Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Bizde bir şekilde iktidara gelen ve devlet yönetimine seçilen siyasal iktidarlar, kendilerini adeta “devlet benim” havası içinde, muhalif siyasal part

Din siyasi bir araç olarak kullanılıyor

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Bizde bir şekilde iktidara gelen ve devlet yönetimine seçilen siyasal iktidarlar, kendilerini adeta “devlet benim” havası içinde, muhalif siyasal partilerin söylemi ile ülkeyi “babalarının çiftliği gibi” yönetmeye çalışıyorlar, yani demokrasiyi iyice özümsemedikleri için demokrasiyi çıkarları için kullanıyorlar. Çok partili yaşama geçtiğimiz 1950’den bu yana çağdaş bir demokrasiye ulaşamadık benimseyemedik.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve İsmet Paşa’nın demokrasi istemi ile T.C. Devleti çok partili yaşama geçince 1950 de “yeter artık söz milletin” diyerek iktidara gelen Demokrat Parti (DP), demokrasinin nimetlerinden faydalanarak, oy hırsı ile pusuda bekleyen irticaya ödün veren faaliyetler yanında, muhalif partilere baskı yapmaya başladı. DP iktidar olmanın hırsıyla, CHP 27 yıldır iktidarda iken muhalefete düşmenin hayal kırgınlığı ile gerginlikler başladı.
Kurtuluş Savaşımızı görmüş yaşamış ve Atatürk’ün yanında Başbakan olmuş tüm devrimleri Atatürk’le yaşamış DP’nin Cumhurbaşkanı olmuş Celal Bayar’a gazeteciler sorarlar:
“-Cumhuriyet Devrimleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Tüm devrimleri Atatürk’le yaşamış T. C’nin Cumhurbaşkanı Atatürk devrimlerini savunacağı yerde Celal Bayar şunu söylüyor:
“- Halka mal olmuşlara dokunmayacağız”. Celal Bayar verdiği bu yanıtla ağzından yavaşça çıkardığı bakla ile devrim karşıtlarının rüzgarında olduğunun sinyalini vermiş olmaktadır. Bu söze(1)paralel olarak Cumhuriyet boyunca devrim karşıtları zaman zaman saklandıkları yerden Kubilay olayı, Şeyh Said İsyanı ile başlarını gösterirler. Kuvayi Maliye’nin başarısını, devrimleri gören Bayar ve Menderes, bu devrimleri iyi özümsememişler ki zaman içinde devrimleri yıpratmaya, devrim karşıtlarına göz yummaya başlarlar. 
1950 seçimlerinde ihtiyar Said-i Nursi'yi köy köy dolaştırıp oy isteyen, gericilere yeşil ışık yakan sahte demokrasi kahramanı Menderes, Türkiye’de söylem ve uygulamalarıyla Atatürk Devrim ve ilkelerine karşı irticaya, bağnazlığa geçişi sağlayan Devrin Başbakanı Adnan Menderes, hükümetinin güven oyu almasına böbürlenerek şöyle teşekkür ediyordu: “Aslanlar gibi insanlarsınız, siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz!” diyerek bu dehşetli tehlikeli sözle devrim düşmanlarına karşı işaret veriyordu.
İktidara gelirken özgürlüklerin bayraktarı olan Menderes, özellikle iktidarının son yıllarında gittikçe artan bir oranda baskı rejimi kurmuştur. “DP’nin otoriter zihin haritasını yansıtan en son eylemi CHP ve bir kısım basın hakkında araştırma yapmak amacıyla TBMM’de mahkemenin yargı görevini yapacak cürette bir Tahkikat Komisyonu kurmak olmuştur. DP, 18 Nisan 1960’ta söz konusu komisyonu kurduktan sonra, 27 Nisan 1960’ta çıkardığı 7468 sayılı yasayla Komisyona geniş yetkiler vermiştir. İktidar partisinin muhalefeti susturmak amacıyla yaptığı bu son girişime tepkiler gecikmemiştir”. 2
Bu din bezirganları, Osmanlıyı yıkıma götüren hilafet özlemlerini sürekli dile getire getire Cumhuriyetin yüzüncü yılında bile adliye koridorlarında “hilafet isteriz, yaşasın hilafet” gibi nara atmaya başlayacak kadar azıttılar. İşin acısı, bu “şeriat” naralarını duyan ne savcılar hareket ediyor ne de Cumhurbaşkanı RTE den bir tepki gelmiyordu. Devletin en üst kademesine kadar Laik Cumhuriyet anayasal kurallarını koruyacaklarına dair yemin eden bu yetkililer bu irtica istemlerine karşı hiçbir şey söylemiyorlar. Devletin Cumhurbaşkanı da yargıçları da anayasa kurallarınca ülkeyi yönetmek zorlunda oldukları halde, Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı tepki gösteriyorlar. Göreve başlarken Cumhurbaşkanının Mecliste ettiği yemine bir bakın hele, “…anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma…” Milletin huzurunda namus ve şeref üzerine” edilen bu yeminle 21 yıldaki uygulamalara, hukuksuzluklara, adil olmayan yönetime bir bakın, gerçekten bu yemine göre davranılmış mı ve vicdanınızda sorgulayın, lütfen.
Muhalefetteki Millet Partisi, 8 Temmuz 1953 tarihinde Millet Partisi, irticai faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle, bir gecede kapatıldı.
Gericilerin “komünist yuvası” diye suçlamaları ile Partizanlığı artmaya devam eden DP, 5830 sayılı kanun ile birlikte, yurt içindeki sayıları 4.819 olan halkevleri ve halkodaları kapatılmıştı. 1953 de Seçime bir yıl kala 6195 sayılı kanunla Cumhuriyet Halk Partisinin mallarına el konuldu.
Muhalif Parti lideri Kırşehirli Osman Bölükbaşı “Kırşehir’de DP ye oy gelmiyor, Kırşehirli Osman Bölükbaşı hep oradan seçiliyor” diye partizan bir uygulama ile 20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanunla, Nevşehir'i il, Kırşehir'i de ona bağlı bir ilçe haline getirmiş, Osman Bölükbaşı’yı da hapse atmıştır. Böylece hiç görülmemiş bir şekilde 1924 de Cumhuriyet Devrinde il olan Kırşehir, Partizan Menderes DP zamanında ilçe olmuştu. 3

Har vurup harman savurulan örtülü ödenek ve hukuksuzlukları

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Yassıada Mahkemesi yargılamalarında, mahkeme on yıllık (1950-1960) Başbakanlık örtülü ödenek harcama listesini ister. Mahkemeye gönderilen örtülü ödenek kayıtlarında görüldü ki muhalif gazetecileri hapse atan Menderes, yandaş gazete ve gazetecilere örtülü ödenekten epey yüklü paralar verdiği öğrenildi. Örneğin, Türkiye’de gericilerin bayraktarlığını yapan, Başbakan RTE’nin daha nice tutucuların rehber saydığı, birkaç kez hapse girip çıkan Necip Fazıl Kısakürek’in, değişik tarihlerde Menderes’in örtülü ödeneğinden altı kez 98 500 lira para aldığı görülüyordu. Ne ki Necip Fazıl öylesine korunuyor ki, aşağıda görüldüğü üzere, eşi Neslihan Kısakürek’e 5000 lira para yanında dört adet kurban bedeli 375 lira verildiği paranın dökümünden anlaşılmakta. Böylece Necip Fazıl Kısakürek ailesine toplam 103 875 lira örtülü ödenekten para verildiğini; Laik T.C.nin gerici Başbakanı Menderes’in de gerici yazar olarak bilinen Necip Fazıl’a böylesine paralar verdiğini mahkeme kayıtlarından açıklanıyordu. O zamanları memur maaşı 300-400 lira iken Necip Fazıl, Menderes’in örtülü ödeneğinden aldığı on binlerce lirayı kumarda savurduğunu da öğreniyoruz. Menderes’çe korunan, örtülü ödenekle beslenen Necip Fazıl’ın açıklanan mektuplarında Menderes’ten yalvarırcasına paralar istediği açıklandı. Demek ki böyle şair, gazeteci ve yazarlar iktidarın görüş ve siyasal çizgisinde beslendikleri oranda uygun davranıp, “yandaşlığını” sürdürmüşler, halen de sürdürenler var. Günümüzde de iktidarın beslediği “yandaş medya” yok mu? Devletin Bankalarından (Zir. Bank) çekilen milyonlarca dolarla yandaşa (Demirören) medya organları satın alınmadı mı?

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Menderes, Necip Fazıl’a binlerce lira verirken, Nazım Hikmet için de onun avukatına sadece 300 lira vermiş. Her iki şair, düşün, fikir adamımız Nazım Hikmet ve Necip Fazıl, Ankara Ulucanlar Cezaevinde yatmışlardı. Müze haline getirilen Ulucanlar Cezaevine yolunuz düşerse, her ikisinin yattıkları koğuşları, hücreleri, duvarlarda hapis yatan gazetecilerle çekilmiş resimlerini görebilirsiniz. Duvarın birine Nazım Hikmet’in bir şiirini, hemen yanındaki başka duvara da Necip Fazıl Kısakürek’in bir şiirini kocaman yazılarla yazmışlar; duvarda şiirler ve iki ozan biri bir tarafta, biri öbür uçta yolları çelişse de bir fanı olarak orada durmaktalar.

Böylece “metreslerine bile örtülü ödenekten para veren” (Ayhan Aydan ve Suzan Sözen'e) emniyet müdürünün karsını isteyecek kadar uçkuruna düşkün Menderes, bir yandan Cumhuriyet Devrimlerine karşı ödün üstüne ödün veriyordu. Şimdi Soner Yalçın’ın “Efendi” kitabından alıntıladığımız, mahkeme kararıyla istenilen örtülü ödenek harcamalarını, Başbakan Adnan Menderes’in on yıllık iktidarı döneminde yapılan binlerce harcama kaleminden en ilginç olanlardan örnekleri aşağıya alıyoruz. İlginç ödemelerin içinde, Başbakan Menderes’in, örtülü ödenekten, sevilisi Ayhan Aydan’a, berberlerine, otellere bile bahşiş, çocuklarına alınan evler ve tahsil masrafları, karısına İsviçre’den alınan ayakkabı parası, evine alınan kömür, başka partiden DP partiye geçme ücreti gibi daha çok çeşitli eşe, dosta verilen paralar örtülü ödenekten verilmiş.
Demek ki devleti temsil eden bazı yöneticiler, nasıl olsa kimse görmüyor diye milletin parası olan örtülü ödeneği babasının parası gibi savuruyor, devleti de “babasının çiftliği gibi” “ben devletim havası” içinde yönetiyorlar.

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Yandaş gazetecileri besleyen paraya boğan Partizan DP-Menderes, gazete ve gazetecilere öylesine bir baskı uyguluyordu ki, D.P.’yi eleştiren gazeteciler Metin Toker, Ülkü Arman, Nihat Subaşı, Fethi Giray, Beyhan Cenkçi, Bedii Faik, Ali İhsan Göğüş, Kurtul Altuğ Cüneyt Arcayürek hele 79 yaşına gelmiş Hüseyin Cahit Yalçın gibi nice gazeteciler peş peşe hapse konuluyordu 4
Ya günümüzde tutuklanan, geceleyin sabahın köründe sanki bir hırsızı bir katili gözaltına alıyormuşçasına polislerin kolları arasında göz altına alınan gazetecileri düşünün. Sonunda mutlaka aklanacağı belli olan, kaçması mümkün olmayan gazeteci ve aydınlar aylarca gözaltında tutulurken, yani önyargıları ile önceden haksız cezalandırılan masum gazetecileri düşünün. Çağdaş bir hukuk devletinde bunlar asla görülemez, gazeteciler tutuklanamaz.
Menderes zamanında tüm bu hukuksuzlukları eleştiren, hukukun üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Cumhuriyet Başsavcısı Rıfat Albay, Yargıtay İkinci Başkanlarından Haydar Yücekök, üye Kâmil Coşkunoğlu, üye Melahat Ruacan, üye Faik Uras, üye İlhan Dizdaroğlu, DP-Menderes tarafından “görülen lüzum üzerine” hemen emekli ediliyorlardı. Günümüzde de Menderes’i kendine rehber gören R.T. Erdoğan da hukukçulara baskı kurarak, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı organlarına karşı durarak, Anayasa hükümlerini tanımadığına, yargı üyelerine baskı uygulamalarını sürdürmekte olduğuna tanık olmuyor muyuz?

Peygambere benzetilen başbakanlar

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Günümüzün Başbakanı R.T. Erdoğan’ı yandaşları nasıl “peygamber” benzetmesi yaparak onu güya yüceltiyorlarsa, zamanın Başbakanı Adnan Menderes de yandaşları tarafından aynı benzetmelerle ilahlaştırılıyordu. 6 Bu nitelemeyi, yüceltmeyi, “Allah’ın yer yeryüzündeki gölgesi” diyerek Osmanlı padişahları için yapıldığı gibi, Menderes için de öylesine ilahlaştırılıyordu. Menderes’in 17 Şubat 1959 da uğradığı Londra’daki uçak kazasından döndüğünde, Eyüp Sultan’da develer kesiliyor, büyük iftar yemekleri verilirken DP Konya Milletvekili Himmet Ölçmen, “bu milletin başında Peygamber’in, Allah’ın tayin ettiği bir lider var, bu da Menderes’tir” diyordu. Oysa iki yılı geçmeyen bir zaman içinde peygambere benzetilen Menderes, daracında yaşama veda edecekti. Ne hikmetse toplumun içinden Hasan Mezarcı gibiler de “ben mesihim” “peygamberim” demeye başlamıştı.

Menderes’ten 50 yıl sonra günümüzün Başbakan R.T. Erdoğan’ı partisindeki bazı bakanlar, vekiller, "onun doğduğu yer kutsaldır, yediği içtiği kutsaldır, o bizim için ikinci peygamberdir," diyorlar; sonra da Cemaatle arası bozulunca, paraleli Fetullah Gülen’i kastederek, Başbakan RTE çıkıp, "bu ülke sahte peygamberlere izin vermeyecektir," filan diyor, bu nasıl çelişki?  (Yorumu siz yapın). Başbakan R.T. Erdoğan için “peygamber” benzetmesini duyduk da Fetullah Gülen için duymamıştım.

Atatürk’ün özlemi anadilde (Türkçe) ibadetti

1946 yılında Demokrat Partinin kurulması ile 1932’den beri Türkçe ezan ve sala okunması sürerken, Anadolu’yu gezen Adnan Menderes ve Celal Bayar’a tutucular sık sık “ezanın tekrardan Arapça okunup okunmayacağını” soruyorlardı. Oy peşinde olan bu ikili Celal Bayar “seçilirsek bakarız” cevabı verirken, Adnan Menderes de “tekrardan Arapça okunması” vaadini veriyordu.
Oysa Atatürk Cumhuriyet devrimlerini yaparken, Türk toplumunun aydınlanması için anadilde ibadeti (Türkçe ibadet) arzuluyordu. Bu nedenle 1932 yılında çıkarılan bir kanunla ezanın Türkçe ’den başka bir dille okunması yasaklandı ve 1950 yılına kadar 18 yıl ezan ve sala Türkçe okundu.
Atatürk bu sırada ezanla birlikte gamet, hutbe de Türkçe okunmasını sağlamak için Behçet Kemal Çağlar gibi şairlere gamet ve hutbenin, hatta bazı sürelerin Türkçe tercümelerini istedi. Gerçekten de toplumun aydınlanması için Türkçe ibadetin çok büyük etkisi katkısı olacaktı. Fakat 4 Haziran 1950 de Arapça Ezana ceza öngören TCK maddesi Meclisteki üç parti DP, CHP, MP oylarıyla kaldırıldı.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Sonnotlar

1(Soner Yalçın’ın “Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı sf 482)
2 Kay: mülkiye 2010 cilt xxxıv sayı 267
3https://www.google.com/search?q=K%C4%B1r%C5%9Fehirin+il%C3%A7e+olmas%C4%B1&oq=K%C4%B1r%C5%9Fehirin+il%C3%A7e+olmas%C4%B1&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyBggAEEUYOTIJCAEQABgKGIAE0gEKMTk2ODhqMGoxNagCALACAA&sourceid=chrome&ie=UTF-8
4 (Soner Yalçın’ın “Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı sf sf 499).
5 Soner Yalçın’ın “Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı sf 499)
6 Yakın bir zamanda bu yılın şubat ayı içinde bir TV sokak röportaj videosunda bir kadın şöyle bağırıyordu: “benim peygamberim Recep Tayyip Erdoğandır”) diyordu. 

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget