Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)-3
“Sessizliği kır”
Dört seçilmiş kadın kadınlara, ailede şiddeti anlattılar
Viyana merkezli RS Europe Enstitüsü bünyesinde ve Yenimahalle Belediyesi ortaklığında gerçekleştirilen “aile içi şiddeti tanımak ve önlemek” konulu ortaklaşa panel düzenlendi. Nazım Hikmet Kültür Merkezi salonlarında 28.9.2018 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil Sütlü Ankara Barosu Eski Başkanı Sema Aksoy konuşmacı olarak katıldılar.
“Avusturya’da konuşlanan Avrupa Siyasal Araştırmalar Enstitüsü merkezli Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan ve Türkiye’de bulunan çeşitli kuruluş ve belediye ile düzenlenen AB yle fonlaşan ilgili gençlik kuruluşu ile Avrupa seviyesinde aile içi şiddetin tanımını yapmak, aile içi şiddetle mücadele ve önleme milli ve AB düzeyinde stratejilere değinme, ayrıca şiddet hakkında farkındalığı yaratmak ve bu konuda karakteristik özelliklere değinirken, aynı zamanda cinsel tabuları kırmak, aile içi şiddet konusunda bireylerin durumunu değerlendirmek ve nasıl cinsel eşitliğin sağlanacağını konuşmak; katılımcıları kendi toplumlarında katılımları sağlayarak var olan problemlere ışık olmayı sağlamak; cinsiyete dayalı ayırımcılığın önünde geçmek; ERASMUS projesi kapsamında Partnerlerin daha fazla sosyal hayata destek için proje yapmalarını sağlamak ve bu doğrultuda uluslar arası bir diyalogu oluşturmaktır” şeklinde panel amaçları açıklandı.
Salonda yerel izleyici ile birlikte Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerden konuyu bilen ve kadına şiddet konusunda araştırma yapmak isteyen uzmanlar ve öğrenciler de konuk izleyici olarak katıldılar.
Konunun yoğunluğu ve önemi nedeni ile konuşmacıların konuşmalarını, izleyici okuma güçlüğünü düşünerek, birkaç bölüm halinde sunmak istiyoruz. Konuşmaları yazıya dökmek çok zor olsa da, ülkemizde hepimizi utandıran taciz, aile içi şiddet konusu hepimizi ilgilendirdiğinden okuyucuya sunmak istedik.
Panelin bir önceki 2. bölüm yazımızda, CHP Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’nın konuşmasını sunduk
Panelde son konuşmacı olarak İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil Sütlü konuşmayı yaptı:
(Yalnız öyle bir konuşuyor ki, makineli tüfek gibi kelimeleri öyle hızlı sıralıyor yazmakta hayli zorluk çektim, kelime ve cümlelerde yanlışlık olursa bağışlamanızı dilerim).
“-Bir kadın olarak dünyaya geldim, ne olduğunu açıkçası anlayamadım. Şu anda Türkiye parlamentosunun sadece yüzde 15 i kadın, sizin de parlamentolarınız da çok farklı değil. Özelikle sosyal demokrat özellikli CHP de şu anda kadın olduğumuzu fark eden arkadaşlar olarak davet alıyoruz, birçoğu biraz canımı yakıyor. Anlatacak böyle hikâyem yok, ancak şöyle hikâyem var. Uzun yıllar sendikacılık yaptım. Uzun yıllar derneklerde SSK da çalıştım. Toplumsal eşitliğidir, eşitsizliğidir, bu roller, bu konular hakkında hiçbir fikrimiz yoktu bu eğitim düzeyi ve yaşa gelene kadar. Yalnız mahallede şunu fark ettim erkek arkadaşlar şanslı idi, daha geç saate kadar sokakta kalabiliyorlar, daha özgür idiler. Beş kuruşları varsa biri kız çocuğuna gidiyor, dördü erkek çocuğa gidiyor. Mahallede kız çocukları daha makul, el işleriyle uğraşan, kendi hallerinde anasına babasına saygılı, kız çocuğu olarak evde olmak istemiyorum, sokakta olmak istiyorum. Ama sokakta olursanız fahişe oluyorsunuz. Son zamanlarda sokakta olmaya başladık, küfreder hale geldik. Sonra çok güzel iltifatlar geliyor, “erkek gibi kız, erkek gibi delikanlı. Çok hoşuma gidiyor bunları duymak, bunları kabul ettim ama kadın olarak kendimi kabul ettirmedim ki, aptal erkekleştin sen onun farkında değilsin. Böylece büyüdükten sonra daha sonra profesyonel bir hayat başladı. Avukattım ben ve gerçekten bu konuyla ilgilenmek istemiyorum, ben kültür sanat alanında çalışan bir avukattım çok eğlenceli bir işim vardı. Kültür sanat alanında danışmanlık yapmak istiyorum yapamıyorum, çünkü bana gelen şikâyete gelenler 70 i cinsel tacize uğrayan kadın arkadaşlardan, erkek arkadaşlardan, sektörde iş bulamayan arkadaşlardan ben yine kadın mücadelesiyle uğraşmak durumunda kalıyorum.
Buradan geçiyorum, siyasete giriyorum, niye siyaset, sendikalar, dernekler önümüzü kapatıyorlar, orada hiçbir şey yapamıyoruz. Bir grup yaşlı amca var TBMM de çok farklı gruplar var önünü kesemiyoruz ya da, girmek için çalışıyoruz, ancak sonuç alabiliyoruz ne yazık ki, böylece ilerledik, gördük ki toplumda toplumsal eşitsizlik diye bir kavram olduğunu, dirsek çürüten, ömrünü çürüten insanların var olduğunu gördük bir noktaya geldik. Kadına ve kadına yapılan şiddeti konuşuyoruz. Bu konularda her şeyimiz bana ikiyüzlü geliyor. Bu ikiyüzlülüğü sadece Türkiye’ye atfetmiyorum ben, biliyorum burada Bulgar ve öteki arkadaşlarımız var, ama dünyanın her yerinde bu iki yüzlülük hüküm sürüyor. İkiyüzlülükten sıyrıldığını iddia edecek başka bir ülke yok. Bu ikiyüzlülük şu, bundan 30 yıl öncesine kadar kadının evde oturması, çalışmaması, kocasından dayak yemesi normal olgulardı. Normaldi, ailenin gerçeği buydu, kültür buydu, bunu getiriyordu. Bir parça geliştik dönüştük bu normal değil. Veya tekrar gizli yerde kadına tokat attığında en azından bunu atmaması gerektiğini biliyor. Şu an geldiğiz nokta dünya insanları olarak bu, birbirimizi kandırmamız lazım, kendi ülkem adına konuşursam, ben bir kız çocuğuyum, bir tane de erkek kardeşim var. Benim babamın çayı bittiğinde, o çayı doldurmak hala benim sorumluluğumda görülüyorsa, aslında biz bir arpa boyu ilerleyemedik Çünkü aile şiddeti, kadına şiddet dediğimiz şeyin özünde şu var, kadın dediğiniz şey nedir, çiçektir kadın, şefkatlidir kadın, naifdir kadın, güzeldir kadın, incedir kadın, bu burada bu saldırıdan nefret ediyoruz.
Erkekler için de aynı şey geçerlidir, çok saçma bir sorumluluk. “Erkek adam merttir, erkek adam çalışkandır, erkek adam güçlüdür; çalışır gerekirse taşı sıkar suyunu çıkarır ailesine bakar”. Bu da saçma bir sorumluluk erkekler üzerinde, ağlamaz falan, niye ağlamaz.
Ben şu anda evliyim, eşim var, birlikte çalışıyoruz onunla sanki bu önemli bir şey bu. Bazı toplumsal sorunları yaşarım. Ben işimden kovulsam bu benim için önemli bir şey değil bu, yine ben dönerim, çamaşır, bulaşık yıkarım, toplumsal kurallar var onlara uyarsam yaşayabiliyorum. Eşim için öyle değil, kovulursa vay haline. Bunun iki tafralı bir sıkıntı olduğunu önce anlamamız lazım. Çünkü aslına bakarsanız bir grup erkek var, bir grup kadın var. Kadınlar arasından bazıları okudu, para kazanmaya başladı, bunları dillendirmeye başladı; erkekler de sağ olsunlar bir parti kıyak yapıyorlar. Evde çamaşır bulaşık yıkıyorsa, bu bendedir diye arkadaşlarına anlatır. Bunun olması gerekenden bahsediyoruz. Bunu içselleştirmediğimiz müddetçe ne aileye karşı şiddetle, ne kadına karşı şiddetle, ne tecavüzlerde bir arpa boyu yol ilerleyemeyeceğiz. Burada birtakım rakamlar veriyoruz, devletimiz veriyor bu rakamları. Biz de seviniyoruz oranlar düşmüş, o kadar saçma ki yine her şey. İsveç’te tecavüz oranlarının bizden fazla olduğunu biliyor musunuz? Çok daha fazla kadın tecavüze uğruyor İsveç’te. Aslında İsveç’teki kadın çok daha fazla polise başvuruyor başına bir şey geldiğinde; biz de ise, bizdeki kadın arkadaşların çoğu tecavüze uğradığının farkında değil, kocası ise onunla sevişmek zorunda ona göre tecavüz değil, istemediği zaman tecavüz olduğunu kodlamıyor bile yaşadığı şeyi, bizde. Soruyorum size, sokakta, evde, arabada, otobüste olsun, babası tarafından, kocası tarafından tacize uğramamış, laf yememiş bir kadın var mı, ben çok yedim mesela, bir kadın var mı? Ben cinsel tacize uğramadım” diyecek kadın yaşamıyordur TC sınırları içinde Türkiye’de. Dünyanın belki çok az sınırlı yelerinde bunlar vardır.
Aile içi şiddet, şuraya varıyor, adamlara da kıyamıyorum erkeklere de kıyamıyorum çok fazla. Niye biliyor musunuz, yüzlerce yıllık bir birikilmişlik var. Yüzlerce yıllık bir öğrenilmişlikler var, adamın kasında bazı kodlar var. Aşamıyor kodları, şu aşamada aşması mümkün görünmüyor onlar için.
Kadına karşı şiddet cinsel taciz, aslında erkeğin mutfakta ciğeri alıp rakı içmesi gibi, böyledir ya Anadolu’da, daha kırsal bölgelerde. Neden çünkü evin sorumluklarını yerine getiriyor erkeği var, adam kirayı ödüyor, on saat çalışıyor, onların gözünde bakmaya çalışıyorum, çünkü giden sene evlendim, bunları konuşurken rahatladım. 30 yaşında bekâr çocuksuz bir kadın olarak bunları anlattığımda “vay evde kalmış”, inanın böyle düşünüldüğünü biliyorum. Şimdi evli barklı bir kadın olarak her türlü hakkını savunmada sonuç veriyorsa, evli bir kadın hakları konusunda daha da söz etmekle etkili oluyor.
Az önce verdiğim örneğe geleceğim, adam kendi kafasında didiniyor, çalışıyor, ediyor, kadın orada çabalıyor. Evin bir düzeni var, evin reisi var, senden bir şey istiyor akşam, kadının düzeni bu, bir tabak yemek. Bu böylece kafamızın arkasında birbirimizi kandırmayalım. Akşam eve gittiğinizde üst gruplarda bu kafalarımızın arkasında bir kuşak üstümüzde bu var; birbirimizi kandırmayalım, benim babamda da var. O yüzden kendimden emin konuşabiliyorum. Kadına bakış bu şekilde, sen erkeğin sözünden çıkarsan dayak yersin abi yersin. Çıkma sen de, çıkmasan ne olacak, sürekli de bu pompalanıyor toplumumuzda bunu yaptığımız oranda biz varız ve toplumda kabul görüyoruz toplumda. Bunun bir parça dışına çıkınca akıl almaz sıfatlarla yaftalanıyor oluyoruz. Ya filanın karısı böyle de, falanın karısı böyle yapmış da, madem varız, bunun sorumluluğunu üstümüzde o kadar hissediyoruz ki, dayak yediğimizde ve polise gittiğimizde, bizimle anket yaptıklarında bu insanlar yüzde ellinin üstünde kadınlar olarak, arada bir dayak yiyorum ama yediğim dayakların da haklı olduğunu diyebiliyorum. Yani böyle bir tablo var. Yediği dayağı haklı bulan kadın arkadaşlarımız da oluyor. Tersinden bakalım olaya. Bir kadın dayak yediği zaman da “vah vah bizim Sultan da dayak yiyormuş kocasından” diyoruz. Çok normal biz de belki gizli gizli dayak yiyoruz ama konduramıyoruz söyleyemiyoruz kendimize.
Peki, yargıyla mevzuatla nasıl uğraşıyoruz, güzel şeyler yapmaya çalışıyoruz. AB ye uyum sağlamaya çalıştık, bir sürü kanunlar çıkardık falan, bir işe yaramıyor. Çünkü az önce bahsettiğim kodlar herkesle var, yani başvurduğumuz poliste de var, o polisin gittiğim savcıda da bu kod var, bu savcının götürdüğü hâkimde de bu kod var. İster istemez ne oluyor böylece sorun kodlar yaşıyoruz.
(Erkeklerden birkaç kişi salondan ayrılırken, konuşmacı: “Erkekler lütfen kaçmasınlar, çünkü erkekler o kadar lazımlar ki bize, o kadar haklılar ki, bunu bir bitirsek kafamızda, her şey kolaylaşır” diye espri yapıyordu).
Bu bahsettiğimiz konuştuklarımız bizi nereye götürüyor, yargı ve yargının işlememesine götürüyor. Ben hocama katılıyorum, çok yeni kanun var şu anda, ama hiçbir işe yaramıyor, yarıyor ama denizyıldızının-her kadının hikâyesi işimize yarıyor; ama kümülatif olarak baktığımızda sürekli olarak tavandan bir şey akıyor ve bu tavandan akan sıvayı yamamak yerine yerleri silmeye o yerlerin yerine yerleri günü kurtarmaya çabalıyoruz. Kümülatif olarak akan evin tabanını silmeye uğraşıyoruz, tavanla ilgilenmiyoruz. Bu kodlar yüzyıllardır devam ediyor, bu yüz yıl içerisinde bitirmemiz çok çok görünmüyor.
Medya var bu arada elimizin altında, biz tacize tecavüze uğradık, cesaret ettik bununla mücadele edeceğiz dedik, polise gittik, doğrusu polis çıktı bize “kocandır, döver de sever de” demedi. Dosyayı aldı savcılığa verdi. Doğru düzgün bir savcı çıktı, “ yav evli barklı kadınsın karıkocasınız ne uğraşıyorsunuz bunlarla, yarın barışırsınız” demedi, davayı açtı. Gittiğimiz hakim bu sefer, “bir iffetsizlik mi yaptığımızı” sorguluyor; “sinemaya mı gittiğimizi” sorguluyor, tayt giyip giymediğimizi sorguluyor, “bakire olup olmadığımızı” sorguluyor. O kadar çok sebebi var ki yediğim dayağın, uğradığım tecavüzün, o kadar çok yerde haksız olabilirsin ki yargımız sağ olsun çoğu zaman bunların hiçbirini ırgalamıyor. Bunlar kafadan attığım örnekler değil, bunlar yargı kararlarından süzülen örnekler.
Bir kadının tayt giymesi kocası tarafından uğradığı şiddetin indirim sebebi oluyor bu ülkede, bir kadının arkadaşlarıyla sinemaya gitmesi ha keza ve bunlar tekrar dönüyoruz, insani yerden o hâkim adına baktığımız zamanda doğru. Onun için o orada haksız bir tahrik var. İşte zaten tam olarak bu zihniyetle başlıyor. Yani hâkimler bunu sadece kanunda böyle azdığı için Twıttıerda, kadın deneklerinde orada burada üstüme üşüşür diye bu kararı onun için de ne yazık ki çıkamıyoruz. Bunu konumuz ne diye yazdık mahkemeye de yazdık, hâkime de şikayet ettik. Adımıza açılan devam ediyoruz davaları. Medyaya da taşıyoruz bu işi, medya da Allh okuyun o tecavüz haberlerini, eskiden erotik ekleri vardı, kötü kötü hikâyeler olurdu. Onun gibi medyada tecavüz haberlerini veren haberleri var, onun gibi veriyor tecavüz haberleri.
Bir başka basında kadından bahsetme şekillerine bakın aynı çizgi, “ tecavüze uğrayan talihsiz kadın, “dayak yiyen talihsiz kadın” bu eğitimle, konuşmayla şununla bununla geçecek şey değil gibi konuşmayla, medyayla onunla bununla geçecek değil.
Bir grup erkek var, şu iyi, düzgün, erdemli, eşit vs, yüzde yirmisi de çürük, “kadının talihsizliği” bu şekilde bir ille maruz kalıyoruz haberlere. Bu şekilde bir dille okuyoruz, ne yazık ki her şey. Çok somut sebepleri de var, özellikle bu sağlık ocakları, üstatları ya da Sayın Genel Başkan yardımcıların katkılarıyla sığınma evlerine başvuran kadınlar arasında yapılan araştırmalar var. Çok somut sebepleri var, ne yapacağız ne yapacağız diyoruz, bence bunları açık açık konuşacağız. O yüzden, biraz da bir milletvekili olarak biraz da usturuplu konuşmam gerekiyordu, ama inanın bunu doğruca içimden gelmiyor. Biliyorum burada bu sırada oturan birçok kadının en azından bir tokat yediğini biliyorum. En azından istemediği halde kocasıyla ya da erkek arkadaşıyla birlikte olmaya zorlandığını biliyoruz. Erkek arkadaşın lafının bile üstünde sanki kötü kadınmışsın gibi bir yafta bıraktığını ve bu şekilde bir düzende büyüdüğümüzü bu aksine mücadele etmeye çalıştığımızda devlet dinamikleriyle aile toplumla biraz daha dinsizlikle milliyetsizlikle suçlanabileceğinizi ve buna karşı argümanlardan öteye gidebiliyoruz, sanıyorum dediğim gibi bu açıda konuşmak, bunları bu açıklıkla konuşmak, insanlara destek olma, bu kadar güzel işler yapan insanlara destek olmak, bir parçacık bu konuyla biraz daha içten ve vicdanen ilgili olmak anlamına geliyor. Bir sürü erkek arkadaşımız var salonda bu akşam evlerine gittiklerinde, “hanım bir çay koy içelim” dediklerinde benim söz yerine gelirse bunlar amacına ulaşmış olacaktır”.
Cevat Kulaksız
(son)
https://www.haberler.com/chp-li-vekil-sera-kadigil-heyecan-dan-yemin-11026868-haberi/
Dört seçilmiş kadın kadınlara, ailede şiddeti anlattılar
Viyana merkezli RS Europe Enstitüsü bünyesinde ve Yenimahalle Belediyesi ortaklığında gerçekleştirilen “aile içi şiddeti tanımak ve önlemek” konulu ortaklaşa panel düzenlendi. Nazım Hikmet Kültür Merkezi salonlarında 28.9.2018 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil Sütlü Ankara Barosu Eski Başkanı Sema Aksoy konuşmacı olarak katıldılar.
“Avusturya’da konuşlanan Avrupa Siyasal Araştırmalar Enstitüsü merkezli Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan ve Türkiye’de bulunan çeşitli kuruluş ve belediye ile düzenlenen AB yle fonlaşan ilgili gençlik kuruluşu ile Avrupa seviyesinde aile içi şiddetin tanımını yapmak, aile içi şiddetle mücadele ve önleme milli ve AB düzeyinde stratejilere değinme, ayrıca şiddet hakkında farkındalığı yaratmak ve bu konuda karakteristik özelliklere değinirken, aynı zamanda cinsel tabuları kırmak, aile içi şiddet konusunda bireylerin durumunu değerlendirmek ve nasıl cinsel eşitliğin sağlanacağını konuşmak; katılımcıları kendi toplumlarında katılımları sağlayarak var olan problemlere ışık olmayı sağlamak; cinsiyete dayalı ayırımcılığın önünde geçmek; ERASMUS projesi kapsamında Partnerlerin daha fazla sosyal hayata destek için proje yapmalarını sağlamak ve bu doğrultuda uluslar arası bir diyalogu oluşturmaktır” şeklinde panel amaçları açıklandı.
Salonda yerel izleyici ile birlikte Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerden konuyu bilen ve kadına şiddet konusunda araştırma yapmak isteyen uzmanlar ve öğrenciler de konuk izleyici olarak katıldılar.
Konunun yoğunluğu ve önemi nedeni ile konuşmacıların konuşmalarını, izleyici okuma güçlüğünü düşünerek, birkaç bölüm halinde sunmak istiyoruz. Konuşmaları yazıya dökmek çok zor olsa da, ülkemizde hepimizi utandıran taciz, aile içi şiddet konusu hepimizi ilgilendirdiğinden okuyucuya sunmak istedik.
Panelin bir önceki 2. bölüm yazımızda, CHP Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’nın konuşmasını sunduk
Panelde son konuşmacı olarak İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil Sütlü konuşmayı yaptı:
(Yalnız öyle bir konuşuyor ki, makineli tüfek gibi kelimeleri öyle hızlı sıralıyor yazmakta hayli zorluk çektim, kelime ve cümlelerde yanlışlık olursa bağışlamanızı dilerim).
“-Bir kadın olarak dünyaya geldim, ne olduğunu açıkçası anlayamadım. Şu anda Türkiye parlamentosunun sadece yüzde 15 i kadın, sizin de parlamentolarınız da çok farklı değil. Özelikle sosyal demokrat özellikli CHP de şu anda kadın olduğumuzu fark eden arkadaşlar olarak davet alıyoruz, birçoğu biraz canımı yakıyor. Anlatacak böyle hikâyem yok, ancak şöyle hikâyem var. Uzun yıllar sendikacılık yaptım. Uzun yıllar derneklerde SSK da çalıştım. Toplumsal eşitliğidir, eşitsizliğidir, bu roller, bu konular hakkında hiçbir fikrimiz yoktu bu eğitim düzeyi ve yaşa gelene kadar. Yalnız mahallede şunu fark ettim erkek arkadaşlar şanslı idi, daha geç saate kadar sokakta kalabiliyorlar, daha özgür idiler. Beş kuruşları varsa biri kız çocuğuna gidiyor, dördü erkek çocuğa gidiyor. Mahallede kız çocukları daha makul, el işleriyle uğraşan, kendi hallerinde anasına babasına saygılı, kız çocuğu olarak evde olmak istemiyorum, sokakta olmak istiyorum. Ama sokakta olursanız fahişe oluyorsunuz. Son zamanlarda sokakta olmaya başladık, küfreder hale geldik. Sonra çok güzel iltifatlar geliyor, “erkek gibi kız, erkek gibi delikanlı. Çok hoşuma gidiyor bunları duymak, bunları kabul ettim ama kadın olarak kendimi kabul ettirmedim ki, aptal erkekleştin sen onun farkında değilsin. Böylece büyüdükten sonra daha sonra profesyonel bir hayat başladı. Avukattım ben ve gerçekten bu konuyla ilgilenmek istemiyorum, ben kültür sanat alanında çalışan bir avukattım çok eğlenceli bir işim vardı. Kültür sanat alanında danışmanlık yapmak istiyorum yapamıyorum, çünkü bana gelen şikâyete gelenler 70 i cinsel tacize uğrayan kadın arkadaşlardan, erkek arkadaşlardan, sektörde iş bulamayan arkadaşlardan ben yine kadın mücadelesiyle uğraşmak durumunda kalıyorum.
Buradan geçiyorum, siyasete giriyorum, niye siyaset, sendikalar, dernekler önümüzü kapatıyorlar, orada hiçbir şey yapamıyoruz. Bir grup yaşlı amca var TBMM de çok farklı gruplar var önünü kesemiyoruz ya da, girmek için çalışıyoruz, ancak sonuç alabiliyoruz ne yazık ki, böylece ilerledik, gördük ki toplumda toplumsal eşitsizlik diye bir kavram olduğunu, dirsek çürüten, ömrünü çürüten insanların var olduğunu gördük bir noktaya geldik. Kadına ve kadına yapılan şiddeti konuşuyoruz. Bu konularda her şeyimiz bana ikiyüzlü geliyor. Bu ikiyüzlülüğü sadece Türkiye’ye atfetmiyorum ben, biliyorum burada Bulgar ve öteki arkadaşlarımız var, ama dünyanın her yerinde bu iki yüzlülük hüküm sürüyor. İkiyüzlülükten sıyrıldığını iddia edecek başka bir ülke yok. Bu ikiyüzlülük şu, bundan 30 yıl öncesine kadar kadının evde oturması, çalışmaması, kocasından dayak yemesi normal olgulardı. Normaldi, ailenin gerçeği buydu, kültür buydu, bunu getiriyordu. Bir parça geliştik dönüştük bu normal değil. Veya tekrar gizli yerde kadına tokat attığında en azından bunu atmaması gerektiğini biliyor. Şu an geldiğiz nokta dünya insanları olarak bu, birbirimizi kandırmamız lazım, kendi ülkem adına konuşursam, ben bir kız çocuğuyum, bir tane de erkek kardeşim var. Benim babamın çayı bittiğinde, o çayı doldurmak hala benim sorumluluğumda görülüyorsa, aslında biz bir arpa boyu ilerleyemedik Çünkü aile şiddeti, kadına şiddet dediğimiz şeyin özünde şu var, kadın dediğiniz şey nedir, çiçektir kadın, şefkatlidir kadın, naifdir kadın, güzeldir kadın, incedir kadın, bu burada bu saldırıdan nefret ediyoruz.
Erkekler için de aynı şey geçerlidir, çok saçma bir sorumluluk. “Erkek adam merttir, erkek adam çalışkandır, erkek adam güçlüdür; çalışır gerekirse taşı sıkar suyunu çıkarır ailesine bakar”. Bu da saçma bir sorumluluk erkekler üzerinde, ağlamaz falan, niye ağlamaz.
Ben şu anda evliyim, eşim var, birlikte çalışıyoruz onunla sanki bu önemli bir şey bu. Bazı toplumsal sorunları yaşarım. Ben işimden kovulsam bu benim için önemli bir şey değil bu, yine ben dönerim, çamaşır, bulaşık yıkarım, toplumsal kurallar var onlara uyarsam yaşayabiliyorum. Eşim için öyle değil, kovulursa vay haline. Bunun iki tafralı bir sıkıntı olduğunu önce anlamamız lazım. Çünkü aslına bakarsanız bir grup erkek var, bir grup kadın var. Kadınlar arasından bazıları okudu, para kazanmaya başladı, bunları dillendirmeye başladı; erkekler de sağ olsunlar bir parti kıyak yapıyorlar. Evde çamaşır bulaşık yıkıyorsa, bu bendedir diye arkadaşlarına anlatır. Bunun olması gerekenden bahsediyoruz. Bunu içselleştirmediğimiz müddetçe ne aileye karşı şiddetle, ne kadına karşı şiddetle, ne tecavüzlerde bir arpa boyu yol ilerleyemeyeceğiz. Burada birtakım rakamlar veriyoruz, devletimiz veriyor bu rakamları. Biz de seviniyoruz oranlar düşmüş, o kadar saçma ki yine her şey. İsveç’te tecavüz oranlarının bizden fazla olduğunu biliyor musunuz? Çok daha fazla kadın tecavüze uğruyor İsveç’te. Aslında İsveç’teki kadın çok daha fazla polise başvuruyor başına bir şey geldiğinde; biz de ise, bizdeki kadın arkadaşların çoğu tecavüze uğradığının farkında değil, kocası ise onunla sevişmek zorunda ona göre tecavüz değil, istemediği zaman tecavüz olduğunu kodlamıyor bile yaşadığı şeyi, bizde. Soruyorum size, sokakta, evde, arabada, otobüste olsun, babası tarafından, kocası tarafından tacize uğramamış, laf yememiş bir kadın var mı, ben çok yedim mesela, bir kadın var mı? Ben cinsel tacize uğramadım” diyecek kadın yaşamıyordur TC sınırları içinde Türkiye’de. Dünyanın belki çok az sınırlı yelerinde bunlar vardır.
Aile içi şiddet, şuraya varıyor, adamlara da kıyamıyorum erkeklere de kıyamıyorum çok fazla. Niye biliyor musunuz, yüzlerce yıllık bir birikilmişlik var. Yüzlerce yıllık bir öğrenilmişlikler var, adamın kasında bazı kodlar var. Aşamıyor kodları, şu aşamada aşması mümkün görünmüyor onlar için.
Kadına karşı şiddet cinsel taciz, aslında erkeğin mutfakta ciğeri alıp rakı içmesi gibi, böyledir ya Anadolu’da, daha kırsal bölgelerde. Neden çünkü evin sorumluklarını yerine getiriyor erkeği var, adam kirayı ödüyor, on saat çalışıyor, onların gözünde bakmaya çalışıyorum, çünkü giden sene evlendim, bunları konuşurken rahatladım. 30 yaşında bekâr çocuksuz bir kadın olarak bunları anlattığımda “vay evde kalmış”, inanın böyle düşünüldüğünü biliyorum. Şimdi evli barklı bir kadın olarak her türlü hakkını savunmada sonuç veriyorsa, evli bir kadın hakları konusunda daha da söz etmekle etkili oluyor.
Az önce verdiğim örneğe geleceğim, adam kendi kafasında didiniyor, çalışıyor, ediyor, kadın orada çabalıyor. Evin bir düzeni var, evin reisi var, senden bir şey istiyor akşam, kadının düzeni bu, bir tabak yemek. Bu böylece kafamızın arkasında birbirimizi kandırmayalım. Akşam eve gittiğinizde üst gruplarda bu kafalarımızın arkasında bir kuşak üstümüzde bu var; birbirimizi kandırmayalım, benim babamda da var. O yüzden kendimden emin konuşabiliyorum. Kadına bakış bu şekilde, sen erkeğin sözünden çıkarsan dayak yersin abi yersin. Çıkma sen de, çıkmasan ne olacak, sürekli de bu pompalanıyor toplumumuzda bunu yaptığımız oranda biz varız ve toplumda kabul görüyoruz toplumda. Bunun bir parça dışına çıkınca akıl almaz sıfatlarla yaftalanıyor oluyoruz. Ya filanın karısı böyle de, falanın karısı böyle yapmış da, madem varız, bunun sorumluluğunu üstümüzde o kadar hissediyoruz ki, dayak yediğimizde ve polise gittiğimizde, bizimle anket yaptıklarında bu insanlar yüzde ellinin üstünde kadınlar olarak, arada bir dayak yiyorum ama yediğim dayakların da haklı olduğunu diyebiliyorum. Yani böyle bir tablo var. Yediği dayağı haklı bulan kadın arkadaşlarımız da oluyor. Tersinden bakalım olaya. Bir kadın dayak yediği zaman da “vah vah bizim Sultan da dayak yiyormuş kocasından” diyoruz. Çok normal biz de belki gizli gizli dayak yiyoruz ama konduramıyoruz söyleyemiyoruz kendimize.
Peki, yargıyla mevzuatla nasıl uğraşıyoruz, güzel şeyler yapmaya çalışıyoruz. AB ye uyum sağlamaya çalıştık, bir sürü kanunlar çıkardık falan, bir işe yaramıyor. Çünkü az önce bahsettiğim kodlar herkesle var, yani başvurduğumuz poliste de var, o polisin gittiğim savcıda da bu kod var, bu savcının götürdüğü hâkimde de bu kod var. İster istemez ne oluyor böylece sorun kodlar yaşıyoruz.
(Erkeklerden birkaç kişi salondan ayrılırken, konuşmacı: “Erkekler lütfen kaçmasınlar, çünkü erkekler o kadar lazımlar ki bize, o kadar haklılar ki, bunu bir bitirsek kafamızda, her şey kolaylaşır” diye espri yapıyordu).
Bu bahsettiğimiz konuştuklarımız bizi nereye götürüyor, yargı ve yargının işlememesine götürüyor. Ben hocama katılıyorum, çok yeni kanun var şu anda, ama hiçbir işe yaramıyor, yarıyor ama denizyıldızının-her kadının hikâyesi işimize yarıyor; ama kümülatif olarak baktığımızda sürekli olarak tavandan bir şey akıyor ve bu tavandan akan sıvayı yamamak yerine yerleri silmeye o yerlerin yerine yerleri günü kurtarmaya çabalıyoruz. Kümülatif olarak akan evin tabanını silmeye uğraşıyoruz, tavanla ilgilenmiyoruz. Bu kodlar yüzyıllardır devam ediyor, bu yüz yıl içerisinde bitirmemiz çok çok görünmüyor.
Medya var bu arada elimizin altında, biz tacize tecavüze uğradık, cesaret ettik bununla mücadele edeceğiz dedik, polise gittik, doğrusu polis çıktı bize “kocandır, döver de sever de” demedi. Dosyayı aldı savcılığa verdi. Doğru düzgün bir savcı çıktı, “ yav evli barklı kadınsın karıkocasınız ne uğraşıyorsunuz bunlarla, yarın barışırsınız” demedi, davayı açtı. Gittiğimiz hakim bu sefer, “bir iffetsizlik mi yaptığımızı” sorguluyor; “sinemaya mı gittiğimizi” sorguluyor, tayt giyip giymediğimizi sorguluyor, “bakire olup olmadığımızı” sorguluyor. O kadar çok sebebi var ki yediğim dayağın, uğradığım tecavüzün, o kadar çok yerde haksız olabilirsin ki yargımız sağ olsun çoğu zaman bunların hiçbirini ırgalamıyor. Bunlar kafadan attığım örnekler değil, bunlar yargı kararlarından süzülen örnekler.
Bir kadının tayt giymesi kocası tarafından uğradığı şiddetin indirim sebebi oluyor bu ülkede, bir kadının arkadaşlarıyla sinemaya gitmesi ha keza ve bunlar tekrar dönüyoruz, insani yerden o hâkim adına baktığımız zamanda doğru. Onun için o orada haksız bir tahrik var. İşte zaten tam olarak bu zihniyetle başlıyor. Yani hâkimler bunu sadece kanunda böyle azdığı için Twıttıerda, kadın deneklerinde orada burada üstüme üşüşür diye bu kararı onun için de ne yazık ki çıkamıyoruz. Bunu konumuz ne diye yazdık mahkemeye de yazdık, hâkime de şikayet ettik. Adımıza açılan devam ediyoruz davaları. Medyaya da taşıyoruz bu işi, medya da Allh okuyun o tecavüz haberlerini, eskiden erotik ekleri vardı, kötü kötü hikâyeler olurdu. Onun gibi medyada tecavüz haberlerini veren haberleri var, onun gibi veriyor tecavüz haberleri.
Bir başka basında kadından bahsetme şekillerine bakın aynı çizgi, “ tecavüze uğrayan talihsiz kadın, “dayak yiyen talihsiz kadın” bu eğitimle, konuşmayla şununla bununla geçecek şey değil gibi konuşmayla, medyayla onunla bununla geçecek değil.
Bir grup erkek var, şu iyi, düzgün, erdemli, eşit vs, yüzde yirmisi de çürük, “kadının talihsizliği” bu şekilde bir ille maruz kalıyoruz haberlere. Bu şekilde bir dille okuyoruz, ne yazık ki her şey. Çok somut sebepleri de var, özellikle bu sağlık ocakları, üstatları ya da Sayın Genel Başkan yardımcıların katkılarıyla sığınma evlerine başvuran kadınlar arasında yapılan araştırmalar var. Çok somut sebepleri var, ne yapacağız ne yapacağız diyoruz, bence bunları açık açık konuşacağız. O yüzden, biraz da bir milletvekili olarak biraz da usturuplu konuşmam gerekiyordu, ama inanın bunu doğruca içimden gelmiyor. Biliyorum burada bu sırada oturan birçok kadının en azından bir tokat yediğini biliyorum. En azından istemediği halde kocasıyla ya da erkek arkadaşıyla birlikte olmaya zorlandığını biliyoruz. Erkek arkadaşın lafının bile üstünde sanki kötü kadınmışsın gibi bir yafta bıraktığını ve bu şekilde bir düzende büyüdüğümüzü bu aksine mücadele etmeye çalıştığımızda devlet dinamikleriyle aile toplumla biraz daha dinsizlikle milliyetsizlikle suçlanabileceğinizi ve buna karşı argümanlardan öteye gidebiliyoruz, sanıyorum dediğim gibi bu açıda konuşmak, bunları bu açıklıkla konuşmak, insanlara destek olma, bu kadar güzel işler yapan insanlara destek olmak, bir parçacık bu konuyla biraz daha içten ve vicdanen ilgili olmak anlamına geliyor. Bir sürü erkek arkadaşımız var salonda bu akşam evlerine gittiklerinde, “hanım bir çay koy içelim” dediklerinde benim söz yerine gelirse bunlar amacına ulaşmış olacaktır”.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız
(son)
SALİHA SERA KADIGİL SÜTLÜ KİMDİR?
Saliha Sera Kadıgil Sütlü, 29 Kasım 1984 tarihinde İstanbul'da doğdu. 2003 yılında Vefa Lisesinden, 2007 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden derece ile mezun oldu. 2007 yılında İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk alanında başladığı Yüksek Lisans eğitimini 2010 yılında "Sinema Eserleri" üzerine yazdığı tezi ile tamamladı. İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk alanındaki doktora eğitimi devam etmektedir. İleri seviyede İngilizce bilmektedir. İstanbul'da bulunan Kadıgil Hukuk Bürosu'nun sahibi olan Kadıgil, 2008 yılından bu yana İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Yürütme Kurulu Üyesidir.https://www.haberler.com/chp-li-vekil-sera-kadigil-heyecan-dan-yemin-11026868-haberi/