Eylül; yaprakların döküldüğü ve dökülürken esen rüzgarla birlikte sağa, sola savrulduğu ay.
12 Eylül 1980’de 8 yaşında bir çocuktum. Köyümüze haki yeşil renkli arabalarla askerler geliyordu, insanlar kendilerini ve gözlerini kaçıracak yer arıyorlardı. Ve akşamları Adile Naşit’in sunduğu “Uykudan Önce” programından sonra TV haberlerinde anarşinin başının ezildiğinden bahsedilirken, görüntülere bir masanın arkasında sıra sıra insanlar ve masanın üstünde renk renk suç aleti kitaplar duruyordu.
Sıkıyönetim vardı ve pek çok şey yasaktı. Kitap okumak, seyahat etmek, bir derneğe üye olmak bu yasaklardan bir kaçı idi. Bizim ülkede bunlar olurken, okyanus ötesindeki bir başka ülkenin yetkilileri, iktidara el koyan generaller için “Bizim çocuklar” diyorlardı.
Yüzlerce kişinin aynı anda yargılandığı davalar gördük, 1402’likler denilen işten el çektirilen memurları gördük, Y.Ö.K’ü, Doğramacı’yı ve doğranan gençleri gördük.
İlkel bir milliyetçilik dalgası estiriliyor, köylerin binlerce yıllık isimleri değiştiriliyor, insanlar çocuklarına istedikleri isimleri koyamazken ağabeylerimizin Sosyal Bilgiler adıyla öğrendiği dersleri biz Milli Tarih, Milli Coğrafya olarak öğreniyorduk. Nedense matematiği millileştirmek akıllarına gelmedi.
Binlerce insan işkence tezgahlarından geçirilip bütün sivil toplum örgütleri ve sendikalar kapatılıp toplum sindirildikten ve karşı çıkmanın vatana ihanetle eşdeğer sayıldığı anayasa baskıyla halka onaylatılıyordu. İktidara yakın olanlar hazineden zengin olurken, “Ortadirek” edebiyatı yaparak iktidara gelenler ortadireği yok ettiler. Küçük bir grup hiç emek harcamadan köşeyi dönüp sınıf atlarken, büyük çoğunluk yoksullar kervanına katıldı.
Düşünen, sorgulayan bir gençlik yerine milli ve manevi değerlere bağlı bir gençlik yaratılmalıydı. Onun için de her ile, her ilçeye bir İmam Hatip Lisesi açılmalıydı. Fakat günü geldiğinde o liselerden mezun olanlar İBDA-C’leri, Hizbullah’ları kurdular ve devleti yönetenleri kafir ilan ettiler.
Ciddi haber veren ve toplumu aydınlatan gazetelerin yerini buram buram erotizm kokan ve sözde ünlülerin özel hayatlarına dair haberler veren gazeteler almıştı. Düşünce suçu denilen kavramınıda o zaman duydum. Düşünmek serbest düşündüğünü söylemek suçtu.
Etnik terörle tanışmıştık iktidardakilerin üç buçuk eşkıya diye küçümsediği ve sadece askeri önlemlerle önlemeye çalıştığı olay binlerce insanın canına ve milyarlarca dolara mal oluyordu.
Siyasi yasaklar kaldırıldı, iktidar el değiştirdi fakat lale devrinde sadece gruplar değişiyordu. İLKSAN skandalı, İSKİ skandalı gibi yolsuzlukları gördük. Bankalara yüklü kredi borcu olan birisinin bankalardan sorumlu bakan olduğunu gördük.
Toplumun müzik kültüründen eğlence kültürüne kendine özgü neyi varsa değişiyordu. Müthiş bir pop-arabesk dalgası estiriyor, milyon dolarlık futbolcularla heyecanlanıyorduk. Müthiş bir tüketim pompalanıyor, tükettiklerimizin en başında da siyasi ve ahlaki değerlerimiz geliyordu.
Derken siyasi cinayetlerle tanıştık. Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Turan Dursun ve Uğur Mumcu. Hepsinin ortak özelliği birer anti-emperyalist ve samimi Atatürkçü oluşlarıydı. Devleti yönetenler katillerin yakalayacağına namus sözü veriyordu (aynen Sivas’ta yakılan 37 kişinin katillerinin yakalanacağına söz verdikleri gibi). Fakat Sivas sanıklarının avukatı daha sonra Adalet Bakanı oluyordu. Sık sık iktidarlar değişiyordu ve biz her iktidarı yolsuzlukla hatırlıyorduk. Kayıp trilyon, hortumlanan bankalar, otoyol skandalı bunlardan birkaç tanesiydi. Trafik kazalarında dünya birincisi olurken, artan suçlar içinde gasp ilk sırada geliyordu. Mafya ve çeteler, ihaleden gece kondu, otoparktan sağlık sektörüne kadar akla gelebilecek her yerde söz sahibiydi.
Derken yine iktidar değiştiriyor ilk iş olarak devlete yüklü vergi borcu olan biri maliye bakanı yapılıyor bu bakan Vergi Barışı adı altında vergi affı çıkartırken yetmiş milyonun malını “babalar gibi” satmaktan bahsediyordu.
İdeolojik terörü bitirmek için iktidara el koymuşlardı. Fakat geldiğimiz noktada etnik terörden, dini teröre; kapkaç teröründen, trafik terörüne; açlık teröründen, işsizlik terörüne kadar terörün enva-i çeşidi ile tanıştık.
Yıllar sonra yine bir 12 EYLÜL günü 1982'de düzenlenen anayasada değişiklikler yapılıyor ve ''Yetmez Ama Evet'' diyerek adeta 1980'de yarım kalan iş tamamlanıyordu.
12 Eylül’de benim gibi 8-10 yaşında olanlar şimdi 40'lı yaşlarda ve hiçbirimiz artık Adile Teyze’nin kuzucukları değiliz. Hepimiz büyüdük ve çoktan sürüye katıldık.
“ONLARIN ÇOCUKLARI” işini iyi yapmıştı “NETEKİM”
Yılmaz Özdemir
Yorum Gönder