Kıza doğru merakla yaklaştım, kendi kendime Allah Allah ne olmuştu bu genç kıza diye sorgularken, iyice yaklaştım, gözlerimi yukarı doğru kaldırdığım zaman bir kolunun sağ kolunun olmadığını görünce daha çok aşırdım. Düşünebiliyor muşunuz, gencecik bir kız iki bacağı ve bir kolu yoktu ve her normal kız gibi makyajlı ve görkemli tertemizdi.
Böylesi konularda beni acayip bir merak ve heyecan sarar. Hemen bu genç kızımıza daha da yaklaştım, çekine çekine şöyle dedim:
“-Affedersiniz, sana ne oldu böyle, nasıl oldu da bu hale geldin? Diye sordum. Genç kız gayet doğal bir hal içinde, şöyle dedi:
“-Ben küçükken 4 yaşında iken oldu, elektrik çarptı”, dedi. Aman Tanrım, yine çok şaşırdım ve çok üzüldüm. Sadece “ah canım çok üzüldüm” diyebildim.
“-Nerelisin” dedim.
“-Yozgat’lıyım”, dedi.
Ben kendimi zor tuttum, içimden ağlamak geldi. Kızın gözlerine baktım, benim yaralarını deştiğimi de düşünerek üzgün olduğumu da görünce, onun da gözlerinin nemlendiğini gördüm. Kıza içimden, kız evladımı kucaklar gibi sarılmak istedim. Aman Tanrım bu güzel kız nasıl böyle olmuş, bu nasıl şans, kader diye düşündüm durdum.
Tam bu sırada metro treni geldi, zaten on-on beş saniyede tren dolup hareket ediyordu. Hemen acele ile metroya bindik.
Ben çok karışık heyecan ve üzüntü içinde idim. Şu dünyanın ne sürprizli rampaları, virajları, cilveleri var, diye kendi kendime düşündüm.
O genç kızla aynı sıraya oturduk, ikimizin arasında bir genç bayan vardı, o tek kollu kızımızla konuşmak için ortamızdaki bayandan izin istedim ve o güzel engelli kızla yan yana oturduk.
-Nasıl oldu bunlar, lütfen bana anlatabilir misiniz, dedim, o şöyle dedi:
“-Küçükken tarlada elektrik çarptı”! Tarlada elektrikle ne yapıyorlardı acaba? Bu ayrıntıları sorup öğrenmeye vakit bulamadım.
“-Şimdi ne iş yapıyorsun, dedim.
“-Masa tenisi” dedi galiba; “aynı zamanda Gazi Üniversitesinde spor bölümünde okuyorum” deyince, inanın çok daha şaşırdım. Ona:
“-Peki, bunları yazmamı ister misin, ben internet gazetecisiyim” dedim. Resmini çekmek için cep telefonumu ayarlarken şöyle dedi:
“-Olmaz, federasyondan izin almam lazım”.
Bacakları olmayan (proteza) ve tek kollu sporcu kızımız, benim çok şaşırdığımı görünce, beni çok daha şaşırtan bir şey söyledi:
“-Ben kendi branşımda (kendi dalımda) olimpiyat ikincisiyim”, dedi. Aman Tanrım, tüm bunlara rağmen ve bu başarı diye şaşırdım, söylendim durdum.
Ben hem üzüldüm, hem de sevindim. Sevincim şuradandı, bu genç azimli ibretlik genç kızımızın başına gelenleri, yaşama mücadelesini, azmini, bacakları olmadan tek kolla bir sporda başarısını kamuoyuna duyurmak istiyordum ve tüm engellilere ibret olması için ayrıntıları ile yazmak istiyordum. Demek ki engeller biraz da insanın vücudunda değil, kafasındadır, dedim kendi kendime. Yeter ki insanın kafası, düşüncesi engelli olmasındı.
Sporun bir dalını söyledi, galiba “masa tenisi” dedi. Evet, sanırım masa tenisi demişti galiba. İsmini bile söyledi, onu da unuttum. Sadece belki arar da görüşürüz, diye kartımı kendine verdim. Ben de Batıkent’in neresinde oturduğunu araştırayım da bir görüşelim, dedim.
Metro bir durakta durdu, o “ineceğini” söyledi, kalkıp kapıya doğru yöneldi, ben arkasından şaşkın şaşkın bakakaldım.
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder