Ağustos 2017 Salı günü Ulus Meydanına doğru gitmek üzere Ulus Metrosundan inip eski TBMM ine yukarı yürüyordum. Ankara Palas’a doğru yaklaştığım zaman yanında çocuk arabası, kucağında akordeon olan genç bir bayana rastladım.
Yaklaştıkça ayrıntıları da görmeye başladım; önünde gelip geçenlerin para attıkları bir küçük sepet, onun yanında bir de yerde duran simit vardı. Çocuk arabasının içinde küçük bir çocuk sağa sola dönüyor, gelip geçene gülücükler atıyordu. Kadın, bir elinde tutmaya çalıştığı dizinin üstünde duran akordeonun körüğünü çekip iterek ses çıkarmaya çalışırken, bir eliyle de gelip geçenlere tek avucunu açarak para istiyor, “lütfen para para” diyordu, dileniyordu yani. Kadının ayağında terlik, başı açık, çömelir gibi oturur görünen yapısıyla bir küçük kürsü üstünde oturuyordu. Sırtına ince rahat bir giysi giymişti.
Önceden ayarladığım cep telefonumla fotoğrafını çekerken, önce karşı durmak istedi, sonra rahatladı; ona nerelisin dedim, “Romanya Romanya” dedi. Dilenen genç bayan, dileniyorsa da, müzik yapıyor, mutsuz bir görünmüyor, arabadaki küçük çocuğa sevecen bir şeyler söylüyordu.
Oradan gelip geçenler, merak edip başını uzatanlardan biri, “Romanya mı” dedi; “ula gardaşım bizim dilencilerimiz bize yetmiyor mu, Romanya’dan buraya dilenmeye mi gelinir arkadaş” diye söylene söylene gidiyordu.
Yanındaki adam da, “ne olacak Türkler gibi saf savak millet olursa, gelen soyar, giden soyar” diyerek yürüyüp gittiler. Kendi kendime, vay anasını dilenciler de mi bizi soyuyorlar, diye düşündüm. Para sepetine bir lira atıp yürürken arkamdan Romanyalı dilenci bayan, “teşekkür ederim, efendim” diyordu.
Kendi kendime, Avrupa’nın dilencisi bile nazik oluyor canım, diye söylendim.
Arap Dilenci:
Biraz yürüdükten sonra, aynı kaldırımda, başı siyah türbanlı, siyah elbiseli, boydan boya karalar içinde bir kadın duvarın dibine oturmuş gelene geçene “Allah merhamet, “sadaka” diyor, el açıyor, para istiyordu. Önünde yerde oturan pembe elbise içinde, Romanyalı çocuktan biraz daha büyük bir kız çocuğu oyun oynuyordu. Kadın sızlanırcasına gelene geçene avucunu açıyor, besbelli para istiyor, dileniyordu. Acı ve yoksulluk kadına o denli etki etmiş ki, utanmayı unutmuş, geçim için ellerini açarak adeta yalvarıyordu. Kadının izdırap ve sıkıntısı görünen yüz hatlarında ne kadar da belli oluyordu.
Kadına, nerelisin, dedim, “Suriye Suriye” dedi. Suriye’deki savaşı anımsayınca, “Allah bir milleti bu duruma düşürmesin, diye düşündüm.
Görüntüye takılan kare içinde yere yapıştırılmış kırmız renkli bir kredi reklam kâğıdı görülmekte. Paraya ihtiyacı olanlar için, “ACİL KREDİ” “Banka onaylı” ve telefon numaralı yazılı bir reklam kâğıdı görülmekte.
Kendi kendime, Arap dilenci ile Avrupalı dilenci bile ne kadar farklı, diye düşündüm.
Türk Dilenci:
Bu düşünceler içinde Ulus’tan otobüsle Kızılay’a geldim. Metroya yakın bir yere, her gün binlerce kişinin gelip geçtiği kaldırımda elinde sazı olan, gözleri görmeyen bir başka dilenci vatandaşımızı da görünce yüreğimde ılık bir şeylerin burkulduğunu hissettim.
Eli sazlı, ağzı avazlı vatandaşımıza, “doğuştan mı böylesin üstadım”, dedim, “doğuştan böyleyim”,dedi. Emekli misin, diye sorduğumda, “hiçbir yerden gelirim yok, çocukların geçimini böyle sağlıyorum” dedi.
Düşünün iki çocuğunu, evini zorlu bir mücadele ile emeği ile sazı sözü ile geçindirmeye çalışıyor.
Hem resimlerini çekiyordum, hem sazını sözünü dinliyordum. Yanında da 10 yaşlarında oğlu olduğunu öğrendiğim bir çocuk oturuyordu. Sazında ve sözünde Anadolu’nun yanık türküleri havalanıyordu. Çocuğa kaç kardeşsiniz, dediğim zaman, çocuk “iki kardeşiz” dedi. Şükür ev kendilerininmiş bari.
Doğuştan gözleri görmeyen, ismini sormaya dilimin varmadığı bu vatandaşımız Hasan Kaplani’nin mısralarından oluşan tanınmış “Yürüyorum dikenlerin üstünde” türküsünü çalıp söylüyordu. Öylesine yanık çalıp söylüyordu ki, orada seki gibi duran metro duvarının üstüne oturdum türküleri dinlemekten kendimi alamadım. Türkü dedik mi aklıma yüreği yanan Anadolu insanının bir feryat gibi, bir ağıt gibi bozlalar, barak havaları öteki ezgiler gelir. Ellerinde sazlarıyla, dillerinde sözleriyle halk ozanlarımız bu yanık türküleri havalandırırlar, dert acılar içinde insanlarımıza tercüman olurlar. İşte görmeyen vatandaşımız da, tıpkı abdallar gibi, sokaklarda çalıp söylediği sazı ile sözü ile evini geçindirmeye çalışıyor. Yukarılarda lüks arabalarda siyaset yaptığını sananlar, sokaklardaki yoksullarımızı da düşünerek harcamalarını yapmalılar.
“Yürüyorum Dikenlerin Üstünde
Karanlık bir gece yol görünmüyor
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Karaçalı bana aman vermiyor
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Güneş erken doğup şafak sökmüyor
Gökteki bulutu söküp atmıyor
Ay karanlık güneş ışık tutmuyor
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Sonlanmadı menzil ile durağım
Belki çok yakınım belki ırağım
Yaralandı parça parça ayağım
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Yavaş yavaş ilerlerken Kaplani
Benim ile yola çıkanlar hani
Geri dönsem taşa tutar el beni
Yürüyorum dikenlerin üstünde”. Hasan Kaplani
Daha sonra Avşar Ozanı Karacaoğlan’ın şu türküsünü çalıp söyledi.
Nazlı yardan bana bir haber geldi
Eğer doğru ise büktü belimi
Dediler nazlı yâri yad eller aldı
Kadir mevlam nasip eyle ölümü
Bülbüle söyleyin dalına konsun
Bizi böyle eden Allah'tan bulsun
Sabreyle sevdiğim ilkbahar gelsin
Terk edeyim vatanımı elimi
Karacaoğlan der ki doğmadan göçtüm
Yar elinden dolu badeler içtim
Kötüler zanneder ben yârden geçtim
Ölmeyince çeker miyim elimi.
Gitmem gereken yere bir an önce varmam için ayrılmak zorundaydım; ben oradan ayrılırken gözleri görmeyen sazlı sözlü adamın avazı, sönen dalgalar halinde başkentin ortasında havalanıyordu
Şimdi buraya yine bir mim koyalım. Avrupalı dilenciye bakın bir, bir de öteki dilencilere. Avrupalı dilenirken bile adeta huzur ve mutluluk içinde kendini görüyor, başı açık, rahat, öylece akordeonu çalıyor, çocuğu ile oynuyor.
Bizimkiler, ağıt feryat içinde ya yanık türküler söylüyor, ya da yalvarırcasına gelip geçenden para istiyorlardı. Batı ile farkımız dilencilerde bile kendini gösteriyordu.
Ankara’da dilenciler semtlere göre değişkenlik gösterir. Ulus gibi sosyal yapısı pek ileri olmayan semtlerde bu tür müzikli dilenciler zurna, bağlama, kaval çalarken; Kızılay, Çankaya gibi sosyal yapısı iyi olan semtlerde dilenciler en başta gitar çalıyorlar, grup oluşturuyorlar.
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder