Biz, 1940 doğumlu bir kuşağız…
Hani, yurdumuzu emperyalist işgalden kurtaran ruhları şad olası şehitler var ya, onların torunlarıyız…
Hani, 2. Dünya savaşında diktatör Hitler Edirne kapılarına yaklaşınca, ülkeyi bu ateşin içine atmak istemeyen yöneticilerin ilan ettiği seferberlik sonucu silahaltına alınan binlerce genç var ya, onların çocuklarıyız…
Savaş yıllarının ekonomik sıkıntıları ve ailelerimizin mali olanaklarına göre kimimiz yalın ayak, kimimiz çarık, kimimiz kara lastik, kimimiz cislavet lastik giymeyi dert etmeden büyüdük…
Ülkenin birçok köyünde okul olmadığından, yurdumuza yararlı bir insan olmak için küçücük bedenimizle saatlerce yürüyerek okulu olan köylere gidip-gelerek okumaya çalıştık…
Çok azımız okuyabildi…
Okuyanlar bürokraside memur, okuyamayanlardan köyde yaşayanlar baba toprağında ırgat, şehirde yaşayanlar ise Cumhuriyet döneminde kurulan fabrikalarda işçi olarak çalışarak ayakta durmaya çalıştık…
Ve durduk…
Aç kaldık, yamalı elbiseler giydik, çocukluğumuzu gereği gibi yaşamadık…
Ama hiç yakınmadık…
Cumhuriyetin ilanıyla gelen aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı ileriye taşımak, ilim ve bilime inanmak, uygar ülkeler düzeyine gelmek için üzerimize düşeni yapmayı ilke edindik…
Bizim öğretmen okulu dediğimiz Köy Enstitüleri, köy çocuklarını eğitip bir ışık olarak yurdun dört bir yanına göndererek bize olanaklar sunarken, bu ışıktan rahatsız olanlar önümüzü kesmek adına bu okulları kapatarak ışığımızı söndürdüler…
Üzüldük, ama aydınlık yolundaki çabamızdan vazgeçmedik…
Kuşak olarak hep bizdik…
Ben, Sen, O, olmadık ve olmayı hiç düşünmedik…
Dil, din, ırk, mezhep ayırımını bilmezdik, hepimiz kardeştik…
Hepimiz bu ülkenin ortak sahibiydik…
Sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi hep paylaştık…
Parolamız, “yurttaş barış, dünyada barış, bağımsızlık ve özgürlüktü…”
Dik durmasını, onurlu davranmasını, özgürlüğümüze sahip çıkmasını, yurdumuzu ve insanlarımızı sevmesini yaşam biçimi olarak belirledik…
Çocuklarımıza ve torunlarımıza kalıt (miras) olarak bırakacağımız en büyük servetimiz bu niteliğimizdi…
Hepimizin ortak bir paydası vardı…
Bu ortak payda, sol tarafımızda bulunan cevherde yerleşmiş bir sevgi ve sevdaydı…
Bu sevgimiz ve sevdamızın adı, bizlere aydın bir gelecek hazırlayan Mustafa Kemal Atatürk’tü…
Sorgulandık, cezaevlerine atıldık, cezalandırıldık, ama duruşumuzdan vazgeçmedik…
Ne yazık ki…
Emperyalizmin öğütücü dişlileri zamanla bizim kuşağı da bölmeyi başardı…
Kimimiz öldük, kimimiz öldürüldük, kimimiz dik ve onurlu duruşumuzda ısrarcı olurken, azda olsa kimimiz saf değiştirerek emperyalizmin işbirlikçisi ve karşıdevrimcilerin yandaşı olduk…
Duruşunu değiştirmeyenler olarak, saf değiştirenleri dönek olarak nitelendirdik…
Döneklerimizi bir yana bırakırsak biz, Ata’mızın “Ey Türk Gençliği” diye seslenerek gençlere emanet ettiği laik Cumhuriyetimizin temel niteliklerine, karşıdevrimcilerin saldırılarını ve yok etme niyetlerini engellemek için yaşlanmış gençler olarak, hala nöbetteyiz…
Çünkü biz, Cumhuriyet çocuklarıyız…
Çünkü biz, Atatürkçüyüz…
Kısa bir süre önce yitirdiğimiz bizlerden biri olan rahmetli Levent Kırca’nın dediği gibi Cumhuriyetle kalın, Atatürk’le kalın…
Hoşça kalın demeyeceğiz…
Çünkü nöbetimiz henüz bitmedi…
İşte böyle dostlar…
İlk günden bu güne kadar laik Cumhuriyet ve büyük önder Mustafa Kemal Atatürk sevdalısı kuşağın bir ferdi olarak kısaca bizim kuşağın yaşam macerasını sizlerle paylaştım…
Belki birilerine örnek olur diye…
1Kasım da sandığa gitmeyi de unutmadan
27.10.2015
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı
Yorum Gönder