Köprü de halat koptuğu için kendine kıyan Japon mühendis için çevremdeki okumuş ve ahlaklı insanlar ağladılar. Bu üzüntü giderek arttı. Çünkü bizde büyük açıklıklı çelik köprüleri ve sualtı metrolarını Japonlar yapıyor. Biz henüz yapamıyoruz.
Soma’da madende 300 kişi ölünce sorumluların gık çıkarmaması, çelik köprü ve metro yapamamanın asıl nedeninin bu kaygısızlığın olduğunu düşündürdü. Kimi insanlar daha çok üzüldüler. Daha sabırlı olanlar ‘şey şeyi şeyde bulur’ deyip bir bardak soğuk su içtiler. Nerede bulur? Bunu düşünmekten kendini alamayanlar arasında çok karamsar var.
Bizim işçi madene inerken alnında yazılı ‘burada ölecek!’ sırlı işaretini göremediği için girmeden kaçmayı beceremiyor. Onu gönderen de okuyamıyor. Dua etseler de herkes geleceğini daha önce bir öğrense! İslam dini sorumluları kurtarıyor. Suç yok, alın yazısı var. Kötü eğitim alın yazısı, sanayileşememe alın yazısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun batışı alın yazısı. İslam Türk göçerinin Müslüman olması alın yazısı. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması alın yazısı. Türkün İslam olması ile devletinin yıkılması alın yazısı. İslam dini, akıl Tanrının verdiği en büyük hediyedir, O beyaz incidir, diyor. Bu Müslüman Sufi’nin inancı. Akla ne gerek var? Cezaya ne gerek var? Sorun şu ki Kuran’da akla gerek yok diye bir söz de yok.
AKLI KENARA KOYMAK, TOPLUMUN SORUNU
Sevgili okuyucular,
Televizyon, otomobil, gökdelen, alışveriş merkezi, cinayet ve ölüm de bu yarı akıllı insanların uyuşturucularından biri olduğu için, hırsızlık, rüşvet, yalan gibi insanın yaratılışının sonucu olan şeyleri bu Japonlar gibi algılayamıyoruz. Aklı bir yana koyanların işi zor. Bu parti sorunu değil toplumun sorunu.
1950’den bu yana 65 yıllık sivilli, askerli, polisli bol ölümlü bir süreç yaşadık. Kimilerinin yanıtı şu olabiliyor: Ama “biz gökdelen yapıyoruz!”, bunu “dünya çelik konstrüksiyon yapıyor siz hâlâ betonarme yapıyorsunuz” diye yanıtlarsanız zaten anlamayacaktır. Başka birileri ‘biz Viyana’ya gittik’ diyebilir. Ona, ama, Ruslar 1878’de İstanbul’a geldiler’ denirse, inanmayabilir, çünkü tarihi bilmez.
Peki İstanbul’un işgalini de hatırlamıyor musun, derseniz, yanıt; ‘yaşasın Vahdettin!’ olabilir. Bu trajikomik tartışmaları düşündükçe insanı hafakanlar boğabilir. Zamaneler hafakan’ı da bilmezler. Belki ‘panik atak geçiriyor’ denmesi gerek. Ne var ki işi alaya vurmak olanaksız. Çünkü paralel olguları düşünmek zorundayız.
KAÇ PİYANİSTİNİZ KAÇ MATEMATİKÇİNİZ VAR
Boğaziçi Üniversitesi’nde güzel bir piyano-çello konseri oldu. Piyano çalan çok başarılı genç bir Türk kızı. Bizde iyi piyanist olmak için Avrupa da bir yere gitmek gerek. Bu şansın Türkiye halkına genelde kapalı olduğunu düşünürken, bu dergide olasılıkla sözünü ettiğim 50 milyon Çinli piyano öğrencisini anımsadım. Öğretim bu dükkanın kepengini de indirdi mi acaba? Ama Ankara’da opera yapıyorlar, bu iki taraftan çekilen toplum ne yapacak?
Bana kaç matematik, kaç piyano, kaç mühendis öğrencisi olduğunu söyle, ne zaman çelik köprü yapacağını söyleyeyim. Eflatun’un Akademia’sının kapısında buradan matematik bilmeyen geçemez! diye yazıldığını bilen vardır. Ama Yunanlılar Müslüman değildi.
Başka bir genç ve yetenekli bir genç kızın isteği gerçekleşememiş. Dini bütün, ama aklı bütün olmayan bir doktor baba engellemiş. Dinen uygun değilmiş. O doktor baba ne halt yemeye Tanrı’nın işine karıştığını düşünüyor mu acaba? Kendisine “biz neden MR aracı yapamıyoruz” diye soruyor mu? Çocuğuna musiki eğitimi vermemek, sanayileşmekte 250 yıl geri kalmak arasında bir ilişki kurmak için kafası yeteri kadar çalışıyor mu? Bir arabası her halde vardır. Biz neden hâlâ kendi ülkemizde araba üretemiyoruz? diye sormak aklına gelmiyor mu? İnsanları ağlatan en önemli şey de bu?
BU ADAYI TANIYOR MUSUN?
Bu günlerde oy almak için yollara dökülmüş binlerce adam var. Geçen gün partili üyelere gelen birkaç mektup gördüm. Sırıtan fotolu mektuplar. ‘ Bu adamı tanıyor musun?’ ’Tanımıyorum’ eğer bir partili üye tanımıyorsa, halk seçimde kime oy verecek? Biz güzellik yarışması mı yapıyoruz? Adaylar kim, neler yapmışlar, neden milletvekili olmak istiyorlar? Neden o partiyi seçmişler? Halkın bunlar bilmeden seçime gittiği bir ülkede seçim bir at yarışı kılığına girer.
Partiler bu sisteme razı olunca kimi insanlar ölür, kimisi bakar, kimisi de ağlar. Kimisi de oldu da bitti, maşallah, der
İhale almaktan, kredi almaya oradan bakan olmaya kadar yeterli tek özellikle parti listesine girmek. Öğretim, musiki, matematik, felsefe önemli değil.
Sevgili okuyucular
Bu Osmanlı kalıntısı cehalet sürüp gitmez, ama sürdüğü kadar bu toplum adam olmaz, neredeyse 100 yıldır uğraşıyoruz. Hıristiyanlar kiliselerinde org çalar koro ile şarkı söylerler, demek şeytan kurbanı. Öyleyse üniversiteleri neden İngilizce dilli yapıyorsunuz? Fesuphanallah! Şeytan ülkeyi basarsa! Peki AVM’lerde yabancı yiyecek neden satıyorsunuz? Domuzlu elleriyle otomobil, füze, kalaşnikof yapan ve şarkı söyleyen, şeytana mağlup olmuş o gavurların mallarına elinizi nasıl değdiriyorsunuz? Gümrükten mallar çıkmadan dua ederek dezenfekte mi ediyorsunuz?
TOKİ’nin yaptırdığı apartmanlar, tuvaletlerinin konforlu oturaklarına nasıl oturuyorsunuz? Diyanet İşlerine bir sorun, apartman almadan. Çünkü alafranga tuvaletlerin dine aykırı olduğunu söyleyen mollalar da var.
BU ÇELİŞKİLERLE BİR TOPLUM YAŞAYAMAZ.
Bu cahil (ya da uyutulmuş) topluma dünyanın varlığının farkına varmak gerektiğini anlatın! Fakir mahallede dolaşıp sokaklardaki çocuklara birer şeker veren iyi kalpli aptallar oyunu oynamayı bırakalım. Her şey hızlı tren gibi gidiyor, kaza ciddi olabilir.
Sevgili Okuyucular,
Eğer Cumhuriyet devrimi olmasaydı büyük Türkiye’de musiki, sanat, felsefe, tiyatro, konser, resim, sinema sergisi kolay kolay olmazdı. Eğer çevrenize bakarsanız sahip olduğunuzu sandığınız ve sizi dünyaya ortak yapan şeylerin 1950’den önce, olasılıkla çoğunuzun doğumundan önce kazanılanlar olduğunu anlarsınız.
Utanç verici bir üniversite sınavı oldu. Sonuçlar uluslararası bir değerlendirmeye tabi tutulsa, herhangi ciddi bir sıralamaya giremez. Buna benzer acıklı sonuçlara bakarak ‘ Osmanlı cehaletini hâlâ yaşıyoruz’ diyoruz. Dünya da bizi öyle görüyor
Japon mühendis sorumluluk bana ait deyip intihar ettiyse Türk mühendis ve politikacıları demek ki hiç sorumluluk taşımıyorlar. O zaman bir soru daha ortaya çıkıyor: Sorumlu kim?
Türkiye neden çöküntünün eşiğinde? Politikacını itibarı, hangi partiden olursa olsun, neden halk katında çok düşük. Ben bu itibarın hiçbir politikacı için % 30’u geçmediğine inanıyorum. Bu kişinin itibarı değil. Partinin itibarı. Halkın itibarı da yok, ordusu da yok, polisi yok, hakimi de yok, temsilcisi de yok. Partisi var. Oy ve iktidar at yarışına dönüşmüş.
Hata milyonlarca insanın değil. Çarpık olan politik yapıdır. Arkasında, taksi şoförlerini bile bildiği, nedenler var. Kimi insan bunu ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen evrensel bir ‘onjoncture’ün sonucu olduğunu da biliyor. Un, şeker, yağ var, helva yapan kalmamış.
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder