Neşet Ertaş
Dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur.
Dövebildiğin kadar değiI sevebiIdiğin kadar kazanırsın
”Ateş karşısında bozulmayan altın, altın karşısında bozulmayan kadın, kadın karşısında bozulmayan erkek; kalitelidir.”
Kadınlar yaklaşık yüzde 70’i şiddete maruz kalıyor bunu görmemezlikten gelme şiddete hayır de.
Ulusal Eğitim Derneği’nin her cumartesi günleri düzenlemiş olduğu kültür ve eğitim konferanslardan bir başkası 8.12.18 günü dernek salonunda yapıldı. “Kadına yönelik şiddet ve çözüm önerileri, erkek şiddeti nasıl önlenir” konu başlığını taşıyan etkinlikte Av. M. Neslihan Özfidan(1)konuşmacı olarak katıldı. Bu konuşmaları dernek üyeleri konuk akademisyenler dinleyici olarak katıldılar. Gerek konuşmalar sırasında, gerekse etkinliğin sonunda izleyenler de soruları ve katkıları ile söyleşiye katıldılar.
Bir hafta önceki etkinlikte, bu günkü konu başlığını aynı sunucu Ayhan Sarıkaya duyururken, “izleyici arkadaşlar eşleriyle gelsinler, burada kadına yönelik şiddet uygulamalı olarak anlatılacak” demesi ile salonda gülüşmelere neden olmuştu.
“kadına yönelik şiddet ve çözüm önerileri, erkek şiddeti nasıl önlenir” konusunda sunumunu anlatırken şunları söyledi:
Av. M. Neslihan Özfidan,
“5 Aralık Dünya Kadınlar günü nedeniyle bu etkinliği yapalım, diye düşündük. Fakat kadın haklarının konuşulmasından daha önemli, daha acil bir problem olarak kadına yönelik şiddet ön plana çıktı ve bunu söyleşi konusu yapalım, diye değerlendirdik.
Kadına yönelik şiddet dediğimiz zaman sanki kadın bir şey yapmış da kendisine bir şiddet uygulanmasına sebebiyet vermiş gibi bir söylem çıkıyor” denildi. Dolayısıyla erkek şiddeti deyimi kullanıyoruz artık” denildi. Dolayısıyla “erkek şiddetini nasıl önleriz” diye bu günkü söylenin başlığını değiştirerek işe başlayalım. 5 Aralık’ında hakkını yememek için biraz kadın haklarıyla ilgili tarihsel süreci de gözden geçirelim istiyorum. Bu süreci görerek erkek şiddeti konusuna gelirsek, bize daha farklı bakış açıları da açabilir. Bunun için 1789 Fransız İhtilalına gitmek istiyorum. Fransız ihtilalının hemen ardından insan ve yurttaş hakları bildirgesi yayınlanıyor.
1789 Fransız İhtilali’nin ardından Fransız Meclisi, “İnsan ve Yurttaşlar Bildirgesi”ni yayılmadı. Bildirgede geçen “homme”, yalnızca erkek bireyleri kastediyordu, bu nedenle Olympe de Gouges “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”ni hazırladı. “Dünya Kadın Hakları Günü” olarak kutlanan 5 Aralık, temelinde Olympe de Gouges’un 1791 deki “KADIN Hakları Bildirgesi’nden alır. Muhtemelen bu tarihsel gerçeği bilen Mustafa Kemal Atatürk, Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkının verildiği tarih olarak özellikle 5 Aralık’ı seçti, diye düşünüyorum.
Fransız İhtilalından 2 yıl sonra yayımlanan “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin içeriğinde kadınların sosyal, hukuki ve politik alanda erkeklerle eşit haklara sahip olmasının gereklilikleri anlatılıyordu.
17 Maddelik Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi”nin göze çarpan maddeleri şöyle idi:
1-Kadın özgür doğar ve erkeklerle haklar bakımından eşittir.
2-Her siyasi oluşumun amacı, kadın ve erkeğin, doğal ve daimi haklarını korumaktır. Bu haklar, özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve özellikle baskıya karşı koymaktır.
3-Her bir devlet gücünün esası, kadın ve erkeklerin birliğine ve onların ulustaki varlıklarına dayanmaktadır.
4- Özgürlük ve adalet ve adalet, erkeğin daimi zulmüne karşı çıkma haklarını uygulamanın sınırı olmamalıdır. Sınırlar, doğa ve akıl çerçevesinde düzenlenmelidir.
5- Doğa ve akıl yasaları, toplum için zararlı olabilecek tüm davranışları yasaklar. Doğa ve akıl yasalarının izin verdiği ve ilahi yasaların yasaklamadığı hiçbir şey engellemez.
6- Yasa, genel iradenin ifadesi olmalıdır. Bütün kadı ve erkek vatandaşlar şahsen veya bir vekil aracılığıyla, yasanın oluşumuna katkıda bulunmalıdır. Bütün kadın ve erkek vatandaşlar yasanın önünde eşit olup, bütün rütbe, pozisyon ve resmi dairelere eşit ölçüde kabul edilmelidir.
7-Hiçbir kadın bu yasaların dışında bırakılmayacaktır. Kadın belirli durumlarda yasalar önünde suçlanacak, tutuklanacak ve hapsedilecektir. Kadınlar da erkekler gibi, hükmü kesin olan bu yasalarla bağlı olacaktır.
10- Kadın daracına çıkabileceği gibi, konuşmacı kürsüsüne çıkma hakkına da sahiptir.
13-Devletin giderleri ve idari giderler için kadın ve erkeklerin katkısı eşittir. Kadınlar bütün yükümlülük ve yorucu işlerde katkıda bulunurlar, bu nedenle görev, iş, talep, onur ve zanaatta de paylaşıma katılırlar.
16- Hakların garantisinin olmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği ve toplumun anaysa sı yoktur. Ulusu oluşturan bireylerin çoğunluğu yasanın biçimlendirilmesinde katkıda bulunmadıysa, o yasa yoktur ve geçersizdir.
17-Birlikte veya ayrı olarak mülkiyet, her iki cinsin hakkıdır.
1791 tarihli Bildirge’nin ardından, Osmanlı Devleti döneminde, “1839 yılında başlayan Tanzimat’la birlikte gelişen özgürleşme ve eğitim talepleriyle, Osmanlı toplum hayatındaki rollerini kaybeden Türk kadını da değişmeye başlamış, Tanzimat Dönemi yazarlarının da, bu taleplerin artması ve ses getirmesinde önemli payı olmuştur. Özellikle 1800 lerin sonlarına doğru önemli bir çıkış olarak “Hanımlara Mahsus Gazete” çıkarılmıştır. Kadın yazarların önemli katkıları olarak çıkan bu gazeteye ek olarak, birçok entelektüel erkek de, kadın özgürleşmesinin gereği üzerinde durmuşlardır. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Namık Kemal önemli isimlerdir. Kadınlara yönelik yazı ve dergiler de bu dönemde sayıca artmış, okur kitlesi genişlemiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün Türk toplumunu yüceltme çabaları doğrultusunda, gelenekçi tutumu ortadan kaldırarak yenileşme arayışı içinde, çağın gereğine uygun kurumları, örgütleri yerleştirmek çabasıyla yaptığı devrimler, yeni neslin bu çizgide yetişmesi amacını taşıyordu. Nitekim Atatürk yeni neslin yetişmesi ve eğitiminde birincil rol oynayan Türk toplumunun temeli kabul ettiği aileye ve ailenin de direği olarak gördüğü Türk kadınına çok büyük önem vermiştir. Bu hedef için öncelikle, 1924 yılında yürürlüğe konulan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim merkezileşmiş, kız çocuklarına da ilkokul, ortaokul ve yüksekokul öğreniminin kapıları açılmıştır. Bunun anlamı, cinsiyet ayırımı gözetilmeden eğitimde eşitlik olanağının yaratılmasıdır.
Türkiye’deki kadınlar siyasi haklar bakımından, milletvekili olabilmek için ilk adım 1923 te atmışlardı. Bu adım, kadınların 1923 yılında Nezihe Muhiddin önderliğinde ilk kadın partisi olan “Kadınlar Halk Fırkası’nı kurma isteğiydi. Fakat 1909 Seçim Kanunu sebebiyle bu parti kurma girişimi, Kadınlar Halk Fırkası’nın, “Türk Kadınlar Birliği” adlı derneğe dönüşmesi ile sonuçlanmıştır.
1924 Anayasası hazırlanırken kadınların milletvekili seçme seçilme hakkına sahip olması gündeme gelmiş, ancak TBMM Genel Kurulunda bu hakların yalnızca erkeklere tanınması fikri ağır basmıştır. 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce belediye seçimlerine katılma, sonra 1933 yılında köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934 de Anayasa ve Seçim Kanun’da yapılan yasa değişikliği ile tanınmıştır.
Kadına Yönelik Şiddet “Erkek Şiddeti” olarak görelim.
1934 ten bu yana 84 yıl geçmesinin ardından, bu günkü söyleşi konumuzu kadının mağduru olduğu erkek şiddeti nedeniyle, ne yazık ki “Kadına Yönelik Şiddet ve Çözüm Önerileri” olarak tespit etmek zorunda kaldık. Burada öncelikle “Kadına Yönelik Şiddet” deyimini, “Erkek Şiddeti” olarak düzeltelim ve söyleşimizin konusunu “Erkek Şiddetini Nasıl Önleriz?” olarak değiştirerek konumuza girelim.
“Atatürk gibi düşünmek” Norveç Atasözü
Bir Norveç Atasözü var biliyorsunuz: “Atatürk gibi düşünmek”! Bizler bu atasözüne ihtiyaç duymadan, zira en zor zamanda, her konuda olduğu gibi, “ATATÜRK nasıl yapmıştı?” diye düşünerek çözüm önerilerimizi sıralamaya başlayalım.
1-Az önce değindik, Kurtuluş savaşı sonunda TARUMAR OLAN ÜLKEMİZDE, Atatürk işe ilk olarak kız çocuklarının eğitimiyle başlamıştır. O zaman biz de ilk çözüm önerimiz olarak, bu ülkenin her bir metrekaresinde yaşayan kız çocuklarının tamamının okula gidebilmesi için neler yaparız, bu sorunun yanıtını arayalım.
2-Okullarımızda toplumsal cinsiyet eşitliğini nasıl öğretebiliz? Zira bunu öğretebilirsek, gerek okula gerekse ileride iş hayatında, toplumda ve tabii ki ailede kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğunu, uygulamada hayata geçirebiliriz. Her yaşta ve toplumun her kesiminde kız ve erkek çocuklarının, gençlerinin, kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu nasıl öğretebiliz? Belli ki şu ana kadar bunun öğretilmesi ve toplumun tüm kesimlerinde yerleştirilmesinde ciddi eksiklikler ve sorunlar yaşanmış ve öğretememişiz, öğrenememişiz.
Burada Talip Apaydın’ın “Köy Enstitüsü Yılları” kitabından size kısa bir alıntı okumak isterim. Kitabın 87. Sayfasında şöyle diyor:
“…İçlerinde Afyon’lu bir kız vardı, kırmızı yanaklı, güzel gözlü. Bir bakışta âşık olmuştum sanki. O gün akşama kadar, kendi kendime bir tuhaf sallantı içinde dolaştım. İlk olarak aramızda kızları görmenin sarhoşluğunu yaşıyorduk. Bir olağanüstüydü her şey. Meğer geçici olurmuş bu. O yıl kızların bulunduğu sınıflar da Hamidiye’ye getirildi. Yatakhane yüznumara hariç, her yerde onlarla beraberdik. Bir iki ay içinde dolaştı. Alışıktık. Öbür arkadaşlarımız gibi gelmeye başladılar. Hatta onların yanında daha dikkatli, daha uslu idik. Kötü konuşamıyorduk, kaba davranamıyorduk. İster istemez kendimizi topluyor, kibarlaşıyor, saygılı davranıyorduk. Bu konuda geliştirici, yüceltici sık sık konuşmalar dinliyorduk. Şu kadarını iyi anımsıyorum, kızlarla birlikte olduğumuz zamanlar, çalışırken, yemekte, teneffüslerde, her yerde daha bir özenli, daha bir iyi olmak zorunda kalıyorduk. Kendi kendimize çeki düzen veriyorduk. İki cinsin birbirini eğittiği, düzelttiği gerçeğini ben kendi üstümde deneyip anlamışımdır. …”
Bu alıntıda da görüldüğü üzere, sağlıklı bir şekilde karşı cinsi tanıma eğitiminin betimlendiği böyle bir ortam, yani Köy Enstitüleri ne kadar hazindir ki, diğer asılsız ithamların yanı sıra en çok da bu konu çarpıtılarak üretilen iftiralarla kapatılmıştır. Bu konuya değinme nedenim; karma eğitimin ortadan kaldırılmasını hedefleyen her türlü girişimin, yasal değişikliğin; insanların cinsiyetlerinin doğallığından uzaklaşıp cinsiyet üzerinden sapkınlıklar geliştirmelerine neden olmasıdır. Örneğin, küçük yaştan başlayarak kız çocuklarının başlarını ve diğer yerlerini, doğal giyinme ihtiyacını istismar ederek örtmeye çalışmak, onları küçük yaşta cinsel obje haline getiriyor. Cinsel objeye de cinsel bakış açısıyla yaklaşılıyor ne yazık ki. Dolayısıyla yürürlükteki yasal mevzuatımız gereğince milli eğitimimizin temel ilkeleri olan Karma Eğitim, Genellik ve Eşitlik, Atatürk ilke ve Devrimlerine bağlılık, laiklik ve bilimsellik ilkelerine yönelik her türlü girişime karşı yasal zeminde her türlü hukuki mücadelenin sürdürülmesi ve takipçisi olunması gerekmektedir. Bu, bir veli iseniz çocuğunuzun okulunda, veli değilseniz sivil toplum kuruluşlarının bu konudaki girişimlerine müdahil olmak şeklinde gerçekleşebilir.
3- Töre ve dinin istismar edilmesiyle, henüz kendi ayakları üzerinde duramayan, bir meslek edinmemiş kız ve erkek çocuklarının erken evlendirilmesi gerektiği düşüncesiyle nasıl mücadele edebiliriz.
Kadınların ekonomik bağımsız olmamaları erkek şiddetini artırıyor.
4-Kadınların ekonomik bağımsızlığa sahip olmamaları da, erkek şiddetini tetikleyen diğer bir konu. Kadının ekonomik açıdan erkeğe, eşine muhtaç olduğu düşüncesi erkeğe, kadına şiddet uygulayabileceğini düşündürüyor. Kadınlara meslek edindirmek, girişimciliklerini desteklemek için bizler ne yapabiliriz? Kadınların örgütsüzlüğü de ayrı bir sorun, onlara kooperatifçiliği öğretebilir miyiz mesela. İstihdam garantili “Kadın Beceri Kursları”nı nasıl yaygınlaştırabiliriz?
5- (Bayburt-Gümüşhane Bölge Barosu, Kars-Ardahan Bölge Barosu) Türkiye genelinde 79 ilde bulunan Baroların her birinde “Kadın Hakları Merkezi” kurulmasını, kadının gerek şiddete uğradığından gerekse ekonomik özgürlüğünü elde etmek için gerekli olabilecek hukuki destekte, 79 il Barosu’nun ve ilgili olabilecek diğer meslek örgütlerinin, meslek odalarının desteğini sağlayabilir miyiz? Zira hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunarak, korumak ve bu kavramları geniş toplum kesimlerine yaygınlaştırmak, işlerlik kazandırmak Barolara ve Türkiye Barolar Birliği’ne Avukatlık Kanunu ile verilmiş yasal görevlerdir. Kadın hakları merkezi bulunmayan Barolardan, o yerde bulunan kadın örgütleri aracılığıyla, kurulmasını yazılı olarak talep edebilir miyiz?
6-Tüm illerdeki kadın örgütlerini, meslek kuruluşlarını, kadınların, yardıma ihtiyaçları olduğunda diledikleri zaman kapılarını çalabileceği yerler haline getirebilir miyiz?
7-Müfredatta (MEB), televizyonda (RTÜK), dini referanslarda (Diyanet), ilgili devlet kuruluşlarının anayasal ve kanunlarda belirtilen görevlerini yerine getirmelerini talep edebilir miyiz? Yerine getirilmezse, hatta yerine getirmemekte ısrar ederlerse, gerekli hukuki girişimlerde bulunabilir mi? Zira devlet, onun işlevlerini yerine getiren devlet kuruluşları ve kamu çalışanları, vatandaşların can güvenliğini sağlamak zorunda.
8-Sığınma evlerinin her ilçede, her köyde bulunmasını sağlayabilir miyiz? Bulunmayan yerlerdeki yerel yönetimlerden bunu talep edebilir miyiz? Özellikle şimdi yerel seçimler öncesi, seçime gidilecek ilçede sığınma evi bulunmuyorsa, bunu taahhüt edene öncelik verileceği gündeme getirilebilir mi? Zira erkek, kadının kendisine ekonomik yönden bağımlı, muhtaç olmaması durumunda ve zorda kaldığında gidebileceği başka bir yeri olduğunu bilmesi durumunda, öfkesini kontrol etmek zorunda kalacaktır.
9-Karakola veya savcılığa yapılan başvurularda kadının daha önce erkek şiddeti nedeniyle yapılmış, kabul edilmiş veya edilmemiş bir başvurusu olup olmadığının Türkiye genelinde kontrol edilebileceği bir veritabanı altyapısının oluşturulması, eğer aynı kadının önceden de bu tür başvuruları varsa, koruma kararının ona değerlendirilmesi ve ilk etapta erkeğe elektronik kelepçe uygulanması sağlanabilir. 2013 yılından bu yana Türkiye’de elektronik izleme sistemi, yaygın tabiriyle elektronik kelepçe uygulanıyor.
10_ Aile hekimlerinin kendilerine muayeneye gelen kadınlara, hatta gençlere, çocuklara herhangi bir şiddete maruz kalıp kalmadıklarının sormaları, eğer maruz kalıyorlarsa nerelere başvurabileceği konusunda gelen vatandaşları aydınlatmaları, bu görevin aile hekimlerine verilmesi düşünülebilir.
11-İnsan mutsuzluğunun patlama noktaları olan “öfkelenme” ve “iktidar sahibi olma” içgüdülerinin yerine, insanı mutlu eden güdülemeler olan “üretim” ve “işbirliği”ni koyabilir miyiz? Zira insanı en çok mutsuz eden faktörler olan salt tüketim ve bencillik, paylaşımsızlık, bunların beraberindeki yalnızlık duygusu; psikolojik yozlaşmayı, insan olarak kötüleşmeyi ve kontrolsüz öfkeyi, iktidar sahibi olma içgüdülerini beraberinde getiriyor. Özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitiminde, yetişkinlerin toplumsal hayatında üretimi ve işbirliğini nasıl destekleyebilir ve uygulamaya geçirebiliriz? “Her Mahalleye Bir Dernek”, “Her Mahalleye bir kooperatif” kursak mesela, insanı mutlu eden bu güdülenmelerin somutlaşabileceği, uygulamaya geçebileceği, etkinlik alanları oluşturabilir miyiz?
…..
Yukarıda değindiğimiz kronolojik olaylarla 1789, 1839, 1923, 1930, 1933,1934 ve nihayet 10 Aralık 1948 de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilmesi nedeniyle, “Dünya İnsan Hakları Günü” ilan edildi. Türkiye Cumhuriyeti de 6 Nisan 1949 da bildirgeyi kabul etti. Bu önemli tarihlerden yıllar, hatta yüzyıllar sonra 2018 yılında ne ülkemiz, ne dünyamız ne de insanlık bu gelinen mutsuzluğu ve acımasızlığı hak etmiyor. Çok az sayıda insanın tetiklediği kötücül ekonomik, askeri ve siyasi iktidar planlarıyla bu olumsuz dünya düzeni oluşuyorsa, çok daha fazla sayıda iyicil insanın tetiklemesi ve harekete geçmesiyle, özlemini çektiğimiz huzurlu, mutlu, sağlıklı bir ülke, toplum ve dünya haline gelmek çok daha fazla mümkün diye düşünüyorum. Sevgili Atatürk’ün dediği gibi, “ihtiyacımız olan tek bir şey var, o da çalışkan olmak”.
Yukarıdaki konuşma aralarında salonda bulunan izleyicilerin, konuşmacının soru ve katkıları ile etkinlik sona erdi.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız SONNOTLAR
(1) Av. M. Neslihan Özfidan kimdir: 1970 doğumlu avukat arabulucu. İzmir Bornova Anadolu Lisesinden mezun oldu 1988 de, bir de liseyi Amerika’da okudu. Uluslar arası öğrenci değişim bursuyla, liseden sonra lise fark dersleri tamamlayıp bir kez daha lise diploması almış oldu. Kültürlerarası öğrenci değişim bursu gereğince 1988 Temmuz 1989 bir yıllık öğrenim. Sonra A.Ü. Hukuk Fakültesi çıkışlı 1994 de, yabancı dili iyi derecede İngilizce. Mesleki deneyim 1995 de başlayan meslek yaşamında ağırlıklı olarak ticaret hukuku, şirketler hukuku, iş hukuku alanlarında hukuk müşavirliği yaptı. İdari hukuku, tüketici hukuku, aile hukuku alanlarında da münferit vekilliği oldu. Halen bir şirketler topluluğunun hukuk müşavirliğini yapıyor. Avukat ve arabulucu olarak serbest çalışıyor. Özel ilgi alanları edebi, hukuki, siyasi yayınları okumak, resim ve fotoğraf sergilerine gitmek, müzeleri gezmek tiyatroya gitmek, sivil toplum kuruluşları için çalışmalarda bulunmak. Üyesi olduğu meslek ve sivil toplum kuruluşları Türkiye Barolar Birliği üyesi, Ankara Barosu Cumhuriyet kurulu üyesi, Türk Hukuk Kurumu üyesi. 25.11.2017 den itibaren Cumhuriyet Kadınları Derneği Çankaya Şube başkanlığını, Koruyucu Aile ve Evlat Edinme Derneği üyeliği bulunmakta.
Yorum Gönder