Tarihin her devrinde insanlar, doğanın gücü karşısında çaresiz kalmışlar, kendilerini koruma içgüdüsü içinde, inandıkları tanrısal varlıklara kurban adamışlar, kurban kesmişler. Her ulusun kendine göre kurban adetleri vardır. Birçok ulus değişik hayvanları, hatta insanları kurban etmişler. Günümüzde bile, başımıza bir hal, sıkıntı geldiği zaman, “şu sıkıntıdan kurtulursam kurban keseceğim, kurban adayacağım” gibi adaklarda bulunuruz.
Türk Dili’nin en eski ve sözlüklerinden Divanü Lügati’t-Türk’te kurban karşılığı olarak “yağış” sözcüğü geçmektedir. “Yağış, İslam’dan önce Türkler’in adak için yahut tanrılara yakınlık elde etmek için putlara kestikleri kurban” olarak anlamlandırılmıştır. Yine aynı sözlükte ıdhuk/ıduk sözcüğü geçmektedir. “Idhuk: Kutlu ve mübarek olan her nesne. Bırakılan her hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırılmaz; sahibinin yaptığı bir adak için saklanır”. Şeklinde tanımlanmaktadır.
Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe Sözlük’te: “1. Dinin bir buyruğu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan. 2.Müslümanlarda kurban bayramı. 3. Mec. Bir ülkü uğruna feda edilen veya kendini feda eden kimse. 4. Mec. Bir kazada veya felakette ölen kimse. 5.ünl.hlk. Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır. Kısaca kurban, insanın Tanrı’ya yakınlık elde etmek için adadığı candır. Bazı ilkel dinlerde kurbanla birlikte Tanrılara sunulan hediyeler de kurban kapsamına girmekte.
KURBANIN TARİHÇESİ
İnsanoğlu, sıkıntılarından kurtulmak isteği olduğu kadar, şükür etmek için, bereket getirilmesi, fırtınalardan, sel vb afetlerden kurtulmak için, kendinden güçlü olan varlıklara, tanrılara, Allah’a kurban kesmişlerdir. Hazreti İbrahim’in oğlu İsmail’i Tanrı adına kesme girişimi öyküsünü hepimiz biliriz.
20 BİN KİŞİ BOĞAZLARI KESİLEREK KURBAN EDİLDİ.
Bugünkü Meksika topraklarında, M.S. 400 – 1500 yılları arasında büyük bir uygarlık yaratan Aztekler, yaptıkları kanlı törenler ile de tanınıyordu. Huitzilopochtli adlı Güneş Tanrısı’nın şefkatini kazanmak için insan kalplerini yiyen ve kanlarının içilmesine inanan halk, dini törenlerde de tüyler ve kâğıttan yapılan yılanlar ile süslenen çoğu mahkûm olan kişileri kurban seçiyordu. Rahipler, flüt eşliğinde yapılan törende, taş bıçak ile kurbanların kalbini çıkarıyor ve vücudu, piramidin basamaklarına atıyor, kalbin üzerine biber koyarak yiyordu. Yağmur Tanrısı Tlaloc’a, 4 –7 yaşları arasındaki çocukları getiren ve boğazlarını keserek kurban eden toplumda, en büyük kitlesel kurban, 1487′de Mayor Tapınağı’nın açılışında 20 bin kişinin sunaklarda kurban edilmesiyle olmuş ve bu iş 4 gün 4 gece sürmüştü. Bu kurban sunakları halen günümüzde bile, tarihi bir kanıt-anıt olarak durmakta.
ASTEKLERDE KANLI DİN ANLAYIŞI
Amerika kıtası keşfedildiği zaman, Kızılderililer, Aztekler, Mayalar, İknalar yaşıyorlardı. Peru’da yaşayan İnka Uygarlığının başlangıcı İsa’dan önce 1200 yıllarına kadar çıkıyordu. İnka kralları soyunun asaletini korumak için kendi kız kardeşiyle evlenirdi. İnka’lıların çok değişik tanrıları vardı; bu tanrılara hayvan ve insan kurban ederlerdi
İKNALAR: Güney Amerika’nın Geçit vermez Ant Dağlarının tepelerinde bu günkü teknikle bile zor yapılabilecek uçurumlara köprüler kurarlar, yerleşim yeri oluştururlardı. Bu uygarlıkların MÖ 5000 yıl öncesine kadar hesabı yapılmış takvimleri vardır. Onların barut ve alevli silâhları yoktu. İlkin atları bile yoktu. Alabildiğine her yer altınlarla doluydu.
Meksika’da yaşayan Aztek dininin temel inançlarından biri şuydu: “Güneşin gökyüzünde kalıp ışık saçabilmesi için insanların kalpleriyle beslenmesi gerekir. Bunun için de durmadan savaş yapmak bir din görevidir. Bu görevi yerine getirmek için Meksikalılar durmadan savaşlar, akınlar yapmış yakaladıkları esirleri kurban taşı üzerine gererek yatıştırmışlardır. Tarih kayıtlarına göre Tenoktitlandaki büyük pramidin Güneşe adanması sırasında 1486 da 20.000 kişi kurban edilmiş ve bunların kalpleri rahibeler tarafından taş bıçaklarla göğüslerinden çıkarılmıştır. Ateş tanrısına adanan kurbanlarda, göğüsleri açılmadan ateşe atılıyordu. Beslenme tanrısına adanan kurbanların derileri yüzülüyor ve törenler bitinceye kadar öbürleri bu derileri üstlerine giyiyorlardı. Kurban yerinde ölenlerin, savaş yerinde ölenler gibi, doğrudan doğruya güneş cennetine gittiğine inanılıyordu. Bazen tanrılara sunulan kurbanların etlerini yemek, bir dinsel ayin olmakta idi.
TANRILAR İNSAN KANI İÇTİLER…
Aztek dini çok tanrılı olmakla birlikte iki tanrı, Huitzilopochtli ve Quetzalcoatl daha bir ön planda olup her işi düzenleyen takvimle sıkı bir bütün halinde damgalarını tüm kültlere basmışlardır. Aztek dininin inanılmayacak denli fazla sayıda insan kurbanıyla kendini gösteren tüyler ürpertici bu özelliği vardır. Aztekler insanları kitleler halinde tanrılarına kurban ediyorlardı; hatta büyük doğal afetlerde yaklaşık 20,000 insanın kurban edildiği bilinmektedir. Aztek rahiplerinin açıkça bilinen işlevi de, amansız tanrıların öfkelenerek herkesi kötürüm ve hastalıklı bırakmamaları, dünyayı yakıp yıkmak için onlara körpe insan yürekleri ve insan kanı sağlamaktı. Bunlar piramitlerin basamaklarından çıkartılır, dört rahip tarafından tutularak tapınaklara yürütülür, kurban taşı üzerine kolları ve ayakları gergin durumda sırt üstü yatırılır, beşinci rahip tarafından kullanılan ve volkanik taştan yapılmış bıçakla göğüsleri baştanbaşa yarılarak açılır, sonra kurbanın hala çarpmakta olan yüreği yerinden burularak koparılır ve tanrıya sunulurdu.
Ceset ise piramit merdivenlerinden yuvarlanarak atılırdı. Savaş tutsaklarının yanında köleler, bazı genç erkek ve bakire kızlar kurban edilenler arasındadır. Bu yönüyle Aztek uygarlığı bir anlamda yüksek kültürünü günümüz insanına vahşi görünen bir takım uygulamalarla birleştirmektedir.
HZ. İBRAHİM VE OĞLUNUN KURBAN İMTİHANI
HAZRETİ İBRAHİMDEN İLGİNÇ KESİTLER
Hazreti İbrahim Kalde’de doğduğunda, topraktan yaptığı küçük putlarla geçimini sağlayan ve yoksul bir çömlekçi olan Azer Terah’ın oğludur. Kutsal kitapların yazdığına göre, Tufandan sonra 1263 te veya dünyanın yaratılışından sonra 3337 de Nuh’tan veya dünya yaratıldıktan 1918 yıl sonra doğmuştur. Anası Uşa, Kusa civarında bir mağaraya sığınmağa mecbur olmuş ve İbrahim de orada (mağarada) dünyaya gelmiştir.
Devrin Hükümdarı Nemrut birtakım korkulu rüyalar görmüş, gebe kadınları nezaret altında bulundurup, yeni doğan çocukları öldürtmeğe başlamış idi. Nemrud’un adamları, İbrahim’in anasını, daha doğum ağrıları başlamadan önce muayene ettiler. Karnının sağ tarafını elleseler çocuk sol tarafa saklanıyor, solda arasalar sağa gizleniyordu. Hiçbir netice almadan gittiler.
İbrahim daha küçük yaşta iken Allah’ın varlığını araştırdı. İbrahim mağaradan çıkıp da babasının evine yaklaştığı zaman karanlıkta gördüğü yıldızı, “işte benim Allah’ım” dedi. Fakat yıldız gündüz kaybolunca, “ben kaybolan şeylere sevmem”, dedi. Ayın doğduğunu gördü, “işte Allah’ım” dedi. Ay batınca, “eğer Allah bana hidayet etmezse yolunu şaşanlardan olacağım,”dedi. Güneşin doğduğunu görünce, haykırdı: “İşte benim Allah’ım” dedi, “çünkü bu hepsinden büyük” dedi. Fakat güneş batınca,” ey benim kavmim, ben sizin Allah’a koştuğunuz şeriklerden biriyim, işte yüzümü göğü ve yeri yaratana dönüyorum”.
Bir gün İbrahim’in kavmi Allah’a kurban kesmek üzere şehirden çıktı. İbrahim, keyifsiz olduğunu bahane ederek şehirde kaldı. Eline bir balta alıp, üstü yiyeceklerle dolu masaların bulunduğu put haneye gitti. “Niçin yemiyorsunuz” diye sorduktan sonra, putlardan birinin elini, ötekinin ayağını, üçüncüsünün de kafasını kesti. Baltayı en büyük putun eline verdi ve bütün yemeklerini onun önüne koydu. Şehir halkı geri döndüklerinde, bu hali görünce, İbrahim’den hesap sordular. O da cevap olarak dedi ki: “Doğrusunu isterseniz, bu işi yapan en büyükleridir, eğer konuşabilirlerse sorun!” Bunun üzerine ahali: “Biliyorsunuz ki konuşamazlar” deyince, İbrahim: “Demek Allah’dan gayri öyle şeylere tapıyorsunuz ki, size ne faydası, ne zararı dokunabilir, öyle mi? size de ibadetinize de yazıklar olsun”, dedi. İbrahim’e kızan o bölgenin insanları, İbrahim’i ceza olarak Harran’da (Urfa’da) ateşe attılar. Orada üç veya yedi gün kaldıktan sonra, sağ salim, HalilüAllah veya Halilürahman unvanını alarak, maiyeti ile birlikte Küdüs’e doğru gitmek zorunda kaldı.
Tüm bu anlatıanlar Kuran’da ve öteki kutsal kitaplarda da ilgili ayetlerde anlatılmakta. Yaratılışın dediğine göre, babası Azer Terah’ın (fakir çömlekçinin) ölümünden sonra Harran Ülkesinden çıktığı zaman yetmiş yaşında imiş. Ama gene aynı yaratılış, İbrahim’in, Azer Terah’ın yetmiş yaşında iken dünyaya geldiğini, Azer Terah’ın iki yüz beş yaşına kadar yaşadığını, İbrahim’in ancak babasının ölümünden sonra Harran’dan ayrıldığını da söylüyor.
Bu hesaba ve yaratılışa göre, Mezopotamya’yı bırakıp gittiği zaman, İbrahim yüz otuz beş yaşındaydı. Böylece puta tapar denilen bir ülkeden Filistin’e Şekem denen puta tapar bir başka ülkeye gitmiş. İbrahim 120 yaşında iken, kendi kendini sünnet etti.
(Bu yaşı yadsımayın, bizim Bitlis dolaylarında dünyanın en uzun yıl yaşayan insanı Zaro Ağa (1774-1934) tam 160 yıl yaşamıştır).
İbrahim, Filistin’in dağlık Şekem Ülkesine varmasıyla açlık yüzünden oradan ayrılması bir olmuş, çünkü o zaman açlık ve kıtlık vardı. Karısı Sara ile beraber Mısır’a yiyecek bir şeyler bulmaya, yüz kırka yaklaşmış İbrahim, buğday aramak için dilini hiç bilmediği ülkeye gitmiş. İbrahim’in karısı Sara çok genç ve çok güzel bir kadınmış. 65 yaşında olan Sara İbrahim’in yanında çocuğu gibi kalıyormuş. Bu durumu bilen İbrahim, rivayete göre genç ve güzel karısına: “Kendini benim kız kardeşimmiş gibi göster ki senin sayende bana da iyi davransınlar”, demiş.
Mısır Memphis’te İbrahim’in güzel karısı Firavunun huzuruna çıkarıldı. Sara İbrahim’i, kendi yüzünden katledilmesin diye kardeşi olarak tanıttı. Mısır Kralı Firavun genç ve güzel Sara’ya âşık olmuş. Sözüm ona ağabeysi İbrahim’e birçok koyun, sığır, erkek ve dişi eşek, deve, köle, cariye vermiş. Bütün bunları vermekteki amacı, güya İbrahim’in kardeşi olan Sara’yı elde etmekti.
Firavun âşık olduğu güzel Sara’ya dokunmak isteyince eli tutmaz olur, ancak Sara’yı serbest bıraktıktan sonra iyileşti. Mephis halkı İbrahim’i, bu kayırma yüzünden kıskanmaya başladı.
İbrahim’i Mephis halkı kıskanıp ona fena muamele yapınca, İbrahim ondan ayrılmak zorunda kaldı.
Tanrı kendisine, o zamanlar yüz altmışında olan İbrahim’den yıl içinde bir çocuğu olacağını müjdelediği zaman, genç Sara doksan yaşında imiş.
Bütün bu olaylar kutsal kitapların hepsinde yazılıdır. Bütün ansiklopedilerde de, bunlar hangi kutsal kitabın hangi ayet ve sahifelerinde olduğu belirtilmektedir.
Çok uzun zaman önce insanların 200–300 yıl (hatta bazı peygamberler zamanında insanların 500–1000 yıl) yaşadığı yazılmakta. 90 yaşındaki Sara ve öteki kadınların hamile kalması ile günümüz insanlarını kıyasladığımız zaman, insanlığın uzun bir süreçte evrim geçirdiğini göstermektedir.
Allah’ın Hz. İbrahim kıssasında haber verdiği olaylardan biri de kurban olayıdır.
İbranilerde, peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi inancı vardı. İlk çocuk, çoğunlukla bir tanrının çocuğu olarak görülürdü. Bu ilk çocuğun kurban edilmesi, Tanrı’ya ait olanın geri verilmesi demekti…
Hz. İbrahim’in karısı Sara 90 yaşında, (Hz. İbrahim 120 yaşında) olarak doğurganlık yaşını çoktan geçmişti. Hz. İbrahim’in bu yaştan sonra iki oğlu olur, İshak ve İsmail.
Mekke’de geçen bu olayda, Hz. İbrahim’in ve oğlu Hz. İsmail’in başından geçen bu denemeyi Tanrı ayetlerde şu şekilde haber verir:
“Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.” Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik. “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.” Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik”. (Saffat Suresi, 101.–107. Ayetler)
Allah yukarıdaki ayetlerde Hz. İbrahim’i nasıl bir denemeden geçirdiğini bizlere aktarmaktadır. İslam âlimleri de bu ayetleri genelde aynı şekilde tefsir ederler. Örneğin Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim tefsirinde, Hz. İbrahim’in rüyasında gördüklerinin bir vahiy olduğunu, bu vahyin yerine getirilmesinin ise bir emir olduğunu belirtmektedir. Ayetlerin devamını ise şu şekilde açıklamaktadır.
…Bunun üzerine onu zorla yapmaya kalkışmayıp, önce yerine getirilme şeklini istişare etmek üzere böyle görüşünü sorarak tebliğ etti ki, bununla ilk önce onun itaat ve boyun eğmekle ecir ve sevaba ermesini temin etmek istedi. Düşünmeli, bunu söylerken “Ey yavrucuğum!” diye hitap eden bir babanın kalbinde ne yüksek bir şefkat duygusu çarpıyor ve ona ne kadar büyük bir vazife aşkı, Allah sevgisi hâkim bulunuyordu… İşte bunun böyle İlâhî bir emir olduğunu anlayan ve Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen o yumuşak huylu oğul “Ey babacığım!” dedi, “Ne emrolunuyorsan yap. Beni inşallah sabredenlerden bulacaksın”.
“5 Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsirinde Hz. İbrahim ve oğlunun başından geçen bu deneme şu şekilde izah edilmektedir:
Hazret-i İbrahim de oğlu da Allah-u Teala’nın emrine itaat edip teslimiyet gösterdiler ve İbrahim Aleyhisselam oğlunu (alnının bir yanı üzerine yatırdı) onu boğazlamak için öyle bir vaziyete bulundurdu… Onun rahmani bir rüya olduğunu anlayarak emr olunduğun vazifeyi yapmaya azmettin, sabrın, emri İlahi’ye itaatin tezahür etmiş oldu. Artık Hak Teala lütfetmiş, o oğlun yerine bir kurban hayvanının kesilmesini emir eylemiş, Hazreti İbrahim’i, öyle bir fedakarlıktan kurtarmıştır.
Ayetlerden ve tefsirlerden Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in Allah’a olan kalpten itaatleri, teslimiyetleri ve gönülden bağlılıkları açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu üstün ahlak tüm iman edenlere çok güzel bir örnek, eşsiz bir rehberdir. Allah Saffat Suresi’nin devamında şu şekilde bildirir:
“Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim’e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandır. (Saffat Suresi, 108.-111. ayetler)
İbrahim 80 (bir rivayete göre 120) yaşında olduğu halde Kadum köyünde kendi kendini sünnet etti. Taberi (c.1 sa.102–103)’ye göre İbrahim 200 yaşında vefat etmiştir. Başka bir rivayete göre İbrahim, ahid gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken, aynı gün sünnet olurlar.
KURBANIN TARİHÇESİ
Tarihte kurban olayı, Müslümanlıktan çok önceki çağlara uzanır. Çok eski tabiat dinlerinde Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani gibi, yılın belli aylarında dini törenlerle kurban sunma, bayram yapma, geleneği vardır. Ancak İnsanlık tarihinde en fazla şöhret bulan kurban olayı Hz İbrahim’in oğlu İsmail’i (bir rivayete göre İshak’ı) kesmeye teşebbüs olayıdır.
Çocukların kurban edilişi eski Sami dünyasından gelen bir şükran geleneği idi. Görünüşte çok saçma ve vahşet görünen bu olay, Hz İbrahim için bir iman ve inanç ölçme kriteri (ölçüt) olmuş, Hz. İbrahim böylece Allah’a olan inancını göstermiş olmaktadır.
KURBAN ÇEŞİTLERİ:
Kurban/kurbanlık genellikle iki türlüdür:
1-Kansız/ cansız kurbanlar. Hayvan ve balıklar gibi canlı varlıkların dışında tanrılara sunulan çok değişik hediyeleri kaplar. Bu hediyeler insanların sahip oldukları ve üretebildikleri her türlü gıda maddeleridir. Eski Hitit krallarına sunulan üzüm ve buğday başağını tasvir eden heykeller günümüze kadar ulaşmıştır (Bu İvriz kaya kabarma heykeli yanda) .
2-Kanlı/canlı kurbanlar. Tanrı/ tanrılara sunulan insan, hayvan ve balıklar gelir. Öteki kurban hayvanları sığır, koyun, keçi, ayı, domuz, tavuktu. Bunların dışında köpek, eşek, yılan vb hayvanlar kurban olarak sunulmuşlardır. Türklerde kanlı kurbanların başında at gelmektedir. Tüm göçebe toplumlarında olduğu gibi, Türklerde de at en değerli hayvanlardan birisi idi. Savaşta ve barışta devamlı at üzerinde olan Türkler ayrıca atın etinden ve sütünden de istifade ediyorlardı. Bunun için o zamanları tanrılarına sunulan en değerli kurban at olmaktadır. Orta Asya kültürünün en büyük destanlarından olan Manas Destanının birçok yerinde at kurbanı ön plandadır.
Türklerin münasebette olduğu kavimlerden İranlıların eski Zerduşluk dinin kaynaklarında su aygırının kurban edildiği yazılıdır. Oğuzların ülkeler fethedip döndüklerinde şeref için, toy için doksan bin koç, dokuz yüz kısrak kesilmesi emredildiği yazılıdır.
Göktürklerde, Yakutlarda kurban olarak iyi ruhlar için at sürülerini kırlara başıboş bırakılırdı. Bu hayvanlardan yararlanılmaz, eti yenmez, sütü sağılmaz, ne den yük hayvanı olarak kullanılmazdı.
Anadolu’da, ilk çağlarda Frigya’lılar zamanında hasat mevsimi dolayısıyla insan kurbanı ve kafa kesme ayinleri yapılırdı. Efsaneye göre, Kral Midas’ın gayri meşru oğlu Lityerses korkunç iştahı ile tanınmakta ve mahsulünü, daha doğrusu buğdayını bizzat biçmeyi çok sevmektedir. Kendisinin bir âdeti vardı. Tarlada ekin biçerken, oradan kim geçerse, kendisi ile ekin biçme yarışına zorlamaktadır. Yolcu bu yarışmada yenilirse, Lityerses ellerini bağlıyor ve tırpanla kafasını keserek vücudunu tarlaya atıyordu.
Günün birinde, bir yolcu kılığında Herkül oradan (tarladan) geçler ve huyu depreşen Lityerses tarafından yarışmaya çağırılır. Bu kez Lityerses’in tanıyamadığı Herkül onu yener ve başını keserek vücudunu Menderes (Kaystros) ırmağına atar. Böylece kendi âdetine kendi kurban edilmiş olur.
Eski Sami kavimlerinde insan kurbanı çok yaygın bir gelenek halini almıştı. Tevrat’ta adı geçen Bolo (Baal) daha çok körpe etleri severdi. Onun tunç heykelinin bir fırın olan karnında çocuklar yakılır ve böylece tanrılarını doyururlardı.
Cahiliye döneminde Araplar insan kurban ederlerdi. Cahiliye devri Arapları Sabah Yıldızı daha doğmadan büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ederlerdi. Yine önemli putlarından Uzza’ya oğlanlarla kızları ve esirleri kurban ederlerdi.
Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunun kazılması sırasında Kureyşlilerin kendisine çıkardıkları zorluklar sebebiyle, eğer on tane oğlu olursa ve bunlar kendilerini koruyacak yaşa gelirlerse içinden birisini Kâbe’nin yanında Allah için kurban etmeyi adamıştı. Abdülmuttalib’in isteği gerçekleşince, adağını yerine getirmek istemiş; oğulları arasında çekmiş olduğu kurada kurban adayı olarak Abdullah çıkmıştı. Abdülmuttalib adağını yerine getirmeye kalkışınca, böyle bir adağın adet haline gelmesinden çekinen Kureyişliler ona engel olmuşlardı. Bu olay karşısında ikilem içerisinde kalan Abdülmuttalib bilgisine güvendiği bir kadına başvurdu; akıllı kadın şöyle dedi: “Bana ilham geldi, sizde kan bedeli nedir”? Ona “on deve” olduğunu söylediler. “Memleketinize dönün ve kurban edeceğiniz adamı bir tarafa, on deveyi de bir tarafa koyun ve aralarında kura çekin. Ok adamın aleyhine çıkarsa, on deve daha ekleyin ve tekrar kura çekin. Fal develere çıkıncaya kadar develeri artırın. Develeri kurban edip adamı salın”. Böylece yüz deveye varıncaya kadar oklar Abdullah’ı gösterdi. Daha sonra fal (kura) develere çıktı ve kefaret olarak yüz deve kurban edildi.
ESKİ TÜRKLERDE KURBAN ADETLERİ
Türk’lerin eski dinleri konusunda elimize ulaşan gerçek malumatlara Çinlilerin “Wei-shu” ve “Sui-shu” salnamelerinde rastlanır. Çünkü Orta Asya’da Türkler en çok Çinlilerle etkileşim halindedir. “Wei-shu” kurbanla birlikte Türk dinî törenlerini şu şekilde göstermektedir:
1-Güneşin memleket üzerine doğuşunu temsilen hanın otağına doğudan girişi.
2-Devlet erkânının ataların mağarasına yılda bir defa kurban takdim etmesi.
3-Beşinci ayın 10–20. Günleri arasında halkın kenarında toplanarak göğün ruhuna takdim etmesi.
4-Tu-chin’in [Ötügen](Dugin okunur) 500 Li batısında yüksek bir dağ vardır ve dağın tepesinde ağaç ve bitki bulunmayan Po-teng-nin-li (Bodın-inli okunur) isminde bir yer bulunmaktadır ki manası ülkelerin koruyucu ruhu demektir. [Dağ kültü]
Tarihi kaynaklara göre, Türklerde kurban adetleri Orta Asya’dan başlar. Türkler, gökyüzünde görülen güneş, ay, yıldızlar ve sonsuz gökyüzü maviliğini kutsal sayarlar. Öyle ya yağmurlar, fırtınalar gökyüzünde olmakta. Bu nedenle Gökyüzünü kutsal sayan Türkler, gökyüzüne törenlerle kurban keserlerdi. “Kök-Tenri-kültü Orhun yazıtlarında şöyle bir kitabe vardır: “Başlangıçta yukarıda gök, aşağıda kara toprak vardı; benî adem bu ikisinin arasında yaratıldı”.
Göğe kurban kesme töreni XlX. yüzyılın sonlarına kadar Kaçin’lerde uygulana gelmiştir. Tıgır Tayh adı verilen bu tören toplu dua ile başlar, onu koyun kurban edilmesi ve kımız, süt, ayran ve et suyu içilmesi takip eder. Bayrama katılan erkekler birbirine yakın obalardan gelirler. Kadınlar ve Şamanlar ise törene alınmazlar. Tapılan objeler “gökyüzü ve güneş”tir. Bu tören yılda iki defa tertiplenir. Birincisine Şamanlar alınmaz; ikincisi ise yeryüzünde bolluk bereket olması için kurban kesme törenidir ki herkes bu törene katılır. Her iki törenler oldukça önemlidir. Kurban kesme töreninden birisine Şamanların alınmaması onun ölülerin ruhuna veya “ezeli ruh”a dua töreni değil, çeşitli adetlere göre Tanrı’ya yakarış töreni olmasıyla izah edilmektedir. Yabancı inançlara göre tayh’a alınan Şaman delirir ve dehşetli azaplardan dolayı kaskatı kesilerek bayılır”.
Eski Türklerde ruhların ölümsüz olduğu ve ölüm sonrası hayat inancının bulunduğuna inanılırdı. 576 da İstemi-han’ın cenaze töreninde öbür dünyada müteveffaya refakat etsinler diye “dört savaş esiri Hun’un” boynu vurulmuştu. Yani bir çeşit kurban edilmiş olmaktalar. Yine İmparator T’atsung’un cenaze töreninde A-shih-na She-ni, hükümdar dostundan ayrılmamak için kendini doğramak istemiştir. Bu iki olay Türkler’in ahret hayatının bir devamı olarak gördüklerini göstermektedir. Ancak kesinlikle ölen şahsı tanrılaştırma olayı yer almamış, sadece ölü ruhuna saygı söz konusu olmuştur. Eski Orta Asya’da birçok Türk boylarında ölüler, Şamanlar tarafından boru üfleyerek, davul çalarak ebedi hayata gönderilirdi.
Türkler’de insan kurban edilmesi bulunmamaktadır ve yasak edilmiştir. Ancak Göktürkler’de at ile birlikte insan kurban edildiğine dair Bizans elçisi Valentin’in, İstemi Kağan’ın cenaze merasimini (yog) anlatırken yaptığı tasvirde şu not vardır. “Matem günlerinden birinde, dört tane bağlı Hun getirdiler. Kağanın babasının atları ile birlikte bunları ortaya koydular. Öbür dünyaya gidip, kağanın maiyetine girmelerini emrettiler”. (Buradan hepsinin kurban edildiği anlaşılmaktadır)
Başkurt Türklerinin ünlü destanı Ural-Batır’da insan kurbanı konusunda şu mısralar vardır:
“Sen uzak ülkeden
İyi düşünceyle gelmişsin
Ey yiğidim sen bilsen
Bizim ülkede olsan
Katil padişahın yaptığı
İşleri görsen;
Ağrı ve hastalık görmeyen
Ölüm başına gelmeyen
Kadını, kızı, erkeği, babayı
Genç ve yaşlı ayırmadan
El ve ayaklarını
Arkadan seçtirip
Yılda bir kere yığdırıyor
Sarayına aldırıyor
Kızı yiğitler seçiyor
Kendisi kızlar seçiyor
Kalanlar dahi
Padişaha yakın adamlar
Kendilerine seçiyorlar
Erkekleri ateşte yakıyorlar
Diğerlerine merhamet etmiyor
Kanlı gözyaşlarına bakmıyor
Diri, sağ
Kızları göle saldırıyor
Erkekleri ateşte yaktırıyor
Babası için, kendi için
Yakın adamlarının şanı için
Kendi doğmuş olduğu gün için
Yılda bir kere tanrı için
Kanlı kurban veriyor…
Bizim ülkede bir padişah var
Yakın adamlarının töresi var
İşte bu halk içinde
Türlü nesilden insan var
Her yıl padişahın doğduğu gün için
Baba ve annesinin hakkı için
Padişah doğunca su alıp
Yıkandığı kuyusu için
Kurban verir töre var
Padişahın tuğunun bezeğinde
Kara kuzgun kuşu var
O kuşlar her yıl
İkramladığı gün var
İşte yiğit görüyorsun
O kuşları biliyorsun
Gelip dağa konmuşlar
Yemleneceklerini bilmişler
Kızları kuyuya koyduktan sonra
Kızlar orada öldükten sonra
Hepsini kuyudan alıp
Kuzgunlara atıyorlar
Onlar orada yiyorlar
İşte bağlı yiğitler
Her soydan gelmiştir
Padişahın kızı her yıl
Yeniden birisini seçiyor
Ondan kalan padişahın kendisi
Saraya köleler seçiyor
Ondan durup kalanı
Tanrı için kurban ederler”.
İskit (Saka)krallarının ölümü üzerine yapılan cenaze törenlerinde; ölen krala öbür dünyada yardım etmesi için karısı, hizmetçisi, aşçısı ve atının da ölüyle birlikte mezara konulduğunu görüyoruz: “İçi boşaltılıp mumyalanan kral kırk gün süreyle kabile kabile dolaştırılır ve mezarının bulunduduğu Gerrhi’ye getirilirdi. Burada cenaze, hazırlanan mezara indirilir ve bir şiltenin üzerine yatırılır. Cenazenin etrafına, zemine mızraklar saplandıktan sonra, mezara tavan teşkil edecek tahta kirişler yerleştirilir ve bunların üzerine de örme hasırdan bir çatı yapılırdı. Krala ait mezarın içine içi boş kalan yerlere, boğularak öldürülen karısı, sakisi, aşçısı, seyisi, hizmetçisi, habercisi, birkaç atı ve kendisine ait olan eşyalardan bir kısmı, altın kaplar gömülürdü. Sonra mezarın üzerine büyük bir toprak tepe yapılır ve İskitler bu tepeleri yükseltmek için yarış ederlerdi”. İşte mezar olan bu tepelerden Anadolu’da 2000 kadar mezar tepe-höyük olduğunu uzmanlar söylemekteler. (Bunlardan Kırşehir-Kaman İlçesi Çağırkan kasabasındaki Kalehöyük Japonya İmparatoru Mikasa’nın himayeleri ile 20 yıl kazılmış. Bu kasabaya, Höyükteki buluntulardan oluşan müze yapılmıştır)
Çankırı’nın Ilgaz İlçesi Şeyh Yunus Köyünde bulunan bir türbeye, çocuğu olmayan/durmayan kişiler gelir ve adak adamak suretiyle, çocukları olur düşüncesi ile türbeye kurban keserler. Yağmur yağması için kesilen kurban da çok eski Türk inançlarındandır.
Tarihsel olaylardan sonra Orta Asya’dan Kuzey Kutbu’na sürülen Nganasan’lar, (Türklerin bir ata kolu) eski kültlerini, Şamanizm inançlarını korumuşlar. Nganasan’laf yılda iki defa gün ışığana kurban keserler. Birincisi sonbaharda, düzenli gecelerin başlamasından önce; diğeri Ocak ayının sonlarında, dağ tepelerinde ilk gün ışıkları kendini gösterdiğinde kurban keserlerdi.
Nganasan’larda toprağın efendisine “Fannida” denilir. Bu ağzını açarak, ölümü bekleyen insanları gözleyen ve çayırlar altında yaşayan kötü ruhtur. Ona siyah geyik kurban edilir. Yer-su da acımasız bir tanrıdır ve ona boz veya al donlu at kurban edilirdi.
Kurbanın bir ibadet olarak yerine getirilmesinin sebeplerini beş madde başında toplayabiliriz. 1.Hayranlık 2.Şükran 3.Gönül alma 4.Pazarlık (Adak) 5.Kefaret (Selahaddin Bekki)
ÇOCUK KURBAN ETME ADETLERİ-
Çocuk kurban etmek de birçok toplumda görülen ”tüyler ürpertici” adetlerden biriydi.
Kartacalılar, site devletlerinin koruyucusu Tanrı Moloch’a kendi öz çocuklarını yakarak kurban ederlerken, Fenikeliler, salgın hastalıklar, kuraklık, savaş kaybetme gibi büyük felaketlerin yaşandığı günlerde ”en sevdikleri çocuklarından birini” tanrıları Baal’e kurban verirlerdi. New South Wales’da bazı kabilelerde, her kadının ilk doğan çocuğu, bir dinsel törenin parçası olarak kabile tarafından yenirdi.
Eski Isparta’da da çocuklar doğduklarında topluluğun yaşlılarına götürülür, yaşayıp yaşamayacaklarına onlar karar verirdi. Sağlıklı olanlar ana babalarına verilirken, sakat ve hastalıklı olanlar öldürülürdü. İstenmeyen çocukların öldürülüp derelere atıldığı Ortaçağ’da her adımda bir çocuk ölüsüyle karşılaşmak olağandı.
KURBANLA İLGİLİ BİR GAZETE HABERİ
Geçtiğimiz hafta içerisinde yaşanan olay sonucunda ulusal medya ve televizyonlarda kendisinden övgü ile bahsedilen İlçe Müftüsü Mustafa Altun Cumartesi günü de Hürrüyet Gazetesi’nin Cumartesi ekinde arka sayfa manşetinde yer aldı.
Hürriyet Cumartesi ekinde Şehriban Oğhan imzasıyla yayınlanan söyleşide Müftü Altun’un hayvan hakları ve kurban kesimi ile ilgili düşüncelerine yer verilmiş. Şehriban Oğhan imzasıyla yayınlanan haber şu şekilde:
KURBAN KESECEĞİNİZE ÇOCUK OKUTUN
Antalya Serik Müftüsü Mustafa Altun, bir açılış töreninde kurban edilmek istenen boğayı kurtarma çabasıyla girdi hayatımıza. O boğayı kurtaramadı ama başka boğaları kurtarmak için sesleniyor: “Şükür kurbanı veya adak kurbanı keseceğinize çocuk okutun.” Ve ekliyor: “Matadorların boğaları öldürmesine de dur denmeli.”
Çocuğunuzla birlikte davetli olduğunuz açılış törenine bir boğanın sürüklene sürüklene getirilişine ve bir ayağından vinçle havaya asılarak kurban edilmek istenmesine tanık olsanız ne yaparsınız? En kötüsü çocuğunuzun gözlerini kapatır, siz de yüzünüzü çevirirsiniz. Olmadı, hemen orayı terk edersiniz.
Geçen hafta Antalya’daki açılışta boğayı karşısında gören Serik Müftüsü Mustafa Altun da önce din adamı şapkasıyla tepkisini ortaya koydu. “İslam’da bu şekilde kurbanın yeri yok, çocukların önünde yapmayın” dedi, dinletemedi. Sözü dinlenmeyince de çekti gitti. Her şerden bir hayır çıkarmış ya… Bu davranışıyla sadece oradakilerin değil, medya yoluyla milyonlarca kişinin dikkatini çekti; yanlışı herkese gösterdi. Müftü Mustafa Altun ile olayın öncesi ve sonrası ile İslam’ın hayvanlara bakışını konuştuk.
DİLSİZ ŞEYTAN OLAMAZDIM
Kurban edeceğimiz bir hayvan da olsa canlıdır, insanca davranılması gerekir. Uluorta kurban kesimi, bu ibadetin aslına da mantığına da, özüne de aykırıdır. Hayvanın o şekilde ıstırap içinde olduğunu gören çevredeki çocuklar üzerinde psikolojik etkileri olabilir. Hamile kadınların çocuklarına, psikolojilerine zarar verebilir. Bir ayet var: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Orada bir yanlış vardı ona müdahale etmeye gayret ettik. Her duyarlı, insani değerleri taşıyan varlığın bu tepkiyi göstermesi gerekir.
KURBAN KESMEK ŞART DEĞİL
Zengin insanlar için bayramlarda kurban kesmek vaciptir. Ama insanlar, bir iş olacağı zaman da şükür kurbanı olsun, adak kurbanı olsun illa kurban kesme çabası içerisinde. Oysa Peygamber efendimiz Bedir Savaşı’ndan sonra, “10 Müslüman çocuğuna Kuran okutun” demiş. Bu tip şeylerde insanların eğitimine katkıda bulunmak, yoksul kimseleri giydirmek, barındırmak, evlenemeyecek çifte yardımcı olmak da mümkün.
Tüm dinlerde kurban ibadeti doğru veya yanlış vardır.
Hatta ilk insan Adem aleyhisselamın çocuklarında da vardı. Maide Suresi’nde “Niyetinizin kabul olup olmaması noktasında kurban kesiniz” denir. Yani kurban insanlığın yaratılışında var olan bir ibadet şeklidir ama çığrından çıkarılmaması gerekir.
ÖKÜZLERİMİ KARDEŞ GİBİ SEVERDİM
Öğrencilik yıllarımda köyde koştuğumuz bir çift öküzümüz vardı. İlçeye taşınırken onları sattık. Satılırken ben köyde yoktum. Sonra “İyi ki yoktum, yoksa kapıdan götürülürlerken muhakkak ağlardım” dedim. Öyle bir sevgi vardı. Tabiri caizse kardeş gibi bir sevgi vardı; onları çok seviyordum.
MATADORA DA DUR DEMEK LAZIM
Dünyada da benzer şeyler oluyor. Bugün ulusal bir kanalda 11 yaşındaki matadorun 6 tane boğayı öldürdüğü ve rekor kırdığı haberini izledim. Bunlara da dur denmesi gerekiyor. Artık “Benim köyüm, sizin ilçeniz, öbürünün vilayeti, başkasının devleti değil. Dünya bütün halinde; bir yerdeki güzellik de, yanlış da anında bütün insanlığa ulaşıyor.
AÇILIŞ SAHİPLERİ DE PİŞMAN OLMUŞ
Onlar (açılış sahipleri) da şu anda keşke diyorlar, hatalarının farkına varmışlar. Bir söz vardır: “Aman diyene kılıç kalkmaz”. Hatanın farkına varılmışsa, mesele mecraına ulaşmıştır. Bizim insanlarımız kötü insanlar değiller, bilinçlendirilmemişler. Onları bilinçlendirdiğimiz takdirde çok daha faydalı, çok daha insancıl, çok daha merhametli olacaklardır.
MÜFTÜ ARTİSTLİK YAPMIŞ DEDİLER
Aldığım tepkiler binde 999 oranında olumlu. İnternetten yayınlanan yorumlarda sadece bir olumsuz görüşe rastladım. “Müftü artistlik yapmış” diye. Ama insanlar düşüncelerinde hür ve bağımsızdır. Bekir Coşkun’un yazısını ise baştan sona okudum. “Acaba aynaya mı baksam, bu ben miyim” diye düşündüm. Çok duyarlı ve fazla övgülü. Tabii onun duyguları, saygı duyuyorum.
Kurban Bayramı; Müslümanlar tarafından Hicri Takvime göre Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren dört gün boyunca kutlanan bir dini bayramdır.
Ramazan Bayramı ile beraber İslam dinindeki en önemli iki bayramdan biridir.
Kurban Bayramı, aynı zamanda İslam âleminin her yıl Mekke’de hac farizasını ifa ettikleri vakittir. Bayramda da Bayram Namazı kılınır ve Bayram hutbesi okunur.
Genel kabule göre kurban kesmek farz olmamakla beraber Hanefi mezhebinde vacib olduğuna ve kesilmesinin gerekli olduğuna inanılır. Şafii mezhebine göre ise sünnettir ve kesilmese de olur.
Kur’an’da kurban kesmekten Kevser Suresi’nde bahsedilir. 3. ayetten meydana gelen bu sure şu şekildedir: “Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. O halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes…ndisidir.”
Bu bayram adını Müslümanların Allah rızası için büyük baş veya küçük baş hayvan kurban etmesinden alır. Kurban, Türkçeye Arapçadan geçmiş bir sözcüktür. Arapça ku-r-b kökünden türemiş olup, sözlükte “yaklaşmak” anlamına gelir.
DİĞER DİNLERDE KURBAN
İslam’daki gibi belirli bir bayram zamanı ile ilişkilendirilen büyük bir kurban eylemi, bugün varlığını sürdüren İbrahim’i dinlerde nadir görülse de, diğer İbrahim’i dinlerde de kurban kavramı bulunmaktadır.
Arapça kurban sözcüğü ile ilişkili olan İbranice kurban sözcüğü de sözlükte “yakınlaşmak” anlamına sahiptir ve dinî bağlamda, şeklî uygulama açısından İslam’dakine benzer bir tür kurban etmeyi öngörür.
Bugün Musevilerin büyük bir kısmı hayvan kurban etmeyi kesmişlerdir bunun en büyük sebebi Tapınak’ın var olmayışıdır; hayvan kurban etmenin özellikle Tapınak mevcutken düzenli bir şekilde yapılan bir ibadet olduğu bilinmektedir.
Bununla birlikte bu hayvan kurbanı büyük oranda günahlardan arınmak için yapılırdı ve İslam’daki Kurban Bayramına benzer bir uygulama bağlamında ele alınmazdı.
Bazı Hıristiyan kişiler, gazeteler, Müslümanları kurban kestikleri için, “barbarlık vahşetlik” olarak suçluyorlarsa da, yukarıda görülen vahşet çok daha vahimdir. Resimde yunusların derileri zarar görmesin diye, sivri çekiçlerle kafalarına vurularak yüzlerce yunus katledilmektedir. Bu nedenle deniz o bölgede adeta kan gölüne dönmektedir.
Sonuç olarak yazıdaki amacımız, günümüzde uygulanan kurban geleneğinin kural ve özelliklerini anlatmaktan ziyade, kurbanın tarihsel sürecini kültür bazında sunmaktır. Bununla birlikte şunları da eklemekte yarar germekteyiz. Kurban dinimizce ne farz, ne sünnettir. Vacip olan kurban kesme geleneği, dinsel amacı dışında, birçok kimseler tarafından salt et yeme olayı olarak görülmektedir. Kurban kesen, kurban kesemeyen komşularına et vermedikleri, verse bile sadece kemik vb vermedikleri gözlenmektedir. Yoksul komşusundan kurban etini esirgeyen kimseler aylarca kurban eti yedikleri gibi, hatta sucuk yaptıranlara bile rastlanmaktadır. Kurban kesmeye gücü olmayan kimseler de, kendilerini zorlayarak, kesemediğinden utanıp bir hayli zorlanmak suretiyle borca kurban kestikleri görülmektedir.
Giden yıllarda kurban konusunu işleyen bir TV programında, çocuklarına et yediremeyen dar gelirli bir kadının canlı programa katılarak, “kurban kesen komşumdan çocuklarıma et yediririm ümidi ile günlerce komşumdan et bekledim vermedi, kurban kesenler komşusuna et vermiyorlar” dediklerini gözyaşlarımla duyunca dehşetle kapılmıştım. Programı izleyen yüzlerce kişinin telefonla ilgili TV ye başvurarak, o yoksul aileye et götürmek için başvurduklarını öğrendim. Kesilen kurbanları üçe bölüp bir bölümünü kurban kesmeyen komşu ve akrabalara vermek gerekir.
Hayırlı bayramlar.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
KAYNAKLAR:
1. Divanü Lügati’t-Türk Besim Atalay terc. C lll, s 10
2. Divanü Lügati’t-Türk Besim Atalay terc. C l, s 65
3. http://www.wardom.org/orta-amerika-yerlileri-t80999.htm
4. Kızılderililer ve Türkler Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan Sf:93
5. http://akhenaton.blogsayfasi.com/?p=264
6. İslam Ansiklopedisi Cilt:5 –II Sf. 878–879)
7. Felsefe Sözlüğü Voltaire Sf: 6–7–8)
8. http://kitabussalihin.blogcu.com/hz-ibrahim-in-kabe-yi-insa-etmesi_24687521.html
9. http://www.tatliaskim.com/dini-konular/85013-hz-ibrahimin-hayati.html
10. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf)
11. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf
Li: Uzak Doğu’da eski uzunluk ölçüsü birimi. Yaklaşık 500 metre (çev)
12. Tıgır: Hakas dilinde Tanrı anlamına gelmektedir.
13. Kaynak:Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http://turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf sf 7
14. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf sf 7
15. Eski Türkler Lev Nikolayeviç Gumilev çev D. Ahsen Batur Selenge yay. 2004 sf 103–105–106–107-112
16. Toros Ayyıldız Gazetesinden alıntı: http://www.ayyildizgazetesi.com/haber-3030-Muftu-Altun-Mansetlerden-inmiyor.html
17.http://www.senaryo.com/topic.asp?ARCHIVE=true&TOPIC_ID=8618
http://hakimiyetimilliye.org/2012/01/tarihte-kurban-ve-kurban-adetleri-cevat-kulaksiz/