yapacaksınız, tartışmasız siyasal kimlik, ister Mecliste, ister Meclis dışında, ama tartışma açması siyasal kimlik. Şimdi ülke her siyasi düşünceyi her ortama taşımalı kuşkusuz, ama Öcalan kimliği üzerinden Türkiye’ye dayatılan başka bir şey, neler var. Öcalan kimliği adı altında bir şeyler temsil edildiğinde ülkede birlik, bütünlük, dayanışma, kaynaşma döneminin bitmesi demek ve burada Meclisteki dört siyasi partinin bunları açık açık halka anlatması gerek.

ANAYASA METNİ YOKKEN BİLE ERDOĞAN MUHTARLARLA, KAYMAKAMLARLA TANITIM YAPIYOR
 Ama bunun öncesinde her parti başka adımlarla yol alıyor ve bakın 12 Eylülü hatırlayın. 12 Eylülde danışma meclisinde anayasa hazırlandığında, ne olur ne olmaz toplumdaki demokrasi refleksi yükselir mi diye. Kenan Evren korkusundan çıkıp anayasayı tanıtma toplantıları ve mitingleri yapıyordu, il il dolaşıyordu, asayiş ortadan kalkıyor şu oluyor, bu oluyor; anayasa şart şöyle olacak, böyle olacak, “o anayasa Türkiye’ye bol geliyor, biz daha şöylesini4 getiriyoruz, tam kalıbımıza uygun” şudur, budur.
Şimdi bırakın anayasa yapılmadan, şimdi bu anayasa kime, niçin, hangi yetkilerle yapılıyor, daha çıkmamış anayasanın adeta tanıtım toplantılarını Erdoğan bizzat yapıyor. Nasıl yapıyor? Evren’den daha ileri adımlar atarak yapıyor. Muhtarlar düzeyinde yapıyor, saraya toplayarak yapıyor. Bunu bir adım aştı kaymakamlar düzeyinde yapıyor. Bunu bir adım daha aşacak valiler düzeyinde yapacak. Bunu bir adım farklılaştırdı geçen hafta, biz bir araya gelemiyoruz bakın üç yüz tane sivil örgütü bir araya getirdi. Şimdi çıkmamış anayasanın her yoldan, her koldan daha koşulları ve zemini öyle bir hazırlanıyor ki metin ortaya çıktığında zaten süre veriliyor altı ay diyor, deniyor. Şimdi şu kirli süreci düşünün kaç milletvekiline ihtiyaç var, transferler yaşanır, o yaşanır, bu yaşanır ama öyle bir şekilde Meclisten bir metin çıktığında halkoyundan geri dönme şansı yok, bunu bir net görelim.
2010 da yaşadık. Şu an Doğu’da Güneydoğu’da TV görüntülerinin logolarını kapatın, “burası Türkiye” demezsiniz, yaşananları, iktidar neden öyle yapıyor.

TERÖRLE SONUNA KADAR MÜCADELE EDİLMELİ
 Doğu’da, Güneydoğu’da yaşananları hiçbirimiz kabul etmiyoruz. Terörle sonuna kadar mücadele edilmeli de diyoruz. Ama iktidarın orda yaptığı terörle mücadele değil. Geçen 2015 de gitmedim ama ondan önceki yıllarda sürekli dolaştım, bölgeyi. Orada yapılan terörle mücadele değil; şu an mesela CHP yanlış bir söylem kullandı. Diğer partiler de kullandı, onu tekrarlayarak, her partinin şunu demesi lazım: “Bizim doğuya, batıya, kuzeye, güneye yönelik reçetemiz var, dolayısıyla nerede ne sorun yaşanıyorsa, ben bir siyasi parti olarak her sorunu çözmeye varım, çünkü ben iktidar için varım, o nedenle bana gelin” demesi lazımdı. “Yüzde on barajını kınıyorum” demesi lazımdı. İlk fırsatta da “değiştirilmesi için varım” demesi lazımdı. Ama bütün siyasi partiler, “yüzde 10 u geçsin”, seçimlerde yüzde 10 geçilsin, yüzde 10 geçilsin” diye, “yav bana gelin sizin sorununuzu çözeceğim” denmedi. Sanki Doğu ve Güneydoğuyu ben temsil etmiyorum, ben batının, kuzeyin, güneyin partisiyim, doğu, batı bana ait değil gibi, “orası barajı geçsin” gibi bir söylem, böyle bir şey olabilir mi? Diğer partiler, gidin oradaki halkı gidin görün, halkın ülkeyle bir sorunu yok. Ama o kadar yanlış söylemlerle o kadar farklı yerlere itiliyor ki o halk, barajı geçsin diye neden bir partiye itiliyor. “Ben sorunu çözeceğim diye niye bana gelin” denmiyor? Bir parti deyince, o halk etnik kimliğiyle bir yere gidiyor. Etnik partiler, şimdi devam edeyim; soru olarak da alırım. AKP terörle mücadele sürecinde dozu öyle bir boyuta getirdi ki konuyu, evet terörle mücadeleyi terör kalıplarında tutmadı.

ŞİMDİ TERÖR KENTE İNDİ.
Artık kentlerde bir şeyler yaşanır oldu, terör kentlerde çok rahatlıkla yaşanır oldu. Bunu bizzat gözlemledim HSYK seçimleri için Doğu’ya, Güneydoğu’ya gittiğimizde devletin adliyesi, devletin asayiş güçleri “bu saati geçerseniz asayiş bizden çıkıyor aman şu saatten sonra o ilden bu ile gitmeyin” çünkü yol kontrolleri bizden çıkıyor. Şimdi egemen bir devlette böyle bir şey olur mu? O zaman senin varlık nedenin ne? Halka hem güvence olacaksın, hem de bu sorunları ortadan kaldıracaksın.
Şimdi terör kente indi, terör kente inerken, şimdi terörle mücadele ediyorum, derken halktan bunu ayırmanız mümkün değil, halkı iyice uzaklaştırırcasına yapılmadık şeyler bırakılmıyor. O halkı uzaklaştıracak biçimde terörle mücadele ediliyor. Kim terör, kim değil, ayıklayabilecek boyutu aşmış durumda. Bu güdülen yanlış politika nedeniyle.

BU SÜREÇTE “TAHLİYEYİ (APO) ERKENE ÇEKERSEN BEN DE ANAYASAYA EVET DERİM”,
Dolayısıyla siyasal söylem de diyorsunuz ki, “barajı geçsin”, “bana gel” demiyorsun. Mücadele söyleminde olayı bu boyuta taşımızsın, halkı uzaklaştırıyorsun. Öbür tarafta yürüyen başka hukuksal süreçler var, o halk hep belli bir yere itiliyor ve orada tutuluyor, uzaklaştırılıyor. Uzaklaştırılınca aynen 2010 da yapıldığının da ötesinde “siz bana destek verirseniz ben de o halkı sanki sadece HDP temsil ediyormuş, o halk sanki PKK o aklın kurtuluş hareketi imiş gibi, sanki onlar üzerinden yeni anayasaya oy toplama sürecinden üstüne gidiyoruz. Neden? Aynen AİHM si ne diyor? Öcalan’ın PKK yı yönettiğini ben söylemiyorum, o söylüyor, daha bu gün. “Bu süreçte tahliyeyi erkene çekersen ben de anayasaya evet derim”, süreç buraya geliyor. Dolayısıyla yeni anayasa sürecinde, muhalefet partileri ilk dört maddeye sahibiz” diyen muhalefetin Cumhuriyetin hangi birimine sahip olacağı, söylem değil, açıkça mücadele olarak, eylem olarak sahip olduğunu nerede ortaya koyuyor? Hiçbir yerde… Diğerleri ortada, Türkiye bu sürece nereden girdi. Türkiye bu sürece, net olarak söylersek, belki 2008 den girdi. Nasıl girdi? Bakın, Cumhuriyet hak eden fazilet bunu sizlere ifade etmeme gerek yok. Cumhuriyet hukuku getirmiş, çünkü halk, dünyada kendi hakkına, kendi hukukuna sahip çıkarak, o hani ulusların direnme hakkı deniyor ya, kendi devletini kuran bir ülke TC. ve herkes kenetlenerek TC nin temeli “adalet mülkün temeli” mülk derken ülke. Adalet niye ülkenin temeli? Çünkü bu ülke bu şekilde kurulmuş da o nedenle. Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri herkes örgütlenerek ama “hukuk” diyerek örgütlenerek ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde o mücadeleyle işte adaletle, hukukla böyle kurulmuş.

İNSANI İNSAN YAPAN LAİKLİK, BU GÜN MECLİSTEKİ DÖRT PARTİ LAİKLİĞE SALDIRIDA SUSUYOR.
Kurulunca Hukuk Devrimleriyle herkesi güvence altına almış, kul olmaktan çıkartmış, kişi yapmış hak sahibi yapmış. İnsan, insanı insan yapan laiklik, niye insanı insan yapan laiklik? Kul olmaktan çıkartıyor, “sen insansın”, diyor, “sen hak sahibisin” diyor, “sen kişisin” diyor.
Ama bu gün Meclisteki dört parti laikliğe saldırıda susuyor.
Şimdi partiler niçin var? Dünyanın her yer yerinde patiler demokrasi için var. Demokrasiyi yaşatacaksak partileri yaşatacağız ve çok partiyi yaşatacağız. Çok partili sistem yarış, çoğulculuk, çok seslilik ve her kesimin birbirine saygı.
Laiklik olmadan demokrasi olur mu? Coğrafyamıza bakıyoruz, her yere bakıyoruz, laiklik böyle bir saldırıya maruz kalmışsa, demokrasi için var olan partiler, bu konumdaysa nereye gidiyoruz? Demokrasi olmadan adaletle hukuk ne olacak nereye gidecek? Nasıl kalacak. Hukukla kurulan ülkede demokrasiye geçildikten sonra, bu dünyadaki gelişmelerle paralel düşünün, hukuk devrimlerini yaptı Türkiye, Türkiye hukuk devrimlerini yaptı ama dünyada da aynı şeyler yaşanıyordu. Hukuk devrimlerini yaptığınızda hukuk devletini kurduğunuzda, hukuk devletini koruyacak kurumlar genel kabul görmemişti, ortaya çıkmamıştı. Yani bir Anayasa Mahkemesi yoktu, olsa ne olur, olmasa ne olur u şöyle ortaya koyalım. Bir Danıştay vardı da, hükümetin işlemlerini denetleyen boyutta bir Danıştay yoktu. Bakın bir Danıştay’ın olmaması ne yapmıştır, dünyada. Bu gün şu 2010 Anayasa değişikliği sonrasında iktidar Danıştay’a 2/5 ( beşte iki)  kadro ile üye seçmiştir, Yargıtay’a aynı şekilde, neden kendini ona göre denetlesin diye. Bırak hukuku kendi haline bırak, niye bırakmıyorsun? Bakın hükümeti denetleyen bir Danıştay’a benzer kurumun olmaması dünyaya 2. Dünya Savaşı yaşatmıştır, neden? Hitler de yüzde 40 la iktidara geldi aynen AKP gibi. Geldiğinde her istediğini Bakanlar Kurulu kararına çevirdi mi? Çevirdi. Her istediğini Meclisten yasa haline getirdi mi? Getirdi. Polonya işgali için Bakanlar Kurulundan karar aldı ne oldu? İkinci Dünya Savaşı böyle patladı. Hukuk kurumlarını, hukuk devletini güvence altına alacak kurumların yoksunluğu, ya da iktidarı denetleyemezseniz ne hale gelirisiniz? Bu gün niye AKP yüksek mahkemelerle bu kadar uğraşıyor, neye bu kadar uğraşıyor? Kendini denetleyecek bir boyut olmasın, ortadan kalksın diye. Bakın Türkiye demokrasiye elbette geçti ancak geçtiğinde şu ayaktan şu adımdan eksik geçti.
Kuşkusuz Cumhuriyetle özdeşmiş bir parti CHP o süreçte yer alan, ama demokrasiye geçtiğinizde bir yarış, Cumhuriyeti kuran bir parti olarak CHP si o süreçte yer alınca, onun karşısında yer alan partiler, daha farklı tabanı çekebilmek veya oraya giden kitleyi çekebilmek için farklı söylemler kullanma yoluna gitti. 1925 de ne oldu Terakkiperver partisi kapatıldı. Bir farklı boyutta 1930 da oldu Serbest Fırka kapatıldı, demokrasiye geçildi, eğer 2. Dünya Savaşından çıkarılan o ders ki 2. Dünya Savaşı sonrası Anayasa Mahkemeleri ve Danıştaylar kurulmaya başlanmıştır. Türkiye’de de kurulsaydı, Türkiye’de askeri süreçler hiçbir biçimde yaşanmayacaktı. 1961 farklı kılan ne? 1961 i farklı kılan işte o demokrasiyi hukuk devletini güvence altına alan hukuk kurumları anayasaya girdi. Bir darbeden ilerici adım beklemezsiniz. Ama 1961 anayasası Cumhuriyeti, demokrasiyi, hukuk devletini, hukuk kurumları yani Anayasa Mahkemesi, Danıştay’ı, Yargıtay’ı bu şekilde olmadan yaşatamazsınız, diyerek o çağdaş kurumlarıyla Anayasa’ya soktu yargı bağımsızlığını. Ne oldu? Türkiye’de özgürlükler yaşanırken, bundan duyulan rahatsızlıklar, gelişen demokrasi İslam coğrafyasından farklılaşan, özgürleşen bir Türkiye nereleri rahatsız etti. Hemen karşımıza 12 Mart çıktı. Ne oldu 12 Mart çıkınca, hemen o 61 Anayasasındaki hukuk kurumları birinci tırpan, birinci darbe; ne oldu 12 Eylülde 12 Martın eksik bıraktığı yargı kurumlarına ikinci tırpan, ikinci darbe; ne oldu 2010 da? 12 Mart’ın 12 Eylül’ün eksik bıraktığı                                                            
yargı kurumlarına üçüncü darbe, üçüncü tırpan.

VARLIĞI İLE DEMOKRASİYE AYKIRI OLAN BİR SİYASİ PARTİ İKTİDARDA KALABİLİR Mİ
Bunlar tesadüf değil ve 61 i mumla arayacak konumdayız şu anda. Diyorum, demokrasiye geçerken bir anayasa mahkemesini kursaydık 61 de olmayacaktı, 71 de olmayacaktı, 80 de olmayacaktı, 2010 da olmayacaktı. Bugün kü sorunlar da olmayacaktı.
Ama bakın öyle bir hale getirildik ki varlığı demokrasiyi kesintiye, yokluğu Anayasa mahkemesinin yokluğu Türkiye’de demokrasiyi kesintiye uğratmıştır 1960 da. Dünyada bu kurumların yokluğu 2. Dünya Savaşını yaşatmıştır. 2008 yılında ne yaptı Anayasa mahkemesi, biz diyoruz ki, Türkiye cumhuriyetle yaşayacak, hukukla yaşayacak, demokrasi ile yaşayacak; demokratik olmayan yönetimlere hayır diyoruz, hukukun üstünlüğüne karşı her şeye hayır diyoruz, Cumhuriyete saldırılara hayır diyoruz.
12 Eylüle niye darbe diyoruz, seçimle gelmediği için, niye demokrasiyi yok ettiği için, Demokrasi sadece seçim değil, hak ve özgürlükleri de içeriyor. Demokrasi için ne dedik, bütün dünyada ve anayasada diyor ki, “siyasi partiler olmadan demokrasi olmaz”. 2008 de Anayasa mahkemesi ne dedi: AKP nin kapatma davasında, dedi ki, “laik ve demokratik Cumhuriyete aykırılığın odağı”. Birinci cümlede, kararda bunu söyledi mi? Bunu Refah Partisinde de söylemişti, Refah Partisi, kapatılmıştı, AİHM si de “evet” demişti. Bunu söyledikten sonra, ne dedi Anayasa Mahkemesi, “her ne kadar böyleyse de, eylemlerini ağır nitelikte görmüyorum, kapatmıyorum, hazine yardımına yaptırımına hükmediyorum”.  Şimdi bu Meclis dışı veya muhalefet partisi olsa belki, belki, belki.
Hukuki gerekçelerle içini doldurursunuz. Ama ben size şunu sorayım.
Eğer dünyanın herhangi bir hukuk devletinde veya herhangi bir hukuk öğrencisine şu sorulsun. Varlığı olmazsa olmaz bir siyasi parti, Anayasa mahkemesi en üst tanımı nitelemeyi yapan mahkeme diyor ki, sen varlığınla demokrasiye aykırısın”. Varlığı ile demokrasiye aykırı olan bir siyasi iktidarda kalabilir mi, İktidar gücü kullanabilir mi? Kullanırsa bu demokratik iktidar olur mu? İşte darbeyi o gün Anayasa mahkemesi üzerinden yaptılar. O kararı vermeyen Anayasa Mahkemesi üzerinden yaptılar. O karar verilmediği için, şimdi demokratik olmayan bir parti üzerinden, demokratik hükümet olabilir mi?
Olabildiğini kabul edelim, nasıl kabul ederiz, o zaman bu parti derki, o parti bunu kabul etmiyorsa niye Anayasa Mahkemesine başvurmadı? Refah Partisi başvurdu, ne cevap alacağını biliyordu çünkü.

DEMOKRASİYE AYKIRI BİR PARTİ DEMOKRATİK HÜKÜMET GÖREVİ YAPIYOR.
Ben böyle değilim” diye de AİHM sine gitmedi, çünkü gitse ne cevap alacağını biliyordu. Şimdi, “ben bunu kabul etmiyorum” diye Anayasa mahkemesine başvursaydı, deseydi ki, “karardaki bu nitelemeden ben artık değiştim, ben artık demokrasi için varım”. Böyle bir başvurusu oldu mu olmadı. Demokrasiye aykırı bir siyasi parti demokratik hükümet görevi yapıyor.  Demokrasi anayasanın değişmez niteliği, siyasi parti demokrasinin vaz geçilmez niteliği. Bakın birbiri ile çatışmaya bakın, çelişmeye bakın ve Mecliste seçimlerden habire yüksek oyla çıkıyor, çıkacak, daha da çıkarır, daha da çıkar, çıkmasını garipsemeyin. Seçim oy oranı demokrasi değil, olsaydı yüzde 92 / 12 Eylül en demokrat anayasa olurdu. Demokrasinin olmamasının sonucudur bu yüksek oy oranı çünkü bu baskıdır. Bu gerçek bilimi, yargıyı, basını her şeyi baskılamaktır bu. Halkı gerçeklerden, bilgiden uzaklaştırmaktır bu. Bunun uzaklaşmasının dozu bu sonucu ortaya çıkarmaktır başka bir şey değil. Daha ötesini söyleyeyim, o kararda daha başka ne dedi. “Laik Cumhuriyete aykırı 2008/1 Anayasa mahkemesinin internet sitesine girin parti kapatmayı seçin 2008/1 diyor ki laik Cumhuriyete aykırı, laiklik Türkiye’de değişmez niteliği anayasada. Değişmez nitelik laiklik cumhuriyette, laik olmayan bir siyasi parti laik hükümet görevi yapabilir mi? Yaparsa Türkiye nereye gider, işte buraya gelir” cuma genelgesine” gelir, öteye gider, öteye gider.
Türkiyede Hukuk ve Adalet - Cevat Kulaksız

YALAN ÜZERİNE OTURMUŞ BİR ADALET VE ADALET BAKANI
Şimdi geldiğimiz noktada, şunu da görüyoruz AKP” der ki, “hakkımda dava açıldı ama o dava haksızdı, o davaya konu Anayasa mahkemesinin söylediği laik ve demokratik Cumhuriyete aykırı dediği eylemleri bire bir tekrarlamış. Yetmemiş, mesela geçen gün internet ve basında da yer aldı, orta öğretimde türban olayına Danıştay iptal istedi, benim açtığım davada, o davaya şu gerekçeyi sunmuştum: “Türkiye’den sonuç alamazsam AİHM sinde yüzde yüz sonuç alacağıma inanıyorum, ama dilerim Türk yargısı bu sonucu yaratacaktır”.
Bakın adalet ne durumda,  Adalet Bakanı ne durumda,  hükümeti ne durumda, lütfen girin o karara bakın,  savunma yapan Ak Parti adına Bekir Bozdağ, savunma yapan Cemil Çiçek, “biz din ve inanç özgürlüğünün teminatıyız, asla ve asla kamuda başörtüsü yapmayacağız;  asla asla ve asla ortaöğretimde  hele ilköğretimde başörtüsü diye bir şey yaratmayacağız” . Bakın savunmayı okuyorum ben size. “Çünkü biz dini falan sömürmüyoruz”,  bakın bunlar savunma cümleleri, “kimse bir kimsenin dinine inancına karışmıyor bu ülkede” . Peki, bu davada bu savunmayı niye yaptılar, o davadan kendilerini kurtarmak için. Dini sömürdüler, anayasa mahkemesi de bir de bunlara dayandı, “sen böyle diyorsun, onun için kapatmıyorum”, dedi. Ben de Bekir Bozdağ ve Cemil Çiçek’in o sözlerini aldım, işte hükümeti AKP yi temsilen söylenen savunma cümleleri bunlardır. Olayın uluslar arası boyutu, anayasa boyutu, şu boyutu,
 Bu boyutu. Amma “asla ve asla yapmayacağız” dediklerini hükümet olarak yapıyorlarsa, ben de hukukun gereğini istiyorum” dedim. Ama hiçbir siyasi partiyi yanımda görmedim. Bunu hepimiz yaşıyoruz, bunu hepimiz kendi alanımızda verdiğimiz mücadelede yaşıyoruz ve düşünün bir Adalet Bakanı kendi dediği lafı hatırlıyor hatırlamıyor demeyeceğim. Sömürünün düzeyi, yalan üzerine oturan bir adalet olur mu? Olursa ne olur? Olursa böyle olur ve hangi konuya bakarsanız, nereye bakarsanız, toplumun sorunları asla ve asla çözülmeden tam aksine ülkede farklı kimlikler var, farklı etnik kimlikler var, farklı inançlar var. Ne farklı kimliklerin yaşadığı sorunlar çözülüyor, ne inançla ilgili varsa sorunlar çözülüyor her alanda sömürü sömürü sömürü, her şey sömürü üzerinde ve halk hep o süreçte o yönetimlere destek gibi halkın duyguları bu şekilde sömürü konusu yapılarak Türkiye içinden çıkılmaz bir sürece taşınıyor. Türkiye içinden çıkılmaz bir sürece taşınırken iktidarı tartışmasız sorunlu görüyorum; basını aynı şekilde sorunlu görüyorum, basının en önemli görevi gerçekleri aktarmak. İktidarın etkilediği basın var, kendi koltuğu altına aldığı basın da var. Ama bütün yüzde yüzü değil. Neden diğer kesim her boyutu yansıtmıyor.
Üçüncüsü ve iktidar kadar en önemli sorumluluk yargıdadır, tartışmasız yargıdadır. Yargı niçin vardır? Hukuk niye vardır? Adalet niye vardır? Yargı yürütmenin içinde bir organ değil. Niye değil? Onun sopası olmasın diye, halka güvence olsun diye, adaleti yaratsın, sağlasın diye. Özellikle emir hiyerarşi içerisine girmesin diye, çalışma şartlarının en olumsuz şekilde ortaya çıkabilir, ne olmuş, işte bunu sen Türkiye’de yapmışsın. Yargıya 12 Martta Türkiye ihtiyaç duymuş, yargı ortada yok. Sen o gün ortaya çıkıp kendi v arlığını hissettiremiyorsan, en olumsuz koşullarda da bedel ödemeden bir şey olmuyor. Cumhuriyeti kuranlar bedel ödemiş, işte Adalet Demokrasi haftasında insanlar bedel ödemiş. Bedel ödemeden hiçbir şey olmuyor. Yargıda da o bedel ödenmeden hiçbir şey olmuyor.
12 Martta ne olmuş, gitmiş iktidarın koltuğu altına girmiş, Türkiye’yi neleri yaşamış, 12 Eylül’de aynı şey. Bu gün 2010 süreci ve bu süreçte yargı yine aynı, yargının varlık sebebi hukukun üstünlüğünü korumak, hukukun üstünlüğü anlamında iktidarın korunacak tarafı varsa, kuşkusuz, ama iktidara saldırı her nereden geliyorsa, iktidarda da her nereden vatandaş  Ahmet’le vatandaş Mehmet’in alacak davası için yargı kendini, onu da yapacak ama artık iş Türkiye’de oraya indirgenmiş durumda. Orada zaten sorun yok. Sen halka sisteme, rejime ülkeye yaratılan en büyük sorunda iktidarın karşısında hukuk adına durabiliyor musun? O zaman yargının silkelenmesi gerekiyor. Yargının varlık sebebinden uzaklaşması işte bakın Almanya’da yargının olmaması neleri ortaya çıkardı.

ARTIK KÂĞIT ÜZERİNDE BİR YARGIMIZ VAR”.
Türkiye’de hukuk kurumlarının olmaması 60 ı yarattı, bu gün kâğıt üzerinde olması da bunları yaratıyor. “Artık kâğıt üzerinde bir yargımız var”.  Kağıt üzerinde bir yargımız varsa hukuk da adalet de ona göre. Peki, yeni anayasada ne çözülüyor, varlığı yokluğu 1960 ı yaratan Anayasa Mahkemesi bu gün varlığıyla aynı şeyi yaratıyor. Hukuku demokrasiyi yok ediyor, laik olmayan partiye laik hükümet görevine devam et derse o hükümet laik hükümet görevi mi yapar?  Demokratik olmayan bir partiye demokratik hükümet görevini yap derse, o hükümet demokratik hükümet görevi mi yapar?  Yoksa Cumhuriyetten iyice kopan işler mi yapar. Öyle yapınca aynen 12 Eylül’de o sistem kendi anayasasını yaptı ise, şimdi de yeni anayasa dediğimiz o aynı bu süreç, şimdi kendi anayasasını istiyor.

Yeni anayasa yeni anayasa dediğimiz olay bu sürecin, Cumhuriyetten uzaklaşan bu sürecin istediği kendi anayasasıdır. Bunun başka bir anlamı başka bir boyutu yoktur. Çünkü ifade ettim, anayasanın hiçbir şeklini takmayan bir iktidar, “anayasa anayasa anayasa” diye niye tutturur, halkın bunu anlatsın. Yapacağı anayasada 2010 dan dolayı bir kere özür dilesin onu da anlatsın. Şu an 2010 nedeniyle yaşadıklarımız da ortada ve gidişat aynen 80-83 arasındakinin kalıcı bir anayasa haline getirilmesidir. Daha da kötüsüdür, neden daha kötüsüdür, çünkü Cumhuriyetin niteliklerinin olmayacağı, işlemeyeceği bir anayasada bu coğrafyada bir arada ortak bir değerlerde tutamayacağımız bir boyuta doğru gidiyorsunuz. Bu coğrafya tarihine bakın, bu coğrafyada herkes herkese saygılı, ama renkli her kimlik var. Her kimliği eşitlikle bir arada tutacaksınız, bir üst kimlik altında ama hiç kimseyi farklılaştırmadan başka gözle görmeden herkesi yan yana eşitlikle getirerek, bu coğrafyada yaşamak böyle mümkün.  Aksi halde ortak bir değer yaratmazsanız herkes birbirinden uzaklaşır, paramparça olursunuz. Bunu görmüşüz, nerede görmüşüz, bunu Sevr’de o kadar net görmüşüz ki, o kadar net görmüşüz ki, nasıl görmüşüz, almış incelenmiş; bu coğrafyadaki farklılıklar ne? Dil, dil üzerinden haritalar çizilmiş; farklılıklar ne? Din ve mezhep, onun üzerinden haritalar çizilmiş; farklılıklar ne etnik-ırk, onun üzerinden haritalar çizilmiş. Üç boyut dil, din, etnik.
Atatürk Milliyetçiliği ve Cumhuriyet ne yapmış?  Bu coğrafyada herkese farklı gözle bakmadan bir arada yaşamanın koşulu nedir, bu üçünü bir araya eşitlikle getirmek. Yoksa “bir arada olmak mümkün değil”, diyerek tanımı böyle kurmuş, Lozan böyle ortaya çıkmış. Gidilen süreç Lozan’ın ortaya çıkmasından yüz yıla yakın süre rahatsız olan kesimin Lozan’a karşı verdiği mücadeledir. Başka adlar altında artık Lozan’ı yaşatma mücadelesidir. Yeni anayasa, Lozan’ın var olup olmama sürecidir başka bir süreç değildir. Lozan’ı ortadan kaldırdığınızda zaten bu coğrafyada bir arada yaşamak ideali görebilirsiniz. Dünyadaki siyasal ve hukuksal boyutlarıyla baktığınızda çıkaracağımız sonuçlar bunlar, bizi bekleyen sonuçlar bunlar. Ama neden siyasi partiler gerçekleri aktarmaz? Herkes çok çok ufacık kenar ve önemli olmayan yerlerden girerek günü kurtaran söylemler, bu yarın neyi getirecek, neyi ortaya çıkaracak. Bu bakış açısıyla konulara yaklaşılmıyor, bir anayasa altı ayda yapılmaz , bir senede de yapılmaz.  12 Eylül bile anayasayı hatırlıyoruz, ne kadar sürede yapmıştı ki iki yılda yapılan bile ne halde yapılabildi. Bir altı ayda nasıl yapılıyor bu anayasa? Bakın bunun örneğini nerde yaşadık? Hukuk Devrimleri, Cumhuriyet Osmanlının ümmet sistemini terk eden ve yepyeni temel yasaları getirdi. Medeni yasayı, ceza yasasını, ceza yargılaması, hukuk yargılaması bu yasaları getirdi. Tamam, şimdi dendi ki bu yasalar artık günün ihtiyaçlarını karşılamıyor, yenilerini yapalım, temel yasalar dediğimiz, doğumundan ölümüne kadar insanın her şeyini düzenleyen yasalar, bunlar kolay yapılan yasalar değil. Dolayısıyla devrim yapan bir sistem, böyle bir çalışma yok, Avrupa’daki en ileri yasaları çevirerek aldı geldi ve uyguladı o yapıyı yarattı.

CUMHURİYETİN BÜTÜN TEMEL YASALARI ÇÖPE GİTTİ, CUMHURİYET HUKUKU ÇÖPE GİTTİ
Şimdi AKP AB sürecine giriyorum, çağ değişti, hukuk değişti, anlayış değişti, özgürlük değişti, paldır kültür altı ayda bir senede temel yasaları yaptı. Cumhuriyetin bütün temel yasaları çöpe gitti arkadaşlar. Şu anda Cumhuriyetle bağımızı kuran bir tane temel yasamız yok. Gerekçe ne, çağa uyacağız.  Peki güzel çağa uyalım, çağa uyalım ama ben de şunu sorayım. Avrupa’da temel yasasını hangi ülke, biz Türkiye olarak her köşe başında böyle hukuk âlimi bilmem neleri yetiştirmiş bir ülke değiliz. Öyle yasalar çıktı ki, bu yasalar atılarak 1926 daki yasaları mumla aramak bir tarafa, hem teori olarak değiştirdiler kuram bakış olarak, dolayısıyla bu neyi yarattı? Türkiye’nin 1926 dan 2010 lara kadarki 2000 lere kadarki  bütün yargı, pratik, içtihat, deneyim her şey çöpe gitti. Cumhuriyet Hukuku çöpe gitti. Artık ben 1940 dan 1950 den 60 dan 70 den 80 den bir karar bulsam dişime diyecek ki o yasadaki anlayış durumu oydu git kardeşim”.  Neden? Çünkü her şey yeniden tanımlanıyor, keşke temel yasalar özgürlükçü yapılsaydı, o zaman bunu oturup üç ayda, beş ayda, altı ayda bir senede yapamazsınız. Nasıl yaptılar?
Demek ki amaç hukuk değil, amaç adalet değil, amaç kendilerinin hukuku. Öyle olduğu için ne görüyoruz. Bakın 2005 de 2006 yapılan temel yasalar, kaç yıl geçti on yıl, en az 20 kez değişti. Bunun dünyada örneği yok, abartmıyorum, özellikle çarpıcı olması için söylüyorum. Temel yasalarınızı kaldıracaksınız, Cumhuriyetten kalan bir tane yasa bırakmayacaksınız, 12 Eylül’ün anti demokratik yasaları da duracak; bu arada durumu da söyleyeyim, ama Cumhuriyetten kalan hiçbir yasanız kalmayacak ve hadi onları da çağa uydurun. Bu nasıl uydurmaysa, senede 20 kez her işinize geldikçe de değiştireceksiniz. Neden çünkü hep günü kurtarma; öte yandan da nerede takılırsanız anında yasayı değiştirerek kendinize güvence yaratacak yeni maddeler ekleme, halka yönelik değil, nerede iktidarla ilgili bir problem orada halka yönelik hemen bir madde aynen şu anda yeni anayasa konusunda karşımıza çıktığı gibi”.
Karşılıklı soru ve açıklamalarla konferans sona erdi.


Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
DİPNOT


[i] ÖMER FARUK EMİNAĞAOĞLU: 1967 yılında Artvin Şavşat ilçesinde doğmuştur. Yükseköğretimi A.Ü.nde yapmıştır. 1989 da Ankara’da adli yargıda yargıç olarak göreve başladı. Bandırma Cumhuriyet Savıcısı, Kırıkkale Delice hâkimliğinin ardından Yargıtay’da tetkik hâkimi olduktan sonra,  Sabih Kanadoğlu’nun desteği ile Yargıtay hakimliğine atandı. Daha Savcılar ve Yargıçlar Sendikasının kurucu başkanı oldu. Yarsav’ın ilk genel kurulunda genel başkanlığına seçildi. 2006 da Adalet Bakanlığı yargıçlar ve Savcılar Birliği başkanı olmuş, ikinci olağan genel kurulda 2009 tarihindeki seçimde Emine Ülker Tarhan seçilmiştir. Eşi Serpil Eminağaoğlu Gnl. Kur. Hukuk Müşavirliğinde avukat olarak çalışmakta. Ö.F.E. görüşlerini Cumhuriyet gazetesindeki makaleleriyle kamuoyuyla paylaşmış. Savcı ve Hâkimlerin sorunlarını dile getirmek, devletin zirvesine yönelik sert açıklamalarıyla tanınır.  2011 de HSYK kararıyla İstanbul’a hâkim olarak atanmış, Temmuz 2012 de İstanbul’dan hakim olarak Çankırı’ya atanmıştır. Haziran 2013 de Gezi eylemlerine destek verdiği için Eminağaoğlu hakkında Kırıkkale C.savcılığınca Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılıp muhalefet etmek suçundan dava açıldı. En son Ocak 2016 da Cuma namazı için hükümetçe verilen kararın yürürlüğünün durdurulması için Danıştay’a başvurdu.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget