En ileri demokrasilerde de sanatçı yöneteni eleştirir, meydan okur. Demokrasinin yerleşmediği ülkelerde ise iktidarı yeren, eleştiren sanatçılara bedel ödetilir.
Osmanlı’dan günümüze sanatçılar ile iktidarların mücadelesi nice başların kesilmesine, nicesinin sürgünde can vermesine, nicesinin de mahpus damlarında çürümesine yol açsa da “zulüm abad olunmaz” sözü her seferinde doğru çıktı ve bir zaman sonra baskıcı yönetimlerin saltanı yerle yeksan olurken zulmettiği sanatçıların ismi günümüze kadar yaşadı. Halkın sustuğu baskı dönemlerinde susmayan, boyun eğmeyen ve eleştirisini gah şiirle, gah oyunla gah yazıyla dile getiren sanatçılar isimlerini tarihin altın sayfalarına yazdırırken, onlara bedel ödeten devrin iktidarlarının ismi ise tarihin çöplüğünde yerini aldı. Figani’den, Taşlıcalı Yahya’ya, Nefi’den Eşref’e, Neyzen Tevfik’ten, Aziz Nesin’e, Ratip Tahir Budak’tan Turhan Selçuk’a, İlhan Selçuk’tan Mahzuni’ye bu topraklarda devrin iktidarına posta koymuş,, çarpıklıkları dile getirmiş sanatçılardan birkaç ciltlik ansiklopedi yazılır.
Muhalif sanatçı her dönemde hedefteydi
Sanatçının iktidarla, iktidarın da sanatçılarla mücadelesi, sanat tarihi kadar eskidir. Dünyanın bütün diyarlarında, yok olup gitmiş medeniyetlerde de, günümüzde de bu durum değişmemiştir. En ileri demokrasilerde de sanatçı yöneteni eleştirir, meydan okur, demokrasinin yerleşmediği ülkelerde de... Değişen tek şey; demokratik hukuk devletlerinde sanatçı iktidara meydan okusa da yönetici erk, sanatçının eleştirilerini düşünce özgürlüğüne yorar ve onunla hesaplaşmak yerine hoş görür, ders çıkarır ve sineye çeker. Demokrasinin yerleşmediği ülkelerde ise hukuk devletinden söz edilemeyeceği için iktidarı yeren, eleştiren sanatçılara bedel ödetilir.
Bizim tarihimizde baktığımızda devrin iktidarının gazabına uğramış, mahpus yatmış, kelle vermiş, sürgün yaşamış sanatçıların listesini tutsak değil bu sayfaya, gazetenin tüm sayfalarını da ayırsak yetmez. İşin garibi; sanatçıların eziyet görmesi, bedel ödemesi sadece padişahlık ya da darbeler ve sıkıyönetimler dönemleri değil, seçilmişlerin iktidarda olduğu dönemlerde de olmasıdır. Bu durum da, demokrasinin sadece sandıkla iktidarın belirlenmesi anlamına gelmediğini gösteriyor.
Son dönemlerde yine sanat ve iktidar ilişkilerini çokça konuşur olduk. O nedenle geçmişten, yani Osmanlı’dan günümüze devrin iktidarına, bürokratına ve din adamlarına karşı muhalefet eden sanatçıları ve başlarına gelenleri anımsatmak istedik.
Pargalı’ya sataşan Figani canından oldu
Kanuni döneminde yaşayan Figani, devrin kudretli Sadrazamı İbrahim Paşa, nam-ı diğer Pargalı İbrahim’in Budin Sefer7inden dönüşte yanında getirdiği Herkül, Apollon ve Dyana heykellerini Sultanahmet’teki sarayının bahçesine dikip sergilemesi üzerine şu beyti yazdı:
Dü İbrahim amed be-dar-ı cihan
Yeki büt şiken şud yeki büt nişan
(Dünyaya iki İbrahim geldi.
Biri peygamberdi ve putları devirdi.
Diğeri ise bizim İbrahim Paşa oldu,
ama o da aksine gelip yine put dikti.)
Heykelleri put gören İstanbul ahalisi, İbrahim Paşa hakkında dedikodu kazanını fokurdatırken Figani’n bu beyti de tuz biber oldu. Artık çarşıda pazarda dilden dile aktarılan Figani’nin dizeleri İbrahim Paşa’nın kulağına kadar gitti. Firdevsi’den esinlenerek yazdığı bu beyit Figani’nin canına mal oldu. Pargalı İbrahim Figani’yi idam ettirdi.
Mantıki Öküz Paşa’ya tosladı
VI. döneminde yaşayan Mantıki, kadılıkla şairliği bir arada yürütüyordu. Şiirlerinde dönemin din cahil din adamları ile vezirlerini yazdığı hicivlerle yerden yere vuruyordu. Şam’da görevli iken Şam Valisi Mantıki’yi zehirletmek istedi. Mantıki, Halep’e kaçtı. Halep’e kaçış nedenini İstanbul’a şu dörtlükle iletti:
Şam’da bilmediler kıymetimi
İltica ettim Halebüşba’ya
Harlerin çifte-i iz’acından
İltica ettim Öküz paşaya
Ancak Mantıki, baltayı taşa vurmuştu. Halep’te Öküz lakabı ile meşhur Mehmet Paşa vali idi. Öküz Mehmet Paşa, Mantıki’yi padişah IV. Murat’a şikayet etti ve Mantıki idam edildi.
Şair Eşref
Abdülhamit’in istibdat döneminde yaşamış, mutasarrıflık görevlerinde bulunmuş Eşref Paşa’dan padişah da nasibini almış, sadrazam da, İzmir Valisi Kamil Paşa da...
Şair Eşref sık sık Abdülhamit’i ve zamanın diğer devlet görevlilerini hiç çekinmeden eleştirebilmiş bir şairdir aşağıdaki dizelerde Padişahı ve Mabeyncisi Arap İzzet Paşa’yıda şu şekilde hicvetmiş;
Besmele gûseyleyen şeytan gibi
Korkuyorsun höt dese bir ecnebi
Padişahım öyle alçaksın kî
Izzet-i nefsin Arap izzet gibi.
Abdülhamit’in hasta düştüğünü işittiğinde de şiirle oklarını ta kaçtığı Mısır’dan savurmuş padişaha:
Toprak altında da olsan bulurum
Erişir burnuna birkaç tekmem.
Can verip kurtulurum zannetme
Şeytan elini çekse de ben elimi çekmem!
Tevfik Fikret ve Neyzen
Ziya Paşa gibi Tevfik Fikret de devrindeki yolsuzluğa, soyguna, talana verip veriştirmiş. Fikret’in “Han-ı yağma” şiirinin tamamını olmasa bile nakarat bölümünü bilmeyen yoktur herhalde.
Han-ı Yağma
Bu sofracık, efendiler
Ki iltikaama muntazır,
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtaz
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Fikret gibi Neyzen Tevfik de, hırsızların, yolsuzların ve talana göz yumana mebusların hedefinde olmuştur:
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us dediler!..
Nefi’nin çektiği dil belası
Hepimizin bildiği “Tut-i mucize guyem/ ne desem laf değil” dizelerinin yazarı Nefi, 17. yüzyılda yaşamış ve üç padişah görmüş bir Divan Şairidir. IV. Murat’ın iltifatlarına mazhar olan Nefi, yazdığı hicivlerle padişahın vezirlerini, paşaları kızdırmasına rağmen padişahın himayesi nedeniyle adeta dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. Ancak Naime tarihinde anlatılanlara göre, Nefi’nin yazdığı Siham-ı Kaza adlı hiciv şiirlerinden oluşan eserlerini limonlukta okurken yakınındaki köşke yıldırım düşer ve ortalığı tarumar eder. Elinden Nefi’nin eserini fırlatan padişah Nefi’ye hiciv yazma yasağı koyar. Ama huylu huyundan vazgeçmez. Nefi, hicivleri ile paşaları, vezirleri kızdırmaya devam eder. Fuat Köprülü’ye göre ise Nefi, sadrazamı değil direkt padişahı hedef almıştır şiirlerinde. En son Bayram Paşa’yı kızdırır ve boğdurularak cesedi denize atılır.
Nefi’nin orijinali hayli ağdalı bir dille yazılmış olan “sözümdür” şiiri, baskıcı iktidarlara karşı söylenmiş şiirlerin hasıdır Osmanlı’da.
En derin uykulardan kaldırandır sözüm,
Güne el koyanları, yıldırandır sözüm.
Zamanı zemini daralmış olanlara,
Gönüllerince zemindir; zamandır sözüm.
zalim beni bir işaretle kahretse de,
onun ordusuna karşı koyandır sözüm.
cihan saltanatları zamanla sönerken,
yandıkça daha da parıldayandır sözüm.
güç verir, bilinç üretir, sevinç bağışlar,
yüzü gülmemişlere armağandır sözüm.
ey mutsuzluk gecesinde bunalanlar,
size müjde yıldızları saçandır sözüm...
dünya bir benimdir diyenlere derim ki,
bu sofrayı herkeslere açandır sözüm.
varsın günün sultanları değer vermesin,
En derin uykulardan kaldırandır sözüm,
Güne el koyanları, yıldırandır sözüm.
Zamanı zemini daralmış olanlara,
Gönüllerince zemindir; zamandır sözüm.
zalim beni bir işaretle kahretse de,
onun ordusuna karşı koyandır sözüm.
cihan saltanatları zamanla sönerken,
yandıkça daha da parıldayandır sözüm.
güç verir, bilinç üretir, sevinç bağışlar,
yüzü gülmemişlere armağandır sözüm.
ey mutsuzluk gecesinde bunalanlar,
size müjde yıldızları saçandır sözüm...
dünya bir benimdir diyenlere derim ki,
bu sofrayı herkeslere açandır sözüm.
Marko Paşa ve Dolmuş
Markopaşa, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz’un yazarlığını yaptığı 1946 yılında yayımına başlanan Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı mizah dergisiydi. Sabahattin Ali başyazarlığını yaptığı dergi devrin ana muhalefet partisi etkisine sahip bir yayın organıydı. Davalar ve toplatma kararları arka arkaya geldiğinden derginin künyesinde Markopaşa “Toplatılmadığı zamanlar çıkar” veya “Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar.” gibi ibareler konuldu. Kimi zaman yazarlar dergiyi elden dağıtmaya çalışmışlar, buna karşın çok sayıda satmayı başarabilmişlerdir ki derginin tirajı 60-70 binlere dek ulaşmıştır. O dönemlerde en çok satan gazetelerin tirajları bile 50 bini geçmemekteydi.
Markopaşa kapatılınca sırasıyla; Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler adları altında yeniden çıkarıldı.
DP iktidarını sinir eden yayın organı
Markopaşa’dan sonra İlhan ve Turhan Selçuk’un çıkardığı Kırkbirbuçuk ve Dolmuş dergileri aynı işlevi gördü. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Hasan İzzettin Dinamo, İlhan Selçuk, Çetin Altan gibi yazarların yanında, Turhan Selçuk, Ali Ulvi, Oğuz Aral, Nehar Tüblek, Semih Balcıoğlu, Mim Uykusuz, Mıstık ve Suat Yalaz gibi çizer kadrosunun yer aldığı Dolmuş Dergisi DP iktidarını en sinir eden yayın organı olmayı başardı. Mizah dergisi olarak döneminin en yüksek tirajını yakalan Dolmuş Dergisi toplatma kararları ve açılan davalarla baş edemedi ve iki yıl sonra kapandı.
DP döneminde ilk tutuklanan karikatürist Ratip Tahir Burak oldu. Ulus gazetesinde çizen Burak’ın dışında DP’ye muhalefet eden Ulus yazarlarından neredeyse tutuklanmayan kalmadı. DP iktidarı basın yayın üzerinde en büyük baskıların yaşandığı dönem oldu. Darbe dönemlerinde bile bu kadar çok sanatçı ve yazar mahpus damlarını ziyaret etmedi.
1960 ihtilalinden AP’nin tek başına iktidar olmasına kadar geçen sürede görece bir rahatlık olsa da 1960’ların sonlarında DP dönemine geri dönüldü. 12 Mart’la birlikte muhalif sanatçılar ve yazarlardan yargılanmayan, tutuklanmayan neredeyse kalmadı.
12 Eylül dönemi malum. 12 Martı bile arattı. Özal döneminde ise mahpusluk yerine tazminat davaları basın yayın organları sindirilmeye çalışılsa da tiyatroda, sinemada ve basında devrin iktidarı kıyasıya eleştirilebiliyordu.
Miyase İlknur/Cumhuriyet
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/1185619/iktidara_meydan__okuyan_sanatcilar.html
Yorum Gönder