31 Mart 2024 yerel seçimlerini de, muhalefet olarak, köprüden önceki son çıkış olarak nitelendiriyoruz yine.
Acaba, gerçekten öyle mi?
Bize göre; 31 Mart seçimleri, köprüden önceki son çıkış değildir. Muhalefet, köprüden önceki son çıkış hakkını, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde kullanamamış ve artık olan olmuştur. 31 Mart seçimleri, köprüden önceki son çıkış olma niteliğini yitirmiş ve bizler için kaçmış olan bir trendir.
31 Mart seçimlerinin sonuçlarını, inanın hiç merak etmiyorum. Bundan önceki seçimlerin sonuçlarını, büyük bir iyimserlik ve umutla, sandıklar açılıp oylar sayılmaya başlayınca, televizyonumun karşısında heyecan ve merakla izlerdim, 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını; muhalefet bir varlık gösterse de, gösteremese de, ülkenin demokratik geleceği için olumlu bir katkı sunmayacağını, trenin kaçtığını, önceki seçimlerde köprüden önceki son çıkış hakkımızı kullanamadığımızı değerlendirdiğim için, çok rahat bir şekilde, hiç merak ve heyecan duymadan, umutlanmadan izleyeceğim. Sonuçlar, muhalefet için başarılı çıksa sevinemeyeceğim, kötü çıksa da, asla hiç üzülmeyeceğim.
Zira, ERDOĞAN; atı alıp Üsküdar çoktan geçmiş ve ülkemizde yargıyı, anayasayı, yasaları ve muhalefeti yok sayan, kafasının içindeki anti laik ve antidemokratik rejimi, maalesef fiilen tesis etmiştir.
ERDOĞAN; laik ve demokratik hukuk devletini, anayasal düzeni yok etmiş ve anayasasız, yargısız, anti laik ve antidemokratik keyfi kendi düzenini, muhalefetin ve yargının büyük katkılarıyla tesis etmiş, halkımız da bu fiili rejimi oylarıyla ve sessiz kalışıyla onaylamış ve benimsemiştir.
Türk Milletinin hak etmediği, ATATÜRK'ün kemiklerini sızlatan, ona ihanet içeren bu anti laik ve antidemokratik fiili rejimin tesisinde, bize göre baş suçlular; devletin temeli olan yargı ve muhalefet olup, yargının ve muhalefetin zaafından yararlanarak, halkın tavrını ve tepkilerini sınayarak, göz göre göre ve adım adım bu fiili rejimi tesis eden ERDOĞAN; ülkenin düşürüldüğü bu durumdan, muhalefet ve yargıdan sonra, üçüncü sırada gelen, suçu ve günahı en az olan kişidir.
Yerel mahkemeleriyle, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemeleriyle yüksek yargı organları, Hakimler Savcılar Kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu gibi, önemli ve hayati yetkiler kullanan yargısal kurumlarımız, cesur ve dik duramamışlar, saraya karşı hukuken direnememişler ve sarayın gücü karşında ezilmişler, el birliğiyle yanlış ve taraflı hukuk dışı kararlarıyla ERDOĞAN'ın değirmenine su taşımışlar, ERDOĞAN'a cesaret ve güç vermişler, ERDOĞAN da; bu güç ve cesaretle, hukuk ve anayasa dışı tavırlarını giderek artırmıştır.
Saraya direnemeyen anayasal ve yasal yetki ve görevlerini korkusuzca ve tarafsız bir şekilde kullanamayan sinen, hukuk ve anayasa dışı kararlara imzalar atan yargı da, son günlerde hukuk dışı onca kararlarıyla kendisine katkı sundukları saray ve ERDOĞAN yönetiminin hedefi olmaya başlamıştır.
Saray ve ERDOĞAN yönetimi, Anayasa Mahkemesine ve Danıştay'a yönelik ağır eleştirilerine hız vermiş ve Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay'ın kararlarını hazmedemediğini açıkça dillendirmeye başlamış, saray yönetimi yüksek yargıdaki kendisine sahip çıkan evlatlarını yemeye başlamıştır. Yargı açısından iş işten geçmiştir.
Yerel mahkemeler; Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı şapkalarını giyen, aynı anda iki şapka taşıyan ERDOĞAN'ın; siyasetçi olarak, AKP Genel Başkanı şapkası altında yaptığı söylem ve eylemlerini eleştiren, beyanları eleştiri hudutlarını aşarak hakaret seviyesine dahi ulaşmamış muhalif kişileri, haksız ve hukuksuz bir şekilde cumhurbaşkanına hakaret ettikleri savıyla tutuklamış ve cezalandırmış ve ERDOĞAN'ın Cumhurbaşkanı statüsüyle ilgili olmayan sözlerine yönelik eleştirileri dahi, cumhurbaşkanına hakaret sayan kararlarıyla içtihat oluşturmak suretiyle, ERDOĞAN'ı muhalefete karşı zırhla donatmış ve muhalefetim sesini kısmıştır. ERDOĞAN'ın siyasi kişiliğini, AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı eylem ve söylemlerini ayrık tutamayan, korkan yargı; ERDOĞAN'a güç ve cesaret sunmuş, onun sopası olmuş, muhalefetin sesinin kısılmasına büyük katkı sunmuştur. Üst mahkeme olan Yargıtay da, bu hukuk dışı kararlara onay vermiştir.
Yargıtay; bir ilke imza atmış ve Hatay Milletvekili Can ATALAY'ın hak ihlaline uğradığına yönelik Anayasa Mahkemesinin her makamı bağlayan kararına uyulmamasına tramplen olmuş, anayasayı ihlal etmiş ve ERDOĞAN'a katkı sunmuştur.
Danıştay; meclisin bir yasa ile kabul ederek yürürlüğe soktuğu, anayasadan da üstün olan Uluslar arası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesini tek imzalı bir kararnameyle yürürlükten kaldıran ERDOĞAN'ın bu hukuk ve anayasa dışı kararını onaylamış ve ERDOĞAN'a anayasa ve yasaların tanımadığı yetkiyi ve gücü hediye etmiş ve ona sonraki anayasa ve hukuk dışı icraatları için cesaret vermiştir.
Kesin ve uyulması zorunlu olan kararlarına, Yargıtay'ın, yerel mahkemelerin ve ERDOĞAN'ın uymadığı Anayasa Mahkemesinin de, bugünlere gelmemizde büyük günahları ve katkıları vardır.
Anayasa Mahkemesinin; arada bir iktidar aleyhinde verdiği ve muhalefet olarak, çölde bir vaha gibi hoşumuza giden bazı hukuka uygun kararlarına bakmayınız. Anayasa Mahkemesi de saray ve ERDOĞAN karşısında ezilmiş, korkmuş ve anayasal denetim görevini yapamamış ve ERDOĞAN'a güç ve cesaret vermiş, tüm bu katkılarına rağmen, yine de ERDOĞAN'a yaranamamış ve ERDOĞAN'ın hışmından nasibini fazlasıyla almıştır.
ERDOĞAN; 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişiminden sonra ilan ettiği olağanüstü hal döneminde çıkardığı olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleriyle, ülkenin altını üstüne getirmiş, ülkenin kurumlarını yeniden istediği gibi dizayn etmiş, örneğin; bugün terör bölgelerinde şehit sayısının artmasına neden olan askeri hastaneleri dahi kapatmış olup, anayasaya göre sadece olağanüstü halin ilanına neden olan konularla sınırlı olarak kararname çıkarmaya yetkili olmasına rağmen, bu yetkiyi aşarak, yetki gaspında bulunmuş ve olağanüstü halin ilanına neden olan konuların dışında kalan konularda da kararnameler çıkarmış ve bu kararnameler, adı olağanüstü hal kanun hükmünde kararname olsa da, içerikleri itibariyle olağan kararnameler olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi eski içtihatlarından dönerek, anayasaya aykırı bir şekilde bu kararnameleri anayasa yargısının görev ve yetkisi dışında kabul ederek, bu kararnameleri incelemeye yetkili olmadığına hükmederek, ERDOĞAN'ın anayasa dışı icraatlarına destek çıkmıştır.
Hakimler Savcılar Kurulu; iktidarın baskılarına rağmen yargı görevlerini tasalara ve anayasaya uygun ve tarafsız bir şekilde yerine getiren yargıç ve savcıları cezalandırarak başka yerlere atamak suretiyle ERDOĞAN rejimine güç ve katkı sunmuşlardır.
Seçimlerin güvencesi olan ve adil bir seçim yapılmasından sorumlu olan Yüksek Seçim kurulu; iktidar yararına kararlar almış, ERDOĞAN'ın; anayasanın açık hükmüne rağmen ve bu hükme aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanlığı adaylığına yeşil ışık yakmıştır.
Muhalefet ‘in belli başlı partilerine gelince.
İYİ Partiden başlayalım. İYİ Partinin genel başkanı malum hanımefendinin; bugün içinde bulunduğu çelişkiler yumağına baktığımızda; altılı masa dönemindeki olumlu tüm hal ve davranışlarının, kamuoyunu yanıltıcı sahte davranışlar olduğu, Saraçhane mitinglerinde İMAMOĞLU'na sunduğu atkılı sevgi kur ve destek şovlarının gayri samimi göstermelik davranışlar olduğu, İMAMOĞLU ve Mansur YAVAŞ'a yönelik sevgi ve güveninin KILIÇDAROĞLU'nu kazandırmamaya yönelik bir kurgu olduğu, bugünkü aşamada muhalefeti bölen ve kendisi kazanamayacağı gibi, ana muhalefet partisinin bir zamanlar güya tutku derecesinde sevdiği, cumhurbaşkanlığına aday gösterdiği, İstanbul ve Ankara adaylarına da kazandırmama gayreti içinde olduğu, anlaşılmıştır.
Değişim savıyla iş başına gelen CHP'nin yeni yönetimine gelince; kurultay öncesindeki; adayları önseçimle belirleyecekleri, iktidara karşı etkili ve sonuç alıcı bir muhalefet yapacakları, şucu bucu ayrımı yapmayacaklarına yönelik vaatlerini unutmuş, eski yönetimi tasfiye eden bir tutum içine girmiş, değişimi; partinin ideolojisinde, strateji, taktik ve yönetim biçiminde yapma yerine, sadece bir kadro değişimine indirgemiş, Can ATALAY kararı örneğinde olduğu gibi, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararlarını uygulamayan ERDOĞAN iktidarına karşı yapmaya karar verdiği Anayasa Mahkemesinin kararlarına saygı mitingini yapma cesaretini gösterememiş, şehitleri bahane ederek bu mitingi iptal etmiş, tüm mesaisini 31 Mart seçimlerinde gösterilecek olan adayların belirlenmesi için harcamış ve bunda da çok zaman kaybetmiş, en tipik örneği Çankaya adayında olduğu gibi, Çankaya'nın başarısı kanıtlanmış mevcut belediye başkanı aday yapılmayarak, adaylık başvurusu dahi yapmamış ve bir başvuru ücreti yatırmamış, tek özelliği genç bir hukukçu olması, hakim yapılmayarak mülakatta elenerek mağdur edilmiş olmak olan ve başarılı olup olamayacağı şüpheli olan, kendisine belki partinin hukuk bürosunda görev verilebilecek bir kişi, Çankaya belediye başkanı adayı yapılmış, Çankaya için başvuru yapan onlarca kişiden alınan başvuru ücretleri, karşılıksız bırakılmıştır.
Yine, Hatay Büyükşehir için aday gösterilen mevcut başkan Lütfü SAVAŞ'ın, yöre halkı tarafından protesto edilmesi üzerine, Lütfü SAVAŞ'ın adaylığına son verilip verilmeyeceğine ilişkin bir karar almakta zorluk çekilmiş, dün (18/02/2024) Ankara’da yapılan tüm adayların tanıtım töreninde, Hatay adayı henüz kesinleşmediği için yer alamamış, bu adayın 19/0272024 pazartesi günü, yani bugün kesin olarak belirlenmesine karar verilmiştir. Adama sormazlar mı? Kardeşim, madem 18/02/2024 de aday tanıtım töreni vardı, sen niçin Hatay adayını bir gün sonraya erteliyorsun, bir gün önceden belirlemek ve tanıtım törenine yetiştirmek, Hatay ilini törende adaysız ve mahzun bırakmamak o kadar zor mudur?
Evet bu bölünmüş ve beceriksiz muhalefet ve devletin temeli olan adaletin ve yargının korkusuzca görev ve sorumluluklarını yerine getirememesinin güç ve cesaretiyle ERDOĞAN; anayasayı rafa kaldırma ve tek başına 84 milyon insana hükmetme başarısını göstermiştir maalesef.
Bu nedenle, 31 Mart seçimlerinin hiçbir önemi kalmamış olup, bu seçim sonuçları ne olursa olsun, köprüden önceki son çıkış değildir.
ERDOĞAN; son noktayı koymuştur. Bana, yani benim adaylarıma oy verip seçmezseniz, asla hizmet alamazsınız demiştir. Bu sözler; sadece oy almak için yapılmış bir tehdit olmayıp, seçim sonuçları ne olursa olsun, ister benim adaylarım kazansın, isterse muhalefetin adayları kazansın, ben onay verirsem hizmet alacaksınız, son söz benimdir, benim dediğim olur anlamı taşımaktadır.
Bilmem anlatabildim mi?
Bu yazı; pişmiş aşa su katmak, muhalefete seçim yenilgisi yaşatmak amacıyla yazılmamış olup, bu yazının yazarı olan ben; Güner YİĞİTBAŞI, hiçbir partiye kayıtlı üye olmayan, her zaman fikri ve irfanı hür, ATATÜRK'çü, laik ve demokrat, bugüne kadar CHP'ye oy veren ve 31 Mart'da da CHP'ye oy vererek vatandaşlık görevini yerine getirecek olan bir ERDOĞAN muhalifiyim, sadece bir aydın ve hukukçu sorumluluğu ile kaleme almak zorunluluğunu duyduğum, kral çıplak deme cesaretini gösteren olduğunca objektif kalmaya çalıştığım bir yazı olup, kimse öküzün altında buzağı aramaya kalkışmasın lütfen.
Biraz uzun bir yazı oldu, buna rağmen okuyacak olanlara teşekkürler, uzun yazıları okuma özürlüler de, beni affetsinler lütfen.
19/02/2024
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu
Yorum Gönder