Anayasa değişikliklerinden kaynaklanan rejim sorunları 3

Anayasa değişikliklerinden kaynaklanan rejim sorunları 3 Yazımızın bu üçüncü bölümünde 24. Dönem CHP Milletvekili-Atatürkçü Düşünce Derneği 2018-2019 Dönem Başkanı Prof. Dr. Süheyl Batum’un konuşmasını sunuyoruz.

Ankara Barosu Cumhuriyet Kurulu’nun organize ettiği -Anayasa değişikliklerinden kaynaklanan rejim sorunları- sempozyumu Ankara Barosu salonunda 22.11.20119 günü düzenlenmiş, Yekta Güngör Özden ve Sabih Kanadoğlu konuşmacı olarak katılmışlardı. Bu konuşmaları içeren yazımızın birinci bölümde, Prof. Dr. Anıl Çeçen’in konuşmasını da yazımızın bu ikinci bölümünde burada sunmuştuk.

Metin uzun olduğundan okuyucuyu sıkmamak için bu değerli konuşmacıların görüşlerini ayrı ayrı vermek zorunda kaldık.
Salonu dolduran çeşitli sivil toplum kuruluşu temsilcileri, stajyer avukatlar, öteki seçkin dinleyicilerin izledikleri konuşmacılar, ilginç önemli açıklamalarda bulundular. Biz de bu güzel ve uyarıcı mahiyetteki konuşmaların dört duvar arasında kalmaması, geniş kitlelere yayılmasını sağlamak amacıyla konuşmaları çözerek yazma gereğini duyduk. Umarız yaralı olur.
Panelin son konuşmacısı Süheyl Batum’un sunumu:        
 “Türkiye bilinçli bir şekilde hiçbir şeyi, tartışmıyor.


Anayasa değişikliklerinden kaynaklanan rejim sorunları 3
Yazımızın bu üçüncü bölümünde 24. Dönem CHP Milletvekili-Atatürkçü Düşünce Derneği 2018-2019 Dönem Başkanı Prof. Dr. Süheyl Batum’un (1) konuşmasını sunuyoruz.
“Bu ülkede 20 yıldan beri bilinçli olarak bütün bir kavramları ortadan kaldırma için içini boşaltma uygulanmaktadır.
“AYM sini bitirdiler”.
“Hakların günce altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığı uygulanmadığı bir toplumun anayasası yoktur”.
“Bu ülkede 20 yıldan beri bilinçli olarak bütün bir kavramları ortadan kaldırma için içini boşaltma uygulanmaktadır. Kesinlikle hiç kimseye bunu tartışma imkânı vermiyorlar.
“2007 yılına kadar, Türkiye’deki kadar korkunç seçimleri dünyanın hiçbir ülkesinde göremezsin”.
“Bir kişi TC ni yönetemez, kuvvetler ayrılığı şarttır, sadece TC ni değil, Osmanlı’yı bile tek kişi yönetemedi”.
“-Anayasa değişikliklerinin getirdiği rejim sorunları dediğimizde hiç tartışma yok. BU anayasa net olarak sadece bizlere değil, burada kime sorarsanız sorun, siyasal rejim dediğiniz şey esas itibarıyla siyasal iktidarın kullanan ya da güç kullanma tekelini ve karar alma sürecini, kullanan, elinde bulunduran organların birbirleri arasındaki ilişkileri belirlenir. Yasama, yürütme, yargıya göre ilişkiye göre belirlenir. Bu yönden baktığımızda da, dünyada şu ana kadar bilinen dört tane yöntem vardır, her biri de birinin uzantısıdır, parlamenter, başkanlık, yarı başkanlık, Meclis hükümet sistemi. Uygulanıyor, uygulanmıyor, az uygulanıyor, çok uygulanıyor bu dört tane sistem, her biri de başkanlık, parlamenter rejim deyin, güçlü başkanlık deyin, güçsüz başkanlık deyin ne derseniz deyin bu dört tanenin bizim 2017 de getirilen sistem bunlardan hiçbir tanesi değildir. Dolayısıyla hiç biri değildir. Ya diyorlar ya nevi şahsına munasırdır, o zaman nevi şahsına muasır da olması için bir şey vardır. Bunların hepsi bir sistem içerisinde anlam kazanır, rejim de sistem içerisinde anlam kazanır. Hangi sistem, bir ülkede ya demokratik sistemi benimsersin onun için de anlam kazanır. Ya da demokratik olmayan bir sistemi benimsersin onun için de kazanır.
Demokratik sistemler dediğiniz zaman kuvvetler ayrılığı çok önemlidir. Buna dayanmıyorsa, sadece buna değil ama bu bir sitemimize bizim, sistemimizi bizim demokratik sistemi ortadan kaldırdığı konusunda bence bir tereddüt yok. Yani rejim ne rejimi, ne başkanlık rejimi, ne yarı başkanlık rejimi, ne parlamenter rejim, ne Meclis hükümeti sistemi hiç biri değil.  Zaten onu da bildikleri için bir takı akademisyenler, kerameti kendinden makul akademisyenler bir süre sonra şöyle dediler: “Canım bu cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’ye özgü Cumhurbaşkanlığı sistemi”; yani bu şu demekti, “abi patron başka bir şey istedi, biz de onu yaptık, ne yapalım yani aslında bulun, dedi bulamadık, böyle bir şey uydurdukdu”. Ama sistem önemlidir.
Şimdi sisteme geldiğimizde, ben bu dönemde parlamenterlik de yaptım, Meclis’te de bulundum, akademisyenlik de yaptım, hala yapıyorum, şunu özellikle vurgulamak istiyorum, Türkiye bilinçli bir şekilde hiçbir şeyi, tartışmıyor. Türkiye ciddi bir ülkedir, anayasa yapmada ciddi bir birikime sahiptir, etrafımızdaki yüzlerce ülkeyle karşılaştırın veya onlarca ülkeyle karşılaştırın hepsinin içerisinde çok ciddi bir birikimi olan önemli bir ülkedir. Ta Osmanlıdan gelen, Cumhuriyeti yüz yıl yaşatmış, 1808 den beri bu gün beğenelim ya da beğenmeyelim anayasal denge yapan toplumdur, bir birikimdir. Dolayısıyla baktığınız zaman bu ülkede 20 yıldan beri bilinçli olarak bütün bir kavramları ortadan kaldırma için içini boşaltma uygulanmaktadır. Kesinlikle hiç kimseye bunu tartışma imkânı vermiyorlar. Bunun içinde siyasal partiler de var. Bir ara Türkiye’de 367 tartışılıyordu. Şimdi 367 yi tartışırken, şimdi kaçtı yurt dışına, o zamanları iktidarın en sevdiği adamlardandı, Can Dündar O zamanlar program yapardı NTV de, her akşam beş adam çıkartırdı. Belki yüz program yaptı, beşle çarp 500, 500 kişiden 367 nin olabileceğini söyleyen ya iki kişi çıkarmıştır ya üç kişi. Neyi tartışıyoruz biz, en iyi konulardan bir tanesi. Bu ülkede, hatta şu salonda da Osman Can’ı izledim. Osman Can şimdi akademisyen, “Türkiye’de hiç sivil anayasa yapmadık, ilk kez 2010 da yapıyoruz” diyen. “İlk kez anayasa da yapıyoruz”, ben de vardım, Osman insaf dedim. “Hocam biz öyle görüyoruz kusura bakmayın” dedi. O günkü ortam öyle olduğu için herhalde “Süheyl Batum uyduruyor”, dediler. “Hiç sivil anayasa yapmadık” dedi. Kim diyor bunu, 1921 de bu ülke işgal altında iken tamamı burada Ankara’da, Anadolu’ya kaçanlarla, Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nini gönderdiği adaylarla anayasa yapan ülkede söylüyor ve oturanların yüzde 60 da “Allahım ne güzel söylüyor” dediler. Biz uydurduk yalan söyledik; en önemli edebiyatçılarımızdan bir tanesi Adalet Ağaoğlu aynen şöyle demedi mi 2010 da, ben küçümseyerek söylemiyorum, ama bilmeniz lazım, “Allahım ne güzel şeyler söylüyor ne yakışıklı çocuk değil mi” dedi, TV da, Kim, dediler,  “Osman söylüyor, ağzından bal damlıyor” diyor. “O yüzden ben hayır değil evet vereceğim” dedi, Adalet Ağaoğlu, yani bir sanatçı.
Hiçbir şeyi tartışmıyoruz, her şeyi palavra, sistem, rejim, başkanlık, yarı başkanlık, her şey yalan. Genç arkadaşlarımdan istirhamım, lütfen bu siyasal rejimi böyle tartışalım bakın şuraya geldik biz hiç fark etmez, kim olursa olsun hocalar da söyledi. Bu ülkenin bir bakanı çıkıyor diyor ki, “biz en demokratik ülkeyiz” diyor. Neden diyorlar, “seçimde katılım çok yüksekti” diyor. Seçimlerde katılımın çok yüksek olduğu eskiden bütün demokratik olmayan bilinen ülkelerde de vardı. 1982 Anayasasında da çok yüksekti katılım vardı. Hiçbir demokrasinin ölçüsü değildir. Aynen şöyle, “boş ver yav” diyor, “nasıl olsa burası Türkiye söylerim nasıl olsa beni alkışlayanlar çıkacak” diyor. “Biraz da para verirsem daha da alkışlarlar” diyor “daha ne anlatacağız” diyor.
Ciddi hiçbir ülkede bu geçmez, Türkiye’de de geçmezdi. Türkiye çok ciddi değişiklikler yaptı. 61 Anayasasını yaptı bu ülke, sonra da 95 değişimi, 2001 de yapıldı. 2010 a geldiğimizde kerameti kendinden menkul birtakım adamlar çıkıp dediler ki “hiç sivil anayasa yapmadık ilk defa sivil anayasa yapıyoruz” dediler. Onu iktidar bile beklemiyordu, dedi, “ne bulduk, bunu bile bulabildik” dedi. Biri çıkar der ki, “hayır, siz uyduruyorsunuz” der onu da konuşuruz, sadece o mu? Orhan Gazi Ertekin’ler, şimdi bir yerlerde yargıçlık yapıyor Selamlar, Türkiye’yi getirdikleri noktada “Allah’ım ilk defa sivil anayasa yapılıyor, iktidar yaptı”, bizler de karşı çıkarken hepimiz şöyle dedi, “bunlar istemiyor bunlar 82 ile kalmak istiyor” dedi. Şimdi yargıçlığını sürdürüyor, kitap yazdı ama onu da söylemek lazım. “Eşekli demokrasi” diye dedi ki  “Osman bizi kandırdı” dedi. “Her birimize elma şekeri vaat etti, sopası bizde kaldı elmayı o yedi” dedi. Aynen böyle kitap yazdı. Biz de sevindik, “aman ne güzel özeleştiri yapıyor” diye.
Şimdi rejim sistem konusunda şunları söyleyeceğim, Eski Yunan’da Platon, “iki dünya vardır” diyor, bir tanesi algılar dünyası, bir tanesi gerçekler dünyası” diyor. Mağara örneğini veriyor, mağarada oturan insanlar, biz şimdi mağarada oturuyor gibiyiz. Birileri bize sadece bir şeyler anlatıyor ve biz buna inanıyoruz. Hâlbuki inanmıyoruz bizler de, bunların söylenen tamamı yanlış.
Şimdi oradan şuna geleyim, bakın üç tespit yapacağım.
1-Anayasa Mahkemesine gittiğimiz zaman Zühtü kardeşimin AYM sine geldik. Çok net söylüyorum, 25 yıldır bu ülkede “Olağanüstü Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK) denetlenmez” derken Kenan Evren ve arkadaşlarına AYM “Hayır, hukuk devleti ise ben denetlerim” diyordu. Anayasaya uygun olarak da mecburen belli bir denetimle sınırlı kalmak zorunda kalıyordu. “Ben şekilde denetim yapıyorum” diyordu, muhteşem bir şeydi. Zühtü kardeşim AYM başkanı yapıldı ilk şeyi “aa biz denetleyemeyiz, iktidardır yüce bir makamdır, istediği her şeyi yapar, ben mi uğraşayım” dedi. 25 yıl sonra değiştirdi ve biz hala şimdi, “ama geçen gün bir karar verdi, güzeldi vallahi karar nasıl” falan diyoruz. 25 yıllık bir birikimi, AYM sini geldiği yeri söylüyorum, çok net, benim içeride arkadaşlarım da var, akademisyen olan Yusuf AYM sini bi-tir-di-ler. “Yoksa bu tutukluluk üç ay mı sürsün beş ay mı sürsün”. Sistem sitem, AYM nin iktidarın bütün işlemlerini, “efendim kusura bakmayın talimat böyle” dediği yerde zaten neyin rejimini tartışacaksın. Sistemi tartışmamız lazım.
2- Bu ülke 1961 Anayasasını hazırladı. O zaman şöyle denirdi, “Allah kahretsin böyle şey olur mu? Halkın gücünü elinden aldı, bürokratlara verdi” filan falan.
Acaba mı derdim, sonra dünyadaki bütün anayasalara baktım, “halk dediğin, kral dediğin o tanrının yeryüzündeki temsilcidir, Allah onu oturttu oraya” dediğinde anayasalar gücünün sınırlamak için yapılmış zaten. Oralarda da çıkmış bunlar gibi cins insanlar, “aa bak Allahın gücünü sınırladı, Tanrının gücünü sınırladı, Tanrı oraya oturtmuştu o karlı, onun gücünü sınırladı” diye, ama anayasa hareketi bu.
Bizdekiler de halkımızın parlamento, bir kral yanlış yapma lüksüne sahip değilse, parlamento da yanlış yapma lüksüne sahip değil. Hukukun üstünde KHK yapıyorsa, lastikleri ya da bilmem ne yıldır süren askeri okulları kapattım yav canım sıkıldı, yöneticisini de ben belirleyeceğim, şeyini de ben belirleyeceğim, ben kendim istiyorum, ben arkadaşımı koyacağım imam hatipten” demez, diyemez, dememelidir. Derse AYM çıkar.


Anayasa değişikliklerinden kaynaklanan rejim sorunları 3
Başka biri de çıksın, “benim bilmem ne lisesinden arkadaşım, desin o da olmuş. O da olmaz, şimdi damat desin o da olmaz, AYM orada devreye girmek için var.
1961 Anayasasında bir tek şey söyleyeceğim,  61 Anayasasını hazırlayan ekipte partilerden temsilciler var, en büyük eksiklik maalesef o dönemde Demokrat Parti’nin (DP) devamı niteliğinde olduğunu iddia eden partilerin temsilcilerinin yer almaması. İşte “intikam” dedi, işte orada o intikam hatalı yaptı, yaptı 61 Anayasasını hazırlayanlar. Onlar da olmalıydı görüşünü açıklamalıydı, onlar kendi anayasası saymadı. Ama şu var, derneklerden sivil toplum bilinir miydi, ben soruyorum 61 öncesinde iş adamı bile böyle derdi, “bu sanduka mı mandukam mı bir şey diyorlar kardeşim bu bizim işimize karışıyor” derdi, sendika.
Şimdi sendikalara seçim yaptırıyorlar, temsilcilerini, bir sendikayı unutuyorlar. Üç kişiden oluşan Spor Yazarları Sendikası, hem de büyükleri var da bir taneyi unutuyorlar. Mahkemeye gidiyor Anayasa değişikliği yapılamadan, “ben katılmadım” diyor. Bana çağırıda bulunmadılar. Mahkeme o seçimi iptal ediyor, bir daha gidiyorlar, onlar da temsilci gönderiyor ve anayasa kurulunda görev alıyorlar.
Bir de 2017 değişiklikleri. Elimizi vicdanımıza hepimiz koyalım, yani Cumhurbaşkanımız falan da konuştu, dokuz gün Meclis’te görüşüldü ve gece on birle sabah altı arasında. Ben artık anayasacıydım uyuyordum, kızım beni sabah altıda uyandırıyor, sabah on madde görüşeceğiz, bırakacağız” diyordu kızım sabah altıda “baba 25. Maddeye geldiler” diyordu. Biz dokuz günde anayasa yaptık. Şimdi tartışıyoruz anayasa mı değil mi, acaba cumhurbaşkanımız kızar mı? Kızmaz mı ne anayasası, ne değişikliği, anayasa dediğiniz toplumsal toplu sözleşmedir. Birileri istiyor, diye uydurduk bir şey getirdik oraya, ne anayasanın değişikliği, yazık ki, bu birikimi olan bu ülkede,  bir yabancıya gidip bunu söylediğinizde aynen şöyle diyor: “Eh normal, Türkiye’siniz sonunda” diyor. Anlatıyorsunuz 1808 den beri anayasa yapıyoruz, dalga mı geçiyorsunuz,  “boş ver bizim sizden beklediğimiz budur” diyor.
Neden bazı kişilerin en sevdiği iktidar bu gün AKP veya yöneticileri, çünkü Türkiye imajına çok uygundur. Öyle diyorlar, “ne anayasası bunlar anayasa mı yapar yav, ne olur bunlar yüzer yüzer ölse” aynı şeyi, Irak için, İran için düşünmüyorlar mı?
Şimdi en son şunu söyleyeceğim, yapılabilir mi bir şey, tabi ki yapılabilir, yapılabilmesi gereken şu olmalı:
1-Bir kere şu algılar dünyasından vaz geçeceğiz.
2-Anayasa yapmak kadar kolay bir iş dünyada yok. Hele 21. Yüzyılda, bana göre neden, çok basit. Eskiden oturup nasıl yapacağız mirim, bu maddeyi koyalım mı koymayalım mı vb. Şu anda bir ülkede farklı farklı kategoriler, farklı tabakalar var. Kadınlar var, işçiler var, işverenler var, çeşitli gruplar var, birliğimizi sağlayacağız tabi, her birinin ama bu özgün kategorilerin, her birinin birtakım hakları var. Kadınlar eşitlik ilkesini ister, temsilde adalet ister, rahat rahat çıldırttı karım beni, iki yerinden bıçaklayıvermişim, şöyle de durunca “aha yavrum zavallı yüzde yüz bir şeyi vardır”. Hakim falan düşünülmüyor, “asansöre binmeyin kanlan” diyor; “yedi yaşından büyük çocukla asansöre binmeyin” diyor. Bu adamın hâkim olduğunu düşünün, dolayısıyla net şunu söyleyeceğim, bunların hakları var, mügrem ihtiyaçları, bunları alt alta yazarız, bunlara güvence getirecek bir yargı sistemini koyarsın; bir de burada karar alabilecek mekanizmaları yazarsın başkanlık, parlamenter sistemmiş, futbol sistemi gibi, bazen diyorlar 3-4-2, 4-2-4 filan adamları işlev yapabileceğin gibi diz. Parlamenter rejim, başkanlık rejimi, yarı başkanlık rejimi. Siz bunları sağlarsanız, mutlaka iyi bir anayasa yapabilirsiniz, mutlaka dünya da bunu yapmaya çalışıyor, açın bakın beğenmediğiniz o Meksika, beğenmediğiniz ülkeler,  Güney Afrika bu yöntemle anayasalarını yaptı. İlk önce herkesin ne hakkı var, şöyle demediler bizim genelde yaptığımız gibi, “kadınlar merak etmeyin bende o iş, ben size her türlü hakkı vereceğim”. Ne demek, neden vereceksin, neden vereceğim orada eşit temsili getirisin, ha bir dönem, iki dönem üç dönem orada doğru dürüst bir anayasa haklarını yazar, ondan sonra dersin ki, “tamam abi artık böyle bir şey yazmayalım” dersin. Yani hakla olacak, ama hani neyi yapacağız bana, net söylüyorum dört tane şey vardır, anayasada. Anayasanın bunları koruması lazım. 1789 bildirgesinden beri var. Diyor ki, “hakların günce altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığı uygulanmadığı bir toplumun anayasası yoktur”. Bir kuvvetler ayrılığını sağlayacaksın, hakları güvence altına alacaksın, saymayacaksın, güvence altına alacaksın. Özellikle neden güvence; 2007 de Ergün Özbudun vardı, hoca, onu AKP çağırdı, dedi, “beş kişi bul, anayasa yap, bize göre” dedi. Ergün Özbudun da bir anayasa yaptı.

Bir baktık anayasaya, anayasada haklar yazılmış, “nasıl yazdık” diyorlar, “anayasada hakları yazmak ne var zaten millet aptal mı,   AİHM de ne kadar İHS varsa on iliştirirsin  şöyle ona iliştirirsin, işte anayasamız budur” dersin. Birinci maddeden 800. Maddeye kadar haklar varsa, 801 den itibaren de kim anayasayı yazarsın, onu nasıl güvence altına aldın hoca bir bak” demiştik. Anayasa mahkemesi kimlere kurduruyorsun, sekiz kişiyi doğrudan doğruya cumhurbaşkanına atattırıyorsun, dokuz kişiyi de başkasına atattırıyorsun, bunlardan birini alsa adam dokuz sekiz önde. Allah var Ergün Özbudun bile görevini başarıyla başaramadı. Sonra gelenler 15 üyenin 15 ini de cumhurbaşkanına seçtirebildiler. Bravo orada biraz eksik kaldı Ergün Hoca, ama net söylüyorum, kuvvetler ayrılığı güçler.

Hegel ne diyor. “Anayasa geliştirilmiş ve gerçekleştirilmiş akıl demektir”, diyor. “Kurallar kaideler kademesinde gerçekleştirilmiş, geliştirilmiş akıldır, anayasa”, diyor. “Ama bunun anayasa olabilmesi için iki üç koşul vardır”, diyor.

1-Anayasa devlet etkinliğini, yani devlet işlemlerini, kurallarını, kurumlarını kendi içinde ayırabilmek zorundadır, diyor.
2-İşlevsel olarak yönetebilecek, kanun yapabilecek ve yargılayabilecek, yargılama yapabilecek bir sistem oluşturmalıdır, diyor.
3-Her halklın kendisine uygun, kendisine ait bir kültürü benimseyen, yansıtan bir anayasası olması gerekir”, diyor. Yani bizim kültürümüz, konuştuğumuz gibi bir demokratik, çağdaş, Cumhuriyet kültürü ise bunu yansıtacak, demokratik, çağdaş, sosyal bir hukuk devletini bunu benimsetecek kurallar koyacaksın. Bunun dört tene şeyi nedir:

1-Bir anayasada mutlaka siyasal katılmayı güvence altına alacağız. Aksi halde demokratik olması mümkün değil, ulusal katılmayı yani halk ya doğrudan, ya temsilcileri aracılığıyla, hem oluşmasına devletin, kurumların hem de işleyişine katılacak, ama işleyişine ve oluşmasına katılacak diyorum. Bizde seçimleri nasıl yaptığımız ortada, iktidarın kaybettiği seçimleri bir kere daha yaparak. YSK nun iktidardan başka kimsenin kaybetmesi için organize edildiği ve kullanıldığı ve o işlevi yapmaktan başka hiçbir işlevinin olmadığı kurum. Türkiye’de yaşıyoruz hepimiz ben 2007 yılına kadar, Türkiye’deki kadar korkunç seçimleri dünyanın hiçbir ülkesinde göremezsin. TV ların 23 saatini 23 buçuk saatinde bir görüş, akşamları TV da o Ahmet Hakanlar, filan dahi yedi kişi çağırıyor, altı tanesi onlardan bir tanesi de dışarıdan, i şte bir tane de çıkardı Ekrem İmamoğlu’nu, bir saat diye çıkardı, hadi hadi kardeşim bitti bitti kızıyorlar, dedi. Sonra bize ne var, istediğim saatte keserim” dedi. Dolayısıyla ne seçimi,

2- Sadece seçim değil katılacak, temel hak ve özgürlükler güvenceli olacak. Güvence için bir tek söyleyeyim, hani Barolar birliği başkanımızın da bayıldığı bir yeni yargı reformu var, “Allahım böyle ben yaptım” dediği. O reformda bir madde ver biliyorsunuz, diyor ki, “bundan böyle düşünce açıklaması niteliğinde ve eleştiri mahiyetindeki açıklamalar terör suçu olarak kabul edilmeyecektir”, diyor. “Bu güne kadar yapıyorduk attık milleti içeri ama şimdi vaz geçtik yav” diyor.

Biz de diyoruz ki, “Allah’ım ne demokratik bir iktidar”. Nasrettin Hoca fıkrası gibi, eşeği kaybedip sonra buldurmak gibi bir şeydir. Yav neden öyle uyguladın, Türkiye’de olamadığı şekilde korkunç uyguladın. Türkiye şah değildi, ben 1999 lardan sonra ama artık düşünce özgürlüğü suçu gibi şeylerin olmayacağını düşünüyordum. AYM si güzel kararlar veriyor, 99 sa kadar değil, o süreç içerisinden itibaren diyorum, bir baktım hiç böyle bir umudum falan kalmamıştı. Gene şimdi biraz daha var. Teme ki iki temel hak ve özgürlükler, güvenceli olacak, öyle ama gevşek değil, ciddi yargıç güvencesi, sevgili Metin Feyzioğlu güvencesi ya da Sayın Adalet Bakanımızın güvencesi değil, ciddi güvenceler. Buradan hiçbirini değil, “ben güvencesiyim” hadi oradan. Yargı güvencesi var mı?

3- Bu ülkede hukukun üstünlüğü olacak. Hukukun üstünlüğün de bir sürü uydururuz, yargı olacak dağıtılacak o da yargı denetlenecek, sadece yönetilenler bağlı olmayacak devletin kendisi de bağlı olacak. Bu bağlılık yargı organları tarafından da yönetilecek, bu yargı organları bağımsız olacak. Şu Danıştay ı 154-155-159 baktığında neyin bağımsızı, hangimizi atasa, düşünün şurada pırıl pırıl genç bir arkadaşımız hâkim oldu atandı, savcı oldu atandı, önünde ne kadar karar var, 25-35 35 senesi var, bir adamın iki dudağının arasında,  bu gün o gider ama öbür adamın dudağının arasında, iki dudağının,  neyin yargısı, bizim yargıçlarımız çok mu kötü, ama her birini atayan bir tek kişi var. Aynı zat parti başkanı olan, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yarın başka biri olur, Ahmet olur, Ayşe olur, Fatma olur, bir kişi. Neyin bağımsızlığı, hukuk devleti olacak bunu sağlayacak anayasada.

4- Çoğulcu olacak. Bu çoğulculuk da sadece ve sadece, ideolojik çoğulculuk değil, o zaten düşünce özgürlüğün saydık. Kurumsal bir çoğulculuk da olacak. Hegel demiş bunu, “devlet etkinliği kendi içinde ayılması gerekir” yani devlet faaliyetlerine hadi Türkiye. Şunu ayırmak lazım, her şeye bir kişi karar verir mi?

Osmanlı büyük bir imparatorluktu. Ciddi, sonunda kaybetti tamam, yarı sömürge durumuna düştü, ama önemli değil, bir devletti, bu devleti en sonuna kadar bir devlet hep karşı karşıya kalmadı, iki devlet üç devlet istisnalar dışında işte Avusturya bir taraftan, Prusya bir taraftan, Rusya bir taraftan, ne zaman yıkıldı ama, yarı sömürge oldu, partilerden üç kişiye şey verdiler. Avrupalılar çok sevdi bu işi, Türkiye’yi,  ne dediler Osmanlıya “Enverland”-Enver’in ülkesi, Enver Paşa’ya dediler ki “merak etme Yavuz’la Midilli’yi al, şuraya Goben’le Breslav’ı al, sen oradan gir bir bombalat bunları, biz de öbür taraftan geliyoruz, bitti bu iş, savaşı kazandık, sana da ekmek çok”.

Enver Paşa çok iyi bir insandı, hiç vatan haini falan değildi, çok zeki bir insandı, ama bir kişi (padişah) Osmanlıyı yönetemedi. Battı. Şimdi şaşıyoruz, “açılım” projesi yapıyor, vaz geçiyor, hendek politikası diyor oradan vaz geçiyor, normal, hangimizi koysak tek başımıza oraya koysak, etrafında da “sen memleketimizin şanısınız, dik dur eğilme” diyen,  bakacak bakacak “Enver Paşa kimmiş yav, ben tek başıma Enver’in dört katı oldum, diyecek ve diyor mu diyor.

 İşte böyle bir anayasa demokratik olamaz, çoğulculuk ilkesi. Ben bunu Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a söylemiyorum, ben bunu AKP Genel başkanına söylemiyorum, ben bunu hangimizi alsalar bir kişi TC ni yönetemez, kuvvetler ayrılığı şarttır, sadece TC ni değil, Osmanlı’yı bile tek kişi yönetemedi.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız 
Sonnotlar
(1)Prof. Dr. Bedii Süheyl
Doğum Yeri : İstanbul
Doğum Tarihi : 6.5.1955 -
Cumhuriyet Halk Partisi'nden TBMM 24. Dönem Eskişehir milletvekilidir.
Süheyl Batum, 6 Mayıs 1955 tarihinde istanbul’da doğmuştur. Tam adı Bedii Süheyl Batum’dur. Annesi Rezan Güloz, babası eski senatör Mehmet Sadık Batum’dur. 1966 yılında Galatasaray Lisesi'nin ortaokul kısmında okumaya başladı, 1975 yılında lise kısmından Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. 1979 yılında Paris 1 Panthéon - Sorbonne Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden diplomasını aldı.
1980 yılında İstanbul Üniversitesi'nde Anayasa Hukuku kürsüsünde asistan olarak çalışmaya başladı. 1985 yılında "Siyasal Katılma Aracı Olarak Referandum" konulu tezi ile doktorasını yaptı. 1990 yılında "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasal Sistemine Etkileri" başlıklı teziyle doçent oldu. 1996 yılında "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye" isimli teziyle Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Profesör oldu.
1997-2000 yılları arasında Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı görevinde bulundu, 2000-2003 yılları arasında Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı ve 2003-2007 yılları arasında iki dönem Bahçeşehir Üniversitesi Rektörlüğü görevleri yaptı.
Ayrıca İstanbul Üniversitesi'nde, Galatasaray Üniversitesi'nde, Bilgi Üniversitesi'nde, Marmara Üniversitesi'nde ve Bahçeşehir Üniversitesi'nde ve Okan Üniversitesi'nde Anayasa Hukuku dersi verdi.
2003 yılından 27 Mayıs 2010 tarihine kadar Vatan gazetesi ve Cumhuriyet Gazetesi'nde de köşe yazarlığı yaptı. 2003 yılından beri köşe yazarlığı yaptığı Vatan Gazetesi'nden, Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisi'ndeki görevi nedeniyle 27 Mayıs 2010 tarihinde ayrıldı. Yayınlanmış 5 kitabı, çok sayıda makalesi bulunmaktadır.
Süheyl Batum, Oya Batum ile evlidir. Oğlu (d.1985) ve Gizem (d.1990) adında kızı olmak üzere iki çocuğu vardır.
22 Mayıs 2010 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi 33. Olağan Kurultayı'nda CHP üyesi oldu. 23 Mayıs'ta da delegelerin oylarıyla CHP Parti Meclisi üyeliğine seçildi.
29 Mayıs 2010 tarihli Parti Meclisi'nde CHP Merkez Yönetim Kurulu'na (MYK) seçildi.
3 Kasım 2010'da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Önder Sav'dan boşalan Genel Sekreterlik makamına getirildi.
18 Aralık 2010 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi 15. Olağanüstü Kurultayı'nda 1089 oyla yeniden Parti Meclisi üyeliğine seçildi.
25 Aralık 2010'da toplanan Parti Meclisi'nin kararıyla Seçim ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı oldu.
12 Haziran 2011'deki Milletvekili Genel Seçimlerinde, CHP Eskişehir Milletvekili olarak TBMM'ye girdi.
31 Ekim 2014 tarihinde CHP.den istifa eden Emine Ülker Tarhan'ın ardından 4 Kasım 2014 tarihinde Süheyl Batum'un Emine Ülker Tarhan ile aynı yolda, aynı düşünceleri paylaştıklarını belirterek, istifaların süreceği mesajını verdi. Ve Batum, Muharrem İnce, Emine Ülker Tarhan, Ümit Kocasakal, Metin Feyzioğlu, Tuncay Özkan, Umut Oran, Birgül Ayman Güler gibi isimlerin yeni bir değerlendirme için bir araya gelmelerini istedi.
Bunun üzerine 5 Kasım 2014 tarihinde Süheyl Batum, CHP Parti Sözcüsü Prof. Dr. Haluk Koç tarafından; kesin çıkarma cezası istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu’na sevki kararlaştırıldığının bilgisini vermiştir.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget