Anayasa değişikliği sorunları 2

Anayasa değişikliği sorunları 2 Yazımızın bu ikinci bölümünde Emekli Öğretim Üyesi, ANKA Derneği Enstitüsü Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen’in konuşmasını veriyoruz.

“Şu an Türkiye’de muhalefet yok”.
“Biz “demokrasi yaşıyoruz” diye geçiniyoruz ama sermaye yönetiyor. Halk egemenliği yok”
“Bir anaysa sorunu ile karşı karşıyayız, eski anayasa hem devam ediyor, hem devam etmiyor”.
“Türkiye ciddi oranda bir anayasa sorunu ile karşı karşıyadır”.
“Böylesine bir anayasa ile Türkiye hiçbir yere gidemez”.
“yeni bir imparatorluk arayanlar sermayenin dayatması peşinde koşanlar kesinlikle demokrasi istemiyorlar”.
“Demokrasi istemiyorlar, halk kitleleriyle iktidarı paylaşmak istemiyorlar”.

“TC nin yoluna devam etmesi için ikinci bir anayasa uluslaşma programına ihtiyaç var”.


Ankara Barosu Cumhuriyet Kurulu’nun organize ettiği -Anayasa değişikliklerinden kaynaklanan rejim sorunları- sempozyumu Ankara Barosu salonunda 22.11.20119 günü düzenlenmiş, Yekta Güngör Özden ve Sabih Kanadoğlu konuşmacı olarak katılmışlardı. Bu konuşmaları içeren yazımızın birinci bölümde burada sunmuştuk.
Aynı panelin konuşmacılarından Emekli Öğretim Üyesi, ANKA Derneği Enstitüsü Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen’in(1) konuşmasını da yazımızın bu ikinci bölümünde sunuyoruz. Zaman bulursak yazımızın üçüncü bölümünde 24. Dönem CHP Milletvekili-Atatürkçü Düşünce Derneği 2018-2019 Dönem Başkanı Prof. Dr. Süheyl Batum’un konuşmasını sunacağız. Metin uzun olduğundan okuyucuyu sıkmamak için bu değerli konuşmacıların görüşlerini ayrı ayrı vermek zorunda kaldık.
Yazımızın bu ikinci bölümünde Emekli Öğretim Üyesi, ANKA Derneği Enstitüsü Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen’in konuşmasını veriyoruz.
Salonu dolduran çeşitli sivil toplum kuruluşu temsilcileri, stajyer avukatlar, öteki seçkin dinleyicilerin izledikleri konuşmacılar, ilginç önemli açıklamalarda bulundular. Biz de bu güzel ve uyarıcı mahiyetteki konuşmaların dört duvar arasında kalmaması, geniş kitlelere yayılmasını sağlamak amacıyla konuşmaları çözerek yazma gereğini duyduk. Umarız yaralı olur.

Panelin üçüncü konuşmacısı Prof. Dr. Anıl Çeçen sunumunda şunları anlattı:

Anayasa değişikliği sorunları 2

“-Şu an değiştirilmiş bir anayasa düzeni içerisinde TC varlığını sürdürüyor ve önümüzdeki dönemde de, bunun devam edip etmeyeceği tartışılıyor.
Ben bir kamu hukukçusu olarak bakacağım. Kamu hukukunun anayasa hukukundan, idari hukukundan ayrılan bir yönü vardır, teorik bir yönü. Bu yön çerçevesinde hukukla siyasetin ilişkisi incelenir. Siyasi koşulların, siyasi sürecin, siyasal koşulların etkilediği durumda, bu toplumsal yaşama hukuk düzenine nasıl yansır. İşte bu çerçevede konuya baktığımız zaman bu gün karşı karşıya kaldığımız anayasa değişikliklerinin herhangi bir siyasi yapının ya da herhangi bir oluşumun etkisinin ötesinde siyasal süreçle bağlantısının dikkate alınması gerektiği kanaatindeyim.
Bakın bu anayasa değişikliği çerçevesinde anayasa değişikliğini destekleyenler ya da onan ana olanlar, ya da o çerçevede hareket edenler bu anayasa değişikliğinden sonra çok kısa bir süre sonra tutum ve tavır değişikliği içerisine girmişlerdi. Bu değişikliğin yanlış olduğunu, düzeltilmesi gerektiğini, bizim gibi bu değişikliğe karşı çıkanlar değil, değişikliği savunanlar değişikliği savunmaya başlamışlardır. Şimdi böyle bir değişikliğe uğramasının sebebi, tabi üç oluşum vardır.
Birincisi 30 yıllık küreselleşme süreci bir noktaya gelmiştir ve bitmiştir. Küreselleşme sürecinin bitmesi dünya konjonktürünü uluslararası konjonktürünü doğrudan etki etkilemektedir. Zaten böyle bir anayasa değişikliği ile karşı karşıya gelmemizin sebebi de hem küreselleşme, hem de onun bu bölgeye yansıttığı bölgeselleşme akımının sonucudur.  Bu uluslararası süreçler, ulusal süreci etkilediği noktada da tabi ki var olan siyasal yapıya, gerek iktidar yönüyle gerek muhalefet yönüyle yansıdığını görüyoruz ki, tamam iktidarı anlıyoruz da muhalefet niye harekete geçmedi. Niye gereğini yapmıyor, çünkü bana sorarsanız, şu an Türkiye’de muhalefet yok. Mevcut partiler çerçevesinde bu değişime açık bir süreç de bir uzlaşma var gibi görünüyor. İşte düne kadar aynı çizgide olan dinci çizgi ile milli çizgi bir araya gelebiliyor. Ya da bu güne kadar devleti birliği ve bütünlüğünden yana olan Cumhuriyetçi çizgide gerekene önlemeleri almadığı muhalefetin etmediği bu değişimi Anayasa Mahkemesine (AYM) götürmediği bir durumla karşı kaya kalıyoruz. Bunların hiç biri sebepsiz değil. Bu partileri yönetenleri merkezleri var, hepsi dünyayı izliyor. Bu çerçevede de durumu ele alıp değerlendiriyorlar. Ama niye böyle karar veriyorlar, neden bu durumda karşı karşıya bırakıyorlar. İşte onu çözmek durumundayız.
Bana sorarsanız bu anayasa değişikliğinden hemen sonra dünya konjonktürü değişti. Niye değişti biliyor musunuz? Şimdiye kadar tek dünya devleti diye küresel sermaye, küresel şirketler yönlendirirken ki burada büyük şirketlerin tarikatlarla, dini tarikatlarla işbirliği yaparak ulus devletleri parçalamak noktasında alt limitleri hortlatmak ulus devletleri geride bırakmak üzere bunları belirli bir noktada zorlamak, böyle bir süreçle karşı karşıya bırakmak.
İşte o süreç bu anayasa değişikliğinden sonra bitme noktasına geldi ve o sürecin sonucunda bu günkü dünya düzenini kuran emperyal güçlerle bu günkü dünya düzeni sonrasındaki yeni bir düzen kurmaya çalışan emperyal güçler arasındaki çekişmeyi, bu günkü eski dünya düzenini kuran güçler kazandı. Yani ulus devletleri kuran, ulus devletleri dünya sahnesinde belirli bir yere konuşlanan güçler kazandı. Onlar kazandığı noktada anayasa değişikliğinin anlamı kalmadı. Çünkü Anayasa değişikliği, özel sermayenin konjonkturel baskısı içerisinde gündeme geldi ve küresel sermaye bütün dünyaya piyasalar üzerinden egemen olma istediği noktada da hiç her üç şekilde de bir dağını özgül bir yapı değil, aksine bütünleşiş yapıları gündeme getirmeye çalışmışlar. Bu noktada bir ülkede geçmişten gelen Fransız devriminden gelen başlayan bir süreç içerisinde ortaya çıkan ulus devletler, ulus devletlerle beraber gündeme gelen demokrasi ile beraber gündeme gelen demokrasi, bunlar birbirlerini izleyerek tarihsel süreç içerisinde ortaya çıktılar.
Ne zamana kadar, Sovyetler Birliği dağılana kadar, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra dünyada yeni bir konjonktür ortaya çıktı ve küresel sermaye devletleri karşısına aldı. Uzun bir süre ulusal devletlerle küresel sermaye arasında çelişki yaşandı. İşte bu nokta bütün dünya ülkelerini etkilediği gibi Türkiye’yi de etkiledi ve Türkiye’de artık egemen sermaye böyle, bunlarla zaman kaybetmek istemiyorlar. Yok, efendim anayasal düzenmiş, yok yargıymış iktidar değişikliği imiş, bunlarla zaman kaybetmek istemiyorlar, muhalefet istemiyorlar, yok efendim anayasal düzenmiş, yok yargıymış uzun süre beklemek yok. İş gücü bir an önce bitecek hızlanacak…İşte böyle bir noktada tek adam rejiminin hızlı ve kolaylaştırıcı yönü cazip geliyor.
Tek adam rejimini gündeme getiren siyasi yapı iç dinamiklerden daha çok, dış dinamikler olduğunu söyleyebiliriz. Ama o süreç, biz anayasa değişikliğini yaşadıktan hemen sonra bitti. Çünkü Ortadoğu’da savaş konjonktürü tavsadı, bir yandan bastırıyorlardı, bir yandan da savaş konjektörüne zorluyorlardı. Ne oldu bakın iki senedir, bir sürü uluslar arası kongreler yapılıyor hala. Dünyanın gelişi ile ilgili belirli bir şey istiyorlar. Ama dünyayı para gücü ile sermaye gücü ile yönetmek isteyenler küresel sermaye olarak dünyaya baktıkları zaman böyle Fransa yönünden gelmekte olan 300 yıllık uluslaşma süreciymiş, yok demokrasi imiş, yok ulus devletmiş, yok anayasa bunları düşünmüyorlar. Sadece ve sadece bir hükümranlık kavgası var.
Ama şimdi bakın İstanbul’da ajan öldürme noktasına kadar gelen gelişmeler ki, sadece küreselleşme dünyanın her yerinde değil ama bu bölgede de bir odaklanma var. Bu odaklanmada da bir bölgesel yapılanma işi var. İşte büyük İsrail, büyük Orta Doğu ve Yakındoğu konfederasyonu İngilizler, Amerika, İsrail üçlüsünün getirmiş olduğu alternatif yolları bu coğrafyayı bölgeselleşmeye doğru zorladığını görüyoruz. Bu bölgeselleşme süreci aslında Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla başlayan dönemde de gündeme gelmiş, Atatürk bunu iyi tespit ettiği içindir ki İkinci Dünya Savaşı öncesindeki dönemde Avrupa’lı diktatörlere karşı Balkan Paktını, Orta Doğu’daki oluşumlara karşı da Sovyetler Birliği ile antiemperyalist çizgide birleşmeyi gündeme getirmiştir.


Anayasa değişikliği sorunları 2
Cumhuriyetin kurucu dönemindeki yapı budur. Sonraki dönemde Türkiye’nin Nato’ya girmesiyle beraber Amerika’nın Orta Doğu’ya gelmesiyle beraber, İsrail’in kurulmasıyla beraber konjonktür değişmiştir. Bu siyasal konjonktürün sonucunda biz dönemleri yaşadık. Askeri dönemler yaşadık, darbeler yaşadık, hala bizi askeri dönemlere dönüştürmek sürüklemek isteyen kesimler var. Bunlara karşı demokratik yoldan gideceksek, karşı karşıya kaldığımız konjonktürü iyi tanıyacağız. O konjonktürün içindeki gelişmelerin dünyaya nasıl yansıdığını bölgeye nasıl yansıdığını bizi nasıl tehdit edildiğini iktidarın niye tavır değişikliği içine girdiğini, muhalefetin niye AYM ne gitmediğini ortaya koyacağız. Bunlar gizli kapaklı bir şekilde değil, kapalı kapılar ardında değil, halka açık kamuoyu önünde yapacağız. Çok açık bakın ne diyoruz, bu anayasa değişikliği bittikten sonra gelinen könjoktürde bu savaşı İsrail ve küresel güçler kaybettiler. İngiltere yeniden devreye girdi, yaşanan süreçteki gerginlik budur ve Amerika’da tabi çok büyük bir savaş var İngiltere İsrail arasında ve tabi Amerika da Batı’dan bize yansıyan bir süreçte Avrupa ortada kaldı, AB dağılma noktasına doğru gidiyor, hiç Avrupa duyuyor musunuz. Ama yavaş yavaş bir değişim yaşanıyor. İşte bu geçenlerde, birkaç ay önce, Dış İşleri Bakanı yaptığı basın toplantısında açıkça ortaya yeni bir kavram koycu, “Yeniden Asya”. Şu an TC Hükümeti “Yeniden Asya” dönemini gündeme getirmiştir. Şimdi o zaman “yeniden Asya” gündeme geldiyse TC devletini ulus devlet yapısı ve sahip olduğu devlet modeli, kurucu iradenin ortaya koyduğu model, Fransız Devriminin uzantısı bir yapıdır. Bu o dönemde savaş varken sosyalist sistem dengelenmiştir ki Altı oku üçü sosyalist sitemden, üçü Fransız Devriminden gelmedir. Bir sentezdir, Türkiye’de anayasalara girmiş olan devlet modeli veya kurucu temel irade bir sentezdir. Laiklik Fransız devriminde gelmiştir, devletçilik Sovyet devriminden gelmiştir. Bunları görmek durumundayız ama başımızda büyük baskı olduğu noktada biz bunları konuşamadık ve tartışamadık bile. Geldiğimiz noktada şimdi ne olacak. İsrail’de erken seçim yapıldı sonuç yok, İspanya’da iki seçim üst üste yapıldı üçüncüye gidiliyor sonuç yok. Katalan ya bağımsız mı olacak bölünecek mi bölgeler.
Önümüzdeki dönemde ulus devletler devam mı edecek yoksa eyaletler oluşumuyla parçalanma mı gündeme gelecek. Bu süreç içerisinde biz hukuka çıkardığımız anayasa değişikliğini dikkate alalım, benim gördüğüm siyasal konjonktür açısından konuyu açıkladım. Bu anayasa değişikliğini gündeme getirenler, dünya koşulları değiştiği içindir ki yavaş yavaş bundan vaz geçme noktasına geliyorlar. Çünkü ciddi boyutta bir ucubeyle Karşı karşıyayız, hem anayasa değişti, hem değişmedi. Değişti çünkü yeni maddeler anayasaya girdi; değişmedi çünkü devletin yapısı devam ediyor. Bir tarafta Çankaya’da eski devlet var, öbür tarafta Beştepe’de yeni bir devlet yapılanmasıyla karşı karşıyayız.
Bunlarla birbirimizle kavga ederek gidersek, bu intikam alma noktasına doğru dünyaya ülkeyi götürür ki, biz bunu yaşadık, son dönem bir yıl önce başlayan süreçte bir intikam alma sürecinde yaşandı; biz ikinci bir intikam sürecine biz girersek, bu Türkiye’yi kaosa sürükler. İç savaş beklentilerini ortaya koyar. Şimdi burada hem iç savaş beklentilerini devre dışı bırakmak, hem yenidünya düzeninin yitirmiş olur düzensizlik diye. Koşullara uyum sağlamak gerekiyor.
Bu noktada birbirimizle, özellikle şu an sahip olduğumuz yapıyı koruyarak olabildiğince toplumun bütün kesimlerinin bir diyalog içerisine girmesi gerekiyor. Ancak o şekilde demokrasiyi toplumsal tabana götürebiliriz. Aksi takdirde “biz” ve “onlar” devam eder ki biz “biz” ve “onlar” çekişmesinin Türkiye’yi gündeme getirdiği bir noktada son dönemleri yaşadık, o zaman bunlardan yaralanmak durumundayız.


Anayasa değişikliği sorunları 2
“Şimdi bu durumdan nasıl kurtuluruz?  Böylesine bir durum dış konjonktür nedeniyle Türkiye’ye yansımıştır. Hem uluslar arası küreselleşme uyum noktasında sermayenin tek adam rejimi istemesidir. Bakın tek adam rejimini eleştiriyoruz ama hiç sermayeden hiç söz etmiyoruz. İlgilenen için söylüyorum benim bu konuda yazılmış bir kitabım var Ka-pi-tok-ra-si. Biz “demokrasi yaşıyoruz” diye geçiniyoruz ama sermaye yönetiyor. Halk egemenliği yok bunu görün. Sermayenin yönettiği dünyada da işte kaos nasıl oluyor, Amerika’da görüyoruz, İngiltere’de görüyoruz, düz Avrupa’da görüyoruz.
Şimdi Türkiye’de şartlar değişti, eskinin kalıplarıyla bunu anlamak mümkün değil. O zaman kendi kimliğimizi kaybetmeden mevcut yapımızı koruyarak, kazanılmış haklarımızı koruyarak, sahip olduğumuz kurucu iradeden gelen devlet yapımızı koruyarak yola devam etmenin yolunu aramak durumundayız.
İşte bu noktada yeni bir konsensüs nasıl meydana getirilebilir. Bunu bulabilirsek demokratik süreç içerisinde bu değişimi tamamlayabiliriz. Getiremezsek savaş konjektörünü bizi iç savaşa sürüklemek isteyenler bizi bölge savaşına sürükleyerek yok etmek isteyen senaryoları ile karşı karşıya kalırız ki, dikkatli bakın tarihini göreceksiniz, her gün bunların yansımalarını açıkça görüyoruz.
Geldiğimiz noktada bir anaysa sorunu ile karşı karşıyayız, bakın eski anayasa hem devam ediyor, hem devam etmiyor, yeni anayasa hem geçerli hem değil. O zaman Türkiye çok ciddi oranda bir anayasa sorunu ile karşı karşıyadır. Ya bu anansal süreç devam edecek başlamış olan değişim tamamlanacak, ya bütünüyle bundan vazgeçilecek geri dönülecek miniline edilecek, ya da ne eski ne yeni bir yana bırakılacak bir üçüncü ana yol olarak bir anayasa uzlaşma zemini aranacak.
Buna tabi karşılıklı taraflar kolay kolay kabul edeceğini görmek mümkün değil; bir kere TC nin kuruluşundan gelen, köklerinden gelen, bu günkü devlet modelinin devam etmesi devletlerarası rekabet düzeyi açısından zorunludur. Siz hiçbir devletin kendisi olmaktan vaz geçtiğini gördünüz mü? Evet, Yugoslavya dağıldı, ama emperyalizm dağıttı, evet birtakım devletlerde bir dağılma senaryosu yaşanıyor, evet dış müdahaleler var. Şimdi burada Türkiye’nin geleceği açısından ki Türkiye bir rejim olarak da burada çok önemli bir dönemeci tamamlamıştır o da muhalif güçlere iktidar olma şansı vermiştir. Tekrar ediyorum, muhalif güçlerin kolay kolay bir ülkede iktidar olması uzun süre o ülkeyi yönetmesi de gerçekten kolay kolay herhangi bir dünya ülkesinde görülen bir şey değildir. Bu Türkiye’de yaşanmıştır ve bir siyasal olgunluk olarak belirli bir noktaya gelmiştir, 20 yıl önce seçimle gelenler 20 yıl sonrasında seçimle gitmesini göreceklerdir. Demokrasi devam edecektir, eğer demokrasi içerisinde biz çözümü sağlayacaksak bir iç kargaşaya yönelmeden bir uzlaşma arayışı içerinde bizim mutlaka bu anayasa sorununu çözmemiz gerekiyor. Böylesine bir anayasa ile Türkiye hiçbir yere gidemez. Anayasanın mutlaka yeniden ele alınması gerekiyor. Ya bu partiler arasında oluşturacak bir ortak kurulla bir konsensüs (uzlaşma) ortak rıza sağlandıktan sonra olacaktır. Ya da uluslararası konjonktürün bu bölgeye yansıdığı noktada güç merkezi neresi ise o belirleyecek. Bakın Amerika Almanya’dan vazgeçmedi, hala Almanya Amerikan ordusunun etkisi baskısı altında. Japon anayasasını Amerika yazdı, şimdi yeni ülkeleri anayasa yazıyor, Suriye anayasası hazırlanıyor, Amerika’yla beraber Rusya ortak hareket ediyorlar. Şimdi bunları görerek hareket edeceğiz, biz dünyanın kıyısında köşesinde bu olayların dışında kalmış bir ülke değiliz, tam ortasındayız. Çekişmede çatışmada tam ortasındayız daha da ileri gidip Ankara İstanbul kavgasının içindeyiz. Ankara’yla mı devam edeceğiz, devlet Ankara’da mı kalacak yoksa işte İngiltere İstanbul’a taşınmaya başladı. Yoksa Batı Kapitalizmi gelip İstanbul üzerinden yeni bir imparatorluk macerasına mı girecek; işte yeni bir imparatorluk arayanlar sermayenin dayatması peşinde koşanlar kesinlikle demokrasi istemiyorlar. Demokrasi istemiyorlar, halk kitleleriyle iktidarı paylaşmak istemiyorlar. Demokrasiymiş gibi göstererek egemen güçlerle ortak hareket ediyorlar. İşte bizim gibi ülkeleri bir siyasal çıkmazla karşı karşıya getiriyor. Evet, tek adam rejimine tekrar karşı çıkmak doğrudur, ama bunun arkasındaki nedenleri de konuşmak gerekir. Arkasında tek adam rejimini kim istiyor, normal halk kitleleri mi istiyor, yoksa sermaye mi? Egemen güçler mi, emperyalizm mi güçler mi? Bu kavramları eğer kullanırsak gerçekleri ortaya çıkarabiliriz. O zaman bütünüyle toplum bu işin içinde olur, o zaman alt kimlikler çatışması geride kalır, o zaman ulus olarak bu geldiğimiz noktada uluslaşmak sürecini tamamlarız. TC nin yoluna devam etmesi için ikinci bir uluslaşma programına ihtiyaç var bu gün. Alt kimliklerin öne çıkarılmasıyla ulusal yapılar sarsıldı ve bu ulusal yapının sarsılması nedeni ile ulus devletimizi koruyamaz hale geldik. O zaman bütün bunları değerlendirerek hareket edeceğiz. Önümüzdeki günler çok hareketli hızlı gelişmelerle gündeme gelecek. Bölgemizde ve dünyada çok hızlı gelişmeler olacak. Bunları teker teker bu bölgeye yansımalarını yaşayacağız. O zaman iç kavgayla çatışmayla değil, ama bölgemize ve dünyaya karşı bütünleşmemiz günlere getireceğiz ve bu çerçevede kurucu iradeden kazanmış olduğumuz bu günkü kimliğimizi temel gücü iradenin ortaya koyduğu kuralları ve ilkeleri sahip çıkarak bir bütünsellik içerisinde ülkemizi ve devletimizi koruyarak yolumuza devam edeceğiz”.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
Sonnotlar:
(1) Anıl Çeçen Kimdir?   Prof. Dr. Anıl Çeçen, 1948 yılında Ankara'da doğdu. Ankara Koleji'ni ve AÜ Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1971'de avukatlık stajını tamamlayarak Türkiye ve Ortadoğu Enstitüsü'ne asistan oldu. 12 Mart dönemi İdari Reform Komisyonu'nda Merkezi İdare sekreterliği yaptı. Üniversite öğrenciliği yıllarından başlayarak Ulus, Barış ve Halkçı gazetelerinde araştırmacı ve köşe yazarı olarak çalıştı. 1970-1978 arasında arkadaşlarıyla birlikte aylık Adım Dergisi'ni yayımladı. 1972'de AÜ Hukuk Fakültesi'ne asistan oldu. 1974-1978 arasında Halkevleri Dergisi'nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 1972-1978 arasında Halkevleri Atatürk Enstitüsü Genel Sekreterliğini, 1975-1977 yıllarında Halkevleri 2. Başkanlığını, 1974-1978 arasında UNESCO Eğitim komitesi sekreterliğini, 1976-1986 yılları arasında Sanat Kurumu Başkanlığını yürüttü. 1984 yılından başlayarak serbest avukat ve yazar olarak çalışan Çeçen, 1990'da Danıştay kararıyla üniversiteye döndü. Halen AÜ Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku öğretim üyesidir. Bilim ve düşünce dergilerinde otuzdan fazlabilimsel araştırması yayımlanan Çeçen'in başlıca yapıtları şunlardır: Sendikalizm, Ankara, 1970; Türkiye'de Sendikacılık, Özgür İnsan, Ankara, 1973; Adalet Kavramı, May Yayınları, İstanbul, 1981; Sosyal Demokrasi, Devinim Yayınları, Ankara, 1984; Kültür ve Politika, Hil Yayınları, İstanbul, 1984; Türk Devletleri, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1986; Tarihte Türk Devletleri, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986; İnsan Hakları, Selvi Yayınları, Ankara, 1990; Halkevleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget