1Kasım Genel seçimlerinin yaklaştığı şu günlerde, 3 Ekim
2015 günü Ulusal Eğitim Derneği’nin salonunda, aynı derneğin organize ettiği,
seçimle ilgili genel açıklamaların olduğu konferansta, Avukat Mehmet Cengiz[i] konuşma yaptı. Genel seçimin yaklaştığı şu
günlerde, okuyucuya da yararlı olur düşüncesi ile, konuşmayı, banddan çözerek
aşağıya alıyoruz.
BİR
KASIM’DA YAPILACAK SEÇİM OLAĞAN BİR SEÇİM DEĞİL.
“-Konumuz
aslında ağır bir konu, işin hukuki boyutları dediğimizde çok akademik konulara
girme imkânı da var. Benim anladığım kadarıyla arkadaşlarımın bu konuyu
seçmelerinin temel sebebi önümüzdeki süreçle ilgili bilgi verme ve izlenecek
politikaların belirlenmesinde bir alt yapı oluşturacak asgari birikime sahip
olmak, bilgiyi ortaya koymak.
Önce şunun
bir altını çizelim. Bir Kasım’da yapılacak seçim olağanüstü bir seçim değil,
olağanüstü bir seçim, yani Cumhuriyet tarihimizde istisna diyebileceğimi seçim.
Anayasanın 116. Maddesine dayanıyor. Bu maddede yeni seçilen TBMM başkanlık
divanı seçiminden sonra, 45 gün içinde bakanlar kurulunun kurulamaması halinde
Cumhurbaşkanının Meclis başkanının görüşünü de alarak seçimlerin yenilenmesine
karar verilebilir, bu madde işletildi, zaten.
Seçimlerin yenilmesi diye, Anayasada bir tavsif var, istisna en bu
uygulanıyor. Bu seçimin niteliği bu, hem de olağanüstü.
Fakat bir
Kasım 2015 de yapılacak bu seçimde uygulanacak mevzuat önceki seçimlerden
farklı değil. Yani bir seçimin olağan seçim olması, olağanüstü seçim olması,
yenileme seçimi olması, uygulanacak mevzuatı değiştirmiyor. Dolayısıyla, daha
önceki seçimde hangi mevzuat uygulanmışsa bu seçimde de aynı mevzuat
uygulanacak. Anayasanın
67
Maddesinde 1995 yılında bir fıkra eklendi, bu 67. Maddeye. Seçim kanunları
temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde
düzenleme ekliyor. Temsilde adalet, yönetimde istikrarı bağdaştıracaksın”
diyor, anayasa yasama organına.
Seçim
kanunlarına bakıyoruz, seçim kanunlarında ise, Anayasada yer alan bu iki temel
ilkeden temsilde adalet küçük yazılırken, yönetimde istikrar büyük harflerle
yazılmış ve hatta altı çizilmiş bold yapılmış. Yüzde on barajı işte bu anlayışı
ürünü olarak ortaya çıkmış, yüzde on barajını koyarak yönetimde istikrar
sağlayacağız” diyorlar.
SEÇİM
BARAJI ÇOK YÜKSEK HİÇ BİR ÜLKEDE BÖYLE YÜKSEK BARAJ YOK
Milletvekili Seçimi kanunun 87 yılında yapılan değişiklikle oluşturulan 33. Maddesine göre, genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde ise seçim yapılan çevrelerin tümünde, şimdi genel seçim olduğuna göre ülke genelinde geçerli oyların tamamının değil, geçerli oyların yüzde onunu geçemeyen partiler milletvekili çıkaramazlar. İşte dünyada görülen en yüksek barajlardan biridir bu.
Milletvekili Seçimi kanunun 87 yılında yapılan değişiklikle oluşturulan 33. Maddesine göre, genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde ise seçim yapılan çevrelerin tümünde, şimdi genel seçim olduğuna göre ülke genelinde geçerli oyların tamamının değil, geçerli oyların yüzde onunu geçemeyen partiler milletvekili çıkaramazlar. İşte dünyada görülen en yüksek barajlardan biridir bu.
Zamanınızı
almak istemiyorum ama listeyi çıkardım ben, hemen hızla okuyayım: Arnavutluk’ta
yüzde üç, Arjantin’de yüzde üç, Avusturya’da yüzde dört, Belçika’da yüzde beş,
Bosna Hersek’te yüzde sıfır, İngiltere’de baraj yok çoğunluk sistemi var,
Belarus, Fransa baraj yok, çoğunluk sistemi var. Portekiz, Lüksemburg, Malta,
Portekiz, Makedonya, İrlanda, Finlandiya, Güney Kıbrıs Rum C Cumhuriyeti. 1.8;
İsviçre 0 baraj. Hollanda 0.67, Danimarka yüzde 2, İsrail 2, Filipinler 2,
Arnavutluk 2.5, İspanya 3, Yunanistan’da3, Montenegro 3, Ukrayna 3, Avusturya
4, Bulgaristan 4, Norveç 4, Slovakya 4, İsveç 4 kendi bölgesinden yüzde ülke
baraj yok; Belçika 5, Hırvatistan 5; Çek Cumhuriyeti 5; Almanya 5, ya da yerel
bölgede 3, Macaristan 5; İzlanda 5, İtalya yüzde 5; Letonya 5; KKTC yüzde 5;
Litvanya 5, Polonya 5; Romanya 5, Gürcistan yüzde 5; Sırbistan yüzde 5;
Slovakya 5; Moldavya 5; Rusya 7, Lihnsteyın 8; Türkiye yüzde 10 gibi baraj
uygulanmakta.
Türkiye’de böylesine yüksek bir baraj
öngörülmüş, yüzde on çok yüksek bir baraj. Peki, bunda neyi amaçlıyorlar?
Bakıyorsunuz kanun gerekçesine. Bunu savunanların gerekçesine bakıyorsunuz, bir
kere “parlamentoda tek parti iktidarı
istikrarı getirir” diyorlar, tek parti çoğunluğunu sağlamak. Bu olmuyorsa
eğer, parlamentodaki parti sayısını
azaltmak, sınırlamak. Ülke barajını geçmek zor olması nedeniyle çok sayıdaki
siyasi partinin kurulması ve seçimlere girmesine yol açabilecek siyasal
etkinlikleri en aza indirgemek. Yani kuruyorsunuz parti ama seçimlere
giremiyorsunuz, kurulan parti dernek fonksiyonunun ötesine geçemiyor. Bunu dikkate almak,
seçmenlerin “oyum ziyan olmasın”
diye düşünmeye, bu riski göze almamak için oylarını niceliksel anlamda büyük
partilerde tercihen iki büyük partiye veya üç partiden birine, yönlendirmek ve
dolayısıyla düzen partilerini güçlendirmek.
Bu arada siyasal partileri de, ılımlı
seçmenlerin çoğunlukta olduğunu düşünerek izleyecekleri politikaları merkeze
yakın oluşturmak. Ve böylece sistem içinde kalmaya zorlamak. Bir parti düşünün
yüzde on barajını geçebilmek için çok alması lazım, çok oy alabilmek için
ortada durmak lazım. Ortalama bir politika izlemek lazım. Radikal olmamak lazım
ve sistemin bir parçası olmak lazım. Partileri de bu şekilde yönlendirmek durumu
söz konusu.
Bütün bunların dışında, yine ihdas edilirken
bunlar yüzde on barajı çok fazla telaffuz edilmeyen, ama komisyon
toplantılarında ifade edilen bir görüş var,
o da etnik ya da bölgesel temelde oluşacak, siyasi partilerin kurulması,
seçimlere katılması ve parlamentoya girmesini engellemektir. Bunu da yamaya
çalıştılar. Ama bu bağımsız adaylarla delindi. Son seçimde, bildiğiniz gibi,
barajı da aşılarak delindi. Demek ki bu politika yönetimde istikrarı sağlamaya
yetmiyor. Aksine temside adaleti sıfırlıyor, ama yönetimde istikrarı
sağlamıyor. Temside adalet olarak değerlendirirsek bu barajı sistemi barajı
geçen tüm partileri değil, yalnızca en çok oy alan ikinci partiyi öncelikle
mükâfatlandırıyor. En çok oy alan birinci partiyi, birincisi bu. En çok oy alan
birinci parti ile ikinci parti arasındaki saflaşmada dahi yüzde on barajın rolü
vardır ve yüzde on barajı en fazla birinci parti yerine sonuç doğuruyor.
Daha önce biliyorsunuz, seçim çevresi barajı da
vardı. Seçim çevresi barajında bu çok daha ağırdı, çok daha önemliydi, il bazda
(temel taba). Her seçim bölgesinde de ayrıca bir yüzde on aranıyordu. Yani bir
partinin milletvekili çıkarabilmesi için bir ülke genelinde yüzde onu nu
aşacaksın. İki bu da yetmez, o seçim bölgesinde barajı aşamamasının, gene
milletvekili çıkamayacaksın, idi. Bu bölge sistemindeki barajı
kaldırdılar. O saye de biraz da ikinci
parti ve üçüncü parti bundan nemalanmaya başladı. Dolayısıyla biz buna doğrudan
doğruya barajın doğurduğu aşkın temsil diyebiliriz. Temsilde adaleti sağlayacağız
ya, bırakın temsilde adaleti sağlamayı, aksine hak etmediği ölçüde partileri
temsil eden konuma getiriyor ve hukuk otoriteleri buna “aşkın temsil” diyorlar
ve temsilde adaletle çeliştiğini ifade ediyorlar.
ÖYLEYSE ÇÖZÜM NEDİR? ÇÖZÜM BARAJIN KALDIRILMASI
“-Bizler neyi savunmalıyız? Bizler barajın
kaldırılmasını savunmalıyız. Ama biraz sonra anlatacağım, bizler, eğer bunun
yerine başka bir şey ikame edemiyorsak, çok tehlikeli bir sürecin de önünü
açmış oluruz. Yani, bazı çevreler günümüzde, “baraj kalksın, baraj yüzde üçe
insin”, gibi söylemler içindeler. Ama bu yetmez. Barajın kalkması belli
düzenlemelerle ele alınmaz ise ne temsilde adaleti sağlar, ne de istikrara
hizmet eder.
Bu arada,
salondan bir vatandaş şöyle bir soru sordu:
“-Tunceli’de 29 bin kişi bir milletvekili
seçiyor, İzmir’de 112 bin kişi bir milletvekili seçiyor. Seçimin bir başka
çarpık tarafı var. Temsilde adalet değildir bu. Nitekim MHP 16 milyon oy aldığı
halde, 80 milletvekili çıkarıyor, yüzde 13 aldığı halde o da aynı milletvekili
çıkarıyor. İşaret ediyorum, ülkede yüzde on baraj olduğu için böyle”.
Mehmet
Cengiz açıklamalarına devam ederek şunları söyledi:
“-Ona gelecektim, ama barajla alakası
yok, da temsilde adaleti etkileyen bir
şey. Şöyle temsilde adaleti etkileyen bir şey, önce her ile bir milletvekili
veriyorsunuz. Bence burada bir sorun yok. Her ile bir milletvekili verdikten
sonra, ondan sonra genel seçmen sayısını dikkate alarak bir oranla nüfusuna
veriyorsunuz. Dolayısıyla İstanbul’da, Ankara’da büyük şehirlerde atıyorum, 50
bin seçmene bir milletvekili düşerken, nüfus itibariyle küçük illerde 25 bin,
20 bin, hatta 17 bin kişiye kadar düşen yerler var, 17 bin kişiye bir
milletvekili. Bir tarafta 70 bin 17 bin kişiye bir milletvekili şeklinde bir sonuç çıkıyor. Bu da temsilde adaleti
etkiliyor tabi.
Şimdi, baraj kalksın, tamam; barajın karşısına
benim kişisel kanaatim, bir alternatif önermek durumdayız, o da bu günkü
Türkiye’nin yapısı nedeniyle milli bakiye sistemidir. Baraj sıfırlansın, yerine
mili bakiye sistemi, biliyorsunuz 12 Marttan önce uygulanıyordu bu. Milli
bakiye sisteminde, bir ilde yeterli milletvekili çıkarmaya yeterli oyu alamayan
siyasi partilerin ülke genelindeki oylar toplanarak en çok oy aldığı ilde,
milletvekili dağıtımı çıkarılarak milletvekili veriliyor. Böylece her siyasi
görüş her siyasi biliminde parlamentoda şu veya bu düzeyde temsil edilme
olanağı tanınıyor.
AKP
BARAJIN KALDIRILMASI İÇİN HAZIRLIK YAPIYOR
O zamanki Türkiye İşçi partisi de bu milli
bakiye sistemiyle 15 milletvekili çıkararak bu günkü ölçütlere göre bir grup
oluşturabilmişti. Türkiye bundan bir zarar görmedi. Aksine Türkiye İşçi
Partisi’nin görev yaptığı parlamento, belki de en etkin, en demokratik ve
Türkiye’nin sorunlarını her perspektifte tartışabilinen bir meclis konumundaydı.
Burada dikkat edilmesi şudur, dedim AKP çevreleri, barajın kaldırılması için
bugün hazırlıklar yapıyorlar. Bunu çeşitli vesilelerle ifade ettiler. Hatta
benim öğrenebildiğim kadar, kanun tarsıları bile hazır. Seçenekli iki kanun
tasarıları var. Bir tanesi, bunu bakan düzeyinde de ifade ettiler. Bir
tanesi dar bölge seçim sistemi, bir tanesi daraltılmış bölge sistemi.
Daraltılmış bölge sisteminde şunu yapıyorlar.
Türkiye bugün her ile bir seçim çevresi alırsak, birkaç seçim çevresine
ayrılmış Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirleri de eklersek, aşağı yukarı
90 civarında seçim bölgesi. Bunu ne yapıyor, iki ya da üç milletvekiline göre
Türkiye’yi seçim bölgelerine bölüyor, daraltılmış bölge seçim sisteminde.
Dar bölge seçim sisteminde ise, Türkiye’yi 550
seçilmiş sistemine bölüyor, milletvekili sayısına bölüyor ve her bölge bir
milletvekili çıkarıyor. Gerekçeleri de şu, diyorlar ki, vatandaş bugün
milletvekilini seçerken seçtiği milletvekilini tanımıyor, oy veriyor. Oysa
burada kendi bölgesinden seçeceği milletvekilini hımsıyla, akrabasıyla, eşiyle,
dostuyla, geçmişiyle çok sıkı tanır ve seçmenle milletvekili arasında da çok
sıcak bir ilişki oluşur. Onun için “son derece demokratik bir şey” diyorlar.
Bunu Türkçeye çevirdiğiz zaman, barajı d sıfırladınız bakın, bu nedir, barajın
yüzde elli bire çıkarılması demektir. Yani bir bölgede en çok oyu
alamadıysanız, milletvekili çıkaramayacaksınız. Milletvekili çıkarabilmek için,
o bölgede en çok oyu alan parti olmanız lazım. Bu da en hafif deyimle, barajın
yüzde ellilere çıkarılması demektir. Üçe böldüğü takdirde yüzde otuzlara
çıkarılması demektir. Daraltılmış bölgede, iki ya da üç milletvekili çıkarılmış
bölgede de asgari düzeyde barajın yüzde otuzlara çıkarılması demektir.
Şimdi bu yüzde on barajına karşı oluşan
tepkilere refleks olarak bu hazırlık içindeler. Dolayısıyla yüzde on barajına
karşı mücadele etmeliyiz. Ama alternatifini koyarak mücadele etmeliyiz. Dünyada
dar bölge sisteminin uygulandığı ülkeler var. Ama Türkiye’ye özgü bakmak lazım
olaya. Seçim barajını kaldırıyorlar, dar bölge ya da daraltılmış bölge
getiriyorlar. Temsilde adaleti bırakın sağlamayı, daha da adaletsizlik
doğuruyor. Onun için seçim barajı kaldırılırken, temsilde adaleti savunacak bir
programla mücadele etmek azım. O da daha önce uygulanan Milli bakiye
sistemidir, Türkiye’nin yapısına en uygun olan olanı.
İkinci husus, temsilde adalet diyoruz,
Anayasa’nın yine 67. Maddesinde seçimler serbest, eşit, gizli, tek dereceli,
genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi
altında yapılır. Diğerleri pek üzerinde durulacak hususlar değil, ama iki tane
temel meselesi var. Bir tanesi eşit, Anayasa diyor ki eşitlik ilkesine uygun
olarak yapılır, seçimler, diyor.
İkincisi de yargı denetimi altında yapılır,
diyor. Yönetimi de denetim altında yapılır.
SİYASİ
PARTİLERE DEVLET YARDIMI
Eşitlik ilkesi özellikle siyasi partilere hazine
yardımı ve kamu olanaklarının kullanılması açısından irdelenmesi lazım. Siyasi
partilere devlet yardımının temel dayanağı Anayasanın değişik 69. Maddesi ve
siyasi partiler kanunun değişik ek birinci maddesi. Dayanağı bu. Diyor ki
Anayasa, “siyasi partilere devlet yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar.
Anayasa bunun tabi olacağı esasları ve ne kadar yardım yapılacağının
belirlenmesini yasaya yani Meclise bırakmıştır. Meclis oturmuş, demin
söylediğim ek birinci maddesiyle son Milletvekili seçimlerine katılma hakkı
tanınan siyasi partilerden birinci koşul şu: Malum hangi partiler
katılabiliyor, altı ay önce ülkenin yarısından fazla örgütlenmiş, genel kurlunu
yapmış falan filan. Öyle her kurulan parti katılamıyor; bir bunu yapacak,
kimlere katılım hakkını kazanacak.
İki, son milletvekili genel semlerinde yüzde
onluk barajı aşmış bulunacak. İkinci olarak da geçerli oyların, önce yüze üçünü
almış olacak. Tabi değişik oranlarda, yüzde üçünü alanlarla yüzde üçünü aşan
partilerde verilen para son derece farklı, uçurum var. Bir kere bu koşulları
sağlamış olacak partinin hazine yardımı alabilmesi için.
HAZİNE YARDIMI NEYE GÖRE BELİRLENİYOR,
Hazine yardımı tutarı da oldukça yüksek. O yılkı
genel bütçe gelirlerinde D cetveli toplamının beş binde ikisi (2/5000) Bu
milyarlarla ifade edilen rakamlar, bunu demin söylediğim partilere her yıl,
bakın seçim olacak yıl değil, seçim olan yerlerde (genel seçim) üç katı;
mahalli seçimlerin yapılacağı yıllarda da iki katı ödeniyor. Hiç seçim yok, bir
şey yok o yıl gene veriliyor. Ama sadece o oranda veriliyor. Milletvekili
seçimi varsa üç katı, mahalli seçim varsa iki katı ödeniyor. Gerekçesine
bakıyorsunuz, siyasal partilere parasal yardımın gerekçesi partiler arasında
eşitlik. Nasıl eşitlikse, eşitlik ve adalet, hakça diyor ya eşitlik zemininde
hakça dağıtılacak diyor ya, hakça olduğunu ve eşitliğini iddia ediyor. Bu yolla
siyasi partiler deyim yerindeyse, kartelleştirmeye çalışılıyor. Tam bir
kartelleştirme operasyonu. Siyasi partiler sistemin kartelleştirmesi partiler
arasında bırakınız eşitliği, adaletsizliğe yol açmakta ve partileri belli bir
alanda denetleme imkânı vermektedir, sisteme. Böylece hazine yardımının hukuki
gerekçesi olan partiler arasındaki rekabeti güvence altına alma amacı ortadan
kalkmakta ve yardımı alanla almayan partiler arasında uçurumun
derinleştirmesine yol açacak durumla karşılaşıyoruz.
Bu sene şöyle istisnai bir durum var, bu sene
şey verilmediği için hazine yardımı bir defa uygulandığı için ve 2015 yılında
da Hazine yardımı Haziran seçimleri nedeni ile verilmiş olduğundan bu
seçimlerde hazine yardımı verilmiyor. Verilmemesi karşısında da, centilmenlik
önerileri çıktı biliyorsunuz, Ahmet Davutoğlu’ndan, “fazla miting yapmayalım,
bayraklar bilmem ne yapmayalım vs. Dikkat ederseniz büyük siyasi partilerde çok
ciddi harcamalar yapmıyorlar.
Kaldı ki iktidar partisi, bu gün itibariyle AKP
Yalnızca bu hazine yardımlarıyla yetinmiyor. Parti çalışmalarında, seçim
propagandalarında bakanlıklar, biraz sonra gireceğiz, Cumhurbaşkanlığı
bütçelerini de kullanıyorlar. Bu nedenle 2015 yılında ikici kez seçime
gidildiğinde siyasi partilere hazine yardımı verilmemesi AKP yi pek fazla
etkilemiyor. Çünkü bakanlık bütçeleri ve cumhurbaşkanlığı bütçeleri de
Tayyip’in Cumhurbaşkanı olduktan sonra mevzuatta değişiklik yapıldı. Yeni
fonlar oluşturuldu. O fonları rahat rahat kullanabiliyorlar. Belediyeleri de
rahat rahat kullanabiliyorlar.
Dolayısıyla hazine yardımından mahrum kalmıyor, iktidar. Partilere yapılan hazine yardımının son 14 yılın rakamlarını da
çıkardım. Son 14 yıl içinde siyasi partilerin hazine yardımı dağılımı şöyle:
AKP ye Bir milyar 330 milyon, CHP ye 683 milyon lira, MHP ye 380 milyon lira.
Bu üçünün toplamı iki milyar 393 milyon lira, bu resmi olarak verilenler. Bu
para ile ne yapılabilir, diye ben merak ettim. Bu işlerden anladığını bildiğim
bir abimden rica ettim, bana çıkardı. Diyor ki, “bu paraya 498 adet 250 kişilik
öğrenci yurdu yapılabilir” diyor. Bunu beğenmediniz mi? O zaman “6025 sağlık
ocağı açılabilir”, diyor. O da mı olmadı, “2800 adet kan merkezi kurulabilir”
diyor. 56 adet 350 yataklı hastane açılabilir ve “2800 adet barınma evi
kurulabilir” diyor. Şu işsizlik koşullarında da, bir milyon 1200 bin sağlık görevlisi
istihdam edebilinir, dışarıdan.
Siyasi partiler arasında eşitsizliğin ötesinde
devlet olanaklarıyla seçilmiş bazı siyasi partileri zenginleştiren bu sisteme
de karşı çıkmak lazım.
Kamu kaynakları, özellikle kamu yatırımında
milli tarım ve sanayisinin geliştirilmesinde kullanılması gerekirken, buralarda
kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu gün yapılması gereken aynı şey aynı zamanda
siyasi partilere hazine yardımının verilmez. Siyasi partilere Hazine yardımının
verildiği bu koşullarda, çok enteresan, Siyasi Partiler Kanunun açın bakın
partilere yapılabilecek bağışlar sınırlı. Vatandaş safında yer aldığı,
desteklediği ilgili siyasi partiye dedi ki, “kardeşim benim falan yerde fazla
bir gayrimenkulüm var, onu satıp size veriyorum veya alın siz satın. Yapamaz.
Sınır var, o sınırın üzerinde bağış yapamazsınız bir siyasi partiye. Ama
devletten böyle para akıtırsanız, bir siyasi partiye aidat, ödentinin üst
sınırını aşamazsınız. Tüzüğünüzde öngöremezsiniz. Bağış yapamazsınız, bağış
bugün bilebildiğim kadarıyla brüt 20 bin lirayı geçemiyor. Yani öyle evimi
verdim, arabamı verdim vs şeklindeki bağışlar yasak. Böyle bir bağış yapıldığı
tespit edildiğinde derhal hazineye irat kayıt ediliyor, alınıyor o siyasi partiden
hazineye geçiriliyor. Böyle bir uygulamanın yaşandığı koşullarda siyasi
partilere de, önemli miktarda paralar aktarılıyor. Bu da siyasi partiler
arasında eşitliği sağlamak için yapılıyor.
R. T.
ERDOĞAN’IN EYLEM VE İŞLEMLERİ AÇIKÇA ANAYASAYI İHLAL SUÇUDUR.
Kamu harcamaları, kamu yatırımlarına tahsis
edilmelidir. Bu tür şeyler de kalkmalıdır. Bu seçim vesilesiyle bunu
savunulmasını düşünüyorum. Bir Kasım’da yapılacak seçimin diğer bir sıkıntısı,
bu günden görüyoruz 7 Haziran seçimlerinde yaşanmadı. Neydi o 7 Haziran
seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın durumu.
Rejim Recep Tayyip Erdoğan’ın giderek yoğunlaşan bu eylem ve işlemleri açıkça
Anayasayı ihlal suçudur. Şimdi ben, bu konuda zaten başvurularımız da olmuştu.
Oradan aktarmaya çalışayım, bakın Anayasanın 101. Maddesine göre,
“Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişkisi kesilir, milletvekilliği
sona erer.
Anayasanın 103. Maddesinde milletvekili yemini
var, tarafsızlık ilkesi içeriyor, Cumhurbaşkanlığı kurumu anayasal kurallara
uygun davranmak zorundadır, Anayasa hükmüne göre. Oysa Recep Tayyip Erdoğan’ın durumuna
bakıyoruz, kurucusu ve 12 yıl boyunca AKP nin mensubu ve yöneticisi olarak
hareket etmeye, seçildiği güden bu güne değin devam etmektedir. Taraflı bir
cumhurbaşkanlığı sergilemektedir, televizyonlarda hepimiz izliyoruz. Özellikle
Haziran seçimleri öncesi izledik. Bu günde devam ediyor, Açıkça AKP ye oy
isteyen bir Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız, bu zaten ilk günden beri böyle.
Şimdi, Cumhurbaşkanı olarak ne zaman seçildi bu? 10 Ağustos tarihinde yapılan
oylamada seçildi. 13 Ağustos günü seçim kurulu Cumhurbaşkanı seçildiğini ilan
etti. O tarihi itibariyle artık Cumhurbaşkanı. Yeminini geciktirerek farklı
icraatlarda bulundu ama Anayasa’ya göre 13 Ağustos itibariyle artık partisiyle
de ilişkisi kesilir, milletvekilliği de sona erer. Ne oldu, 27 Ağustosta, 13
Ağustosta ilan edilmiş Cumhurbaşkanlığı, 27 Ağustos 2014 AKP olağanüstü
kongresine katılıyor, oy da kullanıyor. Kurultay’da bir de konuşma yapıyor,
diyor ki: “Patimizin orta adayı” diyor, “kendisi başbakanımız olacaktır” diyor.
Cumhurbaşkanı olarak yapıyor bunu. “Ahmet Davutoğlu partimizin bütünlüğünü her
şeyin üstünde koruyacaktır. Partimizin bütünlüğü”. Sandığa gidiyor oy
kullanıyor AKP Kurultayında, Cumhurbaşkanı olduğu halde; ondan sonraki
konuşmaları belli.
Şimdi bir örnek vereyim, 21 Mart 2015 de
seçimlere gidiyor, Türkiye. Denizli’de yaptığı konuşma, ajanslara aynen
yansıdı. “Herkesin farklı zamanlarda
paylaştığı parlamenter sistem 10 Ağustosta kendisinin seçildiği tarihte bir
daha geri dönüş olmamak üzere milletimiz tarafından bekleme odasına alındı.
Parlamenter sistem bekleme odasına alındı. Artık hiç kimse 2014 seçimlerinden
önceye ya da 2002 öncesinde olduğu gibi bir düzen beklemesin”. Açık açık
söylüyor. “Haksız oy temin ediyor”
deniliyor hukukta. AKP için oy istiyor, 400 milletvekili istiyor Seçimden sonra
terör başını alıp gidince, ne diyor, “siz 400 milletvekilini vermediniz bakın
böyle oluyor” diyor, vs vs. Şimdi ben bunları bildiğim için söylüyorum, siz de
biliyorsunuz çok daha fazla çarpıcı örnekleri var.
Bu koşullarda Haziran seçimlerine giderken,
Yüksek Seçim Kurulu’na. Dedik ki bu böyle olmaz. Bak Anayasa diyor ki,
Cumhurbaşkanı tarafsız”. Devletin TV nu bu zata sonuna kadar açık, propaganda
yapıyor, bu böyle olmaz”, buna karşı tedbir alın” dedik.
Yüksek Seçim Kurulu, maalesef, tüttü, dedi ki,
11 Marta başvurmuşuz, hemen arkasından iki gün sonra 13 Martta karar vermiş,
Yüksek Seçim Kurulu, “Seçim Kanunlarında
Cumhurbaşkanını faaliyetlerini denetleme görevini yüksek seçim kuruluna
verilmediğinden isteminiz ret edilmişti”.
Cumhurbaşkanının faaliyetlerini denetle” diyen
mi var, yok; onu denetleyen organlar var. Meclis var, şu var bu var. Sen
seçimlerin güvenliğini ve tarafsızlık içinde cereyan etmesini sağlamakla
yükümlü bir kurul musun? O zaman bununla ilgili bir karar alırsın, uymaz ise
onun yaptırımını bir başkası uygular, bu ayrı mesele. “Cumhurbaşkanına biz
karışamayız, o istediğini yapar şekilde, hani temside adalet diyoruz ya. Sana
Cumhurbaşkanını denetle mi diyoruz, hayır. Cumhurbaşkanının adlısını, verdisini
denetle demiyoruz. Bu karar maalesef halen yürürlükte. Bu karardan aldığı güçle
de önümüzdeki süreçte de, Recep Tayyip Erdoğan’dan Anayasayı ihlal çıkışları
beklemek mümkün. Başka itiraz yolu yok maalesef. Anayasa Mahkemesine götürüldü,
Anayasa Mahkemesi de henüz inceliyor. Anayasal hükümlerine rağmen halen
inceliyor.
SEÇMEN
KÜTÜKLERİ
Bunların dışında bir de seçmen kütükler var.
Seçmen kütükleri, biliyorsunuz, eskiden gelirlerdi, sokağa çıkma yasağı
konulurdu, o gün. Evlerde seçmenleri tek tek yazarlardı vs. Belki bu günümüzde
savunulabilir bir yöntem değil. Bu gün neyi esas alıyorlar. Nüfus kayıtlarını
esas alıyorlar, nüfus kayıtlarındaki adresi esas alıyorlar. Nüfusa kayıtlı
adres sisteminin icracısı kim? İçişleri Bakanlığı. İçişleri Bakanlığının
verdiği seçmen listesi, nüfustaki adrese göre düzenlediği liste, Yüksek Seçim
Kurulu tarafından seçmen listesi olarak kabul ediliyor. Mükerrer yazım varsa
onu da ayırt etmesi mümkün değil.
Ölmüşün
yazımı varsa onun da düzeltilmesi mümkün değil. Dolayısıyla bu gün, hani
seçimleri Yüksek Seçim Kurulu yönetir, denetler vs diyoruz ya, seçmen
kütüklerinin hazırlanmasını dolaylı olarak, doğrudan değil ama İçişlerine
Bakanlığına devreden bir sistemle
karşı karşıyayız.
OYLARIN
BİRLEŞTİRİLMESİ
Biz gözlemciyi gönderdik, seçmen olarak gittik
oyumuzu kullandık, sandığın başında bekledik. Oyların sayılışını tek tek
denetledik, çıkan tutanağı kontrol ettik. Ama sandıklardan çıkan oyların
düzenlendiği tutanak, geliyor bir yerde birleştiriliyor. O birleştirmede siz
iki tane oyu kaçırtmamak için uğraşıyorsunuz. O birleştirmede toplanırken benim
oyum on bir iken yüz on bir yazılıyor; ötekinin oyu 363 iken 863 olarak
yazılıyor, toplandığı zaman, bir rakam hatasıyla önemli ölçüde sonuçlar
çıkabiliyor. Bunu denetleme şansın yok, çünkü o bir yerde birleştiriliyor. Buna
karşı bazı itirazlar oldu, tabi siz şunu yapabiliyorsunuz, o arada. Birleştirmeye
itiraz yaparsınız, onu sayarlar ama kaç tane nerden çıkacak vs. Buna karşı yedi
haziran seçimlerinden önce uygulamaya itiraz ettik, dedik ki bu böyle olmaz
burada bir aleniyet lazım, bu birleştirmede de, elektronik ortamda
yapıyorsanız, siyasi partilere uç verin siyasi partiler bunları denetlesin. Ben
bizzat ifade etmiştim bunu, Yüksek Seçim Kurulu dedi ki “doğru” dedi, “yapmak
gerekir” dedi. “Yapmak lazım” dedi “seçime çok az kaldı” dedi. “Bunu
yetiştirmemiz mümkün değil” dedi. “Öbür seçime düşünelim” dedi. Ben hadi bizi
atlattılar diye düşündüm, öbür seçimi yaptılar, yani bu geçtiğimiz seçimde
siyasi partilere u verdiler, siyasi partiler, tek tek bütün sandık
tutanaklarını incelediler. Oyların birleştirmesinde de böyle bir sorun var.
Sadece sandık müşahitlerinin denetimi yetmiyor. Ayrıca siyasi partilerin de,
çünkü bireye verilmiyor bu imkân siyasi partilere veriliyor yalnız, o uç
dediğimiz olayı yalnız siyasi partilere veriyor ve seçime katılmayanlara da
verilmiyor. Onlara veriyorlar, onlar kurdukları teknik sistemle oraya girip
oraya toplamaları çıkarmaları vs yi kontrol edebiliyorlar. Fakat burada
partiler uğraş vermesi lazım.
RADYO VE
TELEVİZYON PROGRAMLARINDAKİ EŞİTSİZLİK
Seçime katılıyor bilmem yirmi parti,
bakıyorsunuz üç ya da dört partinin seçim propagandası yapmak imkânı var
televizyonlarda. Oysa kanun diyor ki, özellikle seçim döneminde ki şu anda
seçim dönemindeyiz, başladık, eşit
vermek zorundasın” diyor; seçimle ilgili haberler dahi olsa eşit vermek
zorundasın” diyor. “Özel televizyonlar da TRT gibi buna tabidir” diyor.
Bakıyorsunuz üç ya da dört partinin dışında siyasi partinin propaganda imkânı
yok. Bir de resmi propaganda var, seçime on gün kala. TRT ne yapıyor, seçim
saatinde önceden kaydedilmiş şeyleri veriyor. Orada bile, sadece usulü bir
işlem oluyor, onu kimsenin izlediği yok zaten de orada bile, bakın ben size bir
şey söyleyeyim, eşitliği nasıl sağlamışlar, siyasi partilere ilk on gün, ilk
gün on, son gün on dakikayı geçmemek üzere programlarını ve yapacakları işleri
anlatan iki konuşma hakkı tanınır. Yani seçim propaganda dönemi olan, son
başlangıcında on, sonunda da bir on dakika olmak üzere iki konuşma hakkı
tanınır. Mecliste grubu bulunan her bir siyasi partilerin, grubuna ilaveten
onar dakika tanınır; hani eşitti.
Devam ediyor, iktidar partisine ve iktidar
partisinden büyük olana 20 dakika ek süre verilir, iktidar partisinden küçük
olana 15 dakika ek süre verilir. Ana muhalefet partisine on dakika ek süre
verilir. Yani birisi nerede ise 40 dakikalık bir süre kullanıyor, diğeri on
dakikalık süre kullanıyor. Bu da kanunun eşitlik anlayışının eşitlik
anlayışının bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Esas olarak seçimlerin ana
hatları bunlar”.
Bundan
sonraki bölümde karşılıklı soru ve cevaplarla toplantı sona erdi.
DİPNOTLAR
[i]
AVUKAT MEHMET
CENGİZ: 1948 Konya doğumlu Ankara Ün. Huk. Fak. Bitirdi. Üniversite öğrenciliği
sırasında öğrenimini sürdürürken işçi olarak çalıştı. İşçi örgütlenmelerinde
görev aldı ve o yıllarda sendikacılık da yaptı. 12 Mart Darbesinden (1971 den)
sonra tutuklandı, üç yıl cezaevinde yattı. 1975 yılında avukatlık yapmaya
başladı. Çeşitli sendikalarda hukuk müşaviri olarak görev yaptı. 80 darbesinden
sonra bir daha tutuklandı, yaklaşık yine üç yıl cezaevinde yattı. 1994-1998
arasında Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkez Kuruluna seçildi ve genel
sekreterlik görevini yürüttü. Kamu emekçilerinin sendikal örgütlenmelerine
ilişkin davalarda aktif rol aldı. Sivas Katliamı davası Uğur Mumcu, Bahriye
Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı’nın katline ilişkin davalarda da yine
müdahil vekilliği yaptı. Pir Sultan Abdal Eğitim ve Kültür Vakfının kurucusu.
Bu vakfının yöneticiliğinde bulundu. 2000-2002 arasında Ankara Barosu yönetim
birliğinde de bulundu. Yakın bir tarihte yaşanılan Ergenekon davasında 5
Haziran 2012 de de bu dava kapsamında gözaltına alındı. Bir hafta tutuklandı,
sonra serbest bırakıldı.
Gazete ve
dergilerde hukuksal konularda yazıları yanında çeşitli kitapları yayınlandı.
Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunuyla ilgili araştırmaları da var. Bazı ilklerin de
hukukçu olarak öncüsü oldu. Deniz Feneriyle ilgili ilk şikâyeti yapan
hukukçudur. Ayrıca, kayıp trilyon davası vardı, o davanın ilk
şikâyetçililerinden.
Yorum Gönder
DÜZELTME
İyi akşamlar, ben Emekli Öğretmen Cevat Kulaksız.
Tarafımdan gönderilen -1 Kasıma Doğru Seçim- başlık yazımın, Hazine Yardımı Neye Göre Belirleniyor ara başlıklı bölümünde ve beşinci sayfadaki paragrafta “bir milyon” rakam yazısı her nasılsa yazılmamış. O cümlenin doğrusu şöyledir: …“Şu işsizlik koşullarında da, bir milyon 200 bin sağlık görevlisi istihdam edebilinir, dışarıdan”. Lütfen, zamanınız varsa düzeltebilirmisiniz.
Not: Bilgisayarımda Wındovs7 yüklüyken, “ücretsiz Wındovs 10 u indirin” reklamı ekranıma düşünce, onu yüklettim. Yazarken de alışma sıkıntısı çekiyordum.