Önümüzdeki iki ay içinde Türkiye bize göre tarihinin gelmiş geçmiş en önemli seçimlerinden birini yapacaktır. Geçen 12 yıllık iktidarları süresince ülkemizi tek parti daha doğrusu bir tek kişi mevcut bütün siyasi ve hukuki kuralları alt üst ederek dilediği şekilde ve tıpkı bir sultan gibi ülkeyi yönetmeye çalıştı.Bu da yetmedi yeni bir 4 yıllık yönetimi daha büyük yetkilerle donatarak saltanatının devamı için inanılması zor bir şekilde Anayasayı ve ettiği bütün yeminleri, verdiği bütün sözleri inkar ederek tarafsızlığını çöpe atıyor. Bu olaylara şahit olan başta Yargı organları olmak üzere bütün resmi kurumlar garip bir tutukluk içinde, yasaları kullanma yerini iktidar partisi liderlerini seyrederek ve hatta alkışlayarak destekliyorlar. Böylece 2015 yılında Dünya uzayda koloni kurmaya çalışırken ülkemiz dar bir cepheden Orta Çağın karanlık dünyasına doğru sürükleniyor.
Önümüzdeki seçimde oylama sadece iktidar değişikliği için yapılmayacak. Türk Halkını bekleyen en önemli sorun; iktidarın geçmiş yıllarda olduğu gibi 300-400 Milletvekilliği kazanarak iktidara gelmesi ve Anayasada değişiklik yaparak Başkanlık sistemini kurması ve Laiklik, birlik ve bütünlük istiyen değiştirilemez diye bildiğimiz maddelerinin buharlaştırılmasıdır.
Demokrasi tarihinde tıpkı günümüz iktidar liderleri gibi tek adam ve çoğunluk yönetiminin hangisinin daha mükemmel olduğu konusu yüzyıllarca tartışılmış ve günümüz çağdaş demokrasi anlayışı böyle gelişmiştir.Biz bu gün bu konudaki bilgilerimizi hatırlatmak istiyoruz.
Siyasi düşünce açısından ünlü Yunan düşünürü Sokrat; “Kollektivist” bir sistemi savunurken, Platon: “Isparta aristokrasisini” savunuyordu. Aristo ise en iyi yönetim şekli olarak “Monarşiyi” savunurken, yönetimleri günümüzdeki anlayışa çok yakın bir şekilde şöyle sıralamıştı:
“Tek kişinin yönetimi krallık (Monarşi), bunun bozulmuş şekli Tiranlık. Azınlığın genel yararı korumak için kurduğu yönetim Aristokrasi, bunun bozulmuş şekli Oligarşi. Çoğunluğun yasalar çerçevesinde kurduğu yönetim Politeia, bunun bozulmuş şekli de Demokrasi’dir.” (5)
Bu ifadelerden anladığımız kadarı ile ;Eski Yunan’da üç dev ismin (Sokrat, Eflatun ve Aristo) Demokrasiyi tutmamaktaydılar.(6). Demokrasiye karşı olan bir başka isim Alkibiadesti. Peleponez savaşlarına doğru Alkibiades: “Demokrasiye gelince, çılgınlık olduğu tespit edilmiş birşeyi, tartışmaya ne lüzum var” demişti(7).
Egemenlik olarak adlandırdığımız, devlet yönetimini düzenleyen o büyük Güç”ün tanımını ilk defa ortaya koyan Fransız hukukçusu Jehan Bodin; 1572’de Fransadaki ünlü Saint Barthelemy Katliamı’ndan hemen sonra, 1576’da yayınlanan “Devlet Üzerine Altı Kitap (Six Livres de la Republique) adlı eserinde kralın haklarına temas ederken, Demokrasiye çatmadan geçemiyor ve görüşlerini şu sözlerle dile getiriyordu: (8)
“Demokraside egemenlik bir çoğunluğun elindedir. Çoğunluk ise, en iyi durumda bilgisiz, budala ve duygularına kapılan bir güruh olup yıldan yıla değişir.”
J. Bodin böylece insanların eşit olmadıklarını ve Demokraside öbür yönetim biçimlerinde olduğundan daha az özgürlük bulunduğunu belirterek, demokrasi fikrini bir yana atmaktadır. Üyeleri arasındaki kavgalar ve kıskançlıklar sonunda kesinlikle ortadan kalkacağına inandığı Aristokratik Devleti de tutmamaktadır. Ona göre düzeni yalnızca Monark ( yani kral) sağlayabilir ve ondan başka kimse bir birlik duygusu yaratamaz(9).
J. Bodin, Monarşi savunmasını Tanrıya değil, eşyanın özelliğine dayandırırken, İngiltere’de I. James basılı eserlerinde “Kutsal Hak” kavramını işliyor ve 1598 yılında başladığı kuramcılığında, kralın Tanrının vekili olduğunu ve “Monarşinin Tanı’nınkine en yakın hükümet biçimi” olduğunu ileri sürüyordu(10).
Ünlü Voltaire’in de “Aydınlanmış Monarşi”yi desteklediği bilinmektedir. “Demokrasi ancak çok küçük bir ülke için uygun bir şeydir” demekte, eşitliliğe inanmamakta ve herhangi bir Parlamento biçimine tam bir güven beslememektedir.
“Tek bir insanın tiranlığı ile çoğunluğun tiranlığı arasında farklar vardır... Hangi tiranlığın altında yaşamak isterdiniz? Hiç birinin. Fakat eğer ben seçme olanağı bulsam, tek bir insanın tiranlığını çoğunluğun tiranlığına yeğ tutardım. Bir despotun iyi olduğu anlar vardır, ama bir despotlar topluluğunun hiçbir zaman yoktur(11)”
Bilindiği gibi Montesquieu İngilizlerin sırrının “Kuvvetler Ayrılığı” prensibi olduğuna inanmıştı. Yasama, Yürütme ve Yargı fonksiyonlarının birbirinden ayrı tutulmasının gerekli olduğuna inanıyordu. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri Kurucuları tarafından adeta putlaştırılmış gibiydi(12).
Jan Jack Rousseau, insan mutsuzluklarının en fazla birey ile toplum arasındaki sürtüşme ve çatışmalardan kaynaklandığını düşünüyor ve bu mutsuzlukların çoğundan toplumu sorumlu tutuyordu. “Şayet insanlar kötü ise bu kötü terbiye ve ortam onları bozduğu içindir. Felakete yol açan, bozuk toplumsal düzenlemeler, adaletsiz konular, despot idarelerdir. İnsan tabiatı gereği iyidir. Şayet insan, kötü şartlar tarafından bozulmasaydı, tabii iyiliği ile eşitlik ve adalete dayalı özgür bir toplum kurulabilirdi. Rousseau, yaklaşık iki asır önce yayınlanan iki kitabını da bu düşünceden hareketle yazmıştı. “Emile” şu cümleyle başlıyor: “Tanrı her şeyi iyi yarattı, insanların dokunmasıyla her şey kötüleşti.”, “Toplumsal Sözleşmenin” ilk bölümü de şöyle başlıyor: “İnsan hür doğdu, bugün ise her yerde zincire vurulmuş halde...” (13)
Günümüzde “Demokrasi” kelimesi ile ilişkilendirdiğimiz pek çok fikir, Kuzey Amerika, İngiltere, Fransa ve hatta Latin Amerika’da Tom Paine (1737-1809) sayesinde tanınmıştır. Şu sözler onun temel görüşlerini yansıtmaktadır.
“Hükümet bir milletin işlerini idare etmekten başka ne olabilir ki? O, bir kimsenin yahut bir ailenin mülkü değildir, tabiatı gereği olamaz da. Tüm topluma aittir. Her ne kadar güç ve hile ile gasp edilmiş ve babadan oğula geçer hale getirilmiş ise de bu gasp, doğruyu değiştirmez. Hâkimiyet, bir şahsın değil, milletindir; uygun bulmadığı hükümeti kaldırıp onun yerine çıkarına, mizacına ve tabiatına uygununu kurmak, bir milletin en tabii ve elinden alınmaz hakkıdır. İnsanların, insanlığa yakışmayan hayali bir şekilde kral ve tebaası diye ayrılması, saray mensuplarının durumuna uysa da ülke çapında geçerli olamaz ve bu ayrım, hükümetlerin kuruluşunun dayandırıldığı ilke tarafından yok edilmektedir. Her vatandaş iktidarın bir üyesidir ve hiçbir şahsi bağımlılığı, itaati kabul edemez, ancak yasalar karşısında boyun eğer... İktidarın veraset yoluyla elde edilmesi sistemi, insan aklına olduğu kadar insan haklarına da aykırıdır; saçma olduğu kadar adaletsizdir. (14)”
Bütün bu tartışmalara rağmen Demokrasi, özellikle 20nci yy.dan sonra çok gelişmiş ve gelişmek isteyen bütün toplumlar için vazgeçilemez bir tutku halini almıştır. Bize göre de belirtilen bazı mahzurlara rağmen Demokrasi özgür insanlar, erdemli insanlar rejimidir. Bu özgürlük tanımının başına “Dinsel Özgürlüğü” koymak gerekir. Sandık başına giden özgür birey her türlü maddi, manevi, Irksal ve Dinsel baskıların etkisinde kalmadan kararını ve oyunu vermelidir. O zaman o ülkede sağdan- sola 180 derecelik açı içindeki bütün siyasi görüşler değer bulur ve Cumhuriyet ve Meşrutiyet yönetimleri sınırlı bir görüş içinde kalmaz, Demokratik sistem belirli kesimlerin değil, bütün Ulusun mutlu bir şekilde yaşamasına imkân verecek şekilde gelişebilir. Sözlerimizi ünlü bir siyasi düşünürün Demokrasi konusundaki görüşleri ile noktalamak istiyoruz.
“Demokrasi, insan haklarının yazılı anayasalarla teminat altına alınmasından sonra süratli bir gelişme göstermiştir. Yirminci yüzyılın başında hiçbir siyasal ideal, demokrasi ideali kadar sağlam bir biçimde yerleşmiş görünmüyordu .”(15)
Bu nedenle diyebiliriz ki 2015 seçimleri, sözde demokrasiden kurtulup özde demokrasiye dönmek için çok büyük bir fırsat olacaktır.
REFERANSLAR:
(1) Victor Ehrenberg, The Greek State, s.55-58 (Basil BlackwelL Oxford-1060)
(2) The History of Herodotus s.250 (Translated by George Rawlinson, Volume-One); Heredotos, Heredot Tarihi, s.177-178 (Remzi Kitabevi, Türkçe’si Müntekim Ökmen, Azra Erhat, İstanbul-1983)
(3) Heredot Tarihi, s.177-178: The History of Herodotus, s.250-251
(4) Mete Tuncay,Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi,c.1, s.24 (Ankara-1985)
(5) Toktamış Ateş,Demokrasi,. s.30-31( İstanbul-1976); C.Northcode Parkinson: Siyasal Düşüncenin Evrimi,s.165-166 (Çev. M. Harmancı, Remzi Kitabevi, İstanbul )
(6) Eflatun, Devlet-III, s.64 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara-1946)
(7) A.D. Lindsay, Demokrasinin Esasları, s.2 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara-1973)
(8) Turhan Feyzioğlu: Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olan Millet Egemenliği s.3 (TTK Ankara-1987)
(9) C.N. Parkinson, age. s.77-78
(10) Voltaire’s Philosophical Dictionary, London-1929
(11) C.N. Parkinson, age. s.82
(12) David Thomson, Siyasi Düşünce Tarihi, s.107 (Political İdeals, Şule Yayınları, İstanbul-1966)
(13) Aynı Eser, s.122-123
(14) Aynı Eser, s.130-131
(15) Edward Mc Nall Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler, 1850-1950, s.3 (Ankara-1984)
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder