*
“Medya Batı Demokrasilerinde dördüncü kuvvet olarak anılır.
*
“Otoriter sistemler iktidarı bir emanet olarak görmezler
*
“Cumhuriyeti kuran atalarımız kurucular, bir parti bir devlet, bir millet inşa ettiler. Karşı devrim de hangi yöntemle geliyor, bir parti bir rejim veya devlet, yeni bir millet inşa etmeye çalışıyorlar
*
Medya Batı’da dördüncü kuvvet olarak anılır.
*
“Netice cumhurunuz mevcudiyetimiz hala ayakta, ağır yaralı olabiliriz, umutsuz kalabiliriz, ama gördük ki pes etmiyoruz. Biz pes etmedikçe de, onların istediği düzen kurulamaz. Onların istediği medya satmaz, izlenmez, tadı olmaz, lezzeti olmaz bu ülkede.
*
Gazete lazım… Bunun için yalnız okullara önem vermek yeterli değildir. Şimdiye kadar cahil kalanlara da fikir vermek ihtiyacı vardır. Ve bunun için de önemli vasıta basındır… (1923) G. Mustafa Kemal Atatürk
CHP Milletvekili Gazeteci Enis Berberoğlu, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi salonunda çoğunluğu üniversite öğrencilerinin katıldığı dinleyenlere, Medya ve Siyaset konusunda çeşitli açıklamalarda bulundu. Yaptığı konuşmayı dikkatle izleyen, Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen bazı yeni eski siyasetçiler yanında çoğunluğu üniversite öğrencilerine karşı Enis Berberoğlu şunları söyledi:
“Ben basın yayın mezunu değilim, bunun zaman zaman kompleksini yaşadım. Şimdi de siyaset çıraklığı yapıyorum yaklaşık 4 sendir. Yani medyada siyaset sadece demokrasilerde yaşayabiliyor. Sadece demokrasilerde nefes alabiliyor aslında. Dolayısıyla özellikle Batılı kaynaklarda demokrasi tanım yapılırken genellikle üç güce önce referans verilir. Yasama, yönetim (yürütme), yargı. Bunları adeta sunt gibi demokrasiyi ayakta tuttuklarını var sayılır ve buna inanılır dolayısıyla kuvvetler ayrılığı diye tanımlanan basitçe, şu anda Türkiye’de olmayan bir yapı var. Bu şekilde denge medeniyetin görevini kendi içinde götürerek demokratik haklarımızın yaşamasına yol açar.
Medya Batı’da dördüncü kuvvet olarak anılır.
Bunun yanında medya çoğu saydığımız Batı’da demokrasilerde dördüncü kuvvet olarak anılır. Yani kamuoyu adına ülkenin en güçlü kişisine soru sorma hakkı tanır size. Belirli gördüğünüz, usulsüzlüğü, yolsuzluğu, yanlışlığı evrensel gazetecilik ilkeleri çerçevesinde habercilik ilkeleri çerçevesinde sorgulamak, yazmak, kamuoyu ile paylaşmak, kamuoyu oluşturmak bu için üstesinden gelmek görevini verir medya. Böyle uzun süre devam edebilirim.
Eski günlerden Türkiye’de demokrasinin kör topal işlediği gazetecilerin, habercilerin o zaman medya yoktu tabi ben bu işe başladığımda.
Kör topal işleyen medyanın hatırasını sizlerle paylaşabilirim, zaman kaybolur, o devirler bitti o zaman geçti artık.
Dolayısıyla başka kolaya kaçmadan başka bir şey deneyeceğim, 1900 lerin başındaki dünya ve Türkiye konjektürüyle 2000 yılların başındaki dünya veya 100 yıl sonraki dünya ve Türkiye konjektürü bu koşulların yarattığı sonuçları çok kısa hatırlatmakla yetineceğim, size.
Yani 1900 ların başında kurulan TC nin koşulları neydi, bir hatırlayalım. Birinci Dünya savaşı veya eskilerin deyimiyle Cihan harbi, o tarihe kadar. 1900 yıllık yazının keşfinden bu yana bakarsak 5000 yıllık kayıtlı tarihin hiçbir döneminde yaşanmayan bir kıyım, acı, ölüm aklınıza ne gelirse felaket yarattı. Bu gün her birimiz savaş görmediğimiz için bu bize kolay geliyor.
O tarihte sivillerin karıştığı ilk savaş, yani şehirlerin cephe gerisindeki şehirlerin ve sivillerin yaşadığı savaşın faturası ilk kez oluyor nereyse dünya tarihinde, dünya savaşı ismi üstünde cihan harbi. Bunun neticesi, tabi iktisadi, sosyal kalıcı sonuçları oldu, Birleşmiş Milletlerin (BM) ilk denemesi gibi. Bir sonucu da hanedanların yıkılması oldu. Rusya’da Romanoflar gitti, Rus İhtilali ile Sovyet ihtilali ile. Habsburglar veda etti, Çin’de bir hanedan savaştan birkaç yıl önce gitmişti. Böyle baktığınızda saltanat sistemi çökmüştü. Dolayısıyla burada hakikaten hem Türkiye’nin, hem de partinin kurucusu M. Kemal Atatürk’ün derin öngörüsü var. Zaten niyeti orda onunla birlikte, eğer o tarihte saltanat erkine kapılsaydı zamana aykırı düşerdi. O tarihteki rüzgâr aykırı durdu, yani ters rüzgâra vururdu kendini. Cumhuriyeti kurarak aslında zamanın ruhuna çok uygun davrandı. O kararın neticesinde yüz yılı bulan Cumhuriyet tarihimizde farklılığı her geçen gün biraz daha anlaşıldı. Yani parlamenter demokrasiye geçtik. İyi kötü bir parlamentomuz oldu, yargı sistemi kör topal da olsa işledi. Yargı parlamentoyu, parlamento yürütmeyi iyi kötü denetleyebildi. Yani teorik olarak anlatabildiğim, anlatmaya gayret ettiğim ve inşallah becerebildiğim kuvvet ayrılığı bir şekilde üçlü ayak olarak durdu. Medya da dördüncü ayak olarak devreye girdi.
Peki bu böyleyken 2000 li yılların başında ki konjoktür neydi? Bir hatırlayalım, dünyanın en büyük ve müttefik ulusu Amerika bir saldırıya uğradı. Aniden dünyayı bir terör, onların deyimiyle İslamcı terör korkusu saldı. Güvenlikçi politikalar aşırı derecede öne çıktı. Eh böyle olduğu zaman da dünyayı yeni bir rüzgâr kapladı. Bu rüzgâr sadece Türkiye’de değil veya zannedildiği gibi Amerika’da Tramp, Rusya’da Putin’den ibaret değil. Bakın Batı sınırımızdan çıkın Balkanlar, Bosna-Hersek Sırbistan, Orta Avrupa’ya gidin Macaristan, biraz kuzeye kaçın Polonya, Okyanusa açıldığınızda sadece Brezilya Başkanı. Uzakdoğuya gittiğinizde Filipinlerde hepsi sanki bir kalıptan dökülmüş gibi yeni tek adam rejimi otoriter rejimler dünyayı kaplamak üzere. Türkiye de bunun dışında değil.
Peki, burada soru şu. Bu rejim dünyada şu anda, evet yükselen bir trent, ama faşizm de öyleydi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde, madem savaşlardan bahsediyoruz. Mussolini, Hitler seçimle geldiler, seçimle yönettiler, savaş neticesinde gittiler ve çok ağır bedel ödediler kendi halklarına.
Bu seferki bu otoriterleşme eğilimi kalıcı mı? TC gibi yüz yıl ayakta durabilecek mi? Yoksa daha kısa sürede mi havası kaçacak gidecek. Esas kafa yormamız gereken soru bu. Bu nokta ciddi ciddi tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Henüz daha medyaya gelmediğimin de farkındayım, buna geleceğim.
Bu rejimlerin kurulmasında neler yardımcı oldu, diye bir iki cümle sarf etmek isterim. Birincisi
Arap Baharı, çünkü Arap Bahari bize gösterdi ki zalimleri iktidardan kovalayanlar yeri geldiğinde en az onlar kadar zulüm gösterebiliyorlar. Örnek Libya, örnek Mısır.
Bir diğer bu sisteme geçişte kolaylaştırıcı mesele Avrupa Birliği’nin (AB) ikiyüzlülüğüdür. AB biliyorsunuz sayısını aniden ikiye katladı, Doğu Avrupa’ya açıldı, siyasi karar verdi. Ama onların demokratikleşmesine o ölçüde yardımcı olmadı. AB nin içindeki karar mekanizmasında o insanlara, yeni katılımcılara o kadar söz hakkı tanınmadı. Mültecilere çok kapalı bir yapıyı savunur oldu AB ve o beklenen Avrupa ideallerinin tüm kıta Avrupa’sına yığılmasının tersi AB üyesi olup AB değerlerini açıkça hakaret eden Orban gibi bir adam türedi. Yani şimdi bir Soros düşmanlığı bir ülke az bir şey değil, örneği Macaristan. Adamın tüm vakıflarını kapattılar, üniversitesini de galiba elinden aldılar vs vs Tek ortak özellik bu, otoriter sistemde Soros düşmanlığı belki de. Bakın söylemleri biraz detaya girmeden aktarayım, bakalım size tanıdık gelecek mi? Seçkinlere ve seçkincilere çok şiddetli bir itiraz var. Genelde seçkinler ve seçkinciler eskici diye bilinir ya, mesela bizde Kemalist kadrosu, işte Tv ları kaplayan dandik saltanat dizileri, “camileri ahır yaptı” muhabbeti, bunun çok benzeri birçok ülkede var. Macaristan’da, Bosna Hersek’de, Polonya’da teferruatı vermeyeyim amma hakikaten var. Kendi kafasına göre yönetimin bir halk tarif etme dürtüsü var buralarda. Kendilerini arayan yani kendilerine oy veren herkes halk ve bu halk inanılmaz kaliteli, düzgün, dünyada her şeyi hak eden, ama herkesin nefret ettiği düşman olduğu bir nüfus.
Muhalefetse milletten sayılmıyor, genellikle periyodik olarak ya seçkinci, ya hain, ya casus, ya yerli milli değil bu da bize has değil, bu da otoriter sistemin bir tabi propaganda şıarı-malzemesi. Çoğulcu bir arada her renkte insanın bulunması yerine çoğunlukçuluk, yani bir fazla oy alanın her şeyi yapabilecek kudrete sahip olması, bu da sistemlerin çok vazgeçilmezi. Burada ciddi bir sorun var, diktatörler bile, padişahlar sultanlar dahi çoğunluğun değerlerine, çoğunluğun taleplerine ilgisiz kalamazlar. Dolayısıyla demokrasilerde en çok hak tanını bence azınlık haklarının korunmasıdır, azınlıkta kalanların daha doğrusu, tam Türkçesiyle. Herhangi bir konuda azınlıkta olan eğer fikrini savunabilirse, bu fikrini savunurken aşına bir şey gelmezse, bu fikirlerle iktidara gelebileceğinin umudunu koruyabilirse bu sisteme demokrasi denir.
Yoksa herkesin istediğini yapan, yani tamam kâğıt üstünde demokratiktir, ama sadece ondan ibaretse tartışılır.
Son olarak otoriter sistemler iktidarı bir emanet olarak görmezler, yani dörtse dört, beşse beş bir seçimle geldin bir seçimle gidersin fikrine, buna pek sıcak bakmazlar, mülkiyet gibi görürüler iktidarı ve ona göre muamele ederler seçmene teba gibi bakarlar. Şimdi bizde de 2071 depremi bilmem ne, tamam biraz bunu anımsatıyor açıkçası. Örnek çok ama galiba Orban’ın Macaristan’da bir hafta kadar önce yaptığı şey bizim esas konumuza girmek için iyi bir girizgâhtı. Hükümetçe Macaristan’da hükümet çizgisinde yeni yapan toplam sayısı 476 gazete TV radyo kanalı ve web sitesi geçen hafta başbakanlık tarafından yeni kurulan bir holdingin bünyesine katıldı ve 476 yeni kuruluşun yönetimi tek elde hükümet yanlısı bir kişiye adı da Gabor Diskay diye bir adam, buna verildi. Tanıdık bir söylem, “milli değerler dalında kalıcı söylemler üretmekle” kendini görevli kılmış bu kişi. Geçen hafta itibariyle böyle bir medya yapısı oluştu Macaristan’da.
Peki Macaristan’da sizce bu gazetelerin tv ların izlenmesi, okunması ihtimali var mı sizce? Yani aynı konuyu aynı başlıkla aynı içerikle yayınlayan 476 tane yayını izlenmesi sizce mümkün mü? Bence değil. Onun üzerine yazdım bu işi, hem de merkez medyada yazdım, benim gazete satmaktan başka hiçbir şansım yoktu, yoluma devam etme açısından. İyi veya kötü, bu satmaz arkadaş, bu TV izlemez arkadaş, yo böyle bir dünya.
Şimdi Türkiye’ye bakıyorsun benzer bir eğilim, farklı yöntemlerle merkezileşiyor medya, merkezileşme kalmıyor, şöyle belki aranızda bir kısmınızın fark ettiği bir kısmınızın okusa da en azından benim gibi içerden gelen emekli bir gazeteci gibi yakalayamadığımız olan gelişmeleri sayayım. Bizim memlekette, basın tekeli aslında dağıtım tekelidir. Bakın basın diyorum medya değil, oradan başlayalım, yani yazılı medya, yani kâğıt medyası, bunlar basabilirsiniz bu gazeteleri dergileri. Ama hem okurlar bir noktada satış noktasına sunmanız lazım. Türkiye 81 ilde çok büyük bir ülke, ulusal basın dediğimiz basın çok ender bir ülkede vardır ve Türkiye de bunlardan biridir. Misal ABD de bölgesel gazetecilik hâkimdir çünkü taşıma maliyeti, süresi ve imkânları çok zor bu ülkede, hatta Almanya’da bile müşküldür, ana hedef matbuat baya güçlüdür. İngiltere de vardır.
Bizim Türkiye’de bayrak taşıyıcı bir matbuat vardı, eskiden yani Hürriyet Gazetesi, (yönettiğim, çalıştığım gazete) aynı anda hem İstanbul’da hem Hakkâri’de, hem Edirne’de, hem Kars’ta satıyordu. Kolay iş değildi eminim, bunun dağıtımı dolayısıyla dağıtımı çok önemli bir parçasıdır. Yani bu dağıtıma göre sizin personel sayınızdan maliyetinizden,
baskı saatinize kadar birtakım şeyler etkilenir. Maçı vermek için yaptığımız cambazlıkları size anlatsam, hakikaten mizah kitabı olur. Her maç yayın yönetmeninin duasıdır. Yani bu sene “maçlar ne olur biraz erken başlasın ki bizim taşra baskısı kaçmadan bizim maçı kaçırmayalım sonucu verelim”, çünkü gazeteyi alırsa, ne diyeyim hava durumunu görmezse, namaz saatini görmezse, maç sonucunu görmezse o gazeteyi gazete saymaz. Abarttım ama böyle.
Şimdi iki tane rakip yeni grup dağıtım vardı, memlekette. Birisi Hürriyet, Milliyet Aydın Doğan grubunun YAY SAT’ı, birisi de Sabah grubunun önde olduğu, daha doğrusu ait olduğu TURKUAZ, şimdi bu satın alma, diyebilirsiniz ki, şu gazetenin bu gazeteden bir farkı yok. Olabilir, ne olacak yani Aydın Doğan da sıkıldı gitti. O bitti de gitti, şu gitti yeni gelen sermaye grubu, iktisadi sebeplerle olduğunu söylüyorlar, doğru kabul etmek zorundayım, YAY SAT’ı kapattı. Şu anda hükümet yanlısı olduğunu söylediği halde, kimsenin hakaret saymayacağı Sabah Grubu’nun dağıtım şirketi memlekette tek dağıtım şirketi. Muhalif olan Sözcü, Cumhuriyet, Birgün gibi gazeteleri de o dağıtıyor. Şimdi ben burada bir tehlike sezer gibiyim. Burada bir nokta koyalım, devam edelim.
RTÜK’ün yapısı, şekli ve her geçen gün yeni yönetmeliklerle öyle bir hale geldi ki, yanımda değil rakamlar ama, yüze yirmi gibi bir iktidar muhalefet yemin saati dengesiyle girdiniz 24 Haziran Seçimlerine; RTÜK rakamları bu verdiğim, RTÜK mahsul RTÜK kanunun değişmişti, eşit ağır şık vermek zorunda değilsin, bunları partilere yayın saatleri açısından. Yani dilerse sabahtan akşama kadar CHP in yayını yapabilir, x televizyonu. Akşam saat 24 e kadar bu yayını yapar İsterse sabah sekizde bu yayına başlar 8 e kadar yayına devam eder, RTÜK bir şey söyleyemez. Söylemek istemediği için zaten değişti.
Üçüncü olarak aynısı anlattıklarım kitapların aynısı. Çünkü biliyorsunuz birçoğunuz Anadolu şehirlerinden öğrenmişsinizdir, kitaplar oralarda küçük kırtasiye dükkânlarında satılır. İmkânları daha sınırlı insanlar tarafından bu işler yapılır. Bu gün bildiğim kadarıyla 400 e yakın Dıanar mağazası var Türkiye genelinde, çoğu da büyük şehirde olmak kaydıyla, küçük yerlerde de yine bildiğim kadarıyla kitap dağıtımına aracılık eden Dıanar’dır. Yani bölgeler arası Dianar’a sipariş veririsin on tane Yılmaz Özdil kitabı gelir satılır, sonra on tane daha istersin falan. Dıanar mağazası da satıldı, o satış sırasında, neden olduğunu bilmiyorum, her halde bir nedenleri vardı, ama Sabah grubuna geçti. Neticede Sabah grubunun en tepedeki, şu andaki Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın abisi olduğunu söylemek zorundayım.
Bu kadar tesadüflere bizim gazetecilikte iyi bakılmaz.
Peki, bütün bunları yaptılar, buna demin bir örnek verdim, Macar örneği; Macaristan’da bir insan 476 grubu bir araya toplayıp ne yapar? İlkbalde hiçbir şey yapmaz, ama itibarı, komşusu, izleyicisi olur mu, şüpheli. Türkiye’deki operasyon da aynı. Eskiden ben gazeteden istifa etmeden, siyasete atılmadan en azından benim gördüğüm muhatap olduğum tehlike yanına çekme, yandaş yaratma tehlikesi idi. Şimdi görebildiğim kadarıyla olay oraya geçti, olay imha operasyonuna döndü. Kendi gazetesi, TV nu seyredilmiyorsa, diğer gazete izlenmesi, yani gazete okunmasın düzeyine gelen bir siyasi anlayış var. Neden diyeceksiniz? Çok basit, şimdi bakın Cumhuriyeti kuran atalarımız kurucular, bir parti bir devlet, bir millet inşa ettiler. Karşı devrim de hangi yöntemle geliyor, bir parti bir rejim veya devlet, yeni bir millet inşa etmeye çalışıyorlar. O milletin arzu ettiği bizim medyamız değil. Yani şu anda cari medya değil, şu anda yayınlanan TV lar falan değil. Ama iyi bir haber var, sorarsanız söylerim, soru cevap kısmına geçiyorum”.
Onların medyasının da müşterisi yok, teknik sebepleri de var bunun, onların medyası reklam alma şansı da yok, eğer haraç almıyorsa, sopayla tehdit edilip reklam toplamıyorsa. İyi haberim de o galiba. Yani muhalifleri sustursa da, imha etse de bu rejim yerine yenisini koyamıyor, buna medya da dâhil. Ancak imha ile kurtuluyor, kazanarak, ikna ederek, kendi yanına çekerek, o yönde yayın yaparak bu işi becermedi demiyorum, akıllarını teslim ederim. Çok alçakça yol denediler ama bunu denediler, ama bu yol yanlış da olsa bu yolu denediler. Vergi cezasıyla denediler, hapisle denediler, şimdi artık maskeleri elinde, yani şimdi medya ile bir işleri olsun istenmiyorlar. Ama devam edebilir, yerel seçimlerden sonra toplu kapanmalar olabilir, ticari anlamda öncelikle hükümet medyasından başlayarak. Size şunu söyleyeyim, bunu özel bir operasyon da algılamayın, benim gibi binlerce insan var, yani bu insanların toplamı hiçbir zaman yüzde 40 dan aşağı düşmüyor. Bu insanları tasfiye etmeye çalışan insanların toplamı da hiçbir zaman 50 yi aşamıyor doğru düzgün.
Netice cumhurunuz mevcudiyetimiz hala ayakta, ağır yaralı olabiliriz, umutsuz kalabiliriz, ama gördük ki pes etmiyoruz. Biz pes etmedikçe de, onların istediği düzen kurulamaz. Onların istediği medya satmaz, izlenmez, tadı olmaz, lezzeti olmaz bu ülkede. Gün gelir belki anlarlar, belki anlamazlar, onlara kalmış”.
Bu konuşmadan sonra çeşitli sorular, verilen tamamlayıcı bilgilerle, hararetli tartışmalarla panel son erdi.
Yorum Gönder