Bugün, üç fasılda yayınlayacağım, 2007-2012 yılları arasında yayınlanan 13 zula yazısından, ilk bölümünü bilgi ve ilginize sunuyorum. Kamusal geçmişi kimse yok edemez.
Özdemir İnce
22 Şubat 2016
***
1-YENİ ANAYASANIN İLGİNÇ TAŞERONLARI
Bülent Sarıoğlu’nun özel haberini gazetenin yazı işleri bol kepçe bir manşetle değerlendirmiş : “Yeni Anayasa’nın ilginç mimarları” (Hürriyet, 31.08.07). Bülent Sarıoğlu’nun yaptığı araştırmaya göre Anayasa’nın mimarlıktan uzak taşeronlarının belirgin özellikleri şöyle :
PROF.DR.ERGUN ÖZBUDUN : Sarıoğlu bilgi vermiyor. Günahı söyleyenin boynuna, Nakşilerle yakın ilişkisi olduğunu duydum. Kürsü olarak Zaman gazetesini tercih ediyor.
PROF.DR.LEVENT KÖKER : Sol ideologmuş. “Kemalizm’e artık aşılması gereken bir tarihi fikirler bütünü olarak bakmalıyız. Kemalizm olduğu sürece Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu gerçekleşemez. Kemalist Türkiye’nin vesayet rejimi olarak adlandırılmış olduğunu da hatırlatmak lazım” diye yazmış.
Benim yorumum: Kemalizm (eğer varsa) Anayasa’dan, yasalardan bir ur gibi kesip attık diyelim. Siyasal ve gündelik kültürden, bireylerin zihninden kesip atmak mümkün mü ? Demek ki ciddi bir toplumsal çatışma göze alınıyor !
PROF.DR.FAZIL HÜSNÜ ERDEM : Anayasa’nın Atatürkçülük unsuruyla tekçi bir ideolojiye sahip olduğunu savunmuş. Bir yazısında “Türklük’ün etnik bir çağrışım yapmadığı ve yalnızca vatandaşlığı ifade eden bir terim olduğuna ilişkin söylem, özellikle Kürtler ve gayrimüslimler açısından inandırıcılıktan uzaktır” demiş.
Benim yorumum: Fazıl Hüsnü Erdem “söylem” sözcüğünü yanlış kullanıyor. Dünyada Fransızlık, Almanlık, Yunanlık sözcükleri var oldukça, doğal olarak, Türklük de varlığını sürdürecek. Kürtler ile gayrımüslimlerin (varsa) bu tür vehimlerden kurtulmaları iyi olur.
DOÇ.DR.SERAP YAZICI : “Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olamayacağı iddiası bir söylem olarak da demokratik değildir” demiş.
Benim yorumum: Bayan Yazıcı da “söylem”i yanlış kullanıyor. İddia hukuki ise (ki hukuki idi) tartışılır. Bu türden iddialar demokratik/antidemokratik olmazlar.
DOÇ.DR.ZÜHTÜ ARSLAN : Hakkında “TSK ile polisi karşı karşıya getirdiği” gerekçesiyle soruşturma açılmış. TSK’nın depolitize edilmesini savunuyor.
Benim yorumum: Anasaya ve devrim yasalarına aykırı işler gören iktidar karşısında TSK ne yapmalı, iktidara yardımcı mı yoksa seyirci mi olmalı ?
PROF.DR.YAVUZ ATAR : Cumhurbaşkanı’na tanınan yetkilerin parlamenter sistemden sapma olduğunu savunuyormuş.
Benim yorumum: Standart bir parlamenter sistem var mı ?
Ortak özellikleri: Zaman gazetesinde sık sık yorum yazıları yazıyorlar ve İslamcı basın tarafından destekleniyorlar. İşaretler Fethullahçılarla, öteki tarikatlarla ilişkileri olduğunu gösteriyor. İyi de Prof.Dr.Zafer Üskül figüran olarak ne zaman sahneye çıkacak ?
(Hürriyet,11 Eylül 2007)
***
2-LİBERALİZM, DEMOKRASİ, İDEOLOJİSİZ ANAYASA
Kuşkusuz, neo-liberallerin iddialarının aksine liberal demokrasiden başka demokrasiler de vardı. Liberal demokrasi, demokrasinin ne ilk ne de son menzili (aşaması).
Örneğin, “Sosyalist modelin çöküşünün ortadan kaldıramadığı bir şüpheye göre, bizim el üstünde tuttuğumuz demokrasi gerçek demokrasinin sadece bir gölgesidir.” (Jacques Rancière, “Siyasalın Kıyısında, S.49. Metis Yayınları)
“Bizim el üstünde tuttuğumuz demokrasi” kuşkusuz liberal demokrasiden başkası değil. Öyle de, liberal demokrasi, demokrasinin cemaatçi özü ile özel çıkarları düzenleyen görünmez elin hesapları arasında sıkışıp kalmıştır. İkisi arasındaki varsayılan birleşme aslında doğaya aykırıdır. Farazi birleşmenin dışında demokrasi ile bireycilik kendi zıt yönlerine, biri Mağrip’e, öteki Maşrık’a gider ! Bu durumda ya demokrasi gereği bütün çıkarları kolektifleştireceğiz diyecekler ya da ağızlarındaki baklayı çıkartıp yekten demokrasi dediğimiz şeyin liberalizmden başka bir şey olmadığını söyleyecekler.
Yani ne sosyal demokrasi, ne de sosyalist demokrasi mümkün (!) El insaf !
Demokrasiyi, (1950’lerin ünlü hukuk hocalarından Prof.Dr.Bülent Nuri Esen’in deyişiyle) kakokrasi’ye indirgeyenlerin çapını aşan bir durumdur bu.
Liberalizm, demokrasiyi bir topluluğun bireysel çıkarlarına indirgemişse; liberalizm (kapitalizm) ile demokrasi aynı şey olmuşsa, artık her şey mümkündür. Demokrasiye de gerek yoktur liberalizm her şeyi temsil eder. Ilımlı islami de, ılımsız islami de olabilir demokrasi, yeter ki düzen liberal ve kapitalist olsun ! Ne var ki emperyalist olamayan kapitalizm bir fasafisodur.
Bu durumda, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, liberalizm de, kapitalizm de, demokrasi de fasafisodur. Adil olmayan seçim sistemi, antidemokratik partiler ve seçim yasası, çalışana verilmeyen grev hakkı, geçersizleşmiş kadın hakları; İslamın gündelik baskısı, eğitimin ve devlet kurumlarının dinselleştirilmesi, demokrasi kaftanı giydirilmiş kakokrasiye çok uygundur. Kemalizmin içeriğini iğdiş et, gerisi kolay (!) Dış borç artabilir, ödemeler dengesi bozulabilir, işçi ve köylü, bütün çalışanlar yoksullaşabilir ! Oysa demokrasi bunun tersi için vardır; bunun tersi olduğu zaman demokrasi vardır !
Gelelim şu yeni demokrasinin temeli olacak olan, renksiz, kokusuz, ideolojisiz Yeni Anayasa’ya. Buna Liberal Anayasa diyorlar. Sözlüklere bakınca, liberal sözcüğünün altında liberalizm sözcüğünü görürüz. Liberalizm, yani serbest piyasa ekonomisinin ideolojisi. Fransızca sözlüklerde liberalizm sözcüğünün eşanlamlısı olarak kapitalizm ve bireycilik (individualisme) sözcükleri yer alır. Yeni Anayasa’yı hazırlayan hukukcu ekibine göre Kemalizm ideolojidir, ama liberalizm, kapitalizm ve bireycilik (individualisme) kesinlikle ideoloji (!) değildir. Böyle bir ekibe sıfır verilir; Hal ve Gidiş notu kırılır !
Kakokrasiyi demokrasi diye yutturmaya çalışan “gayrı milli karma”ya bir soru: “İzm” takısıyla biten Kemalizm bir ideoloji imiş; peki aynı takıyla biten Liberalizm, kapitalizm ve endividüalizm (bireycilik) nasıl oluyor da ideoloji olmuyor ?
(Hürriyet, 29 Eylül 2007)
***
3-PROF.DR.ERGUN ÖZBUDUN’UN ANAYASA TASLAĞI
AKP tarafından Prof.Dr.Ergun Özbudun başkanlığındaki ekibe hazırlatılan Anayasa’nın taslak çalışmasının siyasal partilerin kapatılmasıyla ilgili 38.maddesini memleketimizin müsvette demokratlarına armağan olarak sunuyorum:
[Madde 38- (1) Siyasî partilerin tüzük ve programları ile fiilleri, insan haklarına, Devletin bağımsızlığı ve bölünmez bütünlüğüne, demokrasiye, cumhuriyete ve lâikliğe aykırı olamaz.
(2) Partiler yabancı devletlerden, milletlerarası kuruluşlardan ve Türk tâbiyetinde olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddî yardım alamazlar.
(3) Siyasî partiler ticarî faaliyette bulunamazlar.
(4) Bir siyasî partinin tüzüğünün veya programının birinci fıkra hükümlerine aykırı görülmesi halinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, Anayasa Mahkemesince partiye ihtarda bulunulur. İhtarı izleyen iki ay içinde aykırılık giderilmediği takdirde, ilgili parti hakkında dava açılır.
(5) Bir siyasî partiye birinci fıkra hükümlerine aykırı fiillerinden ötürü yaptırım uygulanmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun, sürekli ve ciddî tehlike oluşturacak bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca benimsendiği yahut bu fiiller aynı şekilde doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.
(6) Anayasa Mahkemesi, birinci ve ikinci fıkra hükümlerine aykırılık nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan davalarda, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen mahrum bırakılmasına ya da kapatılmasına karar verebilir.
(7) Bir siyasî partinin kapatılmasına beyan veya fiilleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli olarak yayınlanmasından sonraki ilk milletvekilliği veya mahallî idareler seçimlerinde aday olamazlar.] Taslak maslak, AKP hesabına hazırlanan Anayasa’da da parti kapatma var. Anayasa Mahkemesi’nde dava açma yetkisi gene Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na ait.
Bir Anayasa ve Siyasal Partiler Yasası olacak; siyasal Partiler bu Anayasa ve yasaya göre kurulacak; Partinin milletvekilleri bu Anayasa’ya bağlılık andı içecekler ve daha sonra o Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez temel maddelerini değiştirmek konusunda niyet beyan edecekler.
Böyle bir girişim düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamına girer mi, yoksa değişmez maddeyi şiddet kullanarak değiştirmeyi tasarlamak anlamına mı gelir ? Ancak şiddetin ve zorla değiştirilmesi mümkün madde üzerinde fikir idmanı yapmanın ülkeye ne gibi bir yararı olabilir? Ya da olabilir mi, kaostan, parçalanmaktan başka ?
(Hürriyet, 28 Mart 2008)
***
4-SUÇ “FAŞİST ANAYASA”DA MI ?
İslamcı militanlığı yedi iklim dört bucakta tescilli bir vatandaş, bir televizyonda, 1982 Anayasası’nın darbeci generaller tarafından hazırlanan anti demokratik ve faşist bir anayasa olduğunu ileri sürüyor. İleri sürerler !
Ne 12 Mart’a ne de 12 Eylül’e karşı çıkan, cumhuriyetçi devrimciler ve sol kesim bu iki darbe tarafından ezilip-kazınırken zevkten ağzının suyu akan, 12 Eylül’ün tezgahladığı “Türk-İslam Sentezi” ile iktidara yönelen bu militan İslamcı kadronun utanma erdemi yoktur.
Ben ve ailem 12 Mart’ın rendesinden geçtik; 12 Eylül’ün çıkardığı özel yasa ile çok sevdiğim mesleğimden 45 yaşımda emekli edildim; ve 12 Eylül anayasasına “Hayır” oyu verdim.
12 Eylül anayasası 5 darbeci generalin kararnamesi ile değil, halk oylamasında nüfusun yüzde 91,37’si tarafından onaylandı. AKP hükümeti yüzde 46,7 oy ile iktidarda bulunuyor; 1982 Anayasası ise seçmen halkın yüzde 91,37’sinin oyu ile yürürlüğe girdi. AKP’nin iktidara gelişi demokratik ise, 1982 Anayasası iki kez demokratik !
“Hep bana Rab bana!” mantığı ile siyaset yapan İslamcıya göre, 1982 Anayasasına “Evet” oyu veren yüzde 81.37 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı faşist oluyor; AKP’ye oy veren 46,7 vatandaş ise demokrat oluyor.
Bu rezillikler olmadan önce, faşist Anayasa, faşist partiler ve seçim yasaları, emeğin ümüğünü sıkan yasalar işinize yararken aklınız neredeydi ?
1980’lerden bu yana yazıyorum. Kimseye anlatamadım. Ama AKP aleyhine açılan kapatma davası ile durum artık anlaşılmak zorunda.
Bir demokratik rejimde her şey Anayasa’ya, hukuka ve yasalara dayanır ve onlar tarafından sınırlandırır. Bir siyasal parti Anayasa’ya ve Siyasal Partiler Yasası’na göre kurulur; seçimler de seçim yasalarına göre yapılır. Anayasa, Siyasal Partiler Yasası ve Seçim Yasası ! Bir siyasal parti, bu izin verici ve engelleyici ölçütlere göre iktidara gelir ve gider.
Bir siyasal partinin kurulması, seçime girmesi bu üç ölçütü beğendiği anlamına gelmez ama kabul ettiği anlamına gelir. Seçimi kazanıp iktidara gelen siyasal parti, bütün yasaları değiştirebileceği gibi, beğenmediği Anayasa, Siyasal Partiler Yasası ve Seçim Yasası’nı demokratik yollarla değiştirebilir. Ama Anayasa Mahkemesi’ni unutmadan !
Ancak Anayasa’nın 4. maddesinde yazdığı gibi, 2. ve 3. maddelerini değiştiremez, değiştirilmesi için öneride bile bulunamaz. Bu böyle iken, barışcı ve demokratik yollarla değiştirilmesi mümkün olmayan maddelerin varlığını tartışmaya açmak onları zor kullanarak değiştirmeyi tasarlamak anlamına gelir. Bunun düşünceyi açıklama özgürlüğüyle ilgisi yoktur.
Bu iş bu kadar basit : Her siyasal parti anayasanın 2,3 ve 4. maddeleri ile Anayasa’nın 174 maddesinin koruması altında olan Devrim Yasaları’na saygı ve sadakat göstermek zorunda.
Öte yandan, gazetelerde, televizyonlarda, Yargıtay Baş Savcısı’nın açtığı davayı Anayasa Mahkemesi’nin kabul etmesinin borsa ve piyasaları zor durumda bırakacağı iddiaları yer alıyor. Sanki bunun sorumlusu Başsavcı ve Anayasa Mahkemesi! Piyasalar ve borsada meydana gelecek her türlü olumsuz gelişmenin bir tek sorumlusu vardır : AKP ve hükümeti !
Hiç kimse Cumhuriyet’e ve kurumlarına hesap soramaz. Herkes haddini bilsin !
(Hürriyet, 4 Nisan 2008)
****************************************************************
Yorum Gönder