Biz de, bu konuşmaların salonda
kalmaması için, uzun emek harcayarak,
konuşmaları okuyuculara sunmaya çalıştık.
Paneli yöneten Ulusal Eğitim Derneği
Genel Başkanı Nazım Mutlu şunları söyledi:
Derneğimizin geleneksel
konferanslarından ilkini yapıyoruz. İlk etkinliğimiz-konferansımız, yeni
öğretim yılına başlarken eğitimimizin durumu. Bu konuyu irdelemek için ilk
elden eğitim sendikacıları aklımıza geldi, bütün sendikaları davet ettik, üç
sendikanın temsilcileri teşrif ettiler.
Eğitimizin içindeki sorunlar şu zamanda
bu zamanda çıkmış değil, eskiden beri geliyorsa da, ancak son yıllardaki durum
eğitim öğretimde bir karmaşaya, bir çözümsüzlüğe, açmaza yol açan bir bakanlık
politikası var. Eğitim öğretimdeki sorunları sıralarsak, bir sistemin
kalmadığını görüyoruz. Özelleştirme, özellikle dershanelerin dönüşümü, temel
liseler diye ortaya çıkan bazı yapılar nedeniyle özelleştirmede çok hızlı bir
yükselişin olduğunu görüyoruz. Sonra giderek artan bu karmaşanın yol açtığı
nitelik kaybının, öğrencinin başarısında bir nitelik kaybının olduğunu
görüyoruz. Kadrolaşma, ta iktidarın başından beri bir sorunu. Alt yapılar
derslikler, yapılar, kitaplıklar vb bu günün koşullarında gerekli olan alt yapı
eksiklikleri; işsiz öğretmenler ya da kendilerinin deyimiyle “ataması
yapılmayan öğretmenler”; dinci eğitimin işin odağında yer almakta; sınavlarla
ilgili bir sürü karmaşa; öğretmen yetiştirme düzeni, öğretmenin niteliği de bu
arada çok sık tartışma konusu oluyor. Sendikaların bütün bu akış içerisindeki
işlevi, acaba yeteri kadar etkili olabiliyorlar mı? Bütün bunlar aklıma gelen
şeyler oldu.
İlk söz verine Kamuran Karaca
konuşmasında şunları söyledi:
“…Bizim cepheden, demokrat, laik cepheden
bakıldığında, birçok sorunu içinde barındıran yasal yönelim gerçekten hiç
birimizin kabul etmediği, etmeyeceği, vicdanlarımızı yaralayan, “bu da olacak
mıydı” diye hep tartıştığımız değerlendirdiğimiz, “bu kadar da mı” diye
düşündüğümüz, eğitimdeki dönüşüm sürecinin içerisinde karşımızda çıktı çıkmaya
devam ediyor. Biz de bunlarla ki bizdeki onlarca alt başlık var. Bu siyasal
sürecin siyasal yaklaşımın ortaya çıkardığı sorunlarla uğraşmak zorunda
kalıyoruz. Tabi sorunlara geçmeden önce bu siyasal ideolojik yaklaşım kısmını
paylaşmak istiyorum.
Burada 2002 de AKP iktidarı başladıktan bu güne kadar
geçen sürede Milli Eğitim Bakanlığı politikalarının aslında AKP nin diğer
alanlardaki politikaları gibi, hiçbir hazırlığın olmadan, hiçbir ciddi
hazırlığın yapılmadan başladığına tanık oluyoruz. Zor
içerisinde bunların iktidar olanların 2002 den sonraki süreçlerinde
yavaş yavaş yapmayı akıllarından bile geçirebilecekleri birçok şeyi eğitim
alanında yapmaya olanak bulduklarına tanık oluyoruz. Yani siyaseten diğer
alanlarda, toplumsal alanlarda, ekonomik alanlarda, sosyal alanlarda hayata
geçirmeyi istedikleri proje gibi, eğitim alanındaki projelerle de doğru bir
hazırlıkları ilk etapta yok diye biz değerlendiriyoruz. Ama sonrasında iktidar
sürecini fırsata çeviren bir eğilim üzerinden, eğitim politikaları üzerinden
bir yönelimle eğitim politikalarını da parça parça, kopuk kopuk karmakarışık
oluşturmaya, hayata geçirmeye başladılar.
Bunun sonucudur ki iktidarları döneminde 12-13 yıllık
sürede beş tane Milli Eğitim Bakanı değişti. Her bakan, her gelen milli eğitim
bakanı kendi kadrosuyla beraber farklı bir eğitim uygulaması ortaya koydu. Yani
buda bir genel bir planlarının, genel bir programlarının olmadığının göstergesi
diye, biz bunları değerlendiriyoruz. Ama öyle bir noktaya geldi ki her bakan,
ilk etapta AKP nin eğitim üzerinden şekillendirmek istediği toplum modelini
oluşturabilmek için, ilk etapta bu toplumun dinselleştirilmesi, inancımızın bu
iş için kullanılması konusunda özellikle Milli Eğitim Bakanlığı kadrolarına
güvenmekten çok, inanç grupları kadrolarıyla çeşitli programlar oluşturup teker
teker her bakan kendi bakışı doğrultusunda hayata geçirmeye başladı.
Tabi bunlar, bu yaklaşım son geçtiğimiz yıl içerisinde
19. Milli Eğitim Şurasında, artık biraz daha derli toplu hale dönüştürülmüş
olarak karşımıza çıktı. 19. Milli Eğitim Şurası’nda ki son Milli Eğitim
Bakanının da, en uzun bakanlık yapanlardan biri oldu son Milli Eğitim Bakanı
Nabi Avcı, bu son bakanlık döneminde de, bu, eğitim yoluyla toplumu
gerileştirme, aslında buradan da inancı kullanarak bir siyasi arka bahçe yatma
sürecine bir planlı bir yola getirmiş oldular. Tabi bu uygulanan program sonucunda
yarattığı bu karışık, karmaşık uygulamalar sonucunda, sonrasında eğitim
sistemimize baktığımızda, nasıl bir tablo karşımıza çıktı. Anaokullarıyla
başlarsak; anaokullarının, okul öncesi eğitimin, bunların ilk iktidara geldiği
dönemlerde hatırlayalım, zorunlu olacağı ile ilgili bir açıklama, bir
yaklaşımları vardı, “okul öncesi eğitim zorunlu olsun”, propagandasını yaparak
başladılar.”, hatta onu işte bu alana binlerce okul öncesi öğretmeni
atayacağız” diyerek siyasal propagandaya da dönüştürdüler. Özellikle lise
mezunu genç kızlarımızın bu alanda öğretmen yetiştirecek programlara
yönlendirilmesinin propagandasını yaptılar. Belki binlerce, on binlerce velimiz
genç kızlarını, özellikle genç kızlarını okul öncesi öğretmenliğe yönlendirmeye
çalıştı. Lisede o bölümleri üniversitede de gene okul öncesi bölümlerini
eğitimini aldırdı, ama aradan iki üç yıl geçmeden daha okul öncesiyle bunların
yaklaşımları değişmeğe başladı. Okul öncesinin sonrasında da zorunlu olmaktan
çıkardılar. Aslında toplumu siyasallaştırma ve arka bahçe yaratma isteği
üzerinden bir eğitim modeline doğru kopuk kopuk da olsa gitme sürecinde bir
başka çalışmayı daha yaptılar. 4+4+4 eğitim modelini sinsice siyasal çevrelerin
Milli Eğitim Bakanlığı çevrelerinin dışında gene bu cemaat, tarikat çevreleri
etrafında değerlendirerek, özellikle de Eğitim-Bir Sen Sendikasına burada özel
bir rol vererek 4+4+4 le ilgili bir süreci tartıştırdılar. Hatta bu
tartışmalarda bakanlık ya da Milli Eğitim camiası çevresinin dışında yürüyen bu
tartışmaların kısa sürede yasallaşmayabileceği değerlendirmesi hepimizde de
varken, “yani bu kadarını da yapamazlar” değerlendirmesi varken, hatta onunla
ilgili daha yasası bile çıkarılmamışken 4+4+4 düzenlemesiyle ilgili uygulamanın
hayata geçirileceğinin ipuçlarını verdiler. Sonunda çıkarılan yasayla, 2012
yılında bizlerin demokrat kesimlerinin büyük tepkilerine rağmen, 4+4+4 eğitim
modelini ki hiçbir alt yapısı olmayan bir model olarak uygulamaya geçirdiler.
Tabi bu modelin birçok yönünden değerlendirme
yapılabilir. Buradaki arkadaşlarımızın çoğunu zaten konuya vakıftı. Ama 4+4+4
modelini eğitimi zorunlu olarak 12 yıla çıkarma hedefinde bir malzeme, bir araç
olarak kullandılar. Asıl hedef gene
19.Milli Eğitim Şurası’nda karşımıza çıktı. 4+4+4 Modelinde bunların kafasından
geçen ilk dörtteki ideolojik bindirme; ikinci dörtteki ideolojik bindirme; son
dörtteki ideolojik bindirme olarak karşımıza çıktı.
İlk dörtte okulların ayrışması sürecinde öğretmenlerle
ilgili onlarca problem yaşandı, belki bundan bahsederiz ama ilk dörtteki
bunların kafalarındaki ilk kaygı şuymuş. O ortaya çıktı; zorunlu din
derslerini, birinci, ikinci, üçüncü
sınıfa da yaymak. Oraya kadar ki, 19. Milli Eğitim Şurasında bu tartışıldı. Bu
da Eğitim Bir Sen Sendikası tarafından da, dillendiriliyor, izliyorsunuz onu, o
uygulama yapılsın diye.
İlk dördün bir öncesi, Anaokulun biri de bunların
ideolojik yapılandırmada hedefleri varmış. Anaokulundaki çocuklarımıza
biçtikleri model de, başörtüsü örtünmeleri çocukların artı değerler eğitimi altında
aslında dinsel değerlerin öğretilmeye başlanmasıymış, hedef. İlk hedefte böyle,
birinci, ikinci üçüncü sınıflar “din kültürüyle buluşsun”. Ortadaki dörtte görünüşteki dörtlüde benzer bir yönelim, Benzer bir
yönelim, sınıf seviyesiyle ilgili müfredattaki yapılan değişiklerle, hem
seçmeli başlığıyla hem zorunlu din derslerinde ders saatlerini artırmak, hatta
onunla da yetinmeyerek ikini dörtte özellikle çocukları imam, cemaat, tarikat
çevreleriyle buluşturmak. Bunları işte, “seçmeli dersler” başlığı altında
yapılacak değerler eğitimiyle buluşturmak, değerler eğitimi başlığında da
aslında kendi kafalarından geçen bu ideolojik yaklaşımı için kullanmak olarak
karşımıza çıktı.
Üçüncü dörde baktığımızda, ani liseye baktığımızda,
benzer bir tabloya tanık oluyoruz. Liselerde mescit açılması, bunların gene
üçüncü dörde bindirdikleri şey buymuş, misyon (görev). Mescit açacağız burada,
bir saat olan haftalık din derslerini iki saate çıkaracağız”, böyle bir yönelimle
felsefe derslerini sosyoloji derslerini, beceri derslerinin (resim iş, beden
eğitimi gibi bu dersleri) saatlerini azaltarak, burayı da kendi ideolojik
modellerine göre uygulama okullarına dönüştürmek gibi bir hedefle bu 4+4+4 ü
dizayn ederek ortaya çıktı. Tabi sadece bununla kalmadı, bu iktidar döneminde
eğitimin özelleştirilmesi de Türkiye’de hiç olmadığı bir boyuta ulaştı.
Eğitimin özelleştirilmesi sürecinde yaklaşık 300 bin
civarında öğretmenimiz atama beklerken, gene binlerce öğretmenimiz ucuz iş gücü
olarak özelleşen okullarda, özel okul başlığında açılan kurumlarda düşük
ücretlerle eğitimin kalitesinde olumsuz etkileyen tarzda eğitimin
özelleştirilmesi sürecini de malzeme yapılmış oldu.
Bunların tabi oranı da her geçen gün 2015 yılına kadar
katlanarak geldik, böyle bir sürece, özellikle eğitimdeki sürece ki bununla
ilgili istatistikî veriler, rakamlar da var, biraz sonra paylaşırız bunları.
Böyle bir özelleştirme, ticari sürecini de
dinselleştirmeyle beraber yaşamış olduk. Ana eksenlerini buraya oturttular,
yani burada bunu anlatmaya çalışıyorum. Eğitimi dinselleştirme, eğitimi
ticarileştirme. Tabi ticarileştirme boyutunda, özellikle altını çizmemiz
gereken önemli bir konu, eğitimin ticarileştirmesi, eğitimde fırsat eşitliğini
de ortadan kaldıran bir yönelim olarak karşımıza çıkıyor. Cumhuriyetin kurulduğu
ilk yıllardan sonra, Eğitim Birliği
Yasasıyla berber tüm ülke çocuklarına eşit koşullarda eğitim alma olanağını da
bir biçimde bitiren, bitirmeye yönelik bir yaklaşım olarak biz
değerlendiriyoruz. Hani eğitim, kamusal bir hak, kamusal hakkı da ülke devlet
ya da iktidar, diyelim, bütün ülke çocuklarına eşit olarak sunması gerekirken,
eğitimdeki özelleştirmeyle beraber bu fırsat eşitliğini de ortadan kaldıran
yönelme büyük ölçüde geçilmiş oluyor, tabi fırsat eşitliği çok önemli. Bu
salonda bulunan bizler dahil, bu fırsat eşitliğinin sağladığı olanaklarla
okuduk, bu günlere geldik. Bu fırsat eşitliğini ortadan kaldırdığınızda ülkenin
en ücra köşesinde parası olmayan insanlarımızın çocuklarımızın okuma şanslarını
da bir biçimiyle ellerinden almış oluyorsunuz, demektir, diye bizim asıl itiraz
noktalarımızdan biri. Tabi bu fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor, ama bu
kendiliğinden AKP iktidarının keşfettiği bir yönelim olarak da değerlendirmek
biraz eksik kalır. Alında bu yönelim Türkiye’de AKP ve AKP den önceki
iktidarlar döneminde başlayan bu süreç aslında 1985 ten sonra küresel
sermayenin sağlık ve eğitime göz dikmesiyle beraber görev olarak AKP iktidarına
ve AKP den önceki iktidarlara görev olarak verilmiş bir yöntem diye bakmak
lazım. Aslında olayın perde arkası orası; buradaki eğitimci ağabeyler var,
onlar bilirler bu süreci. Şöyle başlıyor, “yav ne olacak eğitimin kalitesi
yönüyle özel okullarla, özel kurumlarla olsa” diye başlayan bir süreç. Ama işin
olgusuna bakıldığında işte 85 lerdeki göz anlaşmasıyla
beraber eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi ülke kaynaklarını, özellikle bizim
Orta Doğudaki ülke kaynaklarına göz dikmiş emperyal politikaları yöneten,
yönlendiren ülkeler için eni bir hedef olarak değerlendirmezsek, gerçekten
yanlış yaparız, eksik yaparız. Çünkü bu eğitim ve sağlıktaki özelleştirme kar
alanını sonsuzluğa bindirmek gibi bir şey. Ülkelerde, dünyada çocuk ve eğitim
bitmeyeceğine göre, eğitimin özelleştirilmesiyle beraber sonsuza kadar
gidecektir ki böylece kar alanını kendine açmış oluyor.
Sağlık alanı da öyle, insan olduğu sürece sağlıkla
ilgili problem olacağına göre, sağlığın özelleştirilmesiyle beraber, oradaki
vurgun soygun üzerinden sonsuza giden bir kar alanı kanmış oluyorlar. Bu
yönüyle değerlendirmek gerekir ki, bizim de üyesi olduğumuz Eğitim Enternasyonali
Toplantısında da çok sık tartışılıyor. Geçtiğimiz ay içinde Kanada’da Eğitim
Enternasyenelinde bir genel kurulu vardı. Oradaki gündemlerden biri de buydu.
Eğitim ve sağlıktaki özelleştirmeydi. Orada öyle pazarlıklar dönüyor ki küresel
güçler, sermaye çevreleri, Avrupa’da Avrupa birliği ile doğrudan bir anlaşma
yaparak tek kalemlik bir sözleşme yaparak Avrupa’daki bütün okulların
özelleştirilmesini talep edebiliyor. Geldiğimiz noktada böyle bir süreç
tartışılıyor. Onun için bizim verebileceğimiz mücadelede esas tabloyu gören
yerden olmalı. Sağlık ve eğitim hakkı kamusal bir haktır”, demeliyiz ve
mücadeleyi o hatta tutmalıyız. Tabi eğitim ve sağlığın özelleştirilmesinde AKP
de kendi programlarını hayata geçirmek için, ya da Avrupa’daki ülkeler de kendi
siyasal programlarını hayata geçirmek için fırsat bulmuş olabilirler. Ama işin
aslı küresel sermayenin buraya göz dikmiş olmasıdır. Böyle bakmak gerekir”.
Eğitim-İş Genel
Başkanı Veli Demir konuşmasında şunları söyledi:
“Öncelikle Konfederasyonumuzun Genel Başkanı Sayın
Hasan Kütük, Eğitim İş imizin birinci Genel Başkanı Sayın Niyazi Altınyay Genel
Başkanımız, yıllardır Mecliste bizi temsil eden abimiz, milletvekilimiz Sayın
Mustafa Gazalcı, Köy Enstitüleri Vakfı Genel Başkanı Sayın Erdal Atıcı, değerli
genel başkanlarımız, burada ismini sayamadığımız ağabeylerimiz, hocalarımız
var. Seçkin bir eğitimci kitlesinin karşısında öyle çok da iyi konuşabilmek zordur.
Şimdi, “insan eğitimle insan oldu” demiş ünlü bir düşünür. Yani insan eğitimle
insan olabiliyor. Başka bir düşünür, “Eğitim insanın aklının özgürleşmesidir”
diye tanımlamış. Bu tanımlamayla başlamak istiyorum. Bir de aslında bu günü
kıyaslayabilmek için Cumhuriyet eğitim sisteminin ulusal eğitimine bakmak
lazım. Bizce ulusal eğitimin temel niteliklerine bir göz atmak lazım. Onunla
beraber bu günü kıyaslamak lazım. Şimdi ben çalıntı yaptım ya da alıntı
diyelim, Niyazi Abinin kitabı var ulusal eğitimle ilgili olarak, oralardan
derledim toparladım. Orada Cumhuriyetin eğitiminin temel nitelikleri
sıralanmış. Birincisi en başta geleni, Napolyon savaşa karar vermişti,
kurmaylarına, “haydın bakalım eksikleri tespit edelim”. Kurmayları eksikleri
tespit etmiş, karşısına geçmiş, “bir barut yok” deyince, gerisini saymaya gerek
yok” demiş. Eğitimde de Ulusallık, laiklik, demokratiklik yoksa gerisini
saymanıza gerek yok.
Cumhuriyetin en temel özelliklerinden birisi
ulusallıktır. Mustafa Kemal, daha 11 Temmuz 1921 de, düşman hemen Polatlı’nın
hemen arkasındayken, ulusun geleceği daha net değil iken,ulusallık kazanılacak
mı? Ulusal Devlet kurulacak mı belli değilken oradan cepheyi bırakıp gelir,
burada öğretmenlerin Maarif Kongresine katılır ve orada, ulusal eğitime, milli
eğitime büyük büyük vurgular yapar, önemini gereğini açıklar.
EĞRİ OKLA DOĞRU
HEDEF VURULMAZ
Bu gün ulusal eğitim var mı? Burayı kıyaslamamızda
fayda var. Cumhuriyet eğitiminin ikinci önemli ilkesi bilimsellik, çağdaşlık,
laiklik. Yani bilimsel olmasıdır Şimdi, “eğri okla doğru hedef vurulmaz”; eğer
eğitim bilimsel değilse, eğitim laik değilse, eğitim demokratik değilse, hedefe
ulaşma şansınız yoktur. Eğitimin işlevi halkı özgürleştirmektir. Mustafa Kemal
23 Eylül 1924 de Samsun’da “eğitimdir ki bir milleti hür, yüce bir toplum halinde yaşatır, ya da bir
milleti esaret, sefalete terk eder”, diyerek özgürleştirmenin gereğini asıl
orada söylemiştir.
Üçüncüsü, eğitim sistemimizin temel özelliği
Cumhuriyetimizin yine eğitim sisteminden bahsediyorum, karma eğitim. Aklımda
karma eğitime, Cumhuriyet eğitimine erken geçmişti, ama Avrupa’da da yüz yıldır
tartışılan bir konu. İstanbul Darülfünun’da şimdiki adıyla İstanbul
üniversitesinde 1900 ların başında tartışılmış. Halide Edip Adıvar’ın bununla
ilgili yaptığı, benim okuduğum kaynaklarda konuşmalar, mitingler var, karma
eğitimi öven, olması gerektiğini söyleyen. 1921 den önce üniversitede, 1924 de
ilkokulda, 1927 de ortaokulda ve 1930 da lisede karma eğitime geçilmiştir.
Çocukların sosyalleşmesi, birbirini tanıması bakımından, şimdi, kadın ve erkek
birlikte yaşıyor. Bu bakımdan çok önemlidir, ama ne yazık ki 2015 yılında Milli
Eğitimin temel sorunu olarak AKP iktidarı tarafından ve yandaşları tarafından
karma eğitime son verilecek şeklinde değerlendiriliyor ve Cumhuriyetin eğitim
sistemini eleştirerek, dışlayarak bununla karar almaya alışıyorlar. Karma
eğitimi, eğitimin olmazsa olmazıdır. Eğitim sistemimizin taşıyıcı sütunudur.
Zaten ulus devletin taşıyıcı sistemi nasıl Milli Eğitimse, Milli Eğitimin de
taşıyıcı sütunlarından birisi karma eğitimdir. Burada asla ve asla taviz
verilmemelidir. Yok, efendim kızla erkek çocuklar başarıları ortaya
çıkaramadılar, birbirine tutarlar, bu hikâyedir, Orta Çağ mantığıdır, çağ dışı
bir anlayıştır. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir, buna fırsat verilmemelidir,
biz şahsen vermek düşüncesinde değiliz.
Cumhuriyet eğitim sisteminin bir başka başlığı,
demokrasi eğitimizidir. Nerden çıktı derseniz, Mustafa Kemal’in,”fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür yurttaşlar yetiştirme” felsefesi, işte buna
dayanmaktadır.
O günle bu güne bir bakalım, bu gün siyasal iktidar,
“öğretmeni ben seçeceğim, idareciyi ben seçeceğim, kaymakamı hep ben; onu
bırakın şimdi ne demeye başladı. Sınıf başkanlarını da ben seçeceğim” der,
önümüze gelirse şaşmayın. Sınıf başkanlarını da biz seçeceğiz arkadaş, AKP nin
Gençlik kollarından, efendim, il ve ilçe yönetimlerinden onay alınacak, ona
göre seçilecek” derse şaşma. Bunların demokrasi mantığı budur işte. Bizden
olursa doğru, kendine demokrat bunlar. Eskiden öyle bir şey vardı,
“kendine Müslüman, kendine dindar” diye. Bunlar kendine demokrat bir anlayış.
Cumhuriyet eğitim sisteminin hâlbuki en önemli
ayaklarından birisi demokrasi eğitimidir.
Cumhuriyet eğitim sisteminin bir başka özelliği,
uygulanabilirlik ve yaşamsallık yani güncellik. Şimdi, dönemin Milli Eğitim
Bakanı 1925 de diyor ki, “yeni Türk okulu, oturan, dinleyen ve öğrenen okul
değil, hayatta uğraşan, çalışan, arayan ve yapan bir okuldur”. Bununla ilgili
bizim tarihimizde güzel örneklerle doludur. Köy Enstitüleri örneğindeki gibi iş
başında iş yapan okul. Dünyada zaten bizim ulusumuzun, halkımızın öyle çok
fazla buluşu yok, değil mi yok. Yani Türk Devleti olarak buluşlarımız yok. En
özgün buluşumuz Köy Enstitüleri, fakat, ne yazık ki, ona da sahip çıkamamışız.
İşte Köy Enstitüleri hakkında bu ilkeyi en iyi yaşatan, yani uygulanabilirlik
ve yaşamsallık bakımından, yani eğitim bir süs aracı olmaktan çıkan, günlük
yaşamda kullanılabilen bir araç haline gelmiştir, Köy Enstitüleriyle. İlim tüm
halkların anahtarıdır. Eğitim bir özgürlük değildir, eğitim bir haktır hak,
yaşam hakkı ne kadar kutsalsa, eğitim de o kadar kutsaldır. Özgürlükleri
kullanmayabilirsiniz, Antalya’nın Diyarbakır’a, Antalya’dan Isparta’ya
gitmeyebilirsiniz, özgürlük adına, ama eğitim diğer hakların da kapısını açan,
diğer hakların da kullanılmasını sağlayan, çok önemli bir haktır. Yani kullanıp
kullanılmaması yurttaşa bağlı değildir. Kesinlikle eğitimden yararlanmadır,
neden? Ben sokakta yürüyeceğim, eğitimi almazsan yarın bıçağı boğazıma
dayayacaksın. Çünkü sanat eğitimini sana vermiyorlar, 1923 teki sanat eğitimi oranı
yüzde on beşlerde iken, bu gün sanat eğitimi oranı yüzde onun altına düşmüştür.
Bunun yerine ne gelmiştir, değerler eğitimi. Ne demek değerler eğitimi? Bizim
için değerler eğitimi doğruluk dürüstlük, doğruluk, dürüstlük devletin malına
sahip çıkmak değil mi? Ne oldu 17/25 Aralıkta, ne değeri yav, değer falan
değil.
Bunların değer dediği şudur: Yurttaşı nasıl
kandırırım, yurttaşın oyunu nasıl alırım” bitti. O zaman bırakalım çağırıda
bulunalım, Ulusal Eğitim Derneğinin konferans salonundan 17/25 Aralık yaklaşıyor,
Sayın Milli Eğitim Bakanı” diyelim, “17/25 Aralık haftasını değerler eğitimi
haftası yapalım, hırsızlığa karşı, soysuzluğa karşı, yoksulluğa karşı bir hafta
içinde ne yapalım çocuklarımızı eğitelim bu hafta. Çağrıda bulunalım, sonuç
bildirgesini imzalayalım, diye düşünüyorum.
Dolayısıyla Cumhuriyetin eğitim sistemini, en önemli
unsurlardan birisidir.
Bir başka konu, bence, gene taşıyıcı sütunlardan
birisidir. Tevhidi Tedrisat (Eğitimde birlik) çok önemlidir. Eğer
Ulusal Kurtuluş Halkasının son halkası Cumhuriyete giden yol, Ulusal lığa giden
yol dediğimiz 30 Ağustos Başkomutanlık meydan muharebesi ulusal birlik
bakımından ne kadar önemliyse 3 Mart 1924 teki Tevhidi Tedrisat (Eğitimde
birlikte) o kadar önemlidir. En az diyorum, demek ki ondan daha önemlidir. Yine
bunu söylüyorum. Şimdi, Osmanlının kalıntısı olan ahali, yani halklar ne
olmuştur Tevhidi Tedrisatla, Türk Ulusu olmuştur, laik ve demokratik Türk Ulusu
olmuştur. Dolayısıyla Eğitimde Birlik, eğitimin vazgeçilmezidir, daha önce bu
tartışılmıştır. Ziya Gökalp’in İttihat ve Terakkiye sunduğu şeyler var. Ziya
Gökalp, “yav bu üç başlı eğitimden vazgeçin, bu azınlık okulları, mektep,
medrese çeşitliliğinden vazgeçelim. Bu üç başlı eğitim üç başlı insan
yaratıyor, biz tek tip eğitime geçelim” diyor. “Tek tip eğitim” deyince
bazı sendikalar, bazı lafta bilim adamları tek tip adamlar, tek tip adamda
Tayyip Erdoğan da çıkmış, bakın buyurun, Bülent Ecevit’de çıkmış, Süleyman
Demirel’de çıkmış, neyimiş tek tip, hayır bizim dediğimiz fabrikada tek tip çıkarmak
değil. Bilimsel, demokratik, laik, bizim tek tip dediğimiz. Yani molla eğitimi
olamaz Milli Eğitimde; mektep, medrese olamaz Milli Eğitimde, sonuna kadar tek
tip eğitim.
Mustafa Kemal, hemen Cumhuriyetin kuruluşundan sonra,
en önemli girişim bu 3 Mart 1924 tekrar ediyorum Tevhidi Tedrisat, ulusun
birliği bakımından çok önemlidir. İktidar tarafında bu da yozlaştırılmak
isteniyor, zaten filen de delinmiştir. 1950 ye kadar eğitim kendini
güçlendirmiş, alt yapısını kurmuştur, ama 1950 den sonra başlayan geri dönüş,
yozlaşma 1980 darbesiyle tarumar edilmiştir, yerle bir edilmiştir, darbeyle.
Üstelik de “Atatürkçüyüm” diyen Atatürk’ün asasını, Atatürk’ün şapkasını
kullanan lafta sahte Atatürkçüler tarafından Cumhuriyet eğitim sistemi
çökertilmiştir. 2002 de iktidara gelen bu Anadolu’nun görmüş olduğu en gerici,
bölücü, ırkçı siyasal iktidarı tarafından da 2012 deki 4+4+4 le beraber üstüne
beton atılmıştır. Ama o betonları kırıp tekrar Cumhuriyetin eğitim sistemini
yaşatmayı bizler biliyoruz, en azından sizin huzurunda biz veriyoruz, elimizden
geldiği kadar.
Ünlü mimar, Türkiye’nin yüz aklarından birisi olan
Doğan Kuban diyor ki, “EĞİTİM
POLİTİKASI ÇAĞDAŞ EĞİTİM AMAÇLARINDAN UZAKLAŞIRSA, ÖĞRETİM YENİ BİR TÜR CAHİL
YETİŞTİRİR. Bu geldiğimiz nokta 4+4+4 le burasıdır, diyorum”.
Anadolu Eğitim Sen
Gnl. Başkanı Cansel Güven de konuşmasında şunları söyledi:
“Bu gün burada oturup konuşurken çok mağdur
bir tablo oluştu. Başkanların söylediği birçok şeye katılmakla birlikte, ne
kadar karanlık bir tablo içerisinde olduğumuzu söyleyeceksek, kahlolup
ayrılacaksak, hani “evlerine ateşler salsın notasında burada birlikteysek,
burada ne yapıyoruz, diye sormak lazımdır. Eğitim sisteminin eğitimin
geleceğine dair sorulması gereken, hem sorumluluk alıp bundan sonra sorunları nasıl
çözülmesi gerektiğini söylenecek makamlardayız, eğer genel başkan başkanlarsak.
Ben o zaman itiraz ediyorum, bu AKP iktidarı 13 yıl boyunca eğitim
bilimsellikten uzak siyasallaştırıp seçmen devşirir hale getirip getirmişse
bunun sorumlusu benim. Burda Niyazi Altınyay başkanımdan özür diliyorum,
değerli başöğretmenlerim, ebediyete intikal eden bütün başöğretmenlerim,
Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ten özür diliyorum. Biz o mirasa sahip
çıkamadık biz. AKP yi eleştiriyoruz, onlar hep de mağdur ya bir taraftan. Aynı
hataya düşmemek lazım; biz de mağduruz çokça sızlanıyoruz. Sadece 2015-2016
Öğretim yılı için eğitimin sorunlarına baksak yirmi dakikada anlatamayız. Bugün
bu sabah 28 Eylül sabah uyandığımız gibi değil, bir günde olmadı. Beceriksiz
kadrolar, liyakatsiz siyasi kadrolar bir günde yapmadılar. Bir kere biz kaza
yok, taammüden bir cinayet işlendi, planlı, çünkü eğitim bir plan işi, çoğunuz
bir eğitimci olduğunuz için, duyarlı veliler olduğunuz için bunun tanımını
yapmak ahkâm kesmek gibi geliyor, bana, bunu yapmak istemiyorum. Eğitim her
ülke için bir pas anahtarı. Kişiyi nasıl şekillendirirseniz öyle seçmen
yetiştirirsiniz. Oy oranlarına bakınca şaşırıyoruz ya bazen, bu nasıl olur, bu
kadar durum tespitine rağmen bunlar nasıl böyle oy veriri? Çünkü seçmen
yetiştirme işidir. Şimdi bunu doğru teşhis edersek eğer, sorunda çözüm
arayabiliriz. Bir günde olmadı bunar, ferdin sorunları ülkenin
sorunlarından değildir, aynı zamanda bir
ekonomik bir iştir eğitim, bir diyeti vardır, bir kalite işi vardır, girdileri
vardır. En önemli girdisi öğretmendir. Öğretmenin niteliğinde yarattığınız
sorun, malzemeden çaldığınızda onun eğitimini eksik bıraktığınız her şey, o
eğitimcinin sınıflardan o tezgâhlardan geçirdiği öğrencinin ve yurttaşın
ileride seçmenin niteliğinde defo olarak karşınıza çıkar. Bu gün şaşırdığımız
her şey maliyettir; planlama, proje sorunudur. Biz eğitim enstitülerinin
mirasın yedik onlar dönüştü. Bu gün Anadolu eğitimcisine sorarsanız, bu günün
en önemli sorunu ne? Öğretmen niteliği derim. Çünkü hangi iktidar gelirse
gelsin, istedikleri kadar müfredatta, bilimsellik dışı, cinsiyetçi, dini
ağırlıklı uygulamalar yapsın. Sınıfın kapısını kapa kapattığınız zaman,
öğretmen eğer bilimsel kafadaysa, o sınıfta niye var olduğunu devletin memuru
olmakla öğretmen olmak arasındaki farkı kafasına yerleştirdi ise, hiç bir
iktidar bu ülkenin yurttaşlarını ve seçmenlerini deforme edemez, hasar veremez.
Eğitim sendikaları galiba öğretmen örgütlülüğünde, öğretmeni örgütlemek yanında
eğitmek ayağını da biraz ihmal etti diye düşünüyorum.
Şöyle bir
kolaycılığa kaçtık. Bundan sonra kullanacağım cümleler benim cümleler değil,
tespit. Bir fotoğraf çekmek istiyorum, pazarda. “Eğitim sendikansa üye
olabilecek hedef kitle arasında belli bir siyasi partiye oy veren, sizin de üye
kaydedebileceğiniz insanları hedeflemek. Böylece ne yapıyorsunuz, ülkelerin,
ülkemizin sandığından çıkan sonuçlarına uyumu bir test pazarınız oluyor. O
yüzden Eğitim Birsen bizi niye temsil etmiyor diye sormuyor hiç, çünkü ülkenin
siyasetine iktidarına uyan bir profili. Eğitimin sorunu eğitim sendikalarını
bir isim sorunlarına bakışlarını bağımsız olmasıyla ancak çözebiliriz. Eğer
eğitim sendikaların mevcut sorunlara bakışı bir siyasi partiyle tamamen
uyumluysa “yalnızca laik eğitim üzerine ya da ana dilde ciddi bir ayrışma
yaşıyorsanız sizin de ulaşabildiğiniz hazır kitle orası ve çözümünü de hep
kendi içinizde arıyorsunuz.
Peki, dünyaya baktığınızda eğitimde başarılı sendikal
temsilde başarılı ülkelerde durum ne? Siyasi iktidarlar değişse bile eğitime
her zaman bilimsel yaklaşan, sorunları da öğretmen odalarından ve okullarından
çözen sendikaların varlığı, bunların gerektiğinde ülkenin geleceğini de
etkiler. Biz galiba bu bağımsızlaşmayı sağlayamadık. Hani bu öğretim
yılını Mars’ta su bulunduğu gün, Cumhurbaşkanının garsonluk üzerinden eğitim
hedefi koyduğu aynı tarihte eda ettik, idrak ettik. Bunun mağduru değiliz.
Bunda biraz bizim payımız var.
Partizanlığı bıraktığımız zaman sendikaları gerçekten
eğitim yetiştiren kurumlar gerçek içinde. Yani daha eğitimci olamamış
atanamamış öğretmenler arkadaşların eğitiminin niteliği ile donanımı ile
ilgilenilerek ve sonrasında da hangi partiye oy verirse versin, gerekirse onu
da örgüt içinde eğitmeyi göz önüne alarak yürüttüğümüz zaman gelen geçen
iktidarlar için endişelenmemiz gerekmeyecek, diye düşünüyorum. Biz başarıyı
buraya koymak zorundayız.
Evet Milli Eğitim sistemiyle ilgili aslında üç tane
temel sorun var. Mililiği Eğitimde bekletme süreci yaşanıyor ve çağdaş
sistemden söz edemeyiz. Ben burada bu öğretim yılı için sadece belli başlıklar
yazmaya çalıştım, tekrarlığı çözülememiş, üzerine eklenen bir gündem
içerisindeyiz.
Maalesef 2015-2016 la ilgili olarak geçen yıllardan
fazla ve çok daha önemli bir yıldız atmak zorundayız. Eğitim denen şey, ne
kadar bilimsel konu yaparsanız yapın canlı yaşayan insanlar arasında yapılır.
Öğretmen hayatta olacak, öğrenci hayatta olacak, ikisi de eğitim öğretim
ortamında bir araya getireceksiniz.
Anadolu Eğitim Sendikası 2015-2016 öğretim yılıyla
ilgili maalesef manşete can güvenliğini aldı. Önümüzde bir genel seçim var,
sandıkların güvenliğinin sağlanamayacağı itiraz ettiler; bir kısmını da bizim
kabul etmek zorunda kaldığımızı biliyorsunuz. Bazı illerimizde okullarımıza
bombaların konduğu, yollar mayınlanmış durumda. Yok öyle şansım da yok toptancı
bir anlayışla. Biz bu öğretim yılına eğitimin niteliğinden öte eğitimin
yapılabilirliği sorusuyla girdik. Ülkenin genel siyasi atmosferinden bağımsız
değil, sendikalara bak burada barışın dışında bir dili konuşacak sendika
başkanı da yok, ama barışı tesis edecek taraf da değiliz, seçmenler ve öğretmen
olarak. Ama bunu söylemeğe devam etmemiz lazım. Yani eğitimin sürdürüldüğü bir
ülkede güvenliğin sağlandığı bir ülkede öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin
can güvenliğini istiyoruz. Ondan sonra eğitimin niteliğini konuşmaya
başlayabiliriz. 4+4+4 eğitim sistemine mesleki eğitim sistemine akacak sosuyla
manşetiyle girilmişti. O öyle olmadığını söyleyen sendikacılar da burada. Onun
ürünlerini şu anda alıyoruz. Bu bilimsel verileri de kamuoyuna yılmadan
anlatmamız gerekiyor. Şöyle de geri bildirimi oldu. Tkit etmiştir, sadece
mesleki ortaokullar açılacak dendiği halde, karma eğitimi asla kaldırmayacağız
dedikleri halde, pratikte şunu yaşadık, açılan düz ortaokullar içinde evet İmam
Hatip Ortaokullarıydı. Giderek bunları da kız ve erkek ortaokullar gibi, lisede
zaten var. Bunu da Ortaokulda yapmak, yapamadıklarını da kız sınıfı, erkek sınıfı
yapmaya başladıkları bir noktaya taşıdılar, ama dilimizi şöyle kullanmalıyız,
bakın bizi galiba şurdan yıpratıyorlar. Hani laikçi, cinsiyetçi kızlarla
birlikte başı açık, erkeklerle okusun” dediğini zaman sözümüzün camiada bir
karşılığı yok, velilerde de bir karşılığı yok.
Arkadaşlar şunu söylemek lazım, eğitimin niteliğini irdelerken
biraz kendimize o sloganlardan ayrı bir üslup seçersek, mesajımız geçer,
öğretmen arkadaşlarımızla geçer, çok net. Taban farkının da seçeneği var,
Anadolu sendikasının içinde.
Filan partinin de seçmeni var, bize baktıkları zaman
“kardeşim siz nesiniz” omurgasızlık gibi görüyorlar, hayır eğitmek böyle bir
eydir. Sizin istediğiniz size layık üyelerle çıkın yolunuz açık olsun.Asıl olan
öğretmeni eğitebilmek. Asıl sendikada düşündürebilmek sorgulatabilmektir
sloganlar dışında. Haa şunu sorgulatabiliyor muyuz, İmam Hatip Ortaokullarında
verilen eğitimde bu çocuklar ne alıyorlar. İleride herkes evladını iyi bir
üniversiteye yerleşmesini, bir meslek sahibi olmasını ister.
Aile kuşkusuz muhafazakâr duygularla yüklenmiş mi,
Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeni de olabilir. Biz ona, baştan kazanamayacak
insanlar olarak mı göreceğiz. O okulda okuyan öğrenciyi, öğretmeni, böyle bir
lüksümüz yok, ne Cumhuriyet böyle kuruldu. Ne devrimler böyle yapıldı.
Türkiye’deki eğitim sendikacılığı böyle bir mirasa sahip.
Bizim herkese eğitimden tarafa herkese ulaşabilmek
gibi bir zorunluluğumuz ve sorumluluğumuz var. Şöyle bir gerçeği anlatmamız
lazım, bilimsel sendikalı olarak, mesleki ortaokullar ve meslek liseleri bu
ülkenin nüfusunu, gençlerini, çocuklarını iyi eğitemiyorlar. Çünkü meslek
dersleriyle kolay deildir başka bir dilde okumak yazmak, üstelik anlamadan,
fizik dersleriyle uğraşmak gibi; hem yanı sıra da mesleki ortaokul ve liselerdeki
bütün zorunlu, gerekli dersleri vermek gibi.
Böyle bir yoğun akademik program içerisinde bu
çocukların ileride işte, İstanbul Teknik Üniversitesine, ODTÜ falan siyaset
bilimini, filan hukuk fakültesini kazanma olasılığın yok. Görecekler bunu
görüyorlar nitekim; Türkiye’nin başkenti dâhil, Türkiye’nin her yerinde ve
pozitif ayrımcılık çok iyi donatılmış, çok iyi binalarda eğitime başlamış bazı
imam hatip ve ortaokullarda liselerde öğrenci bulamadığını görüyoruz, böyle bir
sonuç var. Biz burada hani “laikçi, cinsiyetçi, Kemalist çıktılar, psikolojik
olarak bize çok iyi gelebilir, ama teknik olarak fiilen sonuca bir katkısı yok.
Ben Kara Murat benim diye başlamak istedim; mağduruz.
Ama aynı zamanda sorunluyuz, nerde ne yaptık, bir cevabını bunu aramamız gerekiyor.
Eğitim sendikalarının bakış açısıyla, sendika başkanları açısından, isim
konuşacaktık ya, normal olağan bir ülkede olsak, benim burada özlük haklarım,
tayinleri hiç konuşamadık. İdari atamalar üzerine konuşamadık, ek göstergeler
emekliliğe esas nedir? Sendikacı bunu konuşur, benim işim. Değil kız lı erkekli
eğitim. Bizim bu aşamaya gelmemiz için, can güvenliğinden başlayarak hani,
eğitimin niteliğini konuşabilmemiz için bir kendimizi durup formatlamamız
gerekiyor. Sorumluluk alan bir sendikacı olarak eğitim fakültesinde derslere
giren bir akademisyen olarak sorumluluk almaya varım. Bunun için kişi için
siyasi ikbal, herhangi bir dönem, herhangi partiden aday olmak gibi kişisel bir
istek gütmeyeceğime söz veririm, dik duruş için.
Yirmi dakikalık bu
konuşmalardan sonra, ikinci turda onar dakikalık konuşmalara geçildi. İlk
olarak
Eğitim Sen Gnl
Başkanı Kamuran Karaca şunları söyledi:
“1960 lı yıllarını biz görmedik ama ağabeyler
anlatıyor, 6.Filo bir antiemperyalist
mücadelede devrimci gençler, mücadele yaparken biriler de onlara saldırmakla
meşgul. Şimdi o saldıranlar diyor ki, “yav siz haklıymışsanız, bu Amerika da,
kominizim tamam da, çok da dost da değilmiş. Günaydın.
Şimdi bir ideoloji, yani dünyada ideolojiler
çarpışıyor. Dünyaya hâkim olmak için, böyle bir şey oluşturmak için yakıyor,
yıkıyor, biçiyor, kesiyor; bizim de binlerce öğretmenlerin, binlerce insanlık,
işte bunun için canını verdi. Öldürüldü, katledildi. Yani eğitim de dâhil
ülkelerin bir ideolojiye oturması gerekiyor. Yoksa gelişigüzel bırakalım
sonuçları ne olur demekle hak almaya şansımız yok.
Mustafa Kemal de öyle bir ideolojiyi oturtmaya
çalıştı. Onun için sistemi hedef haline getirildi. Yani burada bir şeyi bir
ideolojiye bindireceksin. Hani liberal mi olacaksın, kamusalcı mı olacaksın, ne
diyelim ikisini karma mı yapacaksın, bir şeye bindireceksin, ulus çıkarı için
m, yapacaksın; ülke çıkarı için mi yapacaksın. Ticari bir faaliyet, herkes
istediğini yapsın, Özal’ınki gibi mi deyip kurya mı geziteceğiz, buna karar
vermek gerekiyor. Zaten savaşımın adı bu, adını koyma lazım.
Eğitimle ilgili olarak, özel kullar açıp yararlanan
dostlar var, onlar için bir şey demiyorum. Niye açar? İki şey için açar:
1-İdeolojimi yaymak için, kendi bir fikri vardır, şimdiki cemaatin yaptığı
gibi. 2-Para kanmak için açarım. Başka bir gerekçesi olur mu? Bu çocukları, bu
ülkenin çocuklarını, bir ideoloji koymaktan, bir hedefi koymazsan bu ikisine mi
teslim edeceksin, niye. Çıkan tablo bu. Buradan başlayıp sonucuyla ilgili,
yaşadığımızla ilgili ve birkaç şey söyleyip ne yapmamız, sendikalar ne yapmalı,
tespit yaparak bitirmek istiyorum. Mesela Milli Eğitim Stratejik planı 2019 a kadar yılı kapsıyor.
Diyor ki Milli Eğitim Bakanlığı, bu siyasal iktidarın yaklaşımı 2012 de okul
öncesine kaynak 6.18 milyar aktarılmış; 2019 a 2023 e çıkarılmış
İlkokulda, 2.7 imiş yüzde 77 ye çıkarılsın, beş sene
sonra, ortaokulda 2.77 ye o da yediye çıkarılsın, bakın her biri muhtemelen
üçer kat. Ortaöğretim 3.62 özel okullara ayrılan kaynak; yüzde 12 ye
çıkarılsın. Bu ne demek, eşitsizliklerin yaratılacağı demek, yani Hakkâri’deki
parası olmayan, Artvin’deki parası olmayan, ya da Konya’daki parası olmayan
okula gidemezken, özel okula verdiği teşvikle, artırdığı kaynakla, fırsat
eşitliğinin devlet eliyle bozulması demek.
Birkaç veri daha var, okullara bu hükümetin uyguladığı
programla devam oranlarındaki bozukluğu anlatalım. Mesela 12 yıllık zorunlu
eğitime karşı öğrencilerin yüzde 23 ü liseye devam etmiyor, bunların son 10-12
yılda uyguladığı politikalarda. Yüzde 23, hani 12 yıla çıkaracaktı, zorunlu
eğitimi. Böyle bir şey yok, hatta açık liseye giden öğrencilerin sayısı, bu
sene yaklaşık 160 bin civarında arttı, yani örgün eğitimin dışına çıkan öğrenci
sayısı arttı. Yani 12 yıllık eğitim düzmecesi sadece siyasal bir söylemde
kaldı, eğitimin dışına çıkan daha çok.
OICD ülkelerinde sınıf mevcutları Türkiye’de ortalama
yüzde 30 civarı. Geçtiğimiz yıl Milli Eğitim Bakanlığı bir açıklama yaptı;
“liselerde mevcudu 40 a
çıkaralım” 21 bakın iki katı, hani OICD ülkelerinden iki katında sınıflarımız
olacak, 12 yıllık programın sonu bu.
Kamu kaynaklarının özel okullara aktarmasında 230 bine
yakın öğrenci için özel okula teşvik, ilkokula giden, ortaokula giden, ortalama
üç bin üç bin beş yüz özel okula gidene teşvik verilirken, aynı paranın kamu
okullarına aktarılması ki, 66 bin civarında kamu okulu var, 80 bin civarında
kaynak aktarma şansı var kamu okullarına,
bu aktarılmaz iken, özel okullara giden çocuklara 3000-3500 lira
veriliyor, ama çocuklarımız, velilerimiz buradan soyulmaya devam ediyor. 15-20
bin lira da velinin cebinden çıkıyor, ayrıca buradaki katılım payı.
Bir başka şey; okullara Milli eğitim Bakanlığının
okullara mescit açılması için bütün imkânları seferber ediyor, ortaokulların
içine açıyor sınıflar açıyor, liselerde sınıflar açıyor, orayı her geçen yıl
büyütüyor, bir milyon öğrenci, ortaokul ve lisede okuma hedefi var.
Gerçekleştirmek üzereler, bu günlerde. Açık liseye giden öğrenci durumuyla
2013-2014 de yani iki sene önce, açık lisede okuyan öğrenci sayısı bir milyon
12 bin iken, bir sene sonra 470 bin artıyor, yani geçtiğimiz yıl. 160 bin de bu
sene üzerine koyduğumuzda 600-700 bin öğrenci lisede örgün eğitimin dışına
çıkmış oluyor.
Başka sorunlar da var; öğretmenlerin can güvenliği
sağlanması gerekiyor, uyguladıkları siyasal politikalarla çatışma hali, içinden
çıkılmaz hale geldi. Burda bu sene öğretmenliğin can güvenliği öne çıktı. 37
bin genç öğretmen arkadaşımız atandı. Bunların çoğu atandıkları yere gitmek
zorundalar, çünkü bu KPSS sınavından sonra atanmak için gerçekten büyük mücadele
veriyorlar. Bu can güvenliği ile ilgili olumsuz bir tablo var. Öğretmenlik
mesleğinin itibarsızlaştırılması bütün uygulamalarla karşımıza çıktı. Tespit
tablosunda son bir tabloyla bitireyim. Ne yapacağımızı söylemek istiyorum.
Mesela öğretmenlerin emekliliğiyle ilgili bir tablo paylaşmak istiyorum. 2003
yılında bu AKP nin iktidara geldiğinde 127 bin öğretmen sınava girmiş atama
istenmiş, 22 bin atama olmuş, 24 bin emekli öğretmen olmuştu o sene, llk
geldiklerinde 24 bin, sınava giren
öğretmen de 127 bin. Şimdi sınava giren 283 bin, yani yaklaşık üç katı
öğretmen olayı plansız programsız şişirildi, çocukların ümidi sömürüldü.
Bunlardan sona kalan 350 bin iki bini bekliyor, emekli sayısına bakalım 7500,
ilk geldiklerinde 24 bin emekli, bir sonra 23 bin, 18 bin, 19 bin diğer
yıllarda gidiyor gidiyor son yıllarda 7500 emekliye. Bu ne öğretmenin
itibarsızlaşması, içinde bulunduğu ekonomik koşullardan kaynaklı emekli bile
olamaması, bir biçimiyle de genç öğretmenlere yer açılamaması tablosu da
bunların yarattığı tablo. Daha çok söyleyecek şeyler var ama, ne yapmalıyla
ilgili. Bu bir siyasal sorun ama, şunu savunuyoruz, çağdaş, bilimsel, laik
yapıya kavuşturulan bir eğitim modeli oluşturulmalı, bu ülkede. Bunun için
planlar yapılmalı. Öğretmen yetiştirmeden eğitim müfredatlarının çağın
ihtiyaçlarına göre belirleneceği programlar oluşturulmalı. Bunun için örnek
modeller de var. Finlandiya modeli var, İspanya modeli var, Almanya’daki
Fransa’daki uygulamalar var, bizim Köy Enstitüleri modeli var, birçok model var,
özgün modeller var. Ama siyasal olarak bir cenderenin içinden çıkamazsak, bir
yönelimi biziz çerçeveleyen yönelimi kıramazsak, inanın ne kadar plan yaparsak
yapalım, ne kadar program yaparsak yapalım, ne kadar iyi niyetle olursak olalım
bunu bize yaptırmazlar, eğitimde kat edeceğimiz yol hep sınırlı kalır. Şu bir
çıkış değildir, yani açılan özel okullar üzerinden iiyi niyetle demokrat
arkadaşlarımızın sermayenin açtığı okullarla laik, bilimsel eğitim, çağdaş
metotlarla eğitmek kurtarıcı değil, yetmez, tek başına yetmez. Böyle bir görevi
onlara vermek de kamusal hakkı insanımızın elinden almak demek olur. Onun için
her ikisini bir yerde düşünen, siyaseten ülkeyle ilgili eğitim sistemiyle
ilgili tartışmaları yapmak ordan bir model çıkarmak, ordan kararlı olmak o
modeli hayata geçirmek için de gerçekten oluşacak hükümetlere, oluşacak
iktidarlara kendi ideolojik yönelimleri için evirip kıvırmaya fırsat vermeyecek
düzenlemeleri yapmak gerekir diyorum. Tabi bunun için Eğitim Sen olarak her
yerde dile getirmeye çalışıyoruz. Bunun içinde çok ayrıntı var ama kabaca
içimizdeki mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz. Teşekkürler.
Söz verilen, konuşma sırası gelen Veli Demir, Ulusal Eğitimin sorunları konusunda görüşlerini şöyle açıkladı:
Söz verilen, konuşma sırası gelen Veli Demir, Ulusal Eğitimin sorunları konusunda görüşlerini şöyle açıkladı:
“
Ülkeyi, ülkenin eğitimini bugün içinden çıkılmaz duruma getiren sendikalar
değildir, siyasal iktidarlar. Eğitimin
bir karakteri vardır. Tabi ki kamusal eğitimi savunursan, orda ulusal eğitim
vardır. Kapitalist eğitimi savunursan, orada kapitalizm güçlüdür; sosyalist bir
eğitimi savunursan sosyalizm güçlüdür. Eğer siz, eğitimin omurgası, özü olmak
durumu yoksa, barut yoksa gerisini tartışamayız. Barut yoksa savaşı
kanamazsınız, yani ideolojisi. 1950 lerde hatırlayın işçilere dediler ki
partiler üstü olun, işçilerin geldiği yeri görüyorsunuz değil mi hep beraber?
Onun biz 1970 li yıllarda tavır koyarak çıkmıştık. Hatırlayın TÖS ü 1965 li
yıllarda, ya ne devrimi, ne ulusu siz ne diyorsunuz” dediler; TÖS bugün tekrar
unutuldu, 50 yıl sonra hepimiz hala “biz TÖS ün devamıyız” diyoruz. Biz TÖB-DER
in Fakir Baykurt’un devamıyız diyoruz. Dolayısıyla, ideolojiden, sınıftan
ülkeden, ulustan, bilimden bahsetmeden sadce iktisadi artırmak için biz
sendikacılık yaptırma şansımız yoktur, bizim de yoktur, sendikaların da yoktur.
Şimdi sorunlara başlamak istiyorum.
Şimdi
ülkemizin en önemli ülkemizin sorunu birincisi, en önemli sorun, bilimsel,
laik, demokratik ve kamusal eğitimin yok olmasıdır, vaz geçilmesidir. Bunun
tarihsel sürecini anlattık 1950 ye kadar ki Cumhuriyetin eğitim sistemindeki
kazanımlar; 50 den sonra geliş sağ ve sığ iktidarlar 80 e kadar geliş, 80 de
darbe, 2002 de yine bölgede emperyalizmle beraber, parelel çalışan siyasal iktidarın
kamusal alanı özelleştirmesi ve dinselleştirmesi, bir anlamda iki ayak üzerinde
görüyorum. Ama bunu söylerken yine başa dönüyorum; Mai, Migayı yani Gat
anlaşmalarını, yani kamusal alanı, az
önce Kamuran Bey’in söylediği eğitimin, sağlığın ve sosyal güvenliğin, (ben
sosyal güvenliği de dahi ediyorum) buranın özelleştirme çabalarını görmeden
bizim değerlendirme yapabilme şansımız yok. Yani birinci sorun bu. Eğitimin
barutudur, müfredat tadatlı değilse, bilimsel değilse, laik değilse, demokratik
değilse orada ne yaparsanız yapın hiç bir şey çıkmaz, barutudur. Eğitimin
barutudur müfredat, yani bilimsel, laik demokratik anlayışı. Ama ne yazık ki
4+4+4 eğitim sistemi veya arkasından temel eğitim anlayışı bitirilmiştir.
2002
de bunlar geldiği zaman ülkedeki imam hatipli sayısı 70 bin civarında Sayın
Cumhurbaşkanı 60 bin diyor ama, aslında 70 bin küsur, bugün bir milyon iki yüz
bin, kendisi söyledi. Demek ki 2016 ya kadar hedeflemişti, Milli Eğitimden
sorumlu şehzade. Demek ki 2016 dan önce burayı çoktan aşmışız. Biliyorsun Bilal
Efendi 2016 ya kadar aşarım demişti. Sayın Cumhurbaşkanı bir milyon iki yüz bin
dedi. 4+4+4 le zaten buna gerek kalmadı tüm okullar ne oldu seçmeli dersle
beraber imam hatip oldu.
Konya’dan
geliyorum, ben; kızım Ortaokula geçti kızım kitap getirdi baktım Kuranı Kerim.
Elbetteki bu ülkede yaşıyoruz, bu ülken değerleri bizim değerlerimizdir. Benim
kızım ne seçmeli din dersi seçmiş, ben imzalamadım kim seçti, öğretmen
seçmiştir. O zaman bunun adı zorlamadır. Çocukların seçtikleri şu anda üç ders
var, medeni bilgiler, Kuranı Kerim, Hazreti Muhammedin hayatı. Elbetteki
öğrencilerin, velilerin isteğiyle seçer çocuklar. Ama diğer dersler yok, ya
ders yok, yok öğretmen öğrenci anlayışı var. Burdan vaz geçilmelidir, büyük
sorun budur. Diğer sorunları çözersiniz bu sorunları çözmeden. Eğitim
sistemimizi demokratik hale getirmeden hiçbir şeyi çözemeyiz, o mümkün değil.
KAMUSAL EĞİTİM:
Önemli
bir konu az önce değinmiştim, fırsat bulursam değineceğim demiştim. Kamusal
Eğitim, Cumhuriyet Eğitim Sisteminin
en önemli özelliğidir kamusal eğitim. Kaf Dağı’nın arkası kadar uzak olan
ulusal eğitim çocukların ayağına gelmişti. Onun için burada belki Saruhan var,
Isparta’nın Sütçülerden gelmiş Niyazi Altınay var, isimlerini bilemediğimiz
ağabeylerimiz var. Cumhuriyetin eğitim sistemini almış, Köy enstitülerinde
öğretmen olmuş, öğretmen okullarında kendini yetiştirmiş, kamusal eğitimle. Ama
günümüzde kamusal eğitim budanıyor, yok ediliyor.
Türkiye’de
18 milyon öğrenci, 900 bin öğretmen 77 milyon gözükmüyor, onun yerine 270 bin
kişiye 3750 liraya kadar para veriliyor. Devlet okulu ölsün, çürüsün bitsin.
Köy Enstitüleri gibi, önce uzlaştırma sonra bitirme. Şu anda yapılan budur. Biz
diyoruz ki, verdiğin o kaç milyar milyon, (bir milyar 116 milyonu) bölsek
öğrenci başına 63 lira düşüyor, öğrenci başına. Bin kişilik bir okul olsa 63
milyarla o okul hiç kimseden para istemeden tıkır tıkır para pul istemeden kendini idare eder. Ama
bunların derdi o değil, onların derdi daha önce kapitalist sistemin
politikalarının dayatmasıyla oluyor bunlar, ama bunlar daha hızlı yaptı,
pervasızca yaptı. Dediler ki, “biz bunu yapalım, öbür taraftan sistemi
görmeyeyim dedim, Cumhuriyetin sistemini darmadağın edelim özelleştirmeyi fazla
yaparız” dediler. Kimden fazla 1980 deki darbecilerden fazla yaparız” dediler
ve fazla yaptılar.
Tarihin
gelmiş geçmiş en fazla özelleştirmeyi yaptılar, dershaneyi kapatmayı, bir
siyasal yapıyla hesaplaşma, değilse dünyanın en büyük dershane yöneticisi
bunlardır. Temel lise kavramı da dershanenin okulların ne yapılmasıdır,
bilmesidir. Temel lise aslında dershanenin okula girmesidir; eğitimin, bilimin,
sanatın kapı dışarı edilmesidir. Yani kamusal çok önemlidir, bizim önerimiz
nedir? Bizim önerimiz şudur, eğitim kurumlarında, özel okulların kapatılması,
dershanelerin kapatılması, kamusal okulların güçlendirilmesidir. Y a da
desteğin çekilmesidir kendleri yaşarsa yaşasın ben ona da karşıyım ama şimdi
diyeceksiniz, bu kadar da olma demokrasi var, diyeceksiniz; o zaman devlet, az
önce söylediğim bir milyon 116 milyonu devlet okullarına verecek, bizim
önerimiz budur. Biz dershaneye de karşıyız, temel liseye de karşıyız, özel okul
bandına karşıyız. Ama bizim karşı olmamız yetmez, eğitim sistemimizi bu
seçkinci, eleyici, yarışmacı mantıktan önce kurtarmamız gerekiyor.
Bir
başka konu, az önce Anadolu Genel Başkanımız söyledi, çok önemli bir konudur,
öğretmen sorunu. Öğretmen açıkları bir sorundur; zaten birçok bilim adamından
duymuşuzdur. Öğretmen neyse mektep odur. Ama sadece bunu da öğretmene yüklemek,
müfredatı görmemek diğer teferruatı görmemek olmaz. Öğretmen çok önemlidir.
Gerçekten ulusal eğitimin taşıyıcı unsurudur. Ama ne yazık ki Türkiye’de 1950
den sonra, belki 1977 lere kadar, öğretmen okuluyla beraber, öğretmen
yetiştirebildik, ama ne yazık ki bir köy enstitülüdür, bir bakanımız, bizim de
sevdiğimiz, hemşerimiz de sayılır, onların sayesindeki öğretmen okulları da
kapatıldı (Salonda oturan Mustafa Gazalcı’yı diyor).
Birçok deneme oldu, girmek istemiyorum. Neredeyse kabak bile yetişemeyecek sürede öğretmen yetişilmeye çalıştık, ciddi bir öğretmen yetiştiremiyoruz. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı, hem de YÖK sınıfta kalmıştır. Sevgili hocamız Rıfat Okuoğlunun deyimiyle, Hem Milli Eğirm Bakanlığı, hem de YÖK yüzüne gözüne bulaştırmıştır, öğretmen yetiştirilememektedir. Ciddi öğretmen açıkları vardır. Kendi deyimleriyle, şu anda rakamlarıyla 120 bin öğretmen açığı vardır. Ama az önce Kamuran Başkan söyledi, sınıf mevcutları düşen sayıları, İstanbul’da, Ankara’da, Konya’daa fazla, sınıfta düşen öğrenci sayısı 47 le, eğer biz sayıyı 20 düşürürsek o sayılar Türkiye’de açık çok daha fazladır.
Birçok deneme oldu, girmek istemiyorum. Neredeyse kabak bile yetişemeyecek sürede öğretmen yetişilmeye çalıştık, ciddi bir öğretmen yetiştiremiyoruz. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı, hem de YÖK sınıfta kalmıştır. Sevgili hocamız Rıfat Okuoğlunun deyimiyle, Hem Milli Eğirm Bakanlığı, hem de YÖK yüzüne gözüne bulaştırmıştır, öğretmen yetiştirilememektedir. Ciddi öğretmen açıkları vardır. Kendi deyimleriyle, şu anda rakamlarıyla 120 bin öğretmen açığı vardır. Ama az önce Kamuran Başkan söyledi, sınıf mevcutları düşen sayıları, İstanbul’da, Ankara’da, Konya’daa fazla, sınıfta düşen öğrenci sayısı 47 le, eğer biz sayıyı 20 düşürürsek o sayılar Türkiye’de açık çok daha fazladır.
Bir
başka konu, ikili eğitim: Tekli eğitime geçersek, bunların bir düşüncesi
de buydu bu babda, öğremen daha fazla açık olacaktır. O birleştirilmiş
sınıfları taşımalı sistemi de koyarsak, o
430 bin öğretmene çare bulunacaktır. İrlanda’nın nüfusu 330 bindir.
Bizde atamayan öğretmen sayısı ne kadardır, 420 bindir. Bu ciddi bir konudur
öğretmen sorunu.
Ayrıca
öğretmen yoksuldur. Öğretmen şu anda, az önce yine Kamuran Başkanın söylediği
gibi, emekli olmaktan korkmaktadır. Bu gün aldığı, ek dersle beraber üç bin
lira para, emekli olduğunda 1700 lira para almaktadır. Tam sağlık sorunları
başlamıştır. Çocukları okullara gitmeye başlamıştır, paranın ihtiyaç olduğu bir
dönemdir. Dolayısıyla öğretmen yoksuldur, bilinçli bir şekilde
yoksullaştırılmaktadır. Bizzat uçağa bindiği zaman Sayın başbakan, atıp
tutmaktadır. Halbuki Mustafa Necati’ye baksa, Hasan Ali Yücel’e baksa eğer
kavga eden valiyle öğretmeni duyduktan sonra, valinin yerini değiştirin diyen
Mustafa Kemal’e baksa, ama onların Mustafa Kemal’e bakma tarafları yoktur.
Çünkü Mustafa Kemal ışığı onları cayır cayır yakar.
Bir
başka konu konunun içinde geçti ama, taşımalı eğitim anlayışıdır. Hala 28 bin
okulda 50 bin öğrenci taşınıyor. Bu öğrenciyi, öğretmeni yerinden koparmak
demektir. Bizim çözümümüz, bulundukları yerde çocuklarımıza, en iyi nitelikli
parasız kamusal ve ulusal eğitimi, laik, demokratik eğitimi vermektir.
İkili
eğitim devam etmektedir. On bir bin okulda ikili eğitim yapılmaktadır. Buna
derhal son verilmelidir. Ayrıca atanamayan 420-430 bin öğretmene de çare
olacaktır.
Yine
okullaşma oranları bu son dönemde düşmüştür. Bu çok Türkiye’nin ayıbıdır. Şu
anda lafta 4+4+4 derken ilkokulda yüzde yüzde 96 ya, ortaokulda yüzde 94 e,
lisede yüzde 79 a
düşmüştür. Kızlarda bu çok daha düşüktür. Madem sizin amacınız okullaşma
oranını yükseltmekti. Amaç başkaydı, amaç Cumhuriyetin eğitim sistemini
delmekti. Okullaşma oranı derhal yükseltilmelidir. Derslikler ciddi anlamda
yetersizdir. Bunların döneminde bu iş hayırseverlere havale edilmiştir. Yani
özele ihale edilmiştir. Derslik sorunu derhal giderilmelidir az önce Kamuran
Bey’in dediği gibi, derslik başına düşen öğrenci sayısı hat safhadadır.
Yine
en önemli konulardan birisi de kadrolaşmadır. Bu dönemde liyakat yoktur,
tecrübe yoktur, birikim yoktur ve ne vardır, yandaşlık vardır. Eğer şimdi
okulları, bilgisiz, birikimsiz, tecrübesiz, bilim ve cumhuriyet karşıtı
insanlara verirseniz yazık olur.
Sanat
eğitimi çok önemlidir, sanat eğitimi, çocukların estetik duyguların verildiği
derstir.
Diğer
bir konu da sanat eğitimidir. Sanat eğitimi çocukların estetik, bedi duyguların
verildiği bir derstir. Bir panelde İsa abi dedi ki şunu kullan, nedir o dedim
1913 teki sanat kesimi oranı baktım yüzde 15 ler, yüzde 17 ler, şimdi nedir abi
dedim, “şimdi yüzde on un altına düştü dedi sanat eğitimi.
Milli
Eğitimin sorunu insanlığın bir sorunudur. Bu gün ülkemizde iki buçuk milyon
Suriye’li vardır. Bunların okula gidecek çocuk yaşta 550 bin
öğrenci vardır. Geçen yıl bunun 40 bine yakını eğitimden yararlanmıştır; bu bir
insanlık ayıbıdır. Bu gerçekten Türkiye’ye yakışmamaktadır. Elbette bu
mültecileri getiren orda savaş başlatan emperyal işbirliği yapanlar bunları
düşünmeli. Bu yıl bu anlamda sendikalara da görev düşüyorsa, Milli Eğitim
Bakanlığ diyorsa ki bize, “arkadaş çok konuştun Eğitim İş, buyur bakalım ver
bana, bu kadar öğretmen derse, Veli Demir olarak, genel başkan olarak bile
gidip bu çocuklara eğitim vermek bizim insani ve öğretmen olarak görevimizdir,
diyorum”.
Son on dakikalık
konuşmayı Anadolu Eğitim Sendikası Gnl. Başkanı Cansel Güven yaparak şunları
söyledi:
“Milli Eğitime yön veren Milli eğitim bakanlığının bulunduğu Başkent
Ankara’dayız. Salonda da aslında örgüt tuzumuzla örtüşmeyecek yoğunluk var (az
olduğu için gülüşmeler) duyarlılık göstererek geleler de bizi mutlu ettiler.
Bundan sonrası için biraz da moral olacak, belki misyon yükleyecek bize. Neler söylemek gerektiğini ben düşünüyorum.
Öyleyse genel başkanı olduğum sendikam adına söyleyeceğim şeyler şunlar:
Her
şeyden önce ben mirasçı olmayı reddediyorum. Bunu Mustafa Kemal ideolojisini ve
Başöğretmen Mustafa kemal’i ve bizim Türkiye öğretmen örgütlü, hep saygıyla
andığımız başöğretmenlerimizi sevdiğimiz için değil, o mirasa layıklıyım,
yaşalardı beni mirasçı kabul ederler mi sorusuna cevap veremediğim için
reddediyorum. Ben Türkiye’deki eğitim sendikacılığını, evet hani bizimle
başlamadı. En azından hukuki meşruiyet kazanması için bile halen hayatta ve
aramızda olan insanlardan helallik almamız gerekiyor, diye düşünüyorum, hayatta
olmayanlar adına biz onun devamıyız, mirasçısıyız” demek haddimiz mi diye
sorguluyorum. Dolayısıyla kendi yaptığımız işlerden sorumluyuz. Ben iyi bir
sendikanın genel başkanıyım, çünkü mirasçısıyım” demek bence kolay. Sorma
lazım, sorabiliyor muyuz, bizi mirasçısı kabul ediyor mu?
İkinci
reddettiğim şey şu ki, mağduruz, müfredatlar sorumlu, sistem sorumlu, hükümet
kötü ve biz bu mağduriyetten ancak Anadolu Eğitim Sendikasını yetkili
ederseniz” söylemini reddediyorum.
Benim
oy verdiğim parti, benim istediğim parti iktidara gelir, benim düşündüğüm köy
enstitüsü mezunu ideolojiden aynı mirastan gelirse o zaman mirası reddediyorum,
o zaman bu şu demektir. O zamana kadar bizimle yürümenize gerek yok, biz sadece
teşhis edeceğiz. Açıklama yapacak, basın
açıklaması yapacağız, ama çözüme dair hiçbir şey yapamaz, çünkü seçmediniz,
çözüme yetkili eğitim Bir Sen. Hükümette AKP var, besın açıklaması yapıcam,
aidatları da devlet deri ödüyor. Niye benimle birlikte yürüyesiniz ki. Bakın TC
nin temel niteliklerini koruma nüfusun bağlı bilimsel eğitimden yana, idealizme
yüklü, öğrencinin yurttaş olacağı bilinciyle, önündeki müfredat ne kadar saçma
olursa olsun, öğretmenlik duygu formasyonu ne kadar olursa olsun, sınıfa giren
son öğretmen toprağa düşmedikçe umut var. Ben varsa umut var, ben buna
güveniyorum. Yapacağımız şey şu, ümidimizi sadece üyemiz olan öğretmen
üzerinden ümidimizi yetkimizi sorgulamayacağız, biz yurttaş yetiştiren
insanlarız. Burdan hareketle bir diğer öğretmenime de, velime de, öğrencimce de
yurttaş olmaya dair bir şeyler söyleyebiliriz. Ben de buraya geldim, 2180
rahatı öğretmeni yüz yüze müfredat ve bilimsellikle ilgili tutanakla anketle geldim. BU anketi yaptıktan
sonar, bunlarla ilgilenir ilgilenmez, Milli Eğitim komisyonlarına, bakanlığa
diğer sendikalara bunu paylaşabiliyor mu; geçim üzerine anketler yapmamak
lazım. Laik eğitim üzerine değil, şunu da merak ediyor yani, Bu müfredat tamam,
bilimsel değil, laik değil ama, sınav TEOK la uymlu mu, sınav sistemi uyumlu
mu, her öğretmenin önüne konuyor mu? Kimsenin önerisiyle mi yapıyorsun bu anketi, kamuoyuyla paylaşıyor
musun, kamuoyuyla paylaşırken, havuz medyası havuz medyası, ulusal medya mı ile
mi uyumlusun. Benim başıma geliyor,
demeçlerim zaman gazetesinde yer alıyor, Aydınlık gazetesinde de yer alıyor.
Orda yer aldığınız zaman yalancı, burada yer aldığı zaman plancı sendikacı
olarak birbirimize yapıyoruz. Birlikte hareket etmesi noktasında samimiyet,
sendikacılık dönemini hiç birimizin temsil ettiğimizin yakın zamanda olucak
gibi de değiliz. 2010 Mayısında zorunlu hizmet anlayışı affı çıkarıldığında sen
bakanlıktaki AKP li bürokratla diğer sendikalar temsi yetkili veren sarı
sendikayla zorunlu hizmette affına “evet” dedin mi? Popülizm adına. Dediyse, ondan
sonra sirkülasyon sorumlu konuşmak, orda atanmış, özrü olmadığı için yer
değiştirmeyen öğretmene sendika olarak ne vaat edeceksin? Biz maaş sendikacısı
değiliz. Ücret sendikacısı değiliz ama, tamamen senin sorunun 2010 Mayısından
bu yana bu ülkede bir aksan kitlendiyse bu AKP
iktidarının yandaş sendikasının sorunu değil. Bakın öğretmen dünyası dergisi
diye bir dergimiz var, 36. Yılı. Ayakta kalmak, hayatta kalmak mücadelesi. Her
okula her öğretmenler odasına girmesi gereken bir dergi, Biz her ay, her temsilcimize
bir yıllık abonelik hediye ediyoruz. Bir şey yapmak istiyoruz, eğitim sendikası
olarak. Bütçelerimiz kıyaslanamaz, ben sayın başkanların yanında belki bir
şübeleri, Ankara’daki büyük şübelerini Türkiye’nin 81 ilinde üyeyiz. Türkiye’de
Ankara’da aynı bütçeden idare etmeye çalışan bir sendikanın yönetimiyiz. Genel
başkanı yarıştırmak istemiyorum ama, pazartesi yapılacak olan 400 bin öğretmeni
ilgilendiren bir atama. Eylemi var, binlerce öğretmen Ankara’ya gelmeye
çalışıyor, biz de misafirhanede yer ayarlamak durumundayız, otobüs
ayarlayamadık, bütçemiz elvermedi. Pankartlarını yaptırdık, artık çok genç
Pazartesi burada olacaklar veya olmayacaklar; en azından sayın genel
başkanların pazartesi günü Kurtuluş Parkı’nda 11.30 da bakanlığın önünde görmek
istiyorum. Bizim dönemimiz etkili değiliz biz yetkili değiliz, üstelik de AKP
iktidarda. Bu arkadaşlarla birlikte olmakta randevu vermemizi engel değil.
Öğretmen dünyasına üye olmak sendikacığımız için bir adım olabilir. Bizimle
inanmayan bir siyasi partiye oy vermeyen bir öğretmen din kültürünü onun önüne
bu anketi koymak onun derdini sormak memur ve hizmetliyi sormak bize bir adım,
bir enerji alanı yaratabilir. Önümüzde tekrar bir benzer akti ya da popilizm
içeren bir şey geldiğinde de, test etmek bizim sosyalist duruşumuza uygun
olabilir. Bunları yapmamız lazım, bir yerden başlamak lazım. Kesinlikle
ideallerden korkmuyorum; ideolojilerden de korkmuyorum, ideoloji demek ideal
düşünce demektir. Ama bizim ideolojilerimi var değil, sadece bir partinin
üzerinden örgütlenmeye kalkarsak, hep o partinin bu ülkedeki aldığı oy oranına
karşılık gelen, bir öğretmen eğitimci kitlesini temsil etmeye mahkum oluruz ve
ancak ve ideoloji de iktidara gelirse kendine yön veririz; ben bunu
reddediyorum, ikdidarlar değişse bile, evrensel ölçüde sendikacılık yaptığınız
zaman, hem eğitim sendikacılığınız hem eğitimimizin geleceği çok daha sağlam ve
bilimsel olacağına inanıyorum”.
Daha sonra karşılıklı soru ve cevaplarla
panel sona erdi.
Yorum Gönder