1915 yılının Dünya tarihine geçmiş iki büyük olayı var ki ikisi de tamamen Türk Ulusu ile ilgili. Birincisi 18 Mart Çanakkale Muharebelerinin başlatılması ve 27 Mayıs günü alınan bir hükümet kararıyla isyan eden Ermeni yurttaşların tehcire, yani zorunlu göç olayına tabi tutulması. Bu sene bu iki olayın, Dünya genelinde kutlanacağı 100’ncü yıldönümüne rastlamaktadır. Bu iki konu hakkında senelerdir ve özellikle aylardır dikkatleri çekmeye çalıştım. Ama ne yazık ki sizlere ulaşma konusunda başarılı olduğum iddia edilemez.
18 Mart geldi, geçti. Dünyada özellikle bu savaşa katılmış İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde doğru dürüst bir anma yapıldığını duymadık. Önümüzde sadece 25 Nisan çıkarma günü anma toplantıları var. Ona da Türkiye’nin dışında Avustralya ve Yeni Zelanda gibi eski İngiliz sömürgeleri katılabilir. Osmanlı Devletinin bu son muhteşem zaferi bile yeni Osmanlıcılık iddiasında bulunan yöneticiler tarafından beceri ile ambalajlanıp Dünya kamuoyunun dikkatine sunulamadı.
Öbür konuya, yani Ermeni soykırım iddialarına gelince: evvelki gün Hıristiyan Dünyasının lideri Papa’nın, dün Avrupa Birliği Parlamentosunun aldığı kararlar bizi hiç şaşırtmadı. Ermenilerin bu yüzüncü yıldönümü için yıllardır büyük bir hazırlık içinde oldukları biliniyordu. Bilinmeyen Resmi organlarımızın, Üniversitelerimizin bu konuda neler yapabileceği idi.
Hayat beni hiç istemeden bu konunun içine soktu. 50 yıldır bu konu ile uğraşıyor, yazıyor çiziyorum. Ermeni meselesi ile ilgili yazdığım bir kitap Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinin kütüphanelerinde kaldı. Kitabı kamuoyuna sunma arzum konuya duyulan ilgisizlik nedeni ile başarıya ulaşamadı. En son yazdığım, daha doğrusu derlemeye çalıştığım; “Soykırım İddialarını Yaratan Kişiler ve Kurumlar” konulu kitap bile sayısız engellerle karşılaştı bir türlü basılıp dağıtılamadı. Hele bir arkadaşımın “Bu konuda öyle şeyler yazıldı ki artık mide bulandırıyor” sözleri beni iyice soğuttu ve sonunda lanet olsun diyerek kitap taslağını ilgilenen bir arkadaşa bırakarak çekildim.
80 yıllık yaşamım boyunca nefesimin tükenip mücadeleden vazgeçtiğim her an Atatürk’ün bir sözünü hatırlar ve yeniden güçlenir ve bıraktığım yerden yoluma devam etmeye çalışırım. Atatürk şöyle demişti:
“Gençler, yürümekte olduğumuz terakki(ilerleme, gelişme) yolunda yorulsanız bile beni izleyeceksiniz”
Bu nedenle yeniden yazıp çizmeye ve ilgilileri hem bilgilendirmeye hem de uyarmaya çalıştım. Ama itiraf etmeliyim ki başarılı olduğum konusunda şüphelerim var. Kimi yazılarımı uzun bulup okuma zahmetine katlanmıyor kimisi de bıktık bu konudan deyip okumadan siliyor, sonunda herkes İnadımızdan soykırıma karşı çıktığımız gibi ilkel düşüncelerle konu dışında kalmayı tercih ediyor ve sonunda meydan Diaspora Ermenilerine kalıyor.
Savaş bölgesindeki Ermeni yurttaşlarımızın, bir kısım isyancılar ve düşmanla işbirliği yapanlar ve hatta birlik kurup Ruslarla birlikte kendi ülkesi ile savaşanlar nedeniyle kendi topraklarından alınıp sürülmeleri acı bir olaydır. Ama daha birkaç gün önceki yazımda Nisan ayında Kafkasya’da yaşayan Türk ve Müslümanların Rus Ordusu tarafından Türk Savunma hattının engelleri üzerinden Türk topraklarına sürüldüğünü, İsyancılar nedeniyle Van Bölgesinde yaşayan Türk ve Müslümanların Valini emri ile göçe tabi tutulduğunu ve inanılmaz kayıplar verdiğini belirtmiştim.
Beni bu konuda araştırma ve yazmaya sevk eden en önemli bir başka faktörün bu acı çeken insanlar olduğunu söylemek isterim. Bu göç sırasında şüphesiz ki Ermeni yurttaşlarımız çok kayıp vermiş ve çok acı çekmişlerdir.100 sene sonra bile Hıristiyan dünyası büyük bir dayanışma örneği göstermiş ve tıpkı Kıbrıs meselesinde Rumlara verilen sınırsız destek gibi bu gün Ermeni toplumuna destek vermeyi görev bilmiştir. Bu destek konusunda bu gün ve yarın Hıristiyan Batı dünyasında daha büyük hamlelerle karşılaşırsanız sakın şaşırmayın. Hepsi acı çeken Ermenilerin hesabını sormak istiyor. Bense göç eden Ermenilerin en az üç misli Türk ve Müslüman halkın çaresizliğini ve acılarını hissediyor ve bu insanların sesi olmaya gayret ediyorum. Onların sesini kendi insanlarımız bile duymak istemezken, sessiz çığlıklar atıyor ve hiç olmazsa kendi yurttaşlarımızın, hatta bu gün olmasa bile gelecek nesillerin1nci Dünya Savaşında Doğu Anadolu bölgesinde ne olup bittiğini öğrenmelerine çalışıyorum.
Avrupa Parlamentosu üyeleri ve Papanın Kararlarına gelince; bu kararların gerçeklere dayanan bilgiler ışığında alınmadığını ve kararda oyu bulunan her üyenin bu konuda yapılan yaygın propagandanın etkisi ile ve ön yargılara dayanarak bir karar verdiklerine inanıyorum. Bu konuda sizlere vereceğim bir örnek ne demek istediğimi açıklamak için yeterli olacaktır.
Amiral Bristol de ilk günlerinde, tipik bir Batılı'dır. 1919 Yılı'nın Şubat ayında Tasvir-i Efkâr Gazetesinin bir Türk Muhabiri'nin «Hakkımızda ne düşünüyorsunuz?» sorusuna şu cevabı verdiği bir Ermeni tarihçi Levan Maraşlıyan'ın kitabında yer verilmektedir:
«Milletler hakkında çabucak bir kanaat ifade etmek doğru olmaz. Prensipte bir millette daima iyi ve kötü unsurlar vardır. ...Ama dünya kamuoyunda kötü bir itibarınız var. Filvaki, Ermeni katliamları temizlenmesi zor bir ayıp olarak tezahür etti. Böyle şeyler yapmamanız lâzımdı, evet, bunu yapmamalıydınız.» (1)
«İttihat ve Terakki Hükümeti, tarafından tehcirle ilgili olarak verilen yazılı emirlere bakmak gerekiyor. Bulunamadıklarını söylemeyin, çünkü dünyada sonuna kadar gizli kalmış hiçbir vesika yoktur. Her halükarda, şimdi üzerinizdeki lekeyi silmeniz lâzım.» (2)
Bu iki paragrafın verdiği izlenim; basitçe izah etmek gerekirse, bu görüş sahibinin kesinlikle bir Ermeni soykırımı yapıldığına inanmış olduğu şeklindedir. Zaten kitabında bütün gayretini Amiral Bristol'un belgelerinin etkinliğini giderme amacına yöneltmiş olan yazar L. Maraşlıyan'ın da işaret etmek istediği husus da budur. İkinci paragraftaki ifadesine göre Amiral Bristol (o anda itilaf devletleri elinde bulunan) devlet arşivlerinin incelenerek, eğer yapıldı ise verilmesi gereken «gizli emirlerin» varlığından da emin görünüyor. O emirler bulununca her şey daha iyi anlaşılacak, «bütün gizli kapaklı hinlikler açığa çıkacak» demek istiyor. Yine bildiğinden emin olduğu bir gerçeği vurguluyor «Dünya'da sonuna kadar gizli kalmış hiçbir vesika yoktur.» (Okurlarımızdan bu son cümleyi unutmamalarını rica ediyoruz.)
Aynı Bristol, Türkiye'de birkaç yıl eskiyince, olayları yakından inceleyip gerçekleri kavramaya başlayınca karşımıza ikinci bir Piyer Loti (Fransız askeri yazar) gibi çıkıyor ve 1921'de raporlarında şu görüşlere yer veriyor:
«ABD'de Türklerin binlerce Ermeni'yi katlettiği fikrinin yaygınlık kazanması... Kanımı donduruyor. Çünkü bu tür Ermeni raporları kesinlikle yanlıştır.» (3)
(1) Levon Maraşlıyan, Ermeni Sorunu ve Türk Amerikan İlişkileri 1918- 1923, S.17 (Türkçesi Şen Süer, Belge Yayınları, İstanbul –2000).
(2) Aynı Eser, S.17.
(3) Aynı Eser, S.16, Dip Not. 7.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder