İmparatorluk ne kadar genişlerse saray da o kadar büyür, dolayısıyla hükümdarlar da o oranda bol zevklerin ortasında sarhoş olurlar. Böylece, bu çeşit devletlerde, hükümdarların yöneteceği insan sayısı ne kadar çok olursa, hükümdar da o ölçüde hükümet işlerini savsaklar; iş ne kadar önemli olursa onları o kadar az düşünür.” (1)
“Üç erk: yani yasa yapma (yasama), genel kararları uygulama (yürütme), suçları ya da vatandaşlar arasındaki anlaşmazlıkları yargılama (yargı) erkleri, aynı zamanda aynı kişinin ya da yüksek memurlardan, soylulardan, halktan kurulu ayrı toplulukların elinde bulunmasaydı herşey yıkılırdı. Avrupa’daki krallıkların çoğunda yönetim biçimi ılımlıdır. Çünkü bu iki erk’i ellerinde bulunduran hükümdarlar, üçüncü erk’i tüm halkın eline verirler. Padişah bu üç erk’i de kişiliğinde birleştirmiş olduğundan, Türkiye’de korkunç bir istibdat idaresi vardır. (2)”
Bir İngiliz-İrlandalı tutucu düşünür Edmund Burke (1729-1797), Türkler ve idare şekli hakkında çok daha katı, olumsuz ve kin dolu görüşlere sahiptir. 1791’de Fransa’daki Devrim Üstüne Düşünceler’i yazdığında daha cumhuriyet ilan edilmemiş, kralın kafası kesilmemişti.
“Prusya Kralı, Hollanda’yı kargaşalıktan kurtarmak üzere, bizimle birlikte soylu bir müdahalede bulunmuştu... Prusya Kralı, hiçbir anlaşma ya da kan akrabalığı bağımlı olmadığı halde, imparatorluk idaresinin Türk’lerin idaresi kadar insanlığa zararlı olmayacağını düşünerek, böyle bir davranışta bulundu. Yine salt nedenler yüzünden, bütün gücüyle müdahale ederek, Türkleri bile imparatorluğun pençesinden kurtarmak için harekete geçti. Böyle bir müdahale, Türkler gibi insanlığa zararlı, Hıristiyanların ebedi düşmanı, Hıristiyanlardan bir selamı bile esirgeyen, Hıristiyan milletlerle ateşkesten öte hiçbir anlaşmaya yanaşmayan, iç güvenliği barbarca ihmal eden, böylesine barbar bir millet lehinde bile yapıldıktan sonra, bir kralı esaretten kurtarmak için yardımda bulunmak, her halde politik bakımdan yanlış, haksız ve yakışıksız bir davranış sayılmaz. (3)”
Machievelli görüşlerini şu sözlerle belirtir.
“Bütün Türk İmparatorluğu tek bir önder tarafından yönetilir, bütün diğerleri onun hizmetkârlarıdır. (Bu önder) krallığını sancaklara ayırır ve bunları yönetebilmek için, istediği gibi tayin edebildiği ve değiştirebildiği çeşitli yöneticilere tahsis eder... Bunlar ona bağlı kölelerdir... Günümüzde hiçbir hükümdar eyaletlerin hükümet ve yönetiminde yerleşik askeri birliklere sahip değildir... Türk bir istisnadır, çünkü ülkenin güvenliğini ve gücünü sağlayan 12.000 piyade ve 15.000 süvariden oluşan bir daimi orduyu denetler, onun en yüksek iktidar ilkesi, sadakatin muhafaza edilmesidir. (4)”
Fransız Jean Bedin’in yorumuna gelince:
“Türklerin kralına, ülkesi büyük olduğu için değil... Kişilerin ve mülklerin tam efendisi olduğu için Büyük Senyör denir. Ancak onun evinde yetiştirilen hizmetkârlara köle denir. Ancak tebaaları kiracılar olan tımar sahipleri, insaflarına terk edilmiş tımarlar üzerinde yetkilidirler. Onlara bağışlanan mülkün her on yılda bir yeniden gözden geçirilmesi gerekir ve öldüklerinde, mirasçıları ancak onların taşınabilir mallarını miras olarak edinebilirler. Avrupa’da böylesine hükmedici monarşiler yoktur. (5)”
Francis Bacon’a göre “Soyluluğun olmadığı bir monarşi daima saf ve mutlak bir tiranlıktır; tıpkı Türklerinki gibi. Soyluluk (monarşinin) egemenliği(ni) yumuşatır ve halkın dikkatini sadakat çizgisinden bir ölçüde uzaklaştırır(6).
Onyedinci yüzyılın ikinci yarısında yazar Harrington, sultanın mutlakçılığıyla onun toprak mülkiyeti üzerindeki tekeli arasında da bağlantı kurmuştur:
“Eğer bir kişi bir toprağın yegâne sahibiyse, ya da örneğin toprağın dörtte üçünün sahibiyse, Büyük Senyör’dür. Ona mülkünden ötürü Büyük Türk denir ve onun imparatorluğu mutlak monarşidir. Türkiye’de Büyük Senyör’den başka birinin toprağa sahip olması yasa dışıdır. (7)”
Görüldüğü gibi batılı siyasi düşünürlerinin görüşleri pek içi açıcı değildir. Bazen Osmanlı Yönetimi, genellikle de Türkler hakkında zaman zaman ortaya atılan bu ve benzeri fanatik görüşler; daha sonra 19. ve 20. yy.larda, hatta günümüze kadar gelen olumsuz tutum ve davranışların temeli sayılabilir. Ancak bütün bunların bilinmesine rağmen 2015 yılında ülkemiz yöneticilerinin geçmiş özlemi ile dolu olmalarını anlamak mümkünmüdür?
DİPNOTLAR:
(1) Mete Tuncay, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi-II, s.3o2
(2) Aynı Eser, s.314
(3) Aynı Eser, s.467
(4) Perry Anderson, Lineages of The Absolutist State s.397-398 (London-1974)
(5) Aynı Eser, s.398
(6) Aynı Eser, s.398
(7) Aynı Eser, s.399.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder