Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler

Hüsnü Bozkurt tarafından Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimleri konulu bir sunum yapıldı. Hüsnü Bozkurt, Cumhuriyet, Atatürk ve devrimler konusunu açıklarken şunları söyledi

Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler
10 Kasım Atatürk’ü anma program ve çerçevesinde, 13 Kasım günü Çayyolu Güçbirliği’nin girişim ve katkıları ile CHP 25. Ve 26. dönem Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt (1) tarafından Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimleri konulu bir sunum yapıldı. Bu etkinlikte Çayyolu Nikâh salonunda yöredeki özellikle emekli memur ve öğretmenlerin dinleyici olarak katıldığı konuşma ilgi ile izlendi. Biz de bu çok yararlı konuşmayı, dört duvar arasında kalmaması ve daha geniş kitlelere yayılması için uzun emek vererek banttan çözerek okuyucuya sunmak istedik.  Yazarken şu paragraf da iyi, bu paragraf da önemli derken yazı uzadı, Umarım yararlı olur.
CHP Milletvekili Hüsnü Bozkurt, ilgi ile izlenen konuşmasında Cumhuriyet, Atatürk ve devrimler konusunu açıklarken şunları söyledi:
“-Bu gün, iki anmayla başlamak istiyorum. Bu gün 13 Kasım tam 101 yıl önce bu gün, Adana’dan trene binip Haydarpaşa’dan indiği trenden bir çatanayla karşıya geçmekte olan Mustafa Kemal, 14 gün önce imzalanan Mondros mütarekesinin şartları gereği İstanbul’u işgal eden düşman zırhlılarının arasından geçerken, buğulu gözlerle o zırhlıları süzüp, “geldikleri gibi giderler” demişti. Sadece beş yıl sonra o anda yanındaki yaveri de dâhil, sadece fısıltıyla söylenen bu söz, sadece beş yıl sonra gerçek oldu. 13 Kasım 1918-6 Ekim 1923 Neden 6 Ekim olduğunu biraz sonra konuşacağız. Ama beş yılda bu yedi düvelin hem de bir anlaşma şartları gereği işgal ettiği Osmanlı mülkünden hemen böyle kolayca söylebildiğimiz TC ni yaratan, o zaman henüz Atatürk olmayan Mustafa Kemal Paşa’nın söylediği bir lafın “Milletin azim ve kararını” harekete geçirme görevini göstererek beş yılda hayata geçirdiği muazzam bir iş. Yani “başkumandanlık” size yazılı bir kâğıt üzerine verildiği gibi olmuyor, “Başkumandanlık” böyledir.
Bu gün 13 Kasım, benim için çok değerli, hepimiz için çok değerli ama benim bir de iki yıl da çalışma şansım oldu, sevgili Mümtaz Soysal’ı uğurladık. Ruhu şad olsun. (Burada Mümtaz Soysal’ın yaşam ve hizmetleri hakkında bilgi verdi)
Genellikle Atatürk’ü, Cumhuriyet devrimlerini, laik Cumhuriyetin anlamını konuşuyoruz. Neyin sahibi olduğumuzu her gün tekrarlamalıyız.
“….Dünyanın bütün tıp fakültelerinde ve Türkiye’deki tıp fakültelerinde Milattan 2000 yıl önce trafasyon (trfoasyon) yapıldığını biliyoruz, kuduz aşısını Pastör’ün bulduğunu biliyoruz, Röntgen’in iks ışınlarını bularak insan vücudunun görüntülendiğini biliyoruz ama bu ülkede bir takım insanlar Mustafa Kemal’in ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler

MUSTAFA KEMAL HAKİKATEN TARİHİN GÖREBİLDİĞİ EN BÜYÜK DEVRİMCİ
Buna izin veremeyiz, neden, çünkü MUSTAFA KEMAL HAKİKATEN TARİHİN GÖREBİLDİĞİ EN BÜYÜK DEVRİMCİ. Bu gün sayıları 57 yi bulan, nüfuzları da bir milyarı aşan, bir milyar 200 milyonu bulan İslam alemi içinde İslam’ın o skolastizmini ilk defa aşabilen ve İslam aleminde ilk defa çağdaş bilimsel eğitimin yolunu açarken ama hepsinden önemlisi bir İslam ülkesinde bir mazlum millette ilk defa kadını birinci sınıf insan, kadını erkekle eşit değil insan olarak eşit insan durumuna getiren bir büyük devrimci. Bunu ne kadar iyi bilebilirsek, ne kadar iyi anlatabilirsek o kadar hizmet etmiş oluruz. Mustafa Kemal Samsun’a 18 insanla çıktı. 4 Eylül 1919 da Sivas Kongresi 31 delege ile toplandı, 11 Eylül’de kongre bittiğinde salonda 49 delege vardı, 19 delege İstanbul’dan geldiği vakit. O 31 kişi ile dünyaya meydan okudu bu millet.
Amasya genelgesinde Mustafa Kemal’in söylediği gibi, “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Amasya genelgesi Mayıs 1919 sadece üç yıl üç ay 22 gün sonra, yani Samsun’a çıkıştan İzmir’e bakan yanındaki İsmet Paşa’ya şöyle diyor: “İsmet bir rüya görmüş gibiyim, bu rüyayı hakikaten biz mi gördük”.
O inançtır ki Samsun’a çıkan 18 kişiyi, Sivas’ta 31 delegeyi dünyaya meydan okuma derecesine getirmiştir ama inanç tek başına iyi bir şey değildir, deha da tek başına iyi bir şey değildir. Bir düşünür öyle diyor, “dahi, deha milletlerin büyük tarihidir” çok önemlidir, çok büyük işler yapabilir ama cesaret yoksa deha bir şeye yaramaz. Cesaret çok önemlidir, ama deha ile buluşamıyorsa yine bir işe yaramaz. İş odur ki, deha ile cesareti harmanlayıp milletlerin önüne düşebilsin. Bunun dünyada örneğini görmek istiyorsanız gidin Mustafa Kemal’in hayatın bakın”, diyor.
Nasıl sağlanmıştır. Ne olmuştur, yani 600 yıllık Osmanlı özlemleri, Osmanlı öykünmeleri çok fazladır. Osmanlı bize en güçlü olduğunun öğretildiği diyemeyeceğim özellikle bu Osmanlı çocukları ya da yeni Osmanlıcılar tarihlerini de maalesef televizyon dizilerinden öğreniyorlar. Yani kitap okumak gibi bir alışkanlıkları yok. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadesi, hem de çok akıllı olan çok iyi eğitilmiş Şehzadesi Mustafa’yı Hürrem kıskançlığı yüzünden boğazlattığını, bu memleket ancak 21. Yüzyılın ilk çeyreğindeki bir TV dizisinden öğreniyor, yoksa bilmiyordu.
Dolayısıyla Osmanlı, en güçlü olduğu dönem Kanuni Sultan Süleyman 1520- 1566, o dönemi düşünün. 1450 de matbaa bulunmuş, 1517 de Almanya’da Luther diye Katolik bir din adamı çıkmış, Rüsenberk duvarına bir protesto mesajı yapıştırmış ve demiş ki, “bu papanın dağıttığı endülüjans kâğıtları sizi Cennette kurtarmaz, İncil’i okuyun” demiş. İncil’i fasikül fasikül insanlara dağıtmış. O matbaalarda İncil basılmış, insanlar İncil’i okuyunca bir de bakmışlar ki, dört tane İncil var, hangisine göre ne yapacağız, düşünmeye başlamışlar.
Şimdi bunlar olurken, Portekiz’den üç tane gemi hareket edip “Hindistan’a gidiyorum” diye Amerika keşfedilip, ondan sonraki 50 yıl içinde Amerika’nın İnka, Astek medeniyetlerinin altınlarıyla Avrupa’da bir zenginlik inşa edilirken, vahşet tarafını geçiyorum. Osmanlı’nın o hani Fransa Kralı l. Fransuva’ya mektup yazıp, “ben ki Nemçe’nin, ben ki Farsi Hindistan’ın, ben ki Arabistan’ın, ben ki Magribin, ben ki Maşribin ben ki ben ki ben ki buraların imparatoru; sen ki Fransa eyaletinin bilmem nesisin, o Fransız Kralı I.  Fransuva’nın Akademi Franses bu gün hala dünyanın en saygın bilim merkezi iken, o Kanuni Sultan Süleyman’ın bu güne kalmış, tek bir bilimsel verisi olmadığı için Osmanlı daha 16. Yüzyılın ortasında çökmeye başlamıştı. O çöküş tam 300 yıl devam etti. 1683 Viyana kuşatmasından sonra sürekli gerileyen 1699 Karlofça’yla, 1711 Purit’le, 1774 Küçük Kaynarca’yla kendi kabuğunda küçülen dünya devi küçüle küçüle gelen ve nihayet 30 Ekim 1918 Mondros Antlaşmasıyla dört bir yanından işgal edilip 10 Ağustos 1921 Sevr Antlaşmasıyla 400 bin km karelik Anadolu karasına, sadece Karadeniz’e açılımı olan, hapsedilen bu coğrafyada, Ege Denizine, Ak Deniz’e sahili olmayan, Marmara’ya hâkim olmayan, sadece Karadeniz’e açılımı olan Sevr haritası saltanat şurasında onaylandı Meclisi Mebusan toplanamadığı için Meclisten geçemediğinden padişah onay alamadı, ama padişahın denetimindeki saltanat şurası onayladı bu haritayı.
Tıpkı yüz yıl sonra yani bu 1920 bu da 2003, bu da Büyük Ortadoğu haritası. (Burada konuşmacı haritalar gösteriyordu) Şu haritanın Güneydoğu sınırı neyse bu haritanın sınırı da o. Bunu nasıl Vahdettin’in başında olduğu saltanat şurası onayladıysa, bunu Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu hükümet öptü başına koydu, bir de Tayyip Erdoğan bu haritanın eşbaşkanlığını yaptı. Hala da eşbaşkanlığından ayrıldığını söylemiyor. Hâlbuki bu harita Türkiye’yi deliyor.
Şimdi istiklal ya da bağımsızlık, Mustafa Kemal öyle diyor, “hangi istiklal vardır ki yabancıların himmetiyle istihsal edilebilsin. Tarih böyle bir şeyi kaydetmemiştir”.
ÇÖRÇİL, “TÜRK YARBAYINA, KEMAL’E YENİLDİK”
Şimdi TC Milli Mücadele, kendi gücüne dayanarak yapılan bir mücadeledir. 1683 İkinci Viyana kuşatmasından sonra, ilk defa 232 yıl sonra Çanakkale’de Bahriye Nazırı Çörçil’in anılarında belirttiği gibi, “her şeyimiz vardı, her türlü tedbiri almıştık, ama bir Türk Yarbayına Kemal’e yenildik”, diyor.
“Kemal’in askerleri lafının ilk mucidi İngiliz devleti feyimesidir. Biz “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” derken inandığımız için söylüyoruz. “Kemalizm” lafı da bizim uydurduğumuz bir şey değildir. “Kemalizm” lafını üreten yine Batı emperyalizmidir. Şimdi bu coğrafyada “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” diyebilecek kadar evrensel bir millet tanımı yapan Mustafa Kemal’in bu günkü takipçileri, ister Atatürkçü Düşünce Derneğinde olsun, ister Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinde olsun, ister Çayyolu Güç Birliği Platformunda olsun, ister Tüketici Hakları Derneğinde olsun, ister CHP sinde olsun, ister İyi Parti’de olsun, MHP de olsun, AKP’de olsun, hangi partide olursa olsun, bu coğrafyada yaşayan bu milletin ekmeğini kullanıp suyunu içen, bu milletin vergileriyle okuyan, benim gibi doktor olan, öğretmen olan, gazeteci olan bu insanları yetiştiren bu millet bunu hak ediyor. Bu millete bu ferasetine layık olmayız. Bu millet ki 600 yıllık Osmanlı hanedanının Halife padişahı Vahdettin’in peşinden değil, Samsun’dan yola çıkan ve parası olmayan ve ordusu olmayan ve silahı olmayan ve donanması olmayan ve orduları olmayan, tersanelerine girilmiş, dört bir tarafından işgal edilmiş şu vatanı kurtarmak için yola çıkmış bir avuç insanın ve Sarı Paşa’nın peşinden gitmeyi bildi. Yine gidecektir, yeter ki doğru kişilerle doğru siyasetle, doğru önderlikle millete güvenebilelim. Aynı Mustafa Kemal’in dediği o “milletin istiklalini yine o azim ve kararı kurtaracaktır” lafı o milletin azim ve kararını harekete geçirmeyi bilebilen insanların önderliğiyle olacaktır, yoksa dünyanın hiçbir milleti kendi kendine ortaya çıkıp da bir iş yapabilmiş değildir.
Biz birçok şeyi yeni baştan konuşmalıyız. Bunları konuşurken de birbirimize “durmadan nutuk çekiyoruz şöyle böyle” diye bakmamalıyız. Bakmamalıyız çünkü tekrarlanmayan şey unutulur.
1870 lerde Mak Korney diye bir adam “krita ilhaken bir santim altında iki santim içinde bastığınız noktada hasta zıplıyorsa hasta apandisit” diyor. Şimdi apandisit teşhisi koymak için beş tane emar, dört tane tomografi, 20 tane tahlil 30 tane lokosit sayımı yapıyorsun ama bunu yapmayı basmayı akıl etmiyoruz. Mak Koreney noktası var ya apandisi bulan, bu milletin de Mak Korney noktası Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu bir hamaset değil, tam 300 yıldır insanlar apandisit iltihaplanıp da apandisit krizi geçirip tahta gibi hastaneye gittiği zaman doktorlar baktılar apandisit olayı var, apandisiti oradan alıp hayatını kurtardın. Ya bu böbrek miydi, şu muydu bu muydu dersen oa adam apandisit pespente oluyor gözünün önünde ölüyor. “Allah verdi Allah aldı” diye bir şey yok.
Şimdi o zaman bunu doğru anlatabilmek, doğru anlayabilmek hakikaten çok çok önemlidir. Çocuklarımıza değil sadece, içinde bulunduğumuz kabul gününde dostlarımıza, gümüş günümüzde arkadaşlarımıza pişpirik oynarken, yukarıda gördüm, yüz arkadaşımız okey oynuyorlardı, okey oynarken masadaki arkadaşlarımıza bunu anlatabilmeliyiz. Bunu ne kadar tekrarlarsak o kadar gereklidir arkadaşlar.
Mustafa Kemal en kritik günlerde bile, 9-10 Temmuz 1919 Erzurum’a gelmiş, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir “emrinizdeyim paşam”, demiş. Kongreye, bilir misiniz bilmem, sadece 24 tane doğu delegesi katılmış, 20 kişi yani, Doğu illeri Mudafai Hukuk 9-10 Temmuz gecesi, 11 Temmuzda kongre toplanacak, gece saat 12 bir neyse Mazhar Müfit Bey, eski Kastamonu valisi, Mustafa Kemal, “Mazhar Müfit Bey, defterin yanında mı?” “Alıp geleyim paşa”, diyor, (kaldıkları evde iki göz oda b,r ev yani) alıp geliyor defteri. “Yaz bakalım Mazhar Müfit Bey” diyor, Mazhar Müfit Bey’e, “Zaferden sonra”, zaferi kazanır mıyız, kazanamayız mı, yani olur ya 1919 Temmuzundan bahsediyoruz. Adam Samsun’a çıkmış 9. Ordu müfettişi, 19 gün sonra padişah efendi geri çağırmış gitmemiş, Erzurum’a geldiğinde ordudan affını istemiş, kendisi istifa etmiş ve bir “evladı vatan olarak sinei millete döndüm” demiş. Hiçbir fikri yok, “yaz bakalım” diyor. “Zaferden sonra şekli hükümet olacaktır, zaferden sonra hilafet için gereken muamele yapılacaktır”. “Zaferden sonra tesettür kalkacaktır, zaferden sonra kendi harflerimizle yazacağız”. Mazhar Müfit kalemi bırakıyor, “kusura bakmayın ama sizin de çok hayalci bir yanınız var,” diyor.
Mustafa Kemal, “sen yaz yaz” diyor. “Zaferden sonra mekteplerde Türkçe eğitim yapılacaktır” şu şu sekiz on madde.
1919 Temmuz, aradan sadece altı yıl geçmiştir. 1925 yılının Kasım ayı Kastamonu’dan dönüşü; otomobilin önünden geçerken bakıyor, Birinci Meclis’in önü Ulus, önünde Mazhar Müfit Bey, durduruyor arabayı kafasını çıkarıyor, “Mazhar Müfit Bey deftere bakıyor musun kaçıncı maddedeyiz”. İnanç ve devrimcilik böyle bir şeydir. Devrimcilik böyle bıdı bıdı ile olmuyor. “Ben dünya lideriyim” falan demekle olunmuyor. Bu millete inanmaktır. “Fes çıkarılacak, şapka giyilecek” denildiği zaman, o milleti giydirebilmektir.
MUSTAFA KEMAL DEVRİMİNİN ÖZÜNDE KADIN DEVRİMİ DEMEKTİR.
Erkeği gördüğü zaman duvar dibine sinen kadından sadece on yıl sonra 1934 de 18 tane kadın milletvekilini Meclise sokabilmektir. Daha İsviçre 1973 de verdi bu hakkı kadınlara. İsviçre 1973 de kadınlara seçme seçilme hakkını verirken Mustafa Kemal Türk kadınına 1938 yerel yönetimlerde temsili verdi. MUSTAFA KEMAL DEVRİMİNİN ÖZÜNDE KADIN DEVRİMİ DEMEKTİR. Neden? 200 bin yıldır dünya dediğimiz şu gezegende insan dediğimiz canlı yaşıyor, insansılar çok daha eski, Himalayalarda bulunan ne ki üç buçuk milyon yaşında. 200 bin yıldır dünya gezegeninde yaşayan insanın yaptığı bir sürü şey var, ateşi bulmuş, tekerleği bulmuş şunu yapmış bunu yapmış. Ama insan olmanın getirdiği bir şey, ne o? Neyi üretmişsen kendinden sonraki nesiller bunu aktarabilme becerisi. Bu sadece insanda var.
MUSTAFA KEMAL DEVRİMİNİN ÖZÜNDE KADIN DEVRİMİ DEMEKTİR.
Beynimizin ürettiğini gelecek nesillere aktarmalıyız.
Her arı genetik olarak içgüdüsel olarak çiçekleri dolaşıp getirip kovana balı koyuyor. Balı kimin aldığı ile ilgilenmiyor onu yapıyor. Her tavuk folluğa gidip yumurtluyor, yumurtayı ne yapıyorlar, gurk zamanı geliyor yumurtanın üzerine oturup civcivler çıkıyor. Her karetta karetta yavrusu yumurtadan çıktığı zaman, yönünü nasıl bulduğunu akıl edemeyeceğimiz biçimde içsel olarak okyanusa doğru, denize doğru gidiyor, bunlar içgüdü. İnsan dediğin içgüdülerini bilinçli davranışlara dönüştürebilen yaratığın adıdır. Neyle yapıyoruz bunu, akılla, akıl dediğin ne, şu kafatasının içindeki 1200 gramlık et parçası. İçinde milyarlarca neron, milyarlarca akson, milyarlarca bağlantı var ve onlarla düşünüp üretiyoruz. Peki, bu ürettiğimizi kendimizden sonraki nesile geçirmezsek ne faydası var. İşte bu 200 binlik bu hayatın getirdiği bu gün 21. Yüzyılda bunları konuşmaktaki maksadımız nedir? Neredeyiz?
Osmanlı 1900 yüzün başında neredeyse, bu beylerin sayesinde TC 21. Yüzyılında başında oraya geldi. Bunlar şimdi öykünüp duruyorlar, bu Vahdettin denilen vatandaş, son Osmanlı padişahı 36. Padişah. 1 Eylül 1921 bu ne anlatıyor bize. 25 Ağustosta başlayıp 13 Eylül günü biten 22 gün 22 gece süren ve Anadolu Türklüğünün namludaki son mermisinin atıldığı savaş, Sakarya Savaşı. Şu millet 120 bin kişilik orduyla yarısının ayağında postal falan değil, çarık bile yokken birçok silahın ucunda süngü yokken o canhıraş canını dişine takıp vatan savunması yaparken bu ne bina şerif 18 yaşındaki Nevzat Nimet Hanım’la beşinci evliliğini yapıyor, Dolmabahçe’de. Nevzat Nimet Hanım’ın boynuna takılan zümrüt gerdanlık beş milyon Frank’a Fransa’dan getirtiliyor. Gelinliği bilmem nerede dikiliyor.
Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler

Bu aynı Vahdettin 13 Mart 1924, Cumhuriyetten bir yıl sonra, 1 Kasım 1922 de saltanat kaldırılmış, 3 Mart 1924 de Hilafet kaldırılmış, bu Vahdettin denilen adam 13 Mart 1924 Mehmet Vahideddin Amerikan başkanına şu mektubu yazar: (Şu adamların kimleri yüceltmeye çalıştıklarına dikkat edin):
Padişah Vahdeddin’in Amerika Başkanına yazdığı mektup
"Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyo Coolidge Cenahlarına Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum. Bu süresiz uzaklaşmanın, bahadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara Meclisi gibi bir isyancı fitnenin hu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki; İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatı'ndan soyutlanması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur. İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır. Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara Meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanım bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur.
Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim.
13 Mart 1924. Mehmed Vahideddin".(2)
Bu heriflerin Amerika’ya secde etmeleri yeni değil, genetik. Nerede bir İslamcı o gidip Amerika’nın uşağı oluyor. İslam siyasetinin Osmanlıdan soğuması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması din kavmi, vatani belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirildiği beş altı milyonluk Türk kavmini. Anadolu’nun nüfusu o zaman 12 milyon bu padişah denilen herif San Remo’dan ABD Başkanına mektup yazıyor ve diyor ki “bu 12 milyonun içindeki beş milyonluk Türk. Ne demek istiyor, bütün bu Osmanlı denilen zümre Türkleri 600 yıldır saraya sokmadı. Türk’e etrak-ı bi idrak” dedi, yani idraksiz millet dedi. Onun için diyor ki, bu beş altı milyon Türkün saltanat kaldırması yetki alanı içinde değildir. “Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve Tüm din bilginlerinin ortak kararıyla çözülecek büyük bir evrensel sorundur.
3 Mart 1924 Mustafa Kemal öyle büyük bir adam ki, sarıklı hocayla Avrupa’da eğitim görmüş, Halide Edip Hanım’ı aynı amaç için bir araya getirebiliyor.
Hoca Vehbi Efendi, sarıklı hoca, çıkıyor kürsüye diyor ki, “bu hilafet denilen illetin bu millete zulüm ve rezillikten başka getirdiği bir şey görülmemiştir” diyor. Ankara Meclisinden, hala Cumhuriyet yok, Cumhuriyet kurulmuş bir yıldan fazla olmuş, 3 Mart 1924 den bahsediyoruz. Ankara Meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanımın bireylerini insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir.
Bu böyle diyor ya, şimdikilerin ağababası Refah Partisi vardı 90 larda 94 de bunlar Ankara İstanbul belediyelerini kazanınca Hasan Ceylan diye bir milletvekilleri vardı. Bir de Hasan Mezarcı diye birileri vardı, sırmalı kaptanlar gibi giyip ben peygamberim diyen sonra tırlatmıştı. Bu Hasan Ceylan bu TV larda, o zaman TRT TV nu, Star gibi bir iki TV vardı. O televizyonlara çıktı dedi ki: “Padişahımız ulu hakan Vahdettin Han Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderirken 40 bin altın verdi”.  230 m uzunluğundaki Bandırma vapurunu vermişti, 1911 de batan Titanik 270 metre idi.  230m dediği çatana Bandırma vapuru, 40 bin altın dediği 9.3 gram Reşat altını 9 gram kabul edin çarpı 40 bin  (40.000x9= 360.000)
Şu koca mektupta Cumhuriyet lafı bir defa geçiyor o da ABD için. Sen kaçtın hem de rica ettiği İngilizlerin Malaya zırhlı gemisiyle kaçtın.
Şu elimde gördüğünüz Sait Molla’nın hazırladığı, Dürrizade denilen kişinin fetvası ile ve Damat Ferid’in de imzaladığı idam fermanı. Mustafa Kemal’in, Fevzi Çakmağın, Halide Edip’in, İsmet İnönü’nün, Kazım Karabebir’in, Refet Bele’nin 20 ye yakın insanın idam fermanı.
Bu Cumhuriyet böyle güllerle, danslarla, müziklerle değil boynuna idam fermanı takılmış, 17-18 adamın kararları ile kuruldu. Şimdi kimse bu Cumhuriyeti korumak için, “aman evde çocuğum var, şurada dükkânım var, ay beni içeri atarlar, vay beni bilmem ne yağarlar” derse eğer, bu en başta Mustafa Kemal’e layık olmamak demektir. En başta Sakarya’dan Dumlupınar’a kadar yüz binlerce şehidin kemiklerini sızlatmak demektir. Yani sel önünden kütük kapar gibi yoktan bir cumhuriyeti emanet bıraktığı bu Cumhuriyeti zamane Osmanlılarından, zamane Amerikan (uşaklarından demeyelim) muhiplerinden esirgemeyeceksek eğer o zaman böyle ceket kravat ortalıkta dolaşmanın bir anlamı yok.
Atatürk ölü inek mi?
“Trenimizi kimse durduramaz”, tren dedim de aklıma geldi. Hindistan’ı ziyaret eden Afrikalı bir devlet başkanının bindiği tren aniden durmuş, sormuşlar “neden durdu”. “Efendim” demişler başkana, “yolumuzun üzerinde bir inek yatıyor, inekler bizde kutsaldır, onları rahatsız edemeyiz; hayvan ne zaman kalkarsa o zaman yolumuza devam edeceğiz. Ne mutlu onlara ki inek canlı, bir gün kalkacak. Bizim yolumuzu kapatan inek ise ölü, kimse adını da ağzına alamıyor, ineği yoldan evvel Allah sizlerin yardımıyla artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız”. Kafa bu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 1994
O ölü inek dediği bakın bu (Atatürk) sen saldırdıkça büyüdü.
İlk defa Mustafa Kemal bu beylerin sayesinde kitleselleşti; ilk defa halklaştı, bu Cumhuriyet Bayramı’nın meydanlarına bakın ve iki önce 10 Kasım’da Dolmabahçe sarayını ziyaret eden İstanbullunun sayısı 350 bin, Anıtkabir’e gelen insan sayısı bir milyonun üzerinde. Milletin gerçekten Mustafa Kemal’i de, Laik Cumhuriyeti de benimsediği, sevdiği, anladığı anlamına geliyor. Hiç bir zaman umutsuz olmayacağız, bu milletin ferasetinden asla şüpheye düşmeyeceğiz.
 Ümmet mi,Laik Cumhuriyet mi; Şeriat mı, Kemaliz mi?
Bu gün bir sandık koyalım, bu gün şerefimle nefesi yeten, gücüne güvenen hodri meydan diyelim, koyalım bir sandık, bir Pazar günü. Mutlaka deneyelim, “erkekler dört karıyı alsın mı? Kadına mirastan erkeğin yarsısı verisin mi? İki kadının şahadeti bir erkeğin şahadetine denk olsun mu? Hırsızlık yapanın ellerini çapraz keselim mi? (Hırsızlık yapanın ellerini çapraz kesmeye kalksak vallahi billahi bunlar çolak kalır yemek yiyemezler (Salondan gülüşmeler). Koy bir referandum,  eğer en az yüzde yetmiş, yetmiş beş “bunu kabul etmiyorum” çıkmazsa adam değilim, yeter ki doğru önderlik yapılsın. Ahmet Taner Kışlalı öyle diyor, bu millet ne çekiyorsa “Atatürk’e evet, Kemalizm’e hayır” diyen aymazlar yüzünden çekiyor”. “Mustafa Kemal’in takipçisiyim”, diyen adam oturacak şu Kemalizmi öğrenecek. Cumhuriyetin yerine neyi koyacaksın? Cumhuriyetçi olmayalım, ne yapalım. Saltanatı mı getirelim, hilafeti mi getirelim, ne yapalım?
“Milliyetçi olmayalım Ümmetçi olalım”, iyi de senin “ümmet” dediğinden haberi yok. Ümmet dedimse, Birinci Dünya Savaşında padişah “cihat” ilan etti, Hintli Müslümanlar geldi, Ulusal Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’e yardım eden o Müslümanlar 1915 de geldiler, Anzak kuvvetleri, Hint birlikleri ile Osmanlı’ya karşı savaştılar. Bilmiyorlardı çünkü doldurdular getirdiler. Ümmet dediğinizin ümmet olduğundan haberi yok.
O milleti ümmet yapan, o kulu birey yapan, o memaliki vatan yapan Kemalist Cumhuriyettir ve bu millet bunu içselleştirmiştir, benimsemiştir, ona sahiptir. Yeter ki biz doğruların peşinde gitmeyi bilelim. Yeter ki biz doğru önderlikle millete bunun yanlış olduğunu söyleyebilelim.
Bakın Türkiye’ye, bu gün söyleniyor, lafa gelince laf çok ya, şimdi “Emperyalist Amerika’ya karşı mücadele ediyormuş”, kim, mevcut hükümet. Bu gün Türkiye yaşadığı hemen hemen bütün güncel sorunlar ekonomik kriz, siyasal kriz, askeri kriz, Doğu Akdeniz krizi, Ege krizi tamamının sebebi, bu beylerin son on yıllık yaptıkları yanlış dış politikalarıdır. Yanlış Ege politikası, yanlış Suriye politikası, yanlış Kuzey Irak politikası, yanlış Doğu politikası, yanlış AB politikası, yanlış Amerika politikası, yanlış Rusya ne dersen de.
Suriye politikası diyoruz, değil mi? Dilinde tüy bitti bu konuda aklı erenlerin yapmayın etmeyin “üç günde Şam’a gideceğiz, beş günde Emevi camisinde namaz kılacağız, Şii ezanı devireceğiz, Ezanı Müslimini, Müslüman Kardeşleri iktidara getireceğiz. Ortadoğu’da bizden habersiz yaprak kımıldamaz, biz oyun kurucuyuz, geçti o “Yurtta Sulh cihanda sulh” pısırıklığı, şöyle uçacağız, böyle kaçacağız”. Ne oldu şimdi? Kendi ifadesiyle 40 milyar dolar Suriyeli mülteciye harcadık. Güya güvenli bölge oluşturup da Suriyelileri oraya gönderecek de hikâye bunlar, geç onu.
Suriyelileri Türkiye toplumuna adapte edebilmek için bu memleketin bakanlarında özel planlar götürülüyor. Sağlık Bakanlığında Suriyelilere özel doktorları, hemşireleri eğitiyorlar, bilmem ne, öbür tarafta o. Suriyelilerin gideceği yok, şimdi o dört buçuk Suriyeli’nin oyunu nasıl alırız hesabı var… En az yıllık 20-25 milyar dolar sınır ticaretinden kaybı var bu ülkenin. Gaziantep’in, Kilisin, Adana’nın Maraş’ın hepsinin ekonomileri çöktü, on yılda 200 milyar dolar; dört buçuk Suriye’linin berhava ettiği Türkiye’nin demografik yapısı, başka senin dünyada yalnızlaşman, çünkü oradaki selefi, cihati terör örgütlerini destekledin. Senin Başbakanın olacak Ahmet Davutoğlu benim Konya’dan milletvekili seçilen arkadaş sinirli çocuklar bunlar dedi. Konya hastaneleri dahil özel hastanelerde bu teröristleri getirdiler tedavi ettirdiler, belli merkezlerde eğlendirdiler, özel ihtiyaçlarını gördürdüler, Demokrat Parti İstanbul’unda Mussuri zırhlısının bahriyelilerine Yüksekkaldırımdaki Genelevin duvarlarını badana ettirdikleri gibi Adana genelevinde özel odalar açtılar, utanmaz adamlar şimdi kalkmışlar öyle birbirine… Türkiye’nin başına bunu açtılar. Hâlbuki ne diyordu Mustafa Kemal, sen iki ayyaş deyip haddin olmadan, onu küçümsemeyip lafını dinleseydiniz, adam sana hap gibi vermiş, Türkiye’yi yönetirken:
  1. 1-Kuzey komşumuzla iyi geçinin, Rusya, o zaman SSCB
  2. Ortadoğu’da Arap devletlerinin kendi aralarındaki mezhep kavgalarına Türkiye’yi bulaştırma. Niye, biz laik bir ülkeyiz, onların mezhep kavgalarına Türkiye’yi bulaştırmayın.
3.  Bölgemiz petrol coğrafyası, 1930 larda söylüyor, bu coğrafyada emperyalistlerin her zaman emelleri olacaktır. Emperyalist planların piyonu olmayın. Al sana emperyalist plan. Eşbaşkanı oldun, işte buları yaparsan, Türkiye bu noktaya gelir. Aylardır söylüyoruz, on seki adamız tam 15 yıldır Yunanistan’da. Çıkın mecliste “bu adalar bizim değil”, diyemiyorlar, niye? Lozan’a göre bizim, Londra Antlaşmasına göre bizim, Atina antlaşmasına göre bizim, Yunan haritalarında bizim, İngiliz haritalarında bizim. Bu harita 18 ada, şimdi bu ne biliyor musunuz, vatan bir bütündür. Şu Ankara Çayyolu Nikâh salonundayız. Ha burası ha bulamaç adasındaki kilise, oradaki vatan toprağındaki eğer, Yunanlı gelmiş, belediye başkanını tayin etmiş, 20 ye yakın okulu açmış, üç tane özel meslek yüksek okulu açmış, sekiz tane üs kurmuş, 13 bin asker konuşlandırmışsa eğer, bu şu demektir, adam gelmiş senin yatak odana girmiş.  Sen hala kalkıp kabadayılık ediyorsun. Sen önce bu bayrağı oradan indireceksin.


Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler
Ben bunu TV larda söylüyorum, bir adam bulmuşlar Mecliste bunu söyledim, İsmet Yılmaz o zamanki Milli Savunma Bakanı, çıktı kürsüden dedi ki, “evet Yunanistan böyle bir fiili durum yaratmıştır ama Lozan’a göre adalar bizimdir” dedi, Meclis tutanaklarında var.
Geçende Sedef Kabaş’ın propramına katıldım TL 1 de bir, bu haritayı gösterdim. Adamın biri yazmış Sedef Hanım’a, “yav bu vekil de yanlış söylüyor, (bir de albay vardı Ümit Yalım diye), “o da yalan söylüyor, 1923 Lozan’dan beri, yabancılara verilmiş bir cm Türk Toprağı yoktur. Doğru da, sen amcama şunu sor, “1cm toprak verilmemiş” diyor. Şu Süleyman Şah türbesi kaç cm kareymiş Işit’ten kurtardıkları, yurt dışındaki tek toprak.
Hâlbuki o Mustafa Kemal ki, 1923 te kurulan Cumhuriyetle, 1936 da Montreo Antlaşmasıyla Boğazlara aldı, 1938 tek kurşun atmadan Hatay işini bitirdi. TC bu coğrafyada 20 ye yakın 1. Dünya Savaşı anlaşması, Noriye Anlaşması, Sen Cermen Anlaşması, Triol Anlaşması… Hepsi yürürlüğe girdi, bir tane anlaşma yürürlüğe giremedi Sevr Anlaşması. Hepsi devrini tamamladı ve bitti, bir tane anlaşma devam ediyor Lozan Anlaşması. Bu adamlar Lozan anlaşmasına düşmanlar. Adam Atina’ya gidiyor, “Lozan’ı güncelleyelim” diyor. İyi karşısındaki adam demiyor ki, “iyi oturup güncelleyelim” demiyor, bu kadar tarih cehaleti felaket bir şey. Hani diyor ya “bu kadar cehalet olmaz cehaletin bu kadar kertesi tahsilsiz olmaz”. Bun da tahsil de olmadığı için cehaleti oluyor yani. Oluyor maalesef.
1968  de 17 yaşındayım, Tıbbiye’de talebeyiz, askeri tıbbiye. Sınıfı geçtim, rahmeti babama yalan söyledim, dedim ki, -benim bir dersten bütünlemem var, kalıp ders çalışmam lazım. Rahmetli Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir kitap dükkânı var, o da eski asker. Ben de o zaman 26 lira 40 kuruş bize maaş verirlerdi, 50 lira falan da babam gönderiyor, 150 kuruş Turan Emeksiz’de yemek yiyoruz. Sinema şu kadar, kız arkadaşımızla pastaneye gidersek falan denk getiriyordum, böyle paraya takla attırıp duruyoruz, ama iki elim kanda olsa kitap alıyorum, bir iki gidiş geliş, sevdi beni. Asker gel asker git, bana dedi ki, “yazın gel buraya dükkânı aç, çayımızı demle, ortalığı toparla”. Ben şunun için anlatıyorum, çok önemli görüyorum. Üç ay, sınav falan da yok, yurda da söyledim, benim bütünlemem var, dedim. Yurtta da kalıyorum Kumkapı’da, dört bir yanı meyhane, ortada şadırvan, köşede cami, karşıda da bir fırın. Orada kalıyorum, her gün dükkâna gidip çayı demliyorum. Oraya Yaşar Kemaller, Edip Canseverler, Orhan Kemaller be böyle dinliyorum, her gün bana mutlaka kitap okutuyor, o kitabı veriyor ortalama günde bir kitap bitiriyorum. Ertesi gün kitap hakkında sorular soruyor. 18 yaşındayım, bana dedi ki, “belli ki siyasete meraklısın, bak evladım, bu ülkede bütün siyasiler cahil” dedi. “Her şeyi bilirler, cahilin cesaretinden kork, okumuş adam daima kendisini eksik bulur, yetersiz bulur, o asla küstahlaşmaz, ama cahil, her şeyi yapabilmek için o her şeyi yapabilir, sakın cahil olma. Siyasete meraklıysan, dedi:
  1. İslam tarihini çok iyi bil.
  2. Türklerin Tarihini çok iyi bil.
  3. Milli mücadele tarihini çok iyi bil.
  4. Birinci Dünya tarihini sonuçlarını bil.
İkinci Dünya tarihini iyi bil. Bir de Yunan medeniyeti ile Mısır medeniyetini iyi oku Bunları bilmeden siyaset yapan adamın, benim de yetkim olsa Meclis’ın kapısından geçirmem” dedi.
Şimdi bakıyorum ne kadar haklı. Birinci Dünya tarihini bilsen o Versay anlaşmasının İkinci Dünya savaşının nedeni olduğunu aklına getirsen; Sevr Antlaşmasının hangi koşullarda hayata geçemediğini bilsen; Sayda Pipo Anlaşmalarının ne anlama geldiğini kavrasan; Suriye sınırının Irak sınırının İngiliz emperyalistleri tarafından böyle bir harita üzerinde nasıl çizildiğini yine anlasan; her petrol kuyusunun nerede ise bir hanedanlık verildiğini, şunlara, bunlara bu verildiğini anlasan kalkıp da üç günde Şam’a gideceğim, Emeviye Camiinde namaz kılacağımgibi bir cehaletin tutsağı olmazdın, bu milletin başını da bu kadar belaya sokmazdın.
Mustafa Kemal’e geliyorlar, Suriye’yle Türkiye’yi birleştirelim” diyorlar. Orada şu cevabı veriyor. Hangi millet var ki bir millete istiklal bağışlasın, böyle bir şeyi tarih kaydetmemiştir, gidin önce istiklalinizi kazanın sonrasına bakarız”.
1930 lar, Mussolini’nin İtalya’da böyle masal gibi anlatıyorum ama bir yere bağlayacağım, Mussolini İtalya’da hop oturup hop kalkıyor, Habeş seferine çıkmış, Akdeniz’i İtalyan gölü yapmak istiyor; diyorlar ki “İtalyan sefiri randevu istiyor”, Mustafa Kemal, “gidin verin” diyor, “yarın sabah gelsin, diyor.
Sefir geliyor, baron bilmem kim, geliyor oturuyor, bacak bacak üstüne atmış, son derece küstah. “Eksekans”,  “buyurun”; “Duçemiz Mussolini, biliyorsunuz Afrika seferine çıkacak, Rodos’ta 40 bin askerimiz var” diyor; Mustafa Kemal “ee sonra” diyor, “Antalya’da veya Mersin’de bize üs verin, ya da kendimiz alırız” demeye getiren laflar ediyor.
Mustafa Kemal “bir dakika dur”, diyor. Çağırıyor Salih Bozok’u, “Salih Bey, büyükelçiye bir kahve söyle o içene kadar ben geliyorum”,  diyor, gidiyor içeriye. Biraz sonra geliyor, o sivil elbiseden çıkmış, mareşal elbisesini giymiş, elinde kılıç, “söyle bakalım şimdi nerede kalmıştık”, diyor.
Elçi, “Aman ekselans beni yanlış anladınız”, demek falan bilmem ne.
Şimdi bak, o genç Cumhuriyetin tavrına bakın, bir de “dünya lideri”nin o mektuptan sonra bu gün gittiği yere bak.
Devlet adamlığı ayrı bir şey, devlet tarihte bir sürü devlet var, bu gün de 190-200 e yakın devlet var dünyada. Devletler, varlıklarıyla, parasıyla puluyla, petrolüyle bilmem neyiyle değil, ulusal onurlarıyla, uluslararası onurlarıyla, o itibara ne kadar düşkün olduklarıyla yaşıyorlar ya da yaşamıyorlar.
1920 27 Aralık 1919 da Mustafa Kemal Ankara’ya gelmiş, Samsun beş gün, 18 gün Havza, 20 gün Amasya, bir ay 20 gün neyse Erzurum, üç ay Sivas kongreleri, ne yaptı; 30 Ekim 1918 Mondros, 13 Kasım İstanbul’a geldi. “Geldikleri gibi giderler” dedi, altı ay İstanbul’da 300 ün üzerinde görüşme yapıyor. Üç defa Padişah Vahdettin’le görüşüyor, iki defa Damat Ferit’le görüşüyor, defalarca nazırlarla (bakanlarla) görüşüyor, 200 e yakın asker arkadaşıyla görüşme yapıyor, kadro oluşturacak. Geçti Samsun’a, yedi ay kongrelerle ne yapmaya çalışıyor, milleti örgütlemeye çalışıyor. “Milletin azim ve kararını” hayata geçirmek için o kararlılığı uğruna peş peşe kongreler yapıyor ve Ankara’da Meclisin açılması.
Meclis neden 23 Nisan 1923 de açıldı, niye daha önce değil. Çünkü adı gibi biliyor, Meclisi Mebusana kendi arkadaşlarını gönderiyor. Celaleddin Arif Bey’i Meclisi Mebusana başkan seçtiriyor ve Osmanlı Meclisi Mebusanına, kendi yazıp kaleme aldığı Misak-ı Milli’yi kabul ettiriyor. Ve o Misak-I Milli kabul edildiği zaman, İngilizlerin saldıracağını ve Meclisi Mebusanı kapatacağını adı gibi biliyordu, hazırlığını yapıyordu.
Meclisi Mebusan kapatılıyor, mebuslar tutuklanıyor, Ankara’da düzenli ordu yok henüz, Ankara’da hükümet yok, para yok-pul yok, hiç bir şey yok. Anadolu’da ne kadar İngiliz askeri varsa, getirip Ankara’da bir mahzene kapatıyor. Kıyamet kopuyor, “ne zaman Malta’ya götürülen Meclisi Mebusanın mebuslarının Ankara’ya sağ salim getirirseniz bu kefereleri ancak o zaman alırsınız”. Öyle oluyor. Şimdi şuraya bak “aptal olma” diyor, adam ayağına gidiyor. Oradaki tavra bak, bunun güçle bir alakası yok; İngiliz askerlerini tutukluyorsun, ne adına yapıyorsun, sivil bir adamsın ha. TBMM hükümeti falan da yok. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa Kemal, o kadar, unvan bu. Bunu tanıyan bir dünya ülkesi var mı? Yok. Kazım Karabekir Doğu’da Ruslarla Ermenilerle boğuşuyor, Şahin Bey Kuvayi Milliye Nüvesi Antep’te oluşmuş, Antep, Maraş, Adana, Urfa’da Fransızlarla boğuşuluyor, Antalya’da Konya’da İtalyanlarla cebelleşiliyor, Kardeniz’de Pontus’la boğuşuluyor, Trakya’da, Marmara’da, İstanbul’da  İngilizlerle boğuşuluyor. Bir de 15 Mayıs’da Yunanlılar İzmir’i işgal etmiş. Tam yedi düvelle boğuşurken adam vay “benim meclisimi kapattın”, diyor, önce İngilizleri atıyor içeri, ondan sonra 23 Nisan 1920 de TBMM ini açıyor, kaç kişi, 150 kişi yok. Ancak bir buçuk yıl sonra 300 vekile ulaşıyor. Seçilen vekiller gelemiyor, para yok, ulaşım yok, işgal kuvvetleri var. Para yok, “bulunur”; ordu yok, “kurulur”; mühimmat yok “alınır” ama behemal zafere ulaşılır. İşte o inançtır ki  9 Temmuz akşamı Mazhar Müfit’e “yaz bakalım yaz, zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında enflasyon
Şimdi bu gün şu kadar bu kadar başarı öyle değil. Bu gün geldiğimiz nokta gelmemiz gereken nokta değil, bakın size bir takım rakamlar okuyayım:
Enflasyon 1924 de yüzde on, Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıl. 1938 de yüzde -4.5 (eksi dört buçuk) arada ne var, arada 14 yılda arada ne var, 1929 büyük dünya ekonomik krizi var, İkinci Dünya Savaşı arasının bütün ekonomik sancıları var, daralanan dünya ekonomisi var, Türkiye’ye uygulanan bir sürü eziyet var, yanmış yıkılmış Anadolu var, üç binden fazla köy yıkılmış 30 binden fazla mezrada hayat durmuş, üretim bitmiş insanlar buğday sapı kaynatıp içiyor, buğday üretimi yok bir şey yok, 1924 de yüzde 10 olan enflasyon 1938 de, aklımız durur aklımız, doğru öğrenmeliyiz, doğru anlatmalıyız çocuklarımıza.
Dolar kuru, o günkü dolar da o şimdiki dolar değil ha, 1 lira 1924 de 1.88, 1938 de 1.20 lira, arada iki falan çıktığı oluyor 1938 de Atatürk ölüğünde nerede ise bir dolar bir lira.
Bak şimdi bu da kalkınma hızı; 1924 de yüzde 14, yüzde 20 ler falan var, 1938 de yüzde 10.5 yıllık büyüme oranlarını söylüyorum. Üst üste 15 yıllık büyüme oranı yüzde 115, dünya tarihinde 15 yılda üst üste yüzde 115 büyümeyi Çin bile başarabilmiş değildir. Bir tek Mustafa Kemal Türkiye’si Kemalist ekonomiyle karma ekonomiyle kendine güvenerek denk bütçeyle bunu yaptı ve kadınlarda binde 4, erkeklerde yüzde 7 ortalama nüfusun sadece yüzde 3 ü okuryazarken, 1938 de yüzde 27 si. Böyle bir başarıyı elde eden başka bir ülke yok.
Hani şimdi diyorlar ya “bir gecede cahil kaldık”; bir gecede cahil kalmadınız zaten cahildiniz, oldum olası cahilsiniz hala de cahilsiniz, size hangi alfabeyi versek cahilsiniz çünkü kafalar yok, yani alfabe insanı okuryazar etmez, okuryazar eden kafadır kafa. Okuduğunu anlamadıktan sonra ne okursan oku. (Alkışlar).

Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler
Adam kalkmış geçen gün kalkmış bana mesaj yazıyor, “sen böyle diyordun ama “Osmanlıda hiç değilse üç cüzü okuyordu” diyor, herkes Kuranda. Ben de cevap yazdım, ama bu günde durmadan Kurandan hatim indiriyorsunuz ama dinlediğinizin aslını bileniniz yok, ne fark eder.
Şimdi bak, okuryazar olmakla okuduğunu anlamak, bu beylerin getirdiği Türkiye’ye bak, üniversiteye giden çocuklarımızın yüzde 46 sı okuduğunu anlayamıyor. Okuduğunu anlamıyor çocuk. Matematiği fenni zaten yekle yeksan oluruz. PISA sıralamasında 72. Sıradasın utanmaz adam. Şimdi bakın Duyunu Umumiye kaynaklı 1923 kişi başına düşen milli hasıla 17 dolar 80 sent, 1938 de 57 dolar nerede ise dört kat artmış. Her 15 yılda dört kat artırsak oturup hesaplayın 64 bin dolar olması lazım. Hadi dört kat artıramadınız üç kat artırsanız 40 bin dolar olur, hadi onu da beceremediniz her 15 yılda iki buçuk artırsanız 25 bin dolar eder. Neredesiniz 8 bin dolar. Hangi dolar 1923 ün doları mı, hayır bu günkü dolar. Ve ülkeyi 500 milyar dolar borca sokmuşsun, 20 bin dolar IMF ye borcumu ödedim diye övünüyor, aya dört şeritli yol yaptık dese inanıyorlar, “valla IMF biden borç istedi de vermemişiz” diyor.
Onun için bunları oturup hep konuşmalıyız, bunları birbirimize anlatmalıyız. Bu hamaset falan değil, benzetmek ayıp olmasın, eğer bunları tekrarlamak şeyse, iyi de kardeşim durmadan hatim indiriyorsunuz, niye beş vakit ezan okuyorsunuz bir defa okuyun yeter, bunu benzetmeyi haya ederim, yanlış değerlendirmeyin, tekrarında fayda var, bu önceliği birbirimize anlatmalıyız. Cumhuriyet böyle sokakta bulunmadı, yani çok zor koşullarda nerede ise imkânsızı başarıldı. Bir Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Amerikalı bir gazeteci Atatürk’e geliyor, diyor ki, “paşam büyük bir mucize başardınız”. Atatürk hiddetleniyor, “bizim mucizelerle işimiz yok efendi” diyor. Biz ne yaptıysak akılla, bilimle ve millete olan güvenimizle yaptık” diyor.
Bir daha anayım, Mümtaz Hocamın ruhu şad olsun, ben onları yakından tanıma fırsatı buldum, Deniz, Hüseyin ve Yusuf asıldığı zaman Mümtaz Hocanın, Atila İlhan’ın ve Can Yücel’in tarihe not düşen kayıtları var. Can Yücel’in Marenostrom’u var, en uzun koşu elbet Türkiye’de de devrim oğlum en güzel hizmettesin acıyorsam sana anam avradım olsun, ama aşk olsun sana çocuk aşk olsun” diyor ya.
Atila İlhan da Denizlerin asıldığı 6 Mayıs günü Şişli’den Taksime yürürken yolda o mahur beste adlı şiirini yazıyor. Hani Müjgan’la ben ağlaşırdım” ve sevgili Mümtaz Hocamın da Cumhuriyet’te bir yazısı var Denizlerin asılması üzerine, onlar ne yaptılarsa bulutsuzluk özleminden yaptılar, bulutsuzluk özlemi, şimdi hepimizin kara bulutsuzluk özlemiyle bir şeyler yapmalıyız, yapmamız lazım. O insanlar boyunlarını ipe verdiler, Mümtaz Hoca ömrünü çürüttü, Can Yücel ulan bu kadar bilmem ne varken usulsüz, nasıl anlatayım küfürsüz” dedi. Hadi bizler küfretmeyelim efendi olalım, ama bunları birbirimize anlatalım, ömrümüz yettiğince anlatalım, bu kesinlikle başarıya ulaşacak bir şey. Ben bu milletten asla umudumu kesmiyorum, bu millet katiyen 600 yıllık Osmanlı hanedanına kul olmamış bu millet. Hani Ahmet Arif diyor ya, “beşikler vermişim Nuha, salıncaklar hamaklar Hava anam büyük bir çocuk sayılır, Anadolu’yum ben tanıyor musun” diyor ya tanıyalım, bu milletten umut kesilmez, yeter ki doğru önderlik edebilelim, eğer biz doğru önderlik edersek ki önderlik edecek olanlar bizleriz. İşte Anadolu’ya giden Bandırma vapurundaki 18 insan, işte Erzurum’daki 24 kişi, işte Sivas’taki 31 kişi, işte birinci meclise gelen 150 kişi, Meclise okul sıraları getiriliyor, evlerin tepesinden kiremitler alınıp getiriliyor, idare lambaları sarkıtılıyor, kullanılmış kese kâğıtlarının arkasına Meclis genel kurul tutanakları yazılıyor. Üç yıl vekillik yaptım, millet nasip etti, yarı ömrüm o Meclis kütüphanesinde geçti, gidin de bakın o birinci Mecliste ne tartışmalar yapılmış, ne düzeyli tartışmalar. Şimdi Meclis’te dudakdeğmez, o ona bir laf atıyor, o buna bir laf atıyor, üç sene kaldık üç sene incir çekirdeğini dolduracak bir şey yok. Niye, çünkü Meclis işlevsizleştirildi. Çünkü daha 2006 yılında Paul Hanze denilen adam, Amerikan dış işlerli bakanına rapor yazıyor, “Amerikanın çıkarı Türkiye’de bir federatif yapıysa bu gün Cumhuriyeti kuranların birbirini kontrol eden yapı mutlaka dağıtılmalıdır, biz ne zaman hükümeti ikna etsek Meclis, Meclis’i ikna etsek ordu, orduyu ikna etsek yargı karşımıza dikiliyor, bunun tek yolu var, Türkiye’de bu yapıyı dağıtıp başkanlık sistemini kurdurmak”.
İşte bir 15 Temmuz numarası çektiler, başkanlık sitemini kurdular. Demek ki daima uyanık olmak zorundayız; demek ki burada pes etmemek durumundayız, demek ki bu milleti gidip uyandırmak zorundayız. Bunu yapmalıyız, hani şu kadar bu kadar çok önemli değil ama hepimiz bunu yapabilmeliyiz.
Mustafa Kemal’in hayatında hiç tesadüflere yer yok, hiç bir şeyi plansız programsız değildir.  29 Cumhuriyet, 24 Hilafetin kaldırılması ve Diyanet İşlerinin, Genel Kurmay Başkanlığı 25 Kılık kıyafet, 26 Medeni Kanun, 27 Ağırlık ölçüleri takvim, 28 Harf İnkılâbı, Türk alfabesine geçiş,  o Latin Alfabesi falan değildir, o Atatürk alfabesidir, Türk alfabesidir çünkü Latin Alfabesinde Ş yoktur, Ğ yoktur, Ü yoktur, oturup adam geometri kitabı yazmış, oturup Medeni Bilgiler kitabı yazmış, oturmuş tek tek geometri terimlerini müsellesi üçgen yapmış, murabbayı kare yapmış; oturmuş TDK çalışması yapmış, oturmuş TTK çalışması yapmış, oturmuş üniversite reformuna kafa yormuş, gitmiş çiftlikte tarım öğretmiş, gitmiş öbür tarafta uçak fabrikası kurmuş, gitmiş o tarafta çimento fabrikası, o tarafta azot sanayi, bu tarafta şeker sanayi, bu tarafta mensucat sanayi gidin bakın Ereğli Mensucat fabrikası, İvriz’e hidro elektrik santral kurmuş 1930 larda, hem fabrikayı çalıştırıyor, hem de bütün Ereğli’nin elektrik ihtiyacını görüyor, kör kuruş para harcamıyor, biz narenciye ihracatıyla bu ülkede ağır sanayiyi, kör kuruş dış ülkeden para almadan tam 49 tane ağır sanayi fabrikası, 1926 uçak yapan, 1931 de İran Şahına iki uçak hediye eden Türkiye bu gün.  2004 den beri afişlerden bir türlü yere inemedi uçak, 20 senedir uçak yapıyorlar. Şu demir ağlar lafını doğru öğrenelim, demir ağlar sadece demir yolları değil, demir ağlar eğitim reformu, demir ağlar köy enstitüleri, demir ağlar harf inkılâbı, demir ağlar Refik Saydam Umumi Hıfzısıha Enstitüsü, Türkiye 1926 da dünyada kendi aşılarının tamamını üreten ülke, ilk geldiler Refik Saydam Hıfzısıha Enstitüsünü kapattılar, şimdi çuvalla para veriyoruz, gidip grip aşısı bulamıyorsunuz. Demir ağlar evet demiryolları, demirağlar ulusal kütüphane yerine geçen Halkevleri-halk odaları, demir ağlar tercüme edilen dünya klasikleri, demir ağlar 1939 da bizzat cebinden para verip Türkçe mealini hazırlattığı Kuranı kerimler Anadolu’nun her yerine giden Kuranı kerim, ilk defa bir İslam ülkesinde kendi diliyle Kuran öğrenmek Türk milletine nasip olmuştur. Milletine Allahın kitabıyla dost eden adam Mustafa Kemaldir. (Alkışlar).
Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler

TC ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. Bundan daha iyi millet tanımı yok, bir de bu şerefsizlerin peşinden gitmeyin. Bu cehalet sizi ancak Amerikan Başkanının önünde aptal olma lafına maruz bırakır. Bunun peşinden gidersen aptal olma derler. Eğer Mustafa Kemal’in peşinden gidersen Ruzvert (Roosevelt) gibi sana ancak saygılar sunarlar. Açın lütfen Goguldan bakın, Rooseveltin Mustafa Kemal’e mektubunu, bir de şunu rica ediyorum Einstein mektubuna, Türkiye’ye mektubuna bakın, o Türkiye’den nereye geldiğimize” 3

 Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
Sonnotlar:
(1) Mustafa Hüsnü Bokurt kimdir (25. 26. Dönem CHP milletvekili)
27 Aralık 1950'de Çanakkale Ezine'de doğdu. Baba adı Hasan Selahattin, anne adı Fahire'dir.
Tıp Doktoru (KBB Uzmanı); İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Ankara GATA'da Kulak Burun Boğaz dalında uzmanlığını aldı.
Konya Asker Hastanesinde KBB Uzmanı olarak görev yaptı. SSK Konya Hastanesi Başhekimliği görevini yürüttü. Özel bir hastanede KBB uzmanı ve başhekim olarak çalıştı.
Bozkurt, evli ve 2 çocuk babasıdır.
(2) Vahdettin'in mektubu Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivi'nde 86700/1788 numarada kayıtlıdır. https://odatv.com/vahdettinden-abdte-mektup-2606131200.html
3 EINSTEIN’IN ATATÜRK’E MEKTUBU
“Ekselansları,
OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesör ve doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler, Almanya’da yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. Bu bilim adamları, bir yıl müddetle, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum.
Ekselanslarının sadık hizmetkârı olmaktan şeref duyan,
Prof. Albert Einstein”

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget