Ancak, milletin yargıdan umudu, yine de tamamen kesilmemişti.
Milletimiz, hiç değilse Yargıtay, Sayıştay, Danıştay ve Anayasa Mahkemelerine az da olsa güvenmeye devam ediyorlardı.
Bu dahi, yargı adına bir umuttu.
Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesine aday üye seçimlerinde baş gösteren kriz, yüksek mahkemelere olan güveni de yerle bir etmeye yetti.
Saray; tüm atamalarında, liyakatten çok sadakate önem veriyordu. Bu bilinen ve beklenen bir sonuçtu ve sarayın bu yerleşik tutumu, milletimizce hiç yadırganmıyordu.
Anayasa Mahkemesinin Yargıtay kontenjanından emekli olan üyesinin yerine yine Yargıtay kontenjanından Saray tarafından atanacak üyesinin belirlenmesi için üç aday üyeyi Yargıtay kendi üyeleri içinden yine kendisi belirleyecekti.
Saray'ın gönlünden geçen sadık kişi, henüz Yargıtay üyesi bile değildi.
Sarayın gönlünden geçen ve sadakatini, imzaladığı kararlarla ispatlayan güvenilir kişi İrfan FİDAN olup; bu zat, İstanbul C. Başsavcısıydı ve Sarayın has adamıydı, bir dediğini iki yapmıyordu. Bu kişinin, Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesi üyesi yapılması, kafaya konulmuştu.
Planlar yapıldı, önce Yargıtay üyeliğine atandı.
Henüz Yargıtay’da mesai yapıp hiçbir karara tek imza atmadan, Anayasa Mahkemesi üyeliği seçiminde adaylığını ilan etti.
Yargıtay'ın en kıdemsiz ve çömez üyesiydi, bırakınız ayağının tozuyla Anayasa Mahkemesi üyesi seçimlerinde aday olmayı, Yargıtay'ın kapısından girerken, bir adım geri çekilerek diğer kıdemli üstad üyelere yol açıp, yol verip beklemesi ve kapıdan en son kendisinin girmesi gerekirdi.
Bunu yapmadığı gibi, utanmadan adaylıkta öncelik aldı.
Zira, emir büyük yerden gelmişti.
Her şey güzel de, Yargıtay’da tek karara imza atmayan, henüz Yargıtay üyeliğinde mesaiye başlamayan, kendisinden tecrübeli ve kıdemli Yargıtay Üyelerine saygı göstermeyen İrfan FİDAN'ı bir kenara koyalım, ona oy veren 107 Yargıtay üyesine ne demeli. İşte bizi ve Türk Milletini asıl üzen onlardı.
İrfan FİDAN'a hak etmediği oyları veren bu 107 Yargıtay Üyesi de, Saray'ın adamları olduklarını halkımıza gösterdiler ve yüksek yargıya olan son güveni de ayaklar altına aldılar.
Yargının ve adaletin son kalesi de yıkıldı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu yıkılan enkazın altında kaldı ne yazık ki.
Güner Yiğitbaşı
23/12/2020
Hukukçu
Yorum Gönder