İnsanlığı tehdit eden iklim felaketi

Prof. Dr. Ali Ercan tarafından “insanlığı tehdit eden iklim felaketi” konulu konferans verildi. Prof. Dr. İlgi ile izlenilen sunumunda şu açıklamalarda bulundu:

“Türkiye’deki öğretmenlerin iklimin i sinden haberi yok”.
“Türkiye’nin kültür ikliminde pek bilim adamı yetişmez, bakıyorsunuz fizik dersleri boş geçiyor, din dersleri beş katına çıkmış.
“Türkiye’de zaten bilim deyince “viz gelir tırıs gider” diyorlar.
“Bilimde güzellik çirkinlik yok, iyilik kötülük yok, bilimde sadece gerçeklik var.
İnsanlığı tehdit eden iklim felaketi
Ankara’da Emekli Memurlar Derneği, haftanın her Salı günü ülkemizin, dünyanın kısaca insanlığı ilgilendiren her konuda çeşitli sorunlarla ilgili aydınlatıcı, kültürel konferans ve etkinlikte bulunmakta. Bu bağlamda 19 Kasım 2019 günü, dernek salonunda, dernek üyeleri ve öteki davetlilerin katılımları ile Prof. Dr. Ali Ercan(1) tarafından “insanlığı tehdit eden iklim felaketi” konulu konferans verildi. Prof. Dr. İlgi ile izlenilen sunumunda şu açıklamalarda bulundu:
“-Dünyada iklim değişikliğinin bir felaket olduğunu bilmeyen birkaç ülkeden biriyiz. Ta 1990 lardan itibaren dünyada iklim konusunda toplantılar oluyor, bu toplantılar dört beş yılda bir yapılmakta, en son 2015 de Paris’te toplantı oldu, Paris toplantısında iklimin bu kadar insan üzerinde etkisinin nedenli iklim sonuçlarını önleyebilmek için ülkeler bir araya geldi. 195 ülke Paris’te bir anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşma bütün ülkelerin iklim değişikliğine karşı tedbir önlem alması yönünde bir anlaşmaydı ama Türkiye de imzaladı tabi, 195 ülkenin içindeyiz. Fakat bu anlaşmada ilk ayrılan ülke Amerika (ABD) oldu. Başkan Tromp dedi ki, “bu Allahın işidir, Allahın işine karışamayız”. Türkiye’de maalesef Meclisinden geçirmedi bu anlaşmanın hükümlerini. Bütün gariban ülkeler dâhil tüm ülkeler meclislerinde onayladılar, birkaç ülke Amerika, Türkiye de mecliste onaylamadı, yanımızda Angola var, Libya var, Yemen var bu ülkeler var, yani beşinci alınsı sınıf ülkelerle aynı klasmandayız.
İklim kelimesi nedir? İklim Yunanca bir kelimeden üretilmiş, değişiklik anlamına geliyor, genel olarak iklim, bir ortamdaki değişikliklerin sistematiğidir. Yani bir ortamdaki değişiklikler. Ama Ortam deyince akla hava geliyor, yani atmosferdeki olan bitenler, sıcaklık, basınç, rüzgâr, yağmur fırtına vs. İklim deyince bunları anlıyoruz.  Ama iklim genelde ortam deyince değişik ortamlardan bahsedilebilir, mesela kültür iklimi. Türkiye’nin kültür iklimi, Türkiye’nin kültür ikliminde pek bilim adamı yetişmez, bakıyorsunuz fizik dersleri boş geçiyor, din dersleri beş katına çıkmış.
Kültür ikliminin dışında diğer iklimlerden de bahsedilebilir ama onlara girmeyeceğim. İklimde bizim için karşımıza çıkacak en önemli anlayış zorluğu insan kafasını zorlayan hatta bocalatmamıza yol açan bazı hesaplar var, bunlar matematiksel hesaplar. Mesela duymuşsunuzdur; satrancı bulan adamın aldığı ödül, demiş ki ,”padişahım bana ödül olarak vermek istiyorsanız satrancın her karesi için bir,  ikinci karesi için iki, sonraki 4-8- 16 buğday tanesi verin. Padişah, “tiz vurun bu adamın kellesini benimle dalga geçiyor”. Adam, “efendim beni yanlış anladınız, maliyecileriniz bir hesaplasın”. Bir hesaplıyorlar ki, buğdayların miktarını, ikişer, dörder, peş peşe faiz hesabıyla 64. Kareye geldiği zaman buğdayların miktarı dünyanın yetiştirdiği buğdayı 600 katı, iki yüz yılda dünyanın yetirdiği buğday söylenen 600 katı.
Daha da çarpıcı görüneni, bir kâğıdı siz alıp önce ikiye, sonra bir daha katlasanız oluyor dört, bir daha katlasanız oluyor sekiz tane, bir daha katlasanız oluyor 16 tane, peki 42 kere katlarsak ne kadar olur? Yükseklik ne kadar olur, aya kadar yükselir, 42 kere katlayınca.
 Ona benzer bir soru olarak da, konumuz dünya ile ilgili olduğu için, dünya için sorayım, mesela bir nilüfer yaprağı düşünün. 20 lira kadar 100cm kare büyüklüğü olsun, her gün iki katlanarak büyüse, iki, dört, sekiz, on altı dünyanın yüzerini kaç defa katlar?  Bir günde, misal vereyim, şu salon km kare varsa 12 defa katlıyor, ne kadar katlar mesela 46 gün de dünyanı kapladığı yer şu kadar oluyor, dünyayı tam kaplaması için ne kadar sürer? 46 günde bu kadar olursa tam 56 ncı günde dünyayı kaplıyor. İnsanın beyninin şaşırdığı bu hesap, memlekette matematiği de toplamayı çıkarmayı bilen yok, bırakın çarpmayı bölmeyi, böyle bir hesabı yapacak durum da yok ülkemizde. Ülkenin ekonomi bakanı da bilmiyor bu işleri.
Böyle bir hesaptan yola çıkarak şunu anlıyoruz ki dünyamız, “mavi gezegen” dediğimiz dünyamız gerçekten çok küçük dünya büyük değil. Eskiden, bin sene önce dünya büyüktü, çünkü insanlar atla gidiyordu, yürüyerek çok yerlere, insanların sayısı azadı, mesafeler büyüktü, gidiyorsunuz binlerce km hiçbir insana rastlayamıyorsunuz. Ama dünya çok küçük şimdi, neden küçüklük, büyüklük izafidir. Bu salon büyük mü, küçük mü diye sorarsak 10 kişi için yeter, ama 100 kişi buraya sığmaz, küçüklük büyüklük izafi bir kavram.
Dünyamız şu anda üzerinde yaşayan sekiz milyara yakın insanlar için, onların tükettiği malzeme için çok çok küçük, öyle ki biz dünyanın bize verdiği balık, meyve, sebze, bütün nimetler yani yaşam kaynakları, su dâhil bunların içerisine, yeterli görünmüyor, şimdi dünyanın verdiklerinden bin misli daha fazlasını alıyoruz. Öyle ki buna dünyada “sınır aşım günü” diye bir gün koydular. Öyle ki mesela 2019 yılında 31 Temmuzda bitti dünyadan aldığımız. Yani 31 Temmuzdan itibaren 2020 nin nimetlerini alıyoruz. Dünya sürekli borçlu kalıyor. Birçok milyonlarca milyarlarca fakir fukara dünyada var mı yok mu, Afrika’nın, Güney Amerika’nın, Hindistan’ın vs insanlarının yüzü suyu hürmetine. Seneye bu 2020 bu 25 Temmuz’da olabilir. 69 da başlamışlar bu hesaplamaya, 69 dan bu yana böyle.
1960 yılından beri, bilim adamları barbar bağırıyorlar, ama günü gün etmekten başka bir şey düşünmeyen politikacılar, bütün dünya ülkelerin politikacıları, hangi rejim hangi ideoloji olursa olsun, Mustafa Kemal’in işaret ettiği konuyla zerre kadar alakası yok. Hatta en gerçek yol gösterici bilimdir”. Bilim insanlarının bu sözlerini ne Amerika’sı, ne Almanya’sı, ne Rusya’sı ne Çin’i hiçbir tutmuyor. Türkiye’de zaten bilim deyince “viz gelir tırıs gider” diyorlar.
1960 dan beri bu konular konuşuluyor, dünyanın gittiği yol yol değil; kapitalist sistemin yolu yol değil; dünya insanlık bindiği dala basıyor; ne yaptığını bilmeyen bir sürü halinde yaşıyorlar. İnsanlar sürekli meşgul ediliyor masallarla, günlük olaylarla, sürekli meşgul ediliyor, sürekli. Çünkü ne taş devri, ne ilk çağlarda insanlar herkes kendi yemeğini kendi buluyor da, herkes meşgul idi. Şimdi günümüzde üç kişi çalışıyor, 97 kişi yiyorsa, Kızılay’a gidin insan yürüyemiyor, hep birbirine çarpmaktan. Akşamleyin çeşitli bir şeyler yiyecekler, hiçbir şey üretmediği halde, dünya böyle. Çok kötüye gidiyor aynen 2-4-8 gibi felakete doğru gidiyor, şaşıracaksınız 56 günde nasıl dünyayı kapsıyorsa, felakete gidiyor insanoğlu. Bunu hisseden bilim adamları bunu söylüyorlar. “Kanserin beşinci safhasındasınız” diyorlar, daha ne desinler. Ama maalesef ilgisiz kalıyorlar. Ama gençlik özellikle bu bilgisayar sayesinde bilgilenince gençlik daha heyecanlı olmaya başladı, haklı olarak. Biz göçüp  gideceğiz belki 2050 yi belki görmeyeceğiz, ama 2050-2100lerde olan bitenler,  şimdi doğanların veya üç beş yaşında olanların istikbali olacak. Herkese sorsan,”torunum torunum” diye sever, torunun ne gibi şartlarda yaşayabileceğini düşünebiliyor mu insanlık?
Dünyamız küçük, bizim mezarımız da burası, beşiğimiz de burası. Bir de iklim derken ortamdaki değişimin sistematiğidir, yani değişimi ölçmek, değerlendirmek, o sisteme göre hareket etmek. Dünyamızın üç iklimi var, bütün dünyamızın, dünyamızın içinde bulunuyor güneş sistemi. Yani güneş sistemi güneşe çok uzak olsaydı soğuktan bir canlı meydana gelmeyecekti; çok yakın olsaydık mesela Venüs gibi aşırı sıcaktan yok olacaktı canlılar. Öyle bir mesafedeyiz ki, yaşanabilir alan, o alanda daracık,  hâlbuki Güneş Sistemi, sekizinci son gezegene kadar Neptün, ondan sonra birçok milyonlarca eşya dönüyor taşlar kayalar, küçük küçük faylar vs oraya kadar yedi buçuk milyar km ye olan mesafeye kadar olan sadece burada bulunan bir gezegen varsa, ancak onun şansı var üzerindekini yaşatmaya bu da bizim gezegenimizdir. Başka gezegen yok, Marsa gidiş falan yok bunların hepsi küçük.
İnsanlığı tehdit eden iklim felaketi
İnsanlar orayı berbat edince oraya göçtü-Amerika’ya göçtü, Amerika’yı da berbat eden Marsa göçer gibi çok basit bir düşünce var bütün insanlarda. Ben sadece ülkemin zavallı insanları işaret etmiyorum, bütün dünya aşağı yukarı Türkiye gibi, genel durum bu.
Dünyamız küçük bir alan, güneşten itibaren 500 tane sandalye var, herkes bu sandalyeye arka arkaya oturmuş ancak şuradaki sandalyede oturan bir sandalye var, bu sandalyede oturan yaşıyor, diğerlerin hepsi ölüyor. Dünyanın güneşin etrafındaki mesafe meselesi bu şekildedir.
Buna rağmen şu muazzam bir mesafe ki, gerçek mesafeye bakarsanız, korkunç bir uzaklık var, güneş sisteminin bittiği noktaya kadar, bittiği dediğim yavrularıyla beraber galaksileriyle oluşan bir güneş düşünün bulunduğumuz yerde şu anda saniyede 200km hızla uçuyoruz, farkında değiliz; bizim güneş etrafında dönmemiz bile saniyede 30 km dir. Güneş de bütün bu yavrularıyla beraber saniyede 200 km hızla dönüyor. Buna rağmen bu muazzam mesafenin içine güneşten bir trilyon güneşin sığacağı bir mesafe alandır, bir trilyon güneşin sığacağı bir küre düşünün. Buna rağmen bu kadar büyüklük güneş sisteminde bizim dönmemiz saniyede 30 km dir. Bizimle gezegenler arası, bağlantılar, gezegenlerin konumları, belli yıldız kümeleriyle olan ilişkimiz vs bizim buradaki iç iklimimizi de değiştiriyor, yani belli aralıklar değiştiriyor.
Yaşayan bir gezegen diğerlerinden farklı tabi, bu kadar büyük olmasına rağmen, güneş sistemi, evrenin yanında, mikroskopla görülen bir virüs dünyanın yanında ne kadar küçükse, bizim o kocaman dediğimiz güneş sistemi ve bizim görebildiğimiz evrenin yanında o kadar küçük kalıyor. Bu rakamlar, bu mesafeler, bu alanlar insan beynini zorlayan, bocalattıran rakamlar.
Onun için insanlar aldırış etmeyerek “işi yoluna bırakalım” diyorlar.  
Gelelim sadece dünya ile güneş arasındaki münasebetimize, bizim hayatımızı borçlu olduğumuz güneş, yani bize canlılar için gerekli olan güneş bize epeyce bir mesafede 150 milyon km kadar. Çıkardığı muazzam bir enerji çıkarıyor, ancak çıkardığı o enerji iki milyarda biri dünyaca küçük alana isabet ediyor; şuraya gelen hava, bütün çevreye yaydığı alan iki milyarda biri kadar.  Bu bile bize yetiyor dünyamızda yaşamın meydana gelişine ve yaşamaya, yaşamın devam edişine yetiyor.  Üzerindeki sıcaklık mesafe aşağı yukarı sabit kaldığı için, üzerindeki sıcaklık 5175 beş bin yetmiş beş derece Kelvin, bayağı bir sıcaklık altı bin derece diyebilirsiniz. Ama merkezinde 15 milyon derecelik bir sıcaklık var.
Termo denge bize şunu gösteriyor, eğer güneşten aldığımız enerjiyle, güneşten dünyaya bizim evrene dünyanın da bir yüzey sıcaklığına göre, evrene yaydığı sıcaklık var. Onu dengelersek aldığımız enerjiyle verdiğimiz enerjiyi, sonuçta bakıyoruz dünyanın sıcaklığı ortalama altı derece. Yani suyun buz tutmasının biraz üzerinde bir sıcaklık, ortalama.
Fakat bizden bir önceki Venüs ve bir sonraki Mars’ın yüzeyine bakın birisi artı 55 derece çok sıcak bu mesafede, Mars’ın ise eksi 47 derece, ekvatorunda bile sıfır derece. Dolayısıyla Mars çok soğuk, Venüs çok sıcak, fakat Venüs’ün başına başka bir felaket daha geldi. Venüs zamanla çıkardığı kötü atmosfer yüzünden, karbondioksiti çok yoğun olduğundan sera etkisiyle ısınmaya başladı. Sera etkisini bilirsiniz, hepinizin arabası var, arabanın camlarını kapattığınız zaman içerisi kızgın bir sıcaklık olur, hâlbuki dışarıda normal serinlik vardır 20-30 dercedir. Ama sanki içerisi 45-50 derece olur, niye camdan giren ısı veya ışın dışarı çıkamaz da onun için camdan giren ısı içeride birikir, buna SERA etkisi diyoruz.
İnsanlığı tehdit eden iklim felaketi

Sera etkisi ile Venüs’ün yüzeyindeki sıcaklık 460 derece sıcaklık oluşuyor. Venüs’ün yüzeyinde Alüminyum bile erir. Venüs’de zaten hava çok zehirli Venüs’te bulunsanız zehirden mi ölürsünüz belli değil (çünkü karbondioksişdi var), basınçtan mı ölürsünüz belli değil, bir arabayı bile ezecek bir atmosferi var ve sıcaklıktan mı ölürsünüz; böyle bir gezegendir. Herkes onu “erkekler Mars’tan kadınlar Venüs’ten geliyor” diye derken bunu mu kaydettiler bilmiyorum.
En az iki buçuk milyon yıldır biz tüm atalarımız hayatta, yani artık yürüyen, dik yürüyen homosapensle en az iki buçuk milyon yıl. İki buçuk milyon yıl öncesine kadar dünyanın sıcaklık tablosu bu tablo, yani bu insanların en önemli ölçümlerinden bir tanesi, bu tablo. Ozonun x ozonu tanrı parçacıklar diyorlar o ne kadar önemli bir buluş ne kadar bilimde yukarıya çıkaran bir şeyse şu ölçümlerin yapılması da aynı. Gördüğünüz gibi sıcaklık hiçbir zaman 17 dereceyi geçmemiş, gezenimizin üzerinde; 17 derece ile 6 derece arasında gitmiş gelmiş. Ortalaması yavaş yavaş 16 dan başlamış şimdi yavaş yavaş iniyor, ama gittikçe daha böyle iniş çıkış. Şurası iki buçuk milyon yıllık mesafe yani, şunların her birinin arası (grafikten gösteriyor), yüz bin sene, iki yüz bin sene öyle mesafe çıkıyor, iniyor. 17 dereceyi hiç geçilmemiş, problem burada. Paris’teki anlamanın nedeni, şu anda dünyanın yüzeyi 15 derece ve biz hızla onu delip yukarıya doğru gidiyoruz. On yıl 17 dereceyi geçmemiş ama eğer duyarsam bir derece, iki derece budur. Yani şu sınırı geçmeyelim geçerse ne olacağını bilmiyoruz, Venüs gibi mi olacak. Ama diyorsunuz ki, “benim ömrüm ne olacak, bu bana yetmez, benden sonra tufan” diyenler dünyada. Herkes ölecek ama yüz sene sonra, iki yüz sene sonra, insan ömrü yüz yıl çok uzun. İki yüz yılın üzerinde ama gezegen için nokta bile değil. İki buçuk milyon yıl önceki insandan bahsediyoruz.
Bu sorumluluğu hisseden insanlar, ancak kültürü gelişmiş toplumlardır. Kültürel gelişmişlik kendini değil, kendinden sonrakileri düşünen beyinlerin çoğunlukta olduğu toplumlar. Bu toplumlar öyle hikâye ile masallarla, siyasal laflarla veya ideolojik anlatımlarla geçirecekler değil. Onun için Mustafa Kemal, “hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” demiştir. Bilim derken bu bilim, hatta onuncu yıl nutkunda da, “Türk milletinin elinde tuttuğu meşale müspet ilimdir” dedi. Yani fizik, kimya, biyoloji, matematiktir. Edebiyatı, felsefeyi veya ilahiyat filan değil.
Bunu biraz açayım, son beş yüz yıllık kısmını, o kısımda sıcaklıklar inip çıkıyor, fakat başka şeyler de var, havanın sıcaklığını ölçen, taşlardan, kayalardan, birikimlerden, yerin altındaki katmanlardan çok ince hesaplarla yapıyorlar bu ölçümleri.
Aynı şekilde buzullardan kesilip çıkarılan 10-20-30 metre uzunluğundaki buzullardan da çıkarılıyor. Şaşırılarak görüldü ki, dünyanın sıcaklığının yükseldiği alçaldığı yerlerde karbondioksit de yükselmiş alçalmıştır. Yani karbondioksitin yükselmesi, alçalması sıcaklık yükselmesi ile başa aş oluyor. Tavuk yumurtasını o mu çıkarıyor, civciv mi? Ama bildiğimiz bir şey var ki, mesela bunları üst üste koyarsak, grafikleri çakıştırırsak şöyle oluyor, bir grafik çizgisi kırmızılar karbondioksiti, maviler de sıcaklığı gösteriyor. Yine sıcaklık 6 ile 17 derece arasında. Karbon dioksit ölçümü de miktar yani kiloda kaç gram var. Eğer bir tonda bir gram varsa ona bir ppiem diyoruz, milyonda bir demek. 1 gram bir tonun milyonda biri. Bir ton toprakta bir gam altın varsa bir ppidem altın denir. Şimdi 300 ppidyemmiş en fazla, 300 ppiyem en az da bu (grafikten) Karbondioksit miktarı da oranı da böyle çıkıyor, aynen nefes alan canlı gibi. En az iki milyar yıldır iyi kötü canlılık var. Gerçi bizim gibi omurgalılar 600 milyon yıldan beri var ama tek hücreliler falan çoktan beri var, yosunlar algler vs
Onun için dünyamız nefes alıp veren bir belli bir periyotla gidiyor, ama alt ve üst sınırları var. İşte problem burada, Problem şu, şu ana kadar üç yüz ppiyemi geçmeyen karbondioksite biz şu anda 410  ppiyeme çıkarmış durumdayız. Bunu biz derken dünya insanlarını kast ediyorum.
1800 de malum biliyorsunuz bir endüstri devrimi dedikleri devrim oldu, nedir o, makineleşti, daha hızlı oldun insanlardan çok makineler çalışmaya başladı. Fabrikalar tüttü, kömür madenleri açıldı. Gerçi kömür binlerce senedir biliniyor. Sonra petrol de bulundu ama bunların yoğun kullanılması birden bire arttı ve havaya sürekli karbondioksit veya metan gibi sera gazları üstelik ve insanlık bu atmosfer içinde, atmosfer herkes için geçerli. Sizin haberiniz yok, adam “burası benim memleketim” diyor.
Yani bağımsızlık konusunda dikkatle konuşmak lazımdır. Niye bağımsızlık, sen bu ülkede her şeyi yapamazsın, sen bu ülkede bacalar kaldıramazsın yani güçlü Almanya’ya, Fransa’nın yakasına yapışmak lazım. Sonra Amerika neresi, Türkiye neresi, o adam havaya baca yaptı sonuçta böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Bu gün kullandığımız enerjiye, temel enerjinin yüzde 80 i şu gördüğünüz yüzde üçü, su, petrol, doğalgaz. Yüzde 20 si suydu, bir zamanlar nükleer enerji vardı o da gittikçe azalıyor, tepkiler filan var, bir miktar da diğer konular rüzgâr, güneş gibi. Yüzde 80 i fosil yakıtlar, yani yerden çıkan yakıtlar ve biz onları yaktığımız zaman karbondioksiti dışarıya çıkarırız. Nefesle verirken de karbondioksit veriyoruz, bütün öteki çalılar gibi, hiç değilse bizim verdiğimiz nefesi dengeleyen bir orman bitki sistemi var. Birbirimize bağlı olarak yaşıyoruz.
Şu anda adam başına 76 gıgaju yapıyoruz, yediğimiz yemekler besinler bunun üç gıgajunu karşılıyor, bir ggıaju bir enerjidir, yani orantısına bakın ve dünyada adam başı altı tona yakın karbondioksit çıkarıyoruz şu veya bu şekilde.
Kömür, doğalgaz, petrol yüzde 80, yüzde 51 ni tutuyor enerji toplu değeri, ayrıca yüzde 38 e elektrik üretimine veriliyor, ama elektrik üretirken, nerede ise yarısına yakını gene dışarıya atıyoruz. Hiçbir fabrikaya kömür sokun hiçbir zaman bire bir elektrik alamazsınız. Soktuğunuz kömürün çoğu yarsına yakını dışarıya çoğur olarak gidiyor ısı, veya toz-toprak olarak gidiyor. Bu tabiatın kanunun, hiçbir şeyi bire bir kullanamazsınız. Sonuçta bakıyorsun üç birim enerji kullandıysan, işe yarayan kısmı grafittir, binalarımızda, ulaşımda şurada burada endüstride ikisi yani toplam enerjinin ancak üçte ikisini (2/3) kullanıyoruz.
Kullandığımız enerjinin ne kadarını verimli kullanıyoruz, onun da üçte ikisini(2/3) üçte iki üçte iki ne yapar, yüzde elli kara, bu kadar israf yaşayan bir insanlık var.
Evrensel yasa, en azından fiziğin A sını bilmeniz lazım, hareket enerjisi yüzde yüz ısıya döner ama ısı enerjisi yüzde yüz hareket enerjisine çıkmaz, yani benzini siz yüzde yüz kullanamazsınız,  bir kısmını, bazen de bir çok kısmını dışarıya atmak zorundasınız. Bu iki kanuna birine enerji kanunun, birine entropi kanunun diyoruz. Bilimde sadece gerçeklik vardır, bilimde güzellik çirkinlik yok, iyilik kötülük yok, bilimde sadece gerçeklik var.
Türkiye’de birçok kurulu gücümüz elektrik santrallermiş var, bunların üretim kapasitesi 600 milyar KW saat elektrik üreteceği yerde,  b iz ancak 330 milyar kw saat üretiyoruz. Her santral üretimin biraz kendisi kullanıyor, yüzde beşini, sonuçta yüzde yedi kadar da tellerde şurada burada kaçaklar var, onlarla beraber yüze 290 milyar kw saat yıllık elektrik üretimi, kullanımı.
Bir de kayıp kaçaklar var, sizlerden garibanlardan, parasını ödeyen saflardan alınıyor ya, onun adı hırsızlık, hırsızlığa Türkiye, nedense kayıp diyor; kaçakları anlarım tellerde yollarda mecburen, ama yüzde 15 hırsızlık var. Yani her yedi kişiden bir tanesi, abone değil, bu hırsızlığa bakıyorsun Türkiye’de en çok Doğu illerinde var, kancalar atıyorlar, Türkiye’de, hırsızlığın yapılmadığı bir vilayet de yok. En çok Doğu’da Şirnak, Mardin, Batman, en az da Denizli, Karabük, Sakarya, Bilecik vs.
İnsanlığı tehdit eden iklim felaketi
Bunu gençlerin bilmesi lazım,  ama madem gençler gelmiyor bunları torunlarınıza anlatın.
Türkiye bu yaşadığımız topluma yeterli mi, değil mi? Türkiye içinde bulunduğu ülkelerden kendine yeten beş ülkeden biri olduğu söylenirdi. Yeterdi de niye yetmez oldu. Nüfus üçe beşe katlandı, üstelik senin kullandığın elektrik dedenin kullandığının üç mislini kullanıyorsun. Sadece nüfus artma değil, kullanma orantı da yüksek. Nüfusumuz Türkiye yurttaşları 84 milyon, bunun 80 milyonu yurtta Türkiye’de yaşıyor, dört milyon da yurt dışında. Ayrıca, ben Suriyelileri saymıyorum, Türkiye’de dünyanın çok değişik ülkelerinden gelen iki milyon kadar yabancılar yaşıyor. Yabancılar artacak, dolayısıyla Türkiye’nin nüfusu 82 milyon. Nüfusumuza göre durumlara bakalım, Türkiye ne yapıyor, ne ediyor. Binde on bir Türkiye’nin nüfusu, yani dünyada bin kişi varsa, Türkiye’nin nüfusu 11 kişi. Ama bize ayrılan toprak köyün tarlası da bin metre kare ise bize altı metre kare yer var. Anadolu bu büyüklükte, dünyanın binde altısı, dünya topraklarının binde altısı Türkiye, ama Dünya nüfusunun binde on biri Türkiye, topraklarına göre iki misli fazla nüfus var. Yani Türkiye’de 40 milyondan fazlası haram. Hala “çocuk üretin” diyor tavşanlar “üç olmasın beş olsun” diyor.   Niye ona oy lazım, basit insanlar lazım.
Su binde beş o da normal, enerji binde iki, enerji derken hani yenilenmeyen enerjileri söylüyoruz, kömür gibi, petrol gibi, yani on bir kişiye iki enerji, onun için yüzde seksen dışarıya bağımlı. En büyük cari açık enerjide kaynaklanıyor, genelde on bir dolarını bize veriyorlar, bin doların dokuz dolarını alıyoruz yani ortalamanın altındayız.

Üç enerji kaynağı kömür daha doğrusu fosil yakıtların durumuna, fosil yakıtlar, 1800 lerden sonra, sanayi devriminde sonra 1800 lerden sonra bir çıkış var. Şimdi herkes kömürü kullanıyor, kömür artışı artıyor fakat 1900 lerden sonra petrol başlıyor kullanılıyor, arkasından doğalgaz. Muazzam bir kömür yakıtı var. Bu halen devam ediyor, 1950 den itibaren fişek gibi yükselmiş durumda. 1950 de bir buçuk cıgaton-bir buçuk milyar ton karbondioksit artarken, şimdi on bir buçuk milyar karbondioksit atıyoruz, bir yılda havaya.
Peki, 1950 den bu yana nüfusumuz ne kadar arttı? Ama kullandığımız enerji yedi buçuk katına çıktı. Karbon ayak izimiz iki buçuk katına yani 1950 deki insanın iki buçuk misli insanın ağırlığına bedel. Giydiğimle, yediğimle, kullandığımla yani oradaki iki buçuk kişinin aşıyor.
İnsan kaynaklı küresel karbondioksite bakarsanız en başta en çok karbondioksit çıkaran ülke Çin görülüyor ama garibanlar, insan başına yedi ton kullanıyor. Ama toplam olarak Çin tüm dünyayı kirletiyor.
Öte yandan Amerika var ikinci sırada, Çin’in üç katı adam başına karbondioksit çıkarıyor, nüfusa göre; üç katı nüfusu da bunun yarısı 6 katı fazla üyeleri var ABD nin Çin’e karşı. O arada Çin’in milli geliri adam başına Türkiye’yi geçti, şu anda Çin on bin dolar çizgisini geçti, adam başına; Türkiye halen 9600 larda. Dünya nüfusunun yüzde biriyiz, binde on.
Türkiye şu an altı ton karbondioksit çıkarıyor, dünya ortalamasının biraz üzerindeyiz. “Bana ne biz garibanız” diyemeyiz. Biz de başta Fransa, Çin kadar başta Amerika belası var. Amerika’nın başındaki patron, “ben iklim miklim anlamam” diyor, problem bu. İnsanoğlunun çıkardığı karbondioksitin yarısını ormanlar dengeliyor. Yani o ağaçlar o karbondioksiti alıyorlar, karbonunu alıp dışarıya çıkarıyorlar ve oksijen de bizim ciğerlerimize nefes olarak giriyor, onun sayesinde yaşıyoruz. Brezilya’nın ormanları, Sibirya’nın ormanları, ülkemizin ormanları; Brezilya cayır cayır yandı, içim yandı, Türkiye’den hiç bir adam bir laf etmedi. On adam gidip Brezilyanın elçiliğinin önüne bir çelenk koymadı.
Altıda biri (1/6) denizlere sulara gidiyor, yani yaklaşık çıkardığımız karbondioksitin ancak üçte biri (1/3) atmosfere gidiyor. Dünyayı saran cam gibi sera etkisi oluyor. Şu ana kadar 520 cıgaton.  Atmosfer yüz km yüksekliğine denir, bu atmosferin katmanlarıdır, katmanları yüz km dir. Şu dünyanın yüzeyinden baktığınız zaman stratosfer, mezosfer, iyonosfer var, yüz km. Ama bizim havanın bulunduğu nefes aldığımız hava buraya sekiz km yi geçmiyor, uçakların uçtuğu kısım sekiz km, buradan Çankaya’ya kadar mesafe kadardır, hava aldığımız mesafe. Yumurtaya benzetirseniz, yumurtanın zarından daha ince, bizim atmosferimiz, dünyanın yanında. Yıldızlara kadar hava gitmiyor, hava çok az, çok kıymetli, bunu kirletmek, yediğimiz yemeği kirletmekten farkı yok. Onun için geçler ayakta, gençler bunları biliyor, onların öğretmenleri bunları öğretiyor. Türkiye’deki öğretmenlerin iklimin i sinden haberi yok, maalesef.
Karbondioksit ölçülmüş yazları biraz yüksek, kışları biraz az; Filipinlerde bir gözlemevinde 1960 dan beri çok hassas ölçülüyor ve yükseliyor. Bu yükseliş böyle giderse 2050 de 550 ppiem olur, muazzam bir sıcaklık, her yıl yüzde üç yükseliyor. Dünyanın ortalaması kutuplardan ekvatora kadar tüm dünyada on binlerce değişik yerde aynı anda sıcaklığı 1800 lerden beri ölçülüyor, yapılan bilimsel ölçümler 15 derece; şu anda dünyamızın sıcaklığı ortalama 15 derece. 15 İklim konferansında alınan karar iki dereceyi geçmeyelim” kararına imza atıp da parlamentosundan geçirmeyen sekiz ülke var, biri de Türkiye, ona iklim suçlusu da diyorlar.
1980 dan beri dünya sıcaklığı ölçülüyor, 1920 den sonra yükseliş görülüyor. İkinci Dünya Harbinde biraz durgunluk,  tekrar yukarıya doğru çıkıyor, ama genel olarak 1900 yılını baz alırsak bir de bakıyoruz ki aynen kömür gibi, kömür arttıkça sıcaklık da artıyor. Bu artışın yıllık artışında yüzde iki ile artıyor. Bu gidişle şunu takip edersek 2050 de 16 derece olacak bu sıcaklık, 2100 e geldiğimiz zaman kesinlikle 17 dereceyi aşmış olacak 2100 de 18 veya 20 civarında olacak bu gidişle, grafikte bunu gösteriyor.
Bunun için Birleşmiş Milletlerde çeşitli senaryolar yapılıyor, “kömürü kullanmayalım, güneşe enerjisine yönelelim”, her ülkenin güneşi hesaplanıyor veya rüzgâr kapasitesi, kullandığı, kullanmadığı durum inceleniyor. Gel gör ki değişik senaryolar A1-B2 senaryoları ve yıllara göre 230 daki durum ne olacak, 2100 yılında ne olacak.
Şu anda bilim adamlarının takip ettiği raporlara göre böyle herhangi bir senaryo ile gitmiyoruz, biz doğrudan doğruya şu 2011 de yapıldı bu çalışma, 2011 de yukarı doğru en kötü senaryoya doğru gidiyoruz ve dünyanın 2100 yılındaki sıcaklık görünümü böyle olacak. Ona baktığımız zaman bizim bulunduğumu bölgede artı beş derece (+5) Türkiye’nin bulunduğu bölgede +5 derece olacak, kutuplarda +10 dereceye falan gidecek yani, kutupların sıcaklığı 10 derece daha fazla olacak Türkiye’den daha fazla, Yozgat’ın ortalama sıcaklığı 20 ise, Yozgat 25 derece, Ankara 30 sa 35 derece olacak vs. Türkiye’nin içinde bulunduğu alan olduğu gibi ortalama sıcaklığı yukarı çıkmış olacak.
Buzullar da erimeye devam ediyor, buzullardan nehirler akıyor çok kötü, korkunç bir erime hızı var buzullarda. Buzullar erirse insanoğlunun sonu gelir. İnsanın en önemli organı kalbdir, kalp durursa hayat durur, dünyanın da kalbi Antarktika, Güney Kutbunda. Dünyayı yaşatan, dünyadaki devir daimi sağlayan ilk mekanizma o da üzerinde tamamen nerede ise iki km kalınlığında buzla kaplanmış olan 14 milyon metre karelik şu alan,  güney Kutbunda toprak parçası. Buzulları kaldırdığın zaman şapkasının altından böyle görünecek.
Bu Antarktika Güney Kutbunda, dünyadaki tüm soğuk ve sıcak su akıntılarını çalıştıran buzdolabı gibi diyelim devir daim sağlıyor. Bu devir daim ne olur, buzullar hep eridi, bundan 22 bin yıl önce yani mamutların yaşadığı dönemde, buzul çağı yaşandı, yine bizim atalarımız buz çağlarında yaşadılar, buzul çağında denizler 140 metre daha aşağıda idi. Denizleri 140 metre aşağı alırsanız Bering Boğazı gibi boğazlar normal arazi oluyor. Şu Ege adaların hepsi Anadolu’nun uzantısı oluyor, hatta on bin sen önce bile eksi 45 de idi. Bu grafikte dikkatimizi çeken bir şey vardır, buzullar eriyor, eridikçe deniz seviyesi yükseliyor, yükseliyor, son sekiz bin yıldır deniz seviyesi ha yükseldi ha yükselmedi. Son sekiz yıldır bu kadar stabil olması, dengeli olması nedeniyle medeniyet kuruldu. İnsan medeniyeti yazıyı, ateşi, makineyi ıvır zıvır buluyor, bunun tek nedeni bu coğrafya şartları. Bu coğrafyada buzulların erimesinin artık belirli bir duruma geldiği, sıcaklık dengesinin değiştiği ve sabitleştiği duruma geldi. İnsanlık bu dengede durma yakın boşluğu yoksa şuradaki mamutlarla yaşadığı çağı gibi. Son yedi yılda deniz seviyesi yılda yarım mm den daha az yükseldi, yani 10 yılda bir mm. 1800 lerden itibaren bu sıcaklık bayağı deniz seviyesi, bayağı hassa ölçülüyor, özellikle denizci ülkeler tarafından İspanyollar, İngilizler bunları çok iyi ölçüyorlar, Akdeniz’den ölçülüyor. Bakıyorsunuz 1700 ler 1800 lerden itibaren bakıyorsunuz ki artıyor. Artışı bir mm den az, 1900 lerden sonra gözlem 2 mm 1990 ve 2000 den sonra ise, yurda 3 mm şu anda 3.75 gösteriyor, yani 4 mm ye doğru yükseliyor, faiz gibi yükseliyor. Yükseliş hızı yılda 2 civarında (ABD de Corolado Üniversitesinin yaptığı bir araştırmasından)
1900 sonrasındaki gerçek duruma bakalım, 2000 yılını sıfıra alalım, yükseliş yine devam ediyor, şu anda 2019 dayız, bakıyoruz ki 2000 le 1019 arasında 70 mm kadar yükselmiş deniz seviyesi yani 7 cm kaç yılda 20 yılda yükselmiş. Bunun yükseliş hızı da yüzde 4 le gidiyor. 1800 lerde olan genel manzaraya bakacak olursak, 1800 de başladı 2100 e kadar gidecek öyle ki, 2100 yılına gelmeden 2m yi geçeceğiz yani 2100 yılında Venedik Sular altında, ama İzmir de solar altında kalacak, deniz kıyındaki bütün şehirler 2100 yılına kadar sular altında kalacak. Ondan sonrasında da daha da kötü olacak. Deniz 1800 den bu yana 30cm yükselmiş. Dünyadaki buzullar karasal buzullar, denizdeki buzlar eridiği zaman denizin seviyesi yükselmez, ama karadaki buzullar eriyip denize döküldüğü zaman denizler yükseliyor.
Denizlerde özellikle iki yerden Kuzey Kutbunda Gröndland, Güney Kutbunda  Antartika’daki buzullar grafikten azaldığı görülüyor. 1800 den sonra 1600 cıgaton buz erimiş görünüyor. 19 yılda eriyen buzulların toplamı 1mm yükselmesi 360 milyar ton buzulun erimesine karşılıktır. Eriyen buzulların toplamı 25 bin cıgaton (25 bin milyar ton) yani Türkiye’nin üzeri buzulla kaplamış ve buzun kalınlığı 32 m. O kadar buzul kutuplardan eriyerek denizlere taşınır ve devam ediyor.
Dünyanın kalbi diye anılan Antartika’da sıcak ve soğuk su akıntıları su molekülünü takip etseniz bir yerden çıkan su molekülü aynı yere gelmek için 10 bin sene sürer, o kadar da yavaş gidiyor.
Bu su akımları havada atmosferin değişimine yol açıyor, bu rüzgâra, sıcaklıklara tesir ediyor. Grondland’daki bu akım kesilirse Türkiye’de çok büyük soğuk olacaktır. Çelişki gibi, küresel ısınma var, ama Türkiye soğuyor veya Finlandiya, İngiltere filan buzul kesiyor; Öbür taraftan İspanya ve Fransa kuraklık geçecek. Ne olacağını da kestirmek çok zor, ama gördüğümüz bir gerçek var, 1980 den itibaren sel sayıları gittikçe artıyor, bütün dünyada sel altında kalmalar, bütün dünyada rüzgârlar artıyor, artış hızına ve sayısına bakıyorsunuz, burada aynen yüzde üç şu anda.
Bu bir domino etkisi, üç şey sera karbondioksit yükselince temparatür (sıcaklık) yükseliyor, sıcaklık yükselince deniz seviyesi artıyor ama deniz seviyesi artınca sıcaklığı etki yapıyor, ısıdan o da karbondioksiti çıkarıyor, yani, karbondioksiti tek yönlü değil bu, tavuk yumurta misali. Birbirini etkiliyor, bir kere denge bozulunca artık her şey çok zor.
Bu da son durum, yani bütün buzullar eridiği zaman her şey değişecek 67-68 metre yükselecek. Grafikte şu anki durum, skla değişti, 30 cm yükseklik 1850 de olsa, bu da gösterilemiyor, yani mm lerle konuştuğumuz devreler bitti.  Şimdi cm lereyle konuşuyoruz, 2100 den sonra metreyle konuşulacak, artık, “bu yıl üç metre, o yıl 10 metre” vs. Er ya da geç 2100 olmaz, belki sonra 2300 de olacak, gidişat böyle. Onun için de baştaki sorun devam ediyor.
Dünyamız Venüs’leşecek, Venüs gibi hiçbir canlının yaşayamayacağı durumu yaşayacağız.
Sular bu şekilde 60 metre yükselirse dünyanın haritası değişecek, mesela ABD de Florida olduğu gibi sular altında kalıyor. Buzullar eridiği zaman, ABD Miami’yi bütün doğu kıyılarını kaybediyor. Burada Guatemala kaybediyor, Kuba tamamen sular altında kalıyor, adaların çoğu zaten kayboluyor. Güney Amerika’da Brezilya’da Amazon nerede ise iç deniz olmuş. Arjantin muazzam arazi kaybediyor.
Güney kutbu eridiği zaman, karalar orta çıkıyor, küçük adacıklara bölünüyor. Afrika’da pek bir değişiklik yok, kıyıları denize katılıyor. Dünyada Bengaldeş diye bir ülke kalmıyor, olduğu gibi sular altında (200 milyon insan yaşıyor ve sular altında). Çin muazzam arazi kaybediyor, birçok adalar kayboluyor aşağıda. Avustralya’nın içine deniz girmiş durumda, kıyılarını kaybetmiş. Türkiye’de tek Çukurova var,  Çarşamba ovası, kıyılardaki kısımlar kaybediliyor, Türkiye’nin kaybettiği alan Trakya’nın iki yeri kadar. İstanbul’da yeni yapılan hava alanı da su altında kalıyor. 2100-2200 arasında bunlar olacak. Azak denizi büyüyor, Hazar Aral gölü ile birleşiyor muazzam bir iç deniz. İstanbul’dan gemi ile Bakü’ye gidebiliriz, Bakü de sular altında kalıyor, Azerbaycan da bayağı toprak kaybediyor. İstanbul için İTÜ nin yaptığı bir hesapta İstanbul kıyılarında su 20 metre yükselecek, bütün bu kıyıları kaybediyor, Yenikapı, İskele sular altında kalıyor; Küçükçekmece Karadeniz’e bağlanıyor.
2050 de senaryomuz karamsar, çünkü çok büyük olasılıkla, yüzde 90 olasılıkla bunlar gerçekleşecek. Nüfus dünyada 10 milyarı aşmış olacak, kesinlikle. Hala nüfus artışı özellikle gelişmemiş ülkelerde devam ediyor Türkiye de dâhil, Türkiye’nin nüfusu da 100 milyon geçmiş olacak.
Petrol eko teknik anlamda bitmiş olacak. Muazzam bir enerji krizi, gerçek enerji krizi o zaman başlamış olacak. Ekoteknik demek, mesela yerin altında 10 km yerin altında petrol olabilir, hava gazından onu çıkaracak enerji edilecek enerji petrolden daha fazla olacak.  Şurada altın madeni olsa, onu çıkarmak için on bin dolar, çıkardığın maden bin dolarsa onu çıkarmayacaksın.
Atmosferde 500 fityemi yetecek dedim, gezegenimizin ortalama sıcaklığı 16 dereceyi geçecek 17 derece olacağını kimse bilemiyor. Deniz seviyesi yükselecek, deniz seviyesinin yükselmesi ne demek yani, tatlı suyun denize karışması demek, tuzluluk oranının azalması asitlik miktarının yükselmesi o da o da deniz kabuklularını öldürüyor; besin zincirini öldürüyor. İklime aşırı olumsuz gelişmeler oluyor, böceklerin ölmesi zaten yüz tür yok olmuş durumda. Şu anda her on tür yok oluyor, bir milyar insan göç halinde olacak, ucu göründü, Afrika’dan kaçanlar, Türkiye’ye sığınanlar, göç halinde insanlar ve büyük bir çöküş, toplumlar en büyük karmakarışık kaos içinde olacak. Bir taraftan kuraklık, orman katliamı, hav fakirliği vs topladığın zaman, bunların toplaması açlık ve susuzluk ve salgın hastalıklar kesinlikle tetikleyecek, şimdiden bile görüyoruz.
Şimdi milletin en önemli derdi ekonomi derdi, çocuğunu besleme derdi, kendini besleme derdi. Ekonomik kriz, gerçek tüm dünyayı saran bir ekonomik kriz muhtemelen hiçbir paranın değeri kalmayacak, küçük küçük şehir devletleri olacak, herkes kendi çevresinin devletini koruyacak yani böyle bir kaos insanoğlu böyle bir rezil duruma düşer mi, düşmemek için ne kadar bir çalışma yapıyor, “Türkiye’nin dünyadan haberi yok”. Tabi elinde silahı olan, elinde güç olan terör, savaş, kargaşa devam ettirecek, kitlesel ölümler kaçınılmaz olacak ve dünya nüfusu bu şartlar altında, ister istemez insanlığın yükünü dünya yükünü sırtından atmaya çalışacak elbet.
Ben bu konferansı 2013 de vermiştim, şimdiye kadar 15 kere oldu galiba bu konuşmam, hiç değiştirmiyorum, 2013 de dünya nüfusu 7 milyardı ve dedim ki, 1950 de iki buçuk milyardı yedi milyara çıktı nüfuz. Demiştim ki, bu gidişle kadınların çocuk doğurma hızıyla, ülkelerin nüfusu bu şekilde artışıyla, eğer böyle giderse işin ucu nüfus 2100 de 16 milyara çıkacak. Sanki hiçbir problem yok, her şey yolunda, eğer yedi milyardan kadın başına çocuk iki buçuk olursa, iki olursa eşit oluyor, iki buçuk olursa kadın başına ömür boyunca çocuk sayısı iki buçuk olursa yükselecek; eğer kadın başına çocuk sayısı bire inerse, yani her kadın bir çocuk doğurursa ortalamada yedi milyardan yavaş yavaş pek bir sıkıntı çekmeden nüfus yine iki üç milyar arasında 2100 de düşecek. Hiç değilse nüfustan kaynaklanan problemler, o kadar azalmış olacak, yeme, içme, barınma vs vs.
Amma yok inat eder de 2050 de 10 milyar çizgisine gelirse insan nüfusu, o zaman tabiat onu indirecek, ister kadın başına bir çocuğa mecbur edecek veyahut da doğurulan çocuklar öyle gözükecek, kadın başına yarım çocukmuş gibi olacak, neden, çünkü ortalama ömür elli beşe düşecek şu anda 66 dünyada ortalama ömür. Yanlış söyleniyor, 76 deniyordu 77 deniyordu kadınların 78, erkeklerin 74 bu bugün doğan çocukların beklenen ömür başka, bu günkü ortalama ömür başka. Bu günkü 2010 daki ortalama ömür derseniz, çok basit 2010 da kaç kişi öldü, 400 bin kişi, onların ortalama ölüm yaşlarını alırsanız 63 çıkıyor. Türkiye’deki ortalama ömür şu anda 63 o zaman daha 5 yaşına gelmeden emekli oluyorum diyenler bazı ülkelerde ortalama ömür Japonya’da 82, komşumuz Yunanistan’da bile ortalama ömür 76, dünya ortalaması 65-66 arası.
Kısaca söylemek istediğim, bir kıyımla karşı karşıyayız. Ölüm doğum oranı binde beş olacak belki, ölüm oranı binde 35 olacak, yani bir çocuk doğduğu zaman cenaze sayısı yedi misline çıkmış olacak şu ve ya bu nedenle. Bu kötü bir durum kıyım bu resmen, ama sadece insanlar mı hayır, ağaçlardan yosunlardan, böceklerden ve hayvanlardan tutun hemen herkes, nasibini alacak bu iklim kıyımından.
En son büyük kıyım 66 milyon yıl önce oldu, ondan evvel 200 milyon, her 150 -200 milyon yılda böyle bir dünya kıyametle karşı karşıya.
Bu 21. Yüzyılda zaman çok daralıyor. 2013 de bu konferansı yaptığım zaman, zaman daralıyor demiştim ama şimdi artık yavaş yavaş zaman çok daha fazla daralıyor. Türkiye uyuyor, bizim gibi birçok ülkeden 21. Yüzyılda esenlikle atlatabilmek için, insan gibi yaşayan bir toplumu devam ettirebilmek için kesinlikle yapılması gereken şeyler şunlar:
Bir kere önce nüfus artışını durduracaksın. Kesinlikle nüfus çok önemli, nüfus artışını durdurun hatta geriye çevirin, durdurmak demek, kadın başına iki çocuk yapmak, kadın başına iki çocuk yapılırsa o nüfus on milyarda kalacak.
Amma kadın başına iki çocuktan daha fazla olursa, nüfus oldukça artar bizde de olduğu gibi.
Savurganlık yapma, kapitalist sitemin trenine binmeyin. Az tüketin, enerji potansiyelinizi iyi kullanın. Gereksiz alışveriş, gereksiz şey, etrafımıza bakarsanız çok şey gereksizdir.
Üçüncü tasfiyem, yaşam tarzını değiştirin, hep “ben buna alıştım, böyle giderim” diyemeyeceksin. Mutlaka attan inip bisiklete bineceğiz. Elektriğimizi kısacağız, zevklerimizi değiştireceğiz, yaşam tarzımızı değiştireceğiz. On tane ceket almayacaksın bir ceket alacaksın. Az tüketmek ve tutumlu olmak.
Enerji kaynağı olarak başka enerji tanımayacağız, güneş enerjisi kesinlikle kömürü,  şunu bunu önlemesi lazım. Güneş enerjisinde ısı enerjisi var ki, knetik enerji var yani güneş panellerinden alınan enerji var ısı şeklinde. Elektrikle suyu elektriğe çeviren sistemler var. Kinetik olarak külek enerjisini kastediyorum. Külek rüzgâr enerjisidir”.

Cevat Kulaksız 


Cevat Kulaksız 
Sonnotlar
(1) Prof. Dr. Ali ERCAN kimdir? 1970’de yüzbaşı rütbesinde kendi isteğiyle silahlı kuvvetlerden ayrılarak, Almanya’ya gitti. Köln Üniversitesinde fizik eğitimi yaptı. Jülich Nükleer Araştırma Merkezinde nükleer fizik dalında doktora yaptı. Türkiye Atom Enerjisi Kurumunda 10 yıl süreyle çalıştı. 1999 yılında Milli Savunma Bakanlığı Teknik Danışmanlık görevlerinde bulundu. Jülich Nükleer Araştırma Merkezinde nükleer fizik dalında doktora yaptı. 2000 yılında Savunma Sanayi Müsteşarı oldu. 2004 yılında emekliliğe ayrıldıktan sonra 2006 yılında Şener Eruygur’un listesinden Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Yönetim Kurulu Üyeliğine seçildi. Genel Başkan yardımcılığına getirildi. ADD GYK da ilk icraatı ADD’nin logosu haline gelen “ADD, hiçbir yerli ve yabancı “fon”dan maddi katkı almama onurunu taşıyan örgüttür” ibaresini ADD Başlıklı yazışma belgelerinden çıkartmak oldu. Şubelerden gelen tepkiler üzerine “sekreter hatası olmuş” diyerek kendini savundu.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget