Köpeğim Badi ile her sabah ve akşam ihtiyaç molası için dışarı gezmeye çıkarız. 15 yıldan beri bu böylece devem ede gelmiştir. 15 yıl kadar önce, İzmit’te çalışan Dr. oğlum bunu evine almış. Oğlum işe gidince, adını “Badi” koydukları bu köpek, stresten sıkıntıdan olsa gerek, evdeki kemirebileceği ahşap kısımları kemirirmiş. Düşünüyorlar, “bu başımıza sorun çıkaracak ne yapalım ne yapalım” derken, ben de emekli olmuştum, “bunu babama bırakalım, o emekli oldu nasıl olsa bakar” diye düşünüyorlar.
Bir gün oğlum, Badi ile İzmit’den bize ziyarete geldiler, “baba bu Badi sende dursun, altı ay sonra alacağız dediler. Biz de Badi’yi çok sevmeye başladık, aradan aylar yıllar geçti ne onlar istedi ne de biz “alın şu emanetiniz götürün” demedik. Şimdilerde biz de Badi’yi çok seviyoruz, o da bizi, özellikle her işini gördüğüm, sabah akşam gezmelere çıkaran beni çok seviyordu. Öyle ki eşim Badi’yi sevecen bir şekilde “benim küçük oğlum” diye sevdiğini dışa vuruyordu. İşte böylece Badi ile acı tatlı aradan yıllar geçti. Bu yıllar içinde Badi ile çok olaylarımız geçti. Onu çoğunlukla akşamları 5-6-7 saatlerinde gezmeye çıkarırdım. Bir işim çıksa da akşamları geciksem ve de eve geç gelsem onu mutlaka gezmeye çıkarırım, her gezmeye çıkarken de çok mutlu olur.
Badi ile yaşantı ve anılarımı anlattığım yazdığım hemen her gün günlük tutuyordum, ileride kitap yazmak için. Çok olaylar oldu, ona araba çarptı, tedavisi vs konularını not almıştım ve flaş bellekte yüklü idi. Kızılay’da bir fotokopide işlem yaparken flaş belleği orada unutmuşum, birkaç gün sonra oraya gittiğimde adam, burada kalmadı, dedi vermedi, böylece anılar gitti.
İşte bizim Badi ile 11 Aralık akşam 17,30 civarında sitenin içindeki parkta dolaşmaya çıkarmıştım. Günler kısa olduğu için o saatleri karanlımaya başlıyor. Parka girdiğimizde biraz uzakta bankta oturup sigara içen bir kişi gördüm. Hava soğuk, bu saate bu adam parkta neden oturuyor diye düşünerek adama doğru Badi ile yaklaştım, adamın yanına yavaş yavaş yaklaştım, adamın başı gövdesinden öne doğru eğilmiş, sigarayı peş peşe çekiyor. Baktım kapüşonu da kafasına çekmiş bayan mı erkek mi olduğunu anlaşmadığım bu kişi başını yere doğru çevirmiş çok düşünceli bir hali vardı. Kendi kendime mutlaka bu adamın önemli bir sorunu var diye düşündüm, teselli, teskin bakımından yardım ederim düşüncesi ile adama doğru yaklaştım.
-Hayrola niye yalnız oturuyorsun bu saatte, dedim. Adam doğrulup bana ilgisiz baktı. Alaca karanlıkta dikkatlice bakınca, sıkınlı bir şekilde sigara içen bu kişinin bir öğrenci olduğunu anladım.
Öğretmenlik yanım ağır bastı ve ona sevecen bir tavırla yaklaşarak dedim ki, sen öğrenci misin, dedim. O da “evet” dedi.
Ona sigaranın hiçbir derde deva olmadığını, akciğeri mahvettiğini, hiçbir sıkıntıyı gidermediğini falan diyerek sigaranın zararlarını anlatmaya çalıştım. Ona içmesen iyi olur, dedim. Nerede okuyorsun, dedim o “11. Sınıfta okuyorum” dedi. Onu duyunca daha bir ilgimi çekti ve üzüldüm. Ona dedim ki;
-Hayrola senin bir derdin bir sıkıntın mı var, nedir sorun yardım etmemi ister misin, dedim. Lisede okuduğunu öğrendiğim bu öğrenci daha da ilgimi çekti ve daha da merak edip üzüldüm. Sorun nedir bana anlatabilir misin, dedim. Yüzüme doğru baktı, “sen hiç intihar etmeyi düşünsün mü”, dedi. Aman Tanrım, ilgim ve üzüntüm arttı, bunda daha da büyük sorun var, diyerek sorunun nedir, ben de öğretmenim sana yardım etmek isterim, dedi.
Babası ile kendinin arası iyi değilmiş sanırım. Anlatmaya başladı, “babam gazi, ben okullar arası Türkiye beşincisiyim, ailem benden çok daha fazla şeyler istiyor, ben de dayanamıyorum” dedi. Onun bizim sitede veya yakın bir sitede oturduğunu düşünerek, ona nerede oturuyorsun ailenle anne babanla görüşmek isterim, dedim. O “Eryaman’da oturuyoruz” dedi.
Eryaman bize km lerce uzakta idi. Gecenin ve de kışın bu soğuğunda bu kadar uzağa gelip ıssız bir parkta üzüntüden sigara içen bir lise öğrencisinin ruh halini, üzüntüsünü düşünürsek, ne denli bunalımda olduğunu anlarız bu çocuğun.
Tasması elimde arkamda duran bankın arkasında bekleyen Badi sıkılmış olmalı ki kendi kendine sızlanmaya sinilemeye, ipini çekiştirmeye başladı. Yani “gidelim gezmeye devam edelim, sıkıldım” demek istiyordu Badi.
Önümdeki bankta üzüntü içinde oturan bu lise öğrencisinin durumu beni çok üzdü, onunla konuşmaya sorunlarını anlamaya çalışıyordum. Badi’yi sus uslu dur diye azarladım, Badi biraz bekle, gideceğiz, dedim ve tasmasını serbest bıraktım. Ama o bensiz gitmiyordu karanlıkta.
Bu bunalım içindeki öğrenciye ne söyleyeceğimi şaşırdım, ailesi evleri yakınımda olsa idi mutlaka babası ile konuşmayı isterdim. Gerekli nasihati verdim, onlar annen baban elbette senin iyi olmanı isterler. Sana ne söylerse söylesinler, sen sesini yükseltme, karşı gelme, sana ancak onlar hayatta destek verecekler, sana ancak onlar yardımcı olur, onun için sen kendini dersine ver, sana yön ve istikbal verecekler derslerindir, yeter ki derslerini ihmal etme, diye öğüt vermeye çalıştım. Bunları ben söylerken, Badi birden, çok sinirlenmiş olmalı ki aniden önümüze geldi, o çocuğa doğru yönelerek hızlı hızlı ona havlamaya başladı. Badi o gence, “bizi bırak biz gideceğiz” diyordu adeta.
Badi’nin çekiştirmesi ve havlaması ile üzüntü içindeki bu genci orada bırakmak zorunda kaldık, vedalaşarak ayrıldık. Aklımda üzüntü içinde olan ve “intihar” lafları eden bu gencin tavrı beynime çakılıp kaldı. Evlerinden km lerce uzaklara götüren derdi neydi bu gencin, gerçek sıkıntısı, sorunu neydi acaba diye düşüncelere daldım, ona ailesi ile konuşarak yardım edemediğim için üzüntü içinde kaldım. Eşim ameliyat olmuş, evde tedavisi devam ediyor, Badi’nin derdi bir yandan diye sorunlarımı düşündüm.
Ayrıca ayrıldıktan sonra aklıma, acaba polise, bizim polis karakoluna telefon etsem de bu gencin intihar etme olasılığı karşısında polisin yardımı sağlanabilir mi, diye düşündüm. Ama polisin hırsızlarla, katillerle vb suçlularla boğuşurlarken buna ayıracak vakitleri yoktur, polis psikolog mu diye düşündüm. Bu duygularla eve doğru yaklaştım. Sonradan pişman oldum polise durumu bildirmediğime.
Badi bu gezilerle hem çişini kakasını yapıyor hem de dışarıda hava alıyordu. Onun bir tavrı dikkatimi çekti, bakıyordum, kural böyleymiş diye kakasını başka köpeklerin kakasının üstüne yapıyordu, ben de her iki kakayı alıp çöp konteynerine atıyordum. Bizim bölgede köpek gezdirenlerin hemen hepsi parklara kaka yapan köpeklerin bu dışkılarını almıyorlardı, sadece ben elimde taşıdığım poşet torbası ile kakalarını alıp konteynerlere atıyorum. O köpek gezdiren komşulara toplum sağlığı için siz de alıp çöpe atın diyorum, onlar ilgisiz bir şekilde “belediyeciler alsın” diyorlardı. Evin içinde beslediğimiz Badi çişi geldiği zaman havlayıp bize haber veren bir köpektir. Biz de anlarız ki çişi gelmiş hemen dışarı çıkarırız.
Yine bir gün Badi ile yakın başka bir parkta geziyorduk. Zaman zaman gördüğümüz gibi, kız erkek gençler el ele göz göze gelmişler, birbirlerine sevgilerini bildiriyorlar. Badi ile onları rahatsız etmeyelim diye uzaklardan dolaşmaya çalışıyorduk. Parkın hemen bitişiğinde evi bulunan Kars’lı Polat diye bildiğimiz bir komşu, el ele parkta oturan gençlere doğru sinirli sinirli varıp onlara “haydi gençler başka yerde yapın bunları, bakın karşıda aile var” diyerek onları uzaklaştırdı. Polat Bey ve hanımı ile Badi’yi gezdirirken karşılaşır onlarla merhabalaşırdık. Ertesi gün Polat’ın hanımı ile parkın kıyısında karşılaştım. Polat Bey’in gençleri azarlayarak kovduğunu anlattım ve ona şöyle dedim:
Yenge sana bir şey anlatacağım, dün Polat Bey iki parktan azarlayarak kovdu, bak sizin de üniversiteyi bitiren oğlunu var, yarın bir kızla arkadaş olduklarında, böyle parklarda oturmanın ne zararı var, iki genç belki evlilik hazırlığında olabilir, birbirini nasıl tanıyacaklar. Uygunsuz bir şey olmadığına göre gençlere biraz anlayışlı olmalıyız, bunda bir kötülük yok, dedim. Kadın bana, “haklısın abi” dedi. Parklarda sık sık böyle şeylere rastlıyordum. O sırada gazetelerde okudum, Sincan’da bir parkta bir kız bir oğlan böyle el ele otururken, oralarda oturan yaşlı bir adam elindeki bastonu ile gençlere, “defolun lan bura Müslüman memleketi” diyerek saldırıyor ve aralarında arbede çıkıyor.
Bunları böyle kendi kendime düşünerek evimizin kapısına geldik, her geziden sonra yaptığım gibi Badi’nin yeleğini çıkardım, sırtını fırçaladım kucağıma alıp banyoda patilerini yıkayıp kuruladım.
Evde bizi merakla bekleyen eşim, çünkü o liseli gençten dolayı biraz geç kalmıştık, “nerede kaldınız geciktiniz. Siz gittikten sonra evin önündeki kaldırımı süpüren temizlik işçisi benden borç yirmi lira istedi, “abla varsa bana bir yirmi lira ver, haftaya veririm” dedi. Bende para yoktu, adama “valla param yok” dedim, mahcup olarak param yok, dedim”.
Beni üzen gencin bana verdiği üzüntüyü unutarak, temizlik işçisinin bu durumu beni daha da üzdü. Asgari ücretle geçinemiyor adam diye söylendim, eşime keşke bir komşudan alıp verseydin, dedim. O da “sen 20 lira bırak da yarın gelirse vereyim” dedi.
İşte böyle dünya devranımız, her ailenin her kişinin kendine bir sıkıntısı, yaşantısı var.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız.