Demokratik hukuk devletlerinde, seçimler; demokrasinin olmazsa olmaz zorunlu, ama yeterli tek koşulu değildir.
Evet, iktidarlar demokratik seçimlerle iş başına gelirler.
Ama bu yeterli değildir, seçimle işbaşına gelen iktidarlar; devletin, en başta anayasası olmak üzere, tüm yasalarına ve evrensel hukuk hukuk kurallarına uygun olarak ülkeyi yönetmekle mükelleftirler.
Seçmen oy verirken, seçtiği ve iş başına getirdiği iktidarın, mevcut anayasaya ve yasalara saygılı olacağını öngörmektedir.
Bu nedenle, iş başına gelen iktidarların, anayasaya ve yasalara bağlı kalmak ve iş başındayken, anayasaya uygun yasalar çıkarmak sorumlulukları vardır.
Siyasal iktidarlar; seçmen bizi seçti, artık biz anayasaya ve yasalara bağlı kalmadan, ülkeyi istediğimiz gibi, keyfi bir şekilde yönetebiliriz demeye hak ve yetkileri yoktur.
Aksi halde, halkın oylarıyla aldıkları emanete hıyanet etmiş ve seçimle kazandıkları meşruiyetlerini yitirmiş olurlar.
İşte, bugün ülkemizde bu manzara ile karşı karşıyayız maalesef.
Uzun süreden beri ülkemizi anayasal meşruiyetini yitirmiş AKP iktidarı yönetir gibi gözükmektedir.
Adalet devletin temelidir.
Buradaki adaletten maksat; hak, adalet ve hukuktur.
İş başındaki siyasal iktidar; ülkeyi, en başta anayasa olmak üzere, yasalara ve hukukun evrensel kurallarına açıkça aykırı bir şekilde yöneterek, anayasaya aykırı yasalar çıkarmaya kalkışarak, devletin temelini yok etmiş ve devleti yıkılma aşamasına getirmiştir.
Ülkeye, devletimize ve milletimize, bundan büyük ihanet olamaz.
AKP iktidarının başında bulunan, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek başına uhdesinde toplamış olan tek adam konumundaki, denetlenemeyen ve hesap sorulamayan zat, koskocaman, saygın T. C. Devletini, babasının çiftliği gibi istediği şekilde, keyfi, anayasa ve yasa tanımaz bir şekilde yönetmeye kalkışmakta, elinde bulundurduğu aşırı yetkilerle, içeride ve dışarıda önüne gelene pervasızca meydan okumakta, bu yetkilerini dahi yeterli görmemektedir.
Anayasa Mahkemesinin; anayasaya göre herkesi ve her kurumu bağlayan hak ihlali kararlarına, korkusuzca meydan okumakta, Anayasa mahkemesinin, en son BERBEROĞLU hakkında verdiği kararda olduğu gibi, alt mahkemelere talimatlar vererek, bu kararı uygulatmamaktadır.
Avrupa Konseyi Üyesi olarak imzaladığımız, bağlayıcı, iç hukuktan ve anayasamızdan dahi üstün olan İnsan Hakları Sözleşmesine rağmen, İnsan Hakları Mahkemesinin DEMİRTAŞ hakkında verdiği hak ihlali ve derhal salıverilmesine ilişkin bağlayıcı kararını yok sayarak tanımamakta, takmamakta ve Avrupa Konseyi tarafından ülkemize yaptırım uygulanmasının, Avrupa Konseyinden ihracımızın, Avrupa’dan dışlanmamızın kapısını aralamaktadır.
ERDOĞAN; bu kontrolsüz ve denetlenemeyen yetkiyi ve gücü nereden almaktadır?Böyle bir gücü ve yetkisinin olmadığının bilince varmalıdır artık.
Bu milletin sağduyu ve sabrını kötüye kullanmaya hakkı yoktur.
ERDOĞAN; bu milletin, 2023 de önüne konacak sandıktan başka kendisine ceza kesme olanağının olmadığını bilmenin rahatlığı içinde, bu hukuksuzluğa ve keyfiliğe devam edeceğinin, halk desteğini kaybettikçe daha fazla otoriterleşeceğinin işaretlerini vermeye devam etmektedir.
Belediyelere atanan kayyumlardan sonra, sıra muhalif dernek, vakıf ve sivil toplum örgütlerine gelmiş olup, buralara da, sudan sebeplerle el koyarak kayyum atamanın yollarını açacak yasal düzenleme yapılmaktadır.
Yargının iddia ve karar ayaklarını eline geçirmesi yetmemiş gibi, yargının üç ayağından en önemlisi olan savunmayı da bölüp, parçalayıp yönetmeye kalkışması yetmemiş gibi, avukatlık mesleğinin namusu olan, avukatların aynı zamanda yetkileri olan sır saklama vecibelerine de tırmık atarak, avukatları; meslekleri icabı, karşılıklı güvene dayalı olarak öğrendikleri müvekkillerine ait sırları ihbar etme alçaklığına alet etmenin hazırlığı yapılmaktadır.
Ülkede; el atıp oynamadıkları, gevşetmedikleri, laçka etmedikleri, çivisini çıkarmadıkları kurum bırakmamaya ant içmiş bir siyasal iktidar vardır karşımızda. Yetkiye ve halka saldıkları yasaklara, asla doymamaktadırlar.
ERDOĞAN; bu anayasa ve hukuk tanımayan icraatını; tarafsız ve partiler üstü cumhurbaşkanları için getirilen Türk Ceza Kanununda suç sayılan Cumhurbaşkanına hakaret suçunu ve bağımlı yargı sopasını kullanarak, korkusuzca ve fütursuzca uygulamaktadır.
Ülkemizde, cumhurbaşkanına hakaret suçundan açılan soruşturma ve davalar, rekor seviyelere ulaşmıştır. EDOĞAN buna bakarak, hatanın; kendi yönetiminde ve tutumunda olduğunun farkına varmalıdır artık.
ERDOĞAN'ın 18 yıllık iktidarı döneminde, 200 den fazla yüksek korumalı cezaevi yapılıp hizmete açılmış ve inşaatları devam eden birçok cezaevi mevcuttur.
ERDOĞAN; özgürlükleri yok ederek, yargıyı esir alarak ve baskıcı yönetimiyle, ülkemizi; açık ve inşa ettiği cezaevleriyle de kapalı cezaevi haline getirmiştir.
ERDOĞAN; muhalefetten de, muhalefet partilerinden de memnun değildir. Muhalefete tahammülü yoktur. MHP gibi, CHP, İYİ PARTİ, HDP ve diğerlerini de kendisine biat etmesini beklemektedir.
MHP dışındaki muhalefet partilerinin kendisine biat etmemeleri nedeniyle, bu partileri de yola getirmenin hazırlığı içinde olduğunu, grupta yaptığı konuşmasında; "Muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak inşallah bize nasip olacaktır" sözleriyle dile getirmiştir.
Kazandırmak istediği yerli ve milli muhalefetin; kendisine biat eden, eleştirmeyen muhalefet olduğunda, hiçbir kuşku yoktur.
ERDOĞAN; oy oranı düştükçe, elindeki devlet yetkisini kötüye kullanarak, daha da otoriterleşecğinin, kendisini anayasa ve yasaların üzerinde göreceğinin, siyasi iktidarda kalabilmek için, özgürlükleri, muhalefeti tamamen yok edebileceğinin işaretlerini vermektedir.
Çok korkunç bir gelecek, bizi beklemektedir.
ERDOĞAN; aklını başına toplamalı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki beş daimi üye devleti suçlayarak, Dünya beşten büyüktür söylemini hatırlayarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de ERDOĞAN'dan büyük olduğunu, demokrasilerde iktidarın geçici olduğunu, korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğini kabul ederek, kendine gelmelidir artık.
Güner Yiğitbaşı
27/12/2020
Hukukçu
Yorum Gönder