Bu yazımızda, o devrin Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’nın anılarından yararlanarak, Ermenilerin 30 Eylül 1895 günü İstanbul’da Babıâli’ye [i] yapacakları yürüyüş ve bu bunun hazırlık safhasında gelişen bazı ilginç ayrıntılara yer vereceğiz.
*
Bir sabah erken saatlerde İstanbul Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’nın evine bir Ermeni kadın, çok üzgün bir halde gelmiş, onu görmek istediğini söylemişti. Zaptiye Nazırı, bu benzi solmuş, bitkin kadıncağızı, içeri alır, ona, “ne istiyorsunuz” diye sorunca, kadın gözyaşları içinde anlatır:
“-Ben, avukat Hacik Efendi Efendi’nin karısıyım, kocamı dün gece Topkapı taraflarında öldürdüler”.
“-Kim vurdu kocanızı?”
“-Kim vuracak?” Komite (Ermeni Hıçak Komitesİ). Kadın gözyaşları ve hıçkırıklar içinde anlattı): “Bana rahmetli, beş, on günden beri öldürüleceğini anlatmıştı. Kendisini komiteye aza yapmak istemişler; yakında Babıaliyi basacaklarmış, bütün büyükleri öldüreceklermiş, paşaları kılıçtan geçireceklermiş. Kocam, “ben devletime ihanet edemem, ben Türkiye’de doğdum büyüdüm, burada para kazandım; ev bark kurdum”, diye cevap vermiş. Kocamı kandırmak için Hamparsom denilen bir herif birkaç kere evimize geldi; rahmetli hep reddetti, kabul etmedi”.
Nazır Hüseyin Nazım Paşa, alelacele zaptiye merkezine gelir. Katil gözaltına alınmıştı ve on sekiz yaşında Armenak isminde bir gençti. Ermeni genci odasına çağıran Paşa, olayı anlatmasını istedi.
Hamporsam Boyacıyan[ii] isminde birisinin kendisini Ermeni komitesine katılmasını ve Hacik Efendi’nin hain olduğunu, vücudunun kaldırılması (öldürülmesi) gerektiğini ve bunu yapana beş lira verileceğini, sonra da birçok paralar alacağını söyledi. Kendisinin de Avukat Hacik Efendi’yi öldürdüğünü ve Eylülün 18. Günü de Babıâli’ye hücum edileceğini ifade eder. (sf 17)
Ermeni Avukat Hacik Efendi'nin öldürüldüğü gece, İstanbul'un çeşitli semtlerinde aynı biçimde cinayetler işlenir; suikastçıların hepsi de yakalanır. Harbiye Nazırı bu yakalananları, katilleri birer birer yanına çağırarak konuşturur. Birisi gece on sekiz yaşlarında Sabak isminde bir gençti. Bu, Gedikpaşa Ermeni Kilisesi Vaizi Dacet Efendi'yi, komitecilerin emellerine uygun davranmadığı için, odasında otururken bıçakla üzerine hücum ederek vurmuş ve öldü zannederek bırakmıştı. Diğeri Arabacı Agop isminde biriydi. Bu da Patrikhane Kilisesi Başpapazı Sokyas Efendi'ye kilisenin içinde ayin esnasında tabanca ile ateş etmiş, fakat tutturamamış, Sokyas Efendi de iki gün sonra ölmüştü. Buna benzer, papaz ve bazı kişiler Ermeni komiteleri ile işbirliği yapmadıkları için, Ermeni Hınçak militanları tarafından katledildiler.
AZILI BİR KOMİTACI
Ermeni Hınçak komitesinin İstanbul'da en azılı birinci sınıf üyelerinden Agop isminde bir militanı vardı. Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa, tanıdık, kendine çok sadık ve güvenilir bir Ermeni'yi Agop'a muhbir olarak gönderir, muhbir Agop'la anlaşır. Kendisi de güya Agop'un komitesine girmiş olmakta. Muhbir, Nazım Paşa'ya Agop ve komitesinin faaliyetlerini günü gününe bildirir. Muhbir’in son verdiği malumata göre, birkaç bin Ermeni ansızın ve birdenbire Babıali’yi basacaklar, bizzat Agop’un idaresinde bulunacak, diğer birkaç bin kişilik bir Ermeni birliği de İslâm mahallelerine hücum edecekler ve rastladıkları Müslümanları katlederek bir ihtilal çıkaracaklardı. (Düşünün, bu haince tertipler çok daha önce planlanmakta, 1890-95 lerde, Ermeni soykırımı” dedikleri olaylardan 20 önce olmakta).
Agop'un bu hain tasarısı karşısında Hüseyin Nazım Paşa, Agop’u hemen tutuklaması gerekiyordu. Zaptiye Nazırı, onu huzuruna çağırarak sorguladı:
“-Maksadınız nedir?”
“-Babıâli’ye ve Müslüman mahallelerine hücum edip, ihtilal çıkarmak, medeni Avrupa’nın müdahalesini sağlamak ve bu suretle hükümetinizin zulüm ve esaretinden kurtulmak”.
“-Hiç günahı olmayan zavallı ahalinin kanını dökmek zulüm değil midir?
“-Biz evvela Müslümanların değil, hükümetimize hala sadakat gösteren bizim pis, melun Ermenilerin kanını akıtacağız; beni ve benim gibi daha birçok binlerce Ermeni’yi idam etseniz de bu netice husule gelecektir; komitenin kararı katidir. Zaten ihtilal başlar başlamaz İngiliz dnanması da İstanbul’u muhasara edecektir”.
İstanbul zaptiyesinin de gizli açık tahkikatları da göstermiş ki, Hınçak militanı Agop’un anlattıkları doğru çıkmıştı. İstanbul’da Ermenilerin Babıali başkaldırısı başlamış, komitenin reisleri, azaları olduğu halde iki bin Ermeni, Ermeni Patrikhanesinde toplandılar. Türk zulmünden, Ermeni istilâlinden bahisle nutuklar söylendi, şiirler okundu. Pakrik Efendi yanına aldığı güzel bir kıza heyecanlı şiirler okutup cemaat böylece galeyana getirildi. Birçok yerde silahlar patlamağa başladı, ihtilalin başladığı ilan edilmiş oldu.
Sason İsyanı ve bastırılmasını protesto etmek isteyen Ermeni Hınçaklar, hükümete-Babıaliye karşı 30 Eylül 1895 günü İstanbul’da bir gösteri düzenlediler. Kumkapı Ermeni Kilisesi’nde toplanan dört bine yakın gösterici Bâbıâlî’ye doğru yürüyüşe geçti.
Önce Kumkapı’dan Nurosmaniye’ye doğru yürüyen Ermeni kalabalığı öylesine coşmuştu ki, İstabul Polis ve zabıtası rica edercesine “dağılmalarını” söylemelerine karşı, yürüyen Ermeniler şöyle bağırıyolardı:
“-Ne dağılması? Siz dağılınız; zaten hepinizi dağıtcağız, yaşasın Ermenistan! Yaşasın Hürriyet!...” diye bağırıyorlar, kamalarını, tabancalarını çekerek saldırıya hazır olduklarını gösteriyorlardı. Gittkçe coşan bu insane seli hiç bir söz dinlemiyor, hiç bir şey görmüyor, rastgeldikleri engelleri kırıp dökerek durmadan ilerliyordu. Sokak başlarına konan polisler, adeta rica ederek şöyle diyorlardı:
“-Arkadaşlar! Bu yaptığınız iyi bir şey değildir! Bir şikaytiniz vars usulu dairesinde hükümete müracaat ediniz, haydı işinize dönünüz, hepimiz bu memleketin, bu devlet ve milletin ekmeğiyle yaşıyoruz”. İyice zıvanadan çıkan Ermeniler, bu nasihatlere karşı silah atmaya, bazı jandarma ve polisleri yaralayıp öldürmeye başladılar. Üzerlerine jandarma atlı birlikleri gönderilmesine, “fazla kan dökülmmesi için gösterilen itinaya rağmen, durmadan işine giden Müslüman, Rum, Yahudi kim olursa olsun saldırıp öldürmeye devam ettiler.
İŞ ÇIĞIRINDAN ÇIKIYOR
İş o kadar ilerledi ki, artık zabıta kuvvetleri de saldırmaya başladı. Hınçak komitesinin tahrik ve organizesi ile çileden çıkan Ermeniler, silah ata ata sokaklara sapıyorlar bütün ahaliye dehşet saçıyorlardı.
Sultanmahmut türbesi civarında jandarma meclisi azasından Binbaşı Servet Bey, aniden birçok Ermeni’nin saldırısına uğradı. Yakasına ilk defa yapışan Ermeni’nin yüzüne müthiş bir yumruk atmak süretiyle onu yere yıktı ve kendini korumak için tabancasını çekmek istedi. Yakında bulunan üç beş Ermeni ve daha sonra gelenlerle on kadar Ermeni kamalarını, hançerlerini çekerek durmadan vuruyorlar, vücudunu delik deşik ediyorlardı.
BİR ŞEHİDİN SON SÖZLERİ
Binbaşı Servet Bey, can verirken canhıraş şöyle diyordu:
“-Başkentte, hazır jandarma, polis kıtalarının karşısında ben mezbahada koyun kesilir gibi boğazlanıyorum, memleketin, devletin hayatıyla, şerefiyle oynayan şu katillere silah atılamıyor; Allah acısın bu memlekete” diye bağırmış ve ağzından burnundan kan boşanarak yere yuvarlamış, son nefesini vermişti.
Ermeni İsyancılar, artık can vermiş olan binbaşının naşına daha beş-on kama sapladıktan sonra şöyle haykııyorlardı:
“-İşte hepinizi böyle geberteceğiz. Yaşasın Ermenistan!
Böylece gözleri kan bürümüş olan komiteciler, ahalinin üzerine her yerde saldırmaya, rast geldiklerini öldürmeye başladılar. Amaçları, Müslümanları karşı saldırıya mecbur ederek, genel bir karışıklık yaratmak ve Avrupa müdahalesine zemin hazırlamaktı.
Ermenilerin bu saldırıları, isyanları karşısında dehşete kapılan İstanbul halkı, metanetini koruyarak, daha büyük kayıplara neden olabilecek karşı saldırılarda bulunmadılar, sadece kendilerini korumaya çalıştılar. Ama bütün Ermeni evlerinden durmadan silah atılıyor, ihtilâlı desteklediklerini göstermeye çalışıyorlar.
Şimdilerde “Ermeni Soykırımı” yalanı ile ve hâkim oldukları büyük medya kuruluşlarının propagandası ile Türklerin aleyhinde şeytani planlar yapan Ermenilerin, iddia ettikleri 1915 olaylarından 20 yıl önce, işte böylesine başkaldırı ve katliam yapıyorlardı.
İsyan edenlere İstanbul’un birçok semtinden katılacakların olduğunu bilen başkentin zaptiye teşkilatı, acele tedbir alarak atlı birliklerle her yere müdahaleye başladı.
İstanbul’da, Babıâli’yi basmak için ihtilal girişimini başlatan Ermeniler, Anadolu yakasından bulabildikleri tekneler, kayıklar, mavnalarla Sirkeci tarafına geçmek istiyorlardı. Zaptiye teşkilatı, önceden hazır bulundurduğu ihtiyat kuvvetlerle, asilerin yoğun olduğu yerlere müdahale edince, Ermeni komitacılar, emellerine ulaşmaya ramak kaldığı sırada çekilmeye, kiliselere sığınmaya başladı. Silah sesleri gittikçe azalmaya başladı. Sonunda bir mütareke ile silahlar sustuğu zaman, her iki taraftan 300 kişinin öldüğü tespit edildi.
SERBEST BIRAKILAN ERMENİLER MARSİLYA'DA |
ERMENİ PATRİĞİ OSMANLI ZAPTİYE NAZIRINI KABUL ETMİYOR
Osmanlı Devletine tabi bir kurum olan Ermeni Patriği, Osmanlı Zaptiye Nazırı Hüseyin Avni Paşayı, zafer kazanmış bir komutan edası ile kabul etmiyor.
Sadrazam Sait Paşa'nın emri ile Ermenilerin bundan böyle isyan ve saldırılarda bulunmamaları konusundaki dilek ve temennileri iletmek üzere, İstanbul Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa Patrik Efendi'yi ziyarete gidince, İstanbul Ermeni Patriği, kendisini kabul etmedi. Nazım Paşa ayrılınca, patrikhane kilisesinden bile silah atılmaya devam etti. Silah sesleri, Ermenilerin Müslüman mahallelerine saldırılar sabaha kadar devam etti. Ermenilerin bu saldırıları karşısında artık Türk halkında sabır kalmamıştı, onlar da ayaklanmaya başlamıştı ve mukabil saldırılara başladı. Hatapkapısı, Çukurçeşme, Karagümrük ve Kasımpaşa tarafında Ermenilerle Türkler arasında çatışmalar başladı. Her iki taraftan da epey insan öldü veya yaralandı.
Ermenilerin bu bitmez tükenmez ihtilal teşebbüsü ve saldırıları üzerine, jandarma süvari kuvvetleri daha bir şiddetle mukabelede bulununca, Ermeni isyancılar tekrar Patrikhane kilisesine kaçmaya mecbur edildi bir kısmı da mahallelere kaçarak, Türkleri tahrik saldırılarına devam ettiler.
Ermenilerin isyan ve saldırılarının önlenmesi için, gerekli nasihat ve uyarıları yapması için, Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa Ermeni Patrikhanesine gittiğinde bu kez patrik nazırı Kabul eder. Nazır gerekli uyarıyı kendisine yaptıktan sonra patrik, “ben uyarı yapsam da beni dinlemezler, bunlar bir kere gemiyi azıya almışlar, yine de dağılmaları için haber göndereceğim” der.
Patrikle bu görüşmeden sonra bile, 13 Eylül günü Ermeniler ine saldırılara başlar. İstanbul’un bütün sokakları savaş alnı gibidir, taraflar birbirini boğazlıyor, katlimlar karşılıklı devam ediyordu.
Ermeniler, öylesine şeytani planlar uyguluyorlardı ki, “Türkler Müslüman olmayan başka unsurlara da tecavüz edecek” diyerek. Rumları ve bazı yabancı unsurları toplayıp, Türkçe konuşarak, Türk kılığın girerek onlara saldırıyorlar, onları katlediyorlar, “Türkler yaptı” diye Avrupalılara yayıyorlardı. Yani Türkleri suçlamak için, Türkler adına cinayet işliyorlardı.(sf 35)
İhtilalin durulduğu sırada, İstanbul Zaptiyesi, İstanbul’da bulunan bütün Hınçak [iii] komitesinin üyelerinin evleri arandı. Çok ilginç dökümanlara rastlndı.
İHTİLALCİLERİN YEMİNİ
Aramalarda Hınçakyan komitesi şübesinin mührünü taşıyan ve el yazısıyla Ermenice yazılmış olan on üç sahifeden oluşan talimatname özellikle dikkati çeker.
Bu alimatnamenin 3.Maddesi şöyledir:
“-Komiteye müracaat edecekler, onbaşı takımının huzurunda komite nizamına kani ve tabi olduğunu ve müstakil hizmet edeceğini söyledikten sonra yemin ettirilerek azalığa Kabul olunacaktır. Yemin ş öyle yapılacaktır:
“Allah’a namusuma ve bu dünyada benim için aziz ve necip olacak her şeye ve Hınçakyan İhtilli tertibatına ve amaç ve efkarına iman ettim; ölüm saatime kadar yorulmayıp komitemizin bütün programını ve cemaatimizin aziz davasının metalibini ve bana tevdi edilecek vazifeyi daimi surette ve kemali sadakatle eyleyeceğime yemin ederim. İşbu yeminimde sadık olacağım, millettaşlarımın boynunda asılan barbar Türkün esaret boyunduruğunu kırmaya ve bunun neticesine vasıl oluncaya kadar cehdü ikdam etmeye yemin ederim”.
KOMİTEYE KATILMAYAN ERMENİLER KATLEDİLİYORDU
İstanbul’daki ihtilal, hayli olay ve katliamlardan sonra, 18 Eylülden sonra ortam biraz sakinleşnce Hınçakyan komitesi, Anadolu’nun Doğu ve başka taşra yerlerindeki Ermeniler üzerindeki faaliyetlerine devam etmişler, ihtilal çıkarmak için ne mümkünse yapmışlar. İstnbul’da ve başka vilayetlerde, komiteye katılmayan birçok Ermeniler katlediliyodu. Tıpkı şimdilerde, PKK nı Doğu bölgemizde aynı yöntemi kullanıyor, yandaş olmayanları katlediyor.
Hınçakyan komitesinin Londra merkezinden birtakım anarşisti veya müfrit komitecileri Müslüman kıyfetinde Türkiye’ye sokuyordu. Örneğin Amasya’ya gönderilen Mehmet ve Salih adı verilen iki Ermeni, Amasya’dan Merzifon’a giden Bale Aragil zevcesi Beral ve oğlu ile kızının önünde çıkan çatışmada aralarında müsademe olunca, oradan tesadüfen geçen jandarmaların müdahelesi ile bunların o bölgede yaşamış zamanla terk eden yerli Ermeni oldukları anlaşıldı.
SÜNNETLİ CASUSLAR
Hınçak Londra komitesinin girişimi üzerine, aynı komitenin New York şubesi Kürtçeyi gayet güzel konuşan otuz kadar Ermeni’yi sünnet ettirmiş ve bunları Kürt kıyafetine sokarak Müslüman kisvesi altında Anadolu’nun iç taraflarına sokmuştur. Bunlardan Arapkir’in Keşişler mahallesinden Kaspar Kiragos namında birisi Mehmet Ali takma adıyla Medine’ye gitmek istemiş ve ahval vaziyetinden zabıta şüphelenerek soruşturmaya başlayınca Ermeni olduğu anlaşılmıştır. Bu suretle diğer 29 arkadaş da tutuklanmıştır. Sis ahalisinden Beşagezyan namındaki bir Ermeni Yahudi kıyafetiyle ve İsrail ismiyle Mersin’e çıktığında soruşturma yapılmış ve Ermeni olduğunu itiraf etmiştir.
Daha nice papaz kılığında, derviş Müslüman kılığında birçok militan Ermenilerin yoğun yaşadığı Doğu illerimizi dolaşarak ihtilal, saldırı, başkaldırı çalışmalarında bulunmuşlardır.
Bu anlattıklarımız, güvenilir bir kaynaktan, Osmanlının son zaptiye nazlarından Hüseyin Nazım Paşa’nın anılarından alınmıştır ve Ermenilerin 1915 yılındaki tehcir olaylarındaki Ermeni Soykırımı diye iddia ettikleri ve Türkleri suçladıkları o yıldan 20 yıl önce, Ermenilerin yaptığı isyan, saldırı ve melanetlerini anlatmaktadır. Kim saldırgan, kim hain, kim masum siz yorumlayın. Oysa Osmanlı’da Ermeniler el üstünde tutulan bir milletti, Osmanlıya bağlı oldukları için Millet-i Sadıka (Sadık Millet) deniliyordu. Osmanlının her kademesinde görev almışlardı. Abdulhamid’in bile doktorları Ermeni idi.
Osmanlının verdiği haklarla kendi okullarını, kiliselerini, hastanelerini kurmuşlar, kendi kültürlerini verilen geniş haklar sayesinde yaşatmışlar. Osmanlıda birçok iş ve meslekler Ermeniler tarafından yaşatılmıştır. Ermeniler Osmanlı idaresinde 33 mebus, 22 bakan, 29 general, 7 büyükelçi, bir konsolos, 17 öğretim üyesi, 41 yüksek dereceli memur verdiği düşünülürse, Osmanlı idaresinde ne kadar iyi hayat şartlarına, geniş hak ve özgürlüklere sahip oldukları rahatlıkla görülür.
1863 de kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi ile Ermeniler çok geniş haklar elde etmişler, adeta devlet içinde devlet olmuşlardı.
Ermenilerin Osmanlı Devleti içinde hiçbir ayırımları yoktu. Emperyalistlerin tahrik ve teşvikleri ile Osmanlıya ihanet eden onlardı. İlk isyanlarından Kurtuluş Savaşı’na kadar, vatan toprağı tehlikede iken, tüm köylerin, şehirlerin nerede ise bütün erkekleri, birbirinden binlerce km uzaklardaki cephelerde düşmanla savaşıyorlardı. Ermeniler de, öteki azınlıklar gibi, çoğunlukla bedelli idiler. Kendi mekânlarında, sanat ve mesleklerine devam ediyorlar, tüccarlık yaparak refah içinde yaşıyorlardı.
Kaldı ki, Cumhuriyet devrinde yakın zamanlarda Asala Ermeni militanlarının dünyanın değişik yerlerinde diplomatlarımıza yapılan suikast ve katledilme olaylarını hepimiz biliriz.
Cevat Kulaksız
kulaksizster@gmail.com
DİPNOT
[i] Bâb-ı Âli ya da basitleştirilmiş şekli ile Babıali, Osmanlı Devleti döneminde sadrazam sarayına verilen isimdir. 18. yüzyıl sonlarına yakın bir zamana kadar Paşa sarayı, Paşa kapısı, Bab-ı asafi gibi adlarda denilen sadrazam sarayına I. Abdülhamid zamanından itibaren Bab-ı Ali denilmeye başlanmıştır.
[ii] Doktor Hamparsum Boyacıyan (Medzn Murad), Osmanlı Ermenisi hekimi ve Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi. 1915 de idam edildi.
Dr. Hamparsum Boyacıyan 1867 yılında Adana Vilayeti'ne bağlı olan ve Kilikya bölgesinde bulunmakta olan Haçin (bugünkü Saimbeyli) kasabasında doğmuştu. Girayr'ın kardeşi idin. Kostantiniyye'ye yerleşti ve oradaki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de Tıp okudu
27 Temmuz 1890'da Osmanlı tarihçisi Harutün Cangülyan ile birlikte Kumkapı'da bulunmakta olan Ermeni Patrikhanesi'nin önünde bir gösteriye katılmıştı ve Yıldız Sarayı'nın önüne doğru yürüyüş yapmıştı. 1894 yılında Sason'daki direnişe katılmıştı. 1896'da Trablus'a götürüldü ve orada Sosyal Demokrat Hnçak Partisi eşbaşkanı olarak seçildi. 1906'da hapisten kurtulmayı başarmıştı ve 1908 yılında Kostantiniyye'ye geri döndü. Osmanlı parlamentosunun Meclis-i Mebusan'a Adana vekili olarak seçildi.
24 Nisan 1915'de Dr. Hamparsum Boyacıyan 2345 arkadaş ile beraber Kostantiniyye'deki evinde tutuklandı ve Kayseri'ye sürdürüldü. Hapise atıldı ve ona feci şekilde işkence çektirildi. Temmuz ayında yargılandı ve 24 Ağustos 1915'te idam edildi.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hampartsum_Boyac%C4%B1yan
[iii] Hınçak Komitesi: Karl Marks’ın görüşlerini benimseyen bu teşkilat 1887 yılında İsviçre’de kuruldu. İngilter’nin desteği ile bu komite daha sonra merkezini Londra’ya taşımıştır. 1889 yılında da Türkiye teşkilatını kurarak faaliyete geçti. Bu örgüt, aynı zamanda Türkiye’de komünizm propagandası yapan ilk teşkilattır.
Yorum Gönder