“Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim en karlısının din ticareti olduğunu gördüm”. Osman Bölükbaşı
“İnsanların En Alçağı Din Kisvesi Altında Dünya Menfaati Sağlayandır!” “Abdullah Bin Mübarek 700’lü yıllarda yaşamış bir İslam bilgini
Dinsel sömürüyü kınayan, eleştiren içerik taşıyan aşağıda Prof. Dr. Niyazi Kahveci’nin sözlerinin yazıya döküldüğü metni sizlere sunmadan önce, günümüzden 1300 yıl kadar önce 700 lü yıllarda İslam Bilgini Abdullah Bin Mübarek’in,(1) “insanların en alçağı din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır” sözü üstüne iktidar partisi liderinin açtığı davayla ilgili kısa bilgi vermek gerekti.
1300 yıl önce söylenmiş bir özdeyiş için RTE dava açmıştı.
08.02.2014 tarihinde yerel seçimler dolayısıyla, o dönem Başbakan olan Recep Tayip Erdoğan AKP’nin Kartal’da düzenlediği mitingde konuşma yaparken, Halkın Kurtuluş Partisi Kartal İlçe Örgütü’nün pencere camına “İNSANLARIN EN ALÇAĞI DİN KİSVESİ ALTINDA DÜNYA MENFAATİ SAĞLAYANDIR. Abdullah Bin Mübarek” yazılı pankart asılıp, anlaşılamayan sloganlar attıkları ve böylece Başbakan’a hakaret suçunu işledikleri kanısıyla”, ilçe yöneticisi 4 kişi hakkında dava açılmıştı.
“Dinici kinci nesil yetiştireceğiz” diyen iktidarın temsilcisi, bütün politika ve uygulamalarında dinsel söylem ve eylemleri ön plana çıkararak dini siyasete alet eden tavrı nedeni ile dini sömürüyü eleştiren yukarıdaki Abdullah Bin Mübarek’in özdeyişini üzerine alması nedeni ile dava etmiştir. Yani, 1300 yıl önce bir İslam Bilgini tarafından söylenmiş bir özdeyiş, 2000 li yıllarda günümüzde dava ediliyor.
Sorgulama, yargılama derken 12 Şubat 2015 günü görülen davada Kurtuluş Partili Hukukçular suçlamayı kabul etmediklerine dair önceki beyanlarını tekrar ederek müvekkillerinin beraatlarını talep eder. Mahkeme, sanık avukatlarının “açılan pankart içeriğinin dini bir düşünürün sözü olduğu ve müşteki Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik bir ibare ve yazı olmadığı ve pankartın buraya olay tarihinden çok önce asıldığı gerekçesi ile sanıkların BERAAT ına kararı verdi”.(2)
Dini siyasete alet etmenin, bunun için söylenen “insanların en alçağı din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır” sözününböylece berat etmesinden sonra, şimdi asıl yazımızın konusu olan Prof. Dr. Niyazi Kahveci’nin konuşma metnine geçiyoruz.
İnsanlığın Düşünme Evreleri
02.01.2018 Günü KRT TV de Ferit Atay’ın sunduğu “Sorgulu Yorum” Programında “İnsanlığın Düşünme Evreleri” başlığı altındaki söyleşide Prof. Dr. Niyazi Kahveci ilginç konuşmasında şunları söyledi:
“-Bu ülkede en kullanılan en çok alınıp satılan din. Satanı çok, herkes alıyor, ama hiç kullanılmayan tek şey var din. Bunu satın alan halk problemdir, halkın zihinsel yapısı problemlidir ve bu problemlerin faturasını da ödüyoruz, gidiyoruz aynı kafa, bir adamı büyütüyoruz, ondan sonra öğretiyoruz, son kendimiz ona öldürtüyoruz. Bu kafa hastalıklı bir kafadır, bu kafa anakronik kafadır, bu kafa şizofrenik kafadır. On bin yıl önce yaşayan kafayla bugün yaşan aynı kafadır bu.
Biz neredeyiz, kiralık kapitalle kapitalizm kiralık felsefeyle aynı kafa. Çağ dışı malzemeyle çağdaş işler yapmak. Bir an önce bu insanımızı, hiç olmazsa bir kesimini, çağdaş zihniyetin aklına çapına ulaştırmamız şart. Varlığını sürdüremezsin, biz o icatları ne mabet, ne tanrı, ne şeytan kavramları, icatları bize mal edilmiyor, bilim tarihine felsefe tarihine gittiğin zaman. Yokuz yani, zaten bunu söylüyorlar, 20-30 yıl öyle, yakın da 30 yıl sonra ya teknolojik insan olacaksın, ya da gereksiz lüzumsuz insan olacaksın, bizde problem orada, arasındaki dini mezhepler hepsi düşseldir, teolojiktir. Bizdekiler siyasaldır, teolojikler arkadan meşrulaştırmak için
Burada bir tespiti yapmamız lazım, Sünnilik ve şiirlik; sunilikte düşünmenin (d) si yoktur. İsmi üzerinde tahammülcü, uygulamacı, Kuran’ın bütüncül bir çalışmasını yapmadığımız sürece şu soruyla, Kuran’ın hedefi nedir? Karakteri nedir, diye. Böyle bir çalışma bilimsel ve felsefi analiz yapılmadığı sürece Kuran’ı Kerimi olduğu haliyle alırsak 1500 senesinden önce kalırız.
Şunu söyleyeyim size, elin oğlu Allahtan parayla satıyor teknolojik icatlarını da, biz de sahip oluyoruz. Yani o satmasa ne yapacaksın. Nasıl sahip olacaksın onlara. Bizim atalarımızın hazır aldığı vatanı, ülkeyi kendi vücudumuz gibi bilmeliyiz. Üzerine ekleyen yok. Bir şey ekleyen yok, bir kuruş ülkeye kazandıran yok. Ama hepimiz geçiniyoruz, lüks içinde. Diyeceksiniz ki 150 milyar dolar ihracat yapıyoruz, o öyle hesaplanmaz, ülkenin geneli açısından baktığın zaman ithalatınız 300, ihracatınız 150 ise, siz ülke olarak iki liraya mal ettiğinizi, bir liraya satarak geçiniyorsunuz. O aradaki açık ne oluyor, dış borç. Kim ödeyecek bunu? Neyle ödeyeceğim? Yer altı kaynakları sattı bitti, gitti. Yer üstü işletmeleri de sattık gitti. Şimdi de arazi satıyor, yer üstü tarım arazileri. Şimdi o da bitti, havayı betonla doldurarak, bina satıp geçiniyoruz, biliyor musunuz? Havayı satıyoruz, nereye kadar.
Kim bunu dert ediyor. Ne gerek var, uydur kaydır, gel makamlara zengin ol. Haklı haksız, kazan!. Peki, niye sormuyorsunuz bu nimetler, şu icatlar, şu gelişmeler ülkemizde yapılsın, diye veriliyor, kim soracak. Kim kimin kimsenin kimseye sorma hakkı yok. Hiç kimsenin birbirinden farkı yok ki. Herkes aşağı yukarı aynı şeyi yapıyor. Elinde yetki olup imkânı olup da aynısını yapmayan yok. Yazık ediyoruz, tutamayız elde, şeyhlik kavramı beş milyon yıl önceki totelizmin insana dönmüş halidir. Onun için ben şeyhlik şundan bundan bahsedenleri duyunca okuyorum onları. Bu adam bilim okuyor, bu adam ilk vaka bununla yapabileceğiniz bir şey yok. Beş milyon yıl öncesinden eğer insanlar bir şeye kendi kimliğini, kişiliğini, varlığını bırakıp da, bağlanmışlar o da beş milyon yıl önceki tebanın bu günkü insana dönüşmüş halidir. Böyle okuyacağız, anca o zaman okuruz, olgu ve objeli olayı. Filozofların görevi bu. Sizin ülkenizin bir tane düşünürü, filozofu yok. Elin oğlunda binlerce var. Ve biz bu toplumun ne ekonomisini, ne siyasetini, ne sosyolojisini, ne dinini, ne sosyo-dini, ne sosyo objesini okuyamıyoruz ki. Biz Batılıları, Avrupalıları, Amerikalıları eleştiriyoruz, “onlar sömürgeci” diye.
Kardeşim, onlar ne siyasetçisi, ne şarkıcısı, ne iş adamı hiç biri kendi insanını sömürmüyor, biliyor musunuz? Bu ülkelerin insanları, istisna yapmamak istiyorum, çünkü realiteye uygun değil. Etrafımda çok az buluyorum, pek de karşılaşmadım, yabancıyı karışmıyorum, kendi insanını hepsi sömürüyor. İç sömürücü, en büyük vatan satıcılığı budur, vatan hainliği de budur. Ama dini kullanıyor, ama Allah’ı kullanıyor, ne yapıp edip kendi kaynağını kendi cebine akıtma peşinde. Bu böyle olmaz. Ama yüz tane düşünürü, filozofu olsa ve sizin gibi böyle kanallar olsa, bunları söyleseler sömürebilirler mi?
Fizik profösür ile konuşuyorsun konu dine geliyor, felsefeciyle konuşuyorsun konu komediye geliyor, dine tanrıya geliyor. Bunu zihinde halletmedikten sona biz beş milyon yılla bu günün arasından patinaj yapar dururuz.
Bu gün ilahiyat akademiyasına, profösörlerine baktığımız zaman bin yıl önceki din âlimliği ve ondan beş bin yıl önceki din adamı düzeyine geri gidildiğini gösteriyorlar. Bunu nereden görüyoruz, bir tane herhangi bir dini ilimde yeni bir kuram e kavram ortaya koyamıyorlar. İlk İslam din âlimleri, İslami formüle ettiler sistematikleştirdiler. O sistematiğini dışına bile çıkamadıkları gibi, yaptıkları iş ne biliyor musunuz? Bir cenaze namazı kıldırmak, yani din adamının yaptığı iş. Yani üç haftalık Kuran kursu eğitimiyle yapılabilecek iş olan bir cenaze namazı imamlığı yapılıyor. Cuma namazı hutbe okunuyor vaaz ediliyor. Hangi katmana hitap ediyorsun, senin hitabetliğin katman o mu? Kafa katmanın senin Şimdi görüyorum ki Pröfösör Refik Ümreler, Haçlar, kardeşim bu ülke size bize 20-30-50 sene bu kadar masraf yaptı, elektriğini, maşını, suyunu her şeyini ödedi. Bunun için mi yaptı, bunun için mi ödedi. Farabi’yi bile aşamadın, geri gittin, dört bin sene öncesindeki Sümer din adamları Kohenlerin aşamasına indin. Bunu yapmaya kimsenin hakkı Yok. Ama ne yazık ki bu ülkenin sahibi yok, entelektüel açıdan söylüyorum. Öbür açıdan beni ilgilendirmiyor, onlardan da yok da. O beni ilgilendirmiyor.
Bunu soran yok. Ben o nedenle bir proje hazırladım. “Felsefe Üniversitesi” kurmak diye.
Elin oğlunda her bir dalının felsefesi var: Fizik felsefesi, kimya felsefesi, tarih felsefesi, din felsefesi, sosyoloji zaten felsefe, sosyal bilimler tamamen felsefe (onu bilimlerin sınıflandırmasında söyleyecektim, neyse)
Bu felsefe olaylarını üç fakülte olarak planladım: Fen Bilimleri Felsefeleri Fakültesi, Sosyal Bilimleri Felsefeleri Fakültesi, Teoloji Fakültesi. Eğer hadisin felsefesi, tefsini felsefesi, fıkıh felsefesini yapamazsak boşuna ortalıkta dolanıp da aspirin makinesi üretmeyi, M. Akif Ersoy’u satmayalım, yani yapamazsınız. Tek yapacağın iş var bunu yapmak. Kim yapacak, bana yav, ben sorumluluğumu sürdüm, vebalimin yerine getirdiğime inanıyorum. Yapılırsa yapılır, ama ardaki bu çağın çizgisindeki insanlıkla arkamızdaki mesafeyi kapatmak mümkün değil de, kısaltmanın da yolu bu, başka bir yolu yok. Kesinlikle değil.
Bu ülkede 200 tane üniversite var bu ülkede yüz bin akademisyen var, bir tane felsefi fikir, bir tane bilimsel bilim bilgi icadı yok. “Niye yok” diye kim soracak, niye sorulmuyor? Ben pozisyonumdan utanıyorum, ben geç fark ettim, ama fark ettim, ama fark edilmiş değil ki halen. Profesör icat etmiyor, benim bir tane icadım yok, ben de profesörüm diye ortalıkta dolanıyorum oradaki de profesör. İnterneti icat ediyor, motoru icat ediyor, çok daha başka şeyler icat ediyorlar, yapıyorlar, üretiyorlar. Onu üreten de kafa, bizimki de kafa, mankafa deniyor bazen, asıl mankafalık bu. Başka bir zaman da şeytanlık, üçkâğıtçılık, mankafalık yaygın.
Akılcı düşünmeye geldik, 18. Asır. Dinsel düşünüş, akılcı düşünüş; akılcı düşünmeyi üreten kiliselerdeki papazlara saygı duyuyorum, onlar olmasaydı bu gün ne motor olurdu, ne sağlık cihazları ne tedavileri olurdu, ne motor olurdu, ne uçak olurdu, ne araba olurdu. Burada akılcı düşünen papazlardan bahsediyoruz, onların sayesinde, nasıl yaptılar, dini aşarak yaptılar. Papaz olduğu halde dini aşarak yaptılar, gizli.
Bakın mevcudu aşmadan hiçbir icat yapamazsınız, mevcudu aşmanın tek yolu, aklınızın çapını genişletmektir. Aklınızın mevcut çapını genişletmeden, mevcudun içerisinde icat yapamazsınız. Aklın mevcut çapını genişletmenin tek yolu var, zihinsel işlem olan düşünmek işlemi yapmaktır. Bu ülke daha düşünme kelimesini bilmiyor, “düşünce” diyor. Düşünce fikirdir, sen daha bunu bilmiyorsun. Yapısına çok uygun hepsini hazır aldığı için, aklı üreten işlerle işi yok. İsmini bile telaffuz edemiyorsun, düşünme yerine düşünce diyorsun. Düşünmenin Arapçası tefekkürdür. Düşünmenin Arapçası fikirdir. İşin garibi, bu ülkenin kafa katmanını işgal edenler bunun farkında değil. Boşuna uğraşıyoruz.
Monarşi tanrısal düşünceyi doğuranlar din adamlarıdır, bunlar o dönemde aynı zamanda kraldı. Halife de o dönemlerin ürünüdür. Demokraside, laiklikte, bu ülke laikliği de bilmiyor, demokrasiyi de bilmiyor. Laiklikte bir düşünedir, bir düşünme meselesidir, laiklik, düşünme tarağında bezi olmayanların ne laikliği anlaması, ne demokrasiyi, ne insan haklarını mümkün değildir.
Şunu söyleyeyim yaptığınız şeyin karşılığını hayattayken alırsanız, bunu bilin ki, o aldığınız şey sizin ölümünüzle beraber yok olup gidecektir. Ama yaptığınız şey insanlık ise, siz onun karşılığını öldükten sonra alırsınız ve o kıyamete kadar devam eder, işte filozoflar ve bilim insanları.
Onun için din satarak “millete hizmet ediyorum diyerek karşılığını alıyorsan senin ölümünle beraber yaptığın şey hayatınla sınırlı. Sen hayatından sonrasına şey yapacak, yansıyacak akacak hiçbir şey yapmıyorsun demektir.
En çok satılan en çok satın alınan ama hiç kullanılmayan tek şey var bu ülkede din. Satanı çok ama herkes alıyor ama tek şey var din. Yani bunu satın alan halk problemdir, halkın zihinsel yapısı problemlidir. Onun problemlerinin faturasını da ödüyoruz, ödemiyor muyuz.
Gidiyoruz aynı kafa bir adamı büyütüyoruz, ondan sonra da kendimizi ona öldürtüyoruz. Bu kafa hastalıklı bir kafadır. Bu kafa anakronik bir kafadır, bu kafa şizofrenik kafadır. 10.000 yıl önceki kafayla bu gün yaşamaya çalışan bir kafadır bu. Bununla başka bir şey üremez ama ne yazık ki, bu toplum daha akılcı düşünce nedir nasıl yapılır bilmiyor.
Ondan sonra bilimsel düşünceye geçildi 19. Asırdan sonra. Akıl nedir nasıl çalışır, diye bir kitap yok Türkiye’de. Almanca, İngilizce binlerce var. Dinsel düşünce dönemi bitmiştir. Çağımız akılcı ve bilimsel düşünme dönemidir. Bunun birkaç sene sonra ne üreteceğini bilmiyoruz. Çünkü çalışmalar onu üretecek kimse bilmez.
Bu çağda ve bundan sonra dindar olunabilir, bunları iyi ayrıştıralım, dindarlık bambaşka bir şey, dindar olunabilir, güzel de olunabilir. Ben din adamı olarak konuşmadığım için burada, savunucu olarak söylemiyorum, ama felsefi olarak görüyorum ki, güzel olabilir, sistemliktir, düzenliliktir, ama bundan sonra dinsel düşünce dâhil, geçmiş eski düşünme biçimleriyle değil, ancak ve ancak çağımızın düşünüş biçimi olan akılcı ve bilimsel düşünmeyle dindar olunabilir ve varlık sürdürülebilir, bu ontolojik mesele. Var olmayla ilgili mesele.
Atatürk dini ruhuyla özüyle anlamış Hz. Peygamberin anladığı biçimde anlamış.
Kuran’ın geldiği dönem 7. Asır, hangi düşünme var, dinsel düşünme var o devirde. Yerine oturtacağım. Kuran’ı Kerim’de o gün var olan malzemeyi kullanmış ve o gün var olan insanların zihinsel düzeyini kullanmış. Kuran’da akıl falan var elbette, düşünme de var ama bunlar da iki türlüdür. Bir mukayyet akıl, biri de mutlak akıl diye bir şey var. Mukayyet akıl sınırlıdır, şartlı akıldır, tümden gelim uygular. O dönemde tümden gelim vardı. Bunlar birbiriyle tutarlılık arz eder. Onun için Kuran’daki akıl mukayyet sınırlı akıldır. Sınırsız mutlak akıl değildir. Bir kere söylediklerinin söylediği gibi kabul edilmesi şartını koşar.
Ama buradan Kuranı Kerimin karakterini tanımamız oraya gitmemiz lazım. Kuran’ın bütüncül bir çalışmasını yapmadığımız sürece, şu soruyla, Kuranın hedefi nedir? Karakteri nedir. Böyle bir çalışma bilimsel ve felsefi analiz, yapılmadığı sürece Kuran’ı Kerim’in olduğu haliyle kalırsa, 1500 senesinde kalırız.
İslam’da hiç bir değişme olmadı, bizde problem orada Müslümanlık altındaki dini mezhepler hepsi zihinseldir, teolojiktir, bizdekiler siyasaldır, teolojisi arkadan meşrulaştırmak için gelir.
Bakın burada bir tespiti daha yapmamız lazım. Sünnilikle Şiilik, sunilikte düşünmenin d si yoktur, ismi üzerinde teamülcü, uygulamacı ehlisünnet vel cemaatin bu günkü Türkçe karşılığını söyleyeyim, size. Ehli Sünnet velcemaat, sosyal halkçı demektir. Yani gelenekçi halkçı.
Sunniliğin bütün düşünme işi uygulamayı meşrulaştırmak üzere kuruludur.
Fakat Şiiliği bir farkı var burada, Şiilik uygulamada olmadığı için tümden yeniden felsefe teoloji üretmiştir. Onun için suniliğin kelamına var olanı okumaktır, Şiilinkinde hiçten yoktan üretmektir. Fakat onlar da bunu nereden ürettiler bin sene 1200 sene önce, Hıristiyanlıktan ürettiler, Hıristiyanlıktaki teolojiden ürettiler, ordan aldılar, ürettiler, işlem yaptılar.
Bu gün düşünme alanında İslam ülkelerinde en geride olanlar bizleriz. Niçin diyeceksiniz; Kuran’ı Kerim baştan sona 23 yıl bir diyalektirk düşünme içerir. Kâfirler dedi ki, Allah dedi ki, bak diyalektik var. Çünkü Kuranın yarısından çoğu kâfirlerin sözleri ve hileleridir; öbür yarısı da Allah’ın onlara cevabıdır. Diyalektik, kabul etmiş Kuranına koymuş bir şey demiyoruz. Bu gün bile Araplar, 23 yıl bir diyalektirk düşünme yılı yaşadılar. Bu gün bile Araplar Kuran’ı okurken anlamını anladıkları için zihinleri farkına varmadan düşünme diyalektik yapıyor. Farkına varmadan düşünme akıl çaplarını ve zihin çaplarını genişletiyor.
Şiiler de sıfırdan düşünme işi yaparak paradikma ürettikleri için, manifesto, felsefe onlarda da düşünme işi var.
Bizdeki Farabi gibi düşünme Şiilikle ilintilidir. Düşünme işi yapanların bir şekilde Şiilikle bir ilişkisi var. Bizim hiçbir şeyimiz yok.
İslam içinde tasavvuf nedir? “Mistik düşünmedir. Sistematik, sofistik düşünme, aşağı doğru düşünme derinliğe doğru, bu yukarıya doğru düşünmedir. Ondan bir şey çıkmadı, çıkmaz da zaten, atmasyon, tutmasyon, rasyonalizme dönüştüremediğiniz sürece teknolojiye dökemiyorsunuz, üretemiyorsunuz, icat edemiyorsunuz. Bizde hiçbir zaman düşünme işlemi olmaz, halen de yok, o tarafta bezimiz olmamış yok. Ama 18. 19. Asıra kadar Allah vergisi kolla, elle iş yapmak mümkündü, atalarımız da onu kullanmış yapmış; bu arazileri almışlar.
Ama bundan sonra bedeni fiziği, Allah vergisi eli, kolu kullanarak hiçbir şeyi yapmak mümkün değildir. İletişim, ulaşım, tarım savaş bile artık bedenle yapılmıyor. Neyle yapılıyor, zihinle artık. Biz orda yokuz. Savaşta, tarımda beden yok artık, hayvancılık bedenle oluyor. Savaşta bile bedenimizin sadece şu parmağını kullanıyoruz. Elin oğlu onu da kullanmıyor, parmak uçlarıyla yapıyor. Yakında onu zihinsel sinyallerle kullanacak onu.
Biz neredeyiz? Kiralık kapitalle, kiralık felsefe bağımsızlık olmaz. En zor iş, çağ dışı malzemeyle çağdaş işler yapmaktır. Bir an önce insanımızı, hiç olmazsa bir kesimini çağdaş zihniyetin aklına ulaştırmamız şart, yoksa varlığını sürdüremezsin.
İlk aklı kullanma ne zaman başladı?
“Beş milyon yıl önce. İlk insan bu beşeri akıl doğuştan yok. Çocuk doğduğu zaman da yok, kaç sene eğitim veriyoruz ona. Niye veriyoruz, onun aklını mantığını geliştirmeye çalışıyoruz. İnsanlık beş milyon yılda yaptı bunu.
Biz icatların, ne mabet, ne mabut, ne şeytan, icatların hiç biri bize mal edilmiyor ki, bilim tarihine, felsefe tarihine gittiğin zaman. Yokuz zaten, söylüyorlar, 30 yıl sonra ya teknolojik insan olacaksın, ya lüzumsuz insan olacaksın.
Ronesansı insanlar yaptı. Birkaç kişinin çabası ile insanlar yaptı, Rönesans kendiliğinden olmuyor ki. Ona Ronesans dediler, onlar Ronesans olsun, diye yapmadılar ki. Ronesans 14. Asır, bin senedir düşünme var orada. Orada okudum, bilim insanlarının nasıl çaba göstermişler, nasıl katkıda bulunmuşlar, nasıl düşünme yapmışlar. Bakın akılcı ve bilimsel düşünmeyi öğrenmediğimiz sürece onunla oluşmayıp onunla ürün vermediğimiz sürece biz bundan sonra karnımızı bile doyuramayız. Bu kadar basit, bunu öğreneceğiz, yapacağız zor iş. Elin oğlu bu icatları nasıl yapıyor, bu ülkenin öyle bir araştırması var mı? Nasıl icat ediliyor. Bakın günde on saat okuyorlar, akılcı düşünme de odur zaten, on saat de üzerinde düşünüyor, her yıl. Biz profesör olana kadar on saat düşünme istenmiyor bizden, bu sefer de hiç istemiyor zaten.
Akılcı ve bilimse düşünce şudur, eğer akılla yapılabilseydi, bizden daha iyi yapan olmazdı maalesef bizde bu yok. Elin oğlu aldı bedenden, zihinden kendi ürettiği akla ve zihne taşıdı, onu yaparsan olur. Biz halen neyle meşgulüz, kul ile akıl arasında bir fark var. Bedensel bir şeydi mi, Mezopotamya bilgi beceri çağı kültürü, akıl bizim içindir. Akılcı ve bilimsel düşünce demek, üzerinde düşünce yapacağın konunun ilgili olduğu bilim dalının tespit ettiği bilimsel bilgileri alarak üzerinde düşünme yaparak akıl yürütmedir. Gündelik hayatta bile bu lazım. Bu gün şikâyet ettiğimiz şiddet, taciz, öldürmeler, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık, kandırmalar bunların hepsi animal biyolojik aklın düşünmesi sayesinde olan şeyler. Bunun karşısındaki bunu önleyecek olan beşeri akıldır. O bizde yok, akıldır o bizde yok ki. Onun için insanda her şey iki tanedir, düşünme iki tanedir, akıl iki tanedir, zihin iki tanedir, bilim de iki tanedir. Bakın biz bilim diyoruz, koca koca adamlar oturuyoruz, kaç çeşit bilim var, diyorum, bilmiyor. Elin oğlu loji diye bir kelime kullanıyor, nedir bu diyorum, bilmiyor, sayın diyorum bilmiyor. Elin oğlu sayınsı doğa bilimleri için kullanıyor. Doğada araştırma yaparsın var olanı çıkarırısın.
Ama doğada var olmayan bilimler var. Teknoloji bunlardan biridir. Onu nasıl icat ediyorsun, oturduğun yerde matematiği, fiziği ilgili bilim dallarını oturduğun yerde geliştiriyorsun. Onun için iki tane fizik var; onun için iki tane hakikat var, hakikat bir tane değil. Biri doğal hakikat, öbürü insanın ürettiği beşeri hakikat. Nasıl üretiliyor bunlar, canı çıkıyor insanların. Elin oğlu Allahtan parayla satıyor icatlarını da biz de sahip oluyoruz. Satmasa ne yapacaksın? Nasıl sahip olacaksın onlara. Hazır ı aldığı vatanı ülkeyi kendi vücudumuzu yiyerek geçiniyoruz. Üzerine ekleyen yok, bir kuruş ekleyen yok, bir kuruşu ülkeye kazandıran yok. Ama hepimiz geçiniyoruz lüks içinde. Diyeceksin 150 milyar ihracat yapıyoruz, öyle hesaplanmaz, evet orada çalışıyorlar sağ olsunlar, ülkenin geneli açısından baktığınız zaman ithalatınız 300, ihracatınız 150 ise siz ülke olarak iki liraya mal ettiğinizi bir liraya satarak geçiniyorsunuz. O aradaki açık ne oluyor, iç borçla. Kim ödeyecek bunu, neyle ödeyeceksin?
Yer altı kaynakları sattık bitti, yer üstü işletmeleri de sattık bitti, arazi satıyoruz şimdi tarım arazileri, şimdi o da bitti havayı betonla doldurup satarak geçiniyoruz, havayı satıyoruz. Nereye kadar, kim bunu dert ediyor, ne gerek var; uydur kaydır gel makamlara zengin ol, haklı haksız, neye sormuyorsunuz bu nimetler, şu icatlar, şu gelişmeler, şu ürünler yapılsın, diye veriliyor. Üretiliyor mu diye niye sormuyoruz, kim soracak? Kimsenin kimseye sorma hakkı yok, birinin ötekinden farkı yok ki. Elide yetkisi, imkânı olup da aynısını yapmayan yok. Yazık ediyoruz.
Türk Toplumunun Düşünsel Boyutu Nedir?
Teknolojiyi döken gerçek anlamda açıklayan bir tane bilgi yok, bilgi. 18. Asıra kadar bilimin metodu da farklıydı, şimdiki farklı. 18. Asra kadar bilim elle deneme metodu idi. Eli kolla, çıplak beş duyu organlarıyla algılama yapılıyordu. Onun üzerinde atmasyon, tutmasyon, düşünme yapılıyordu.
Özellikle mikroskop ve makroskop’un icadından sonra, artık deney ve gözlem başladı. Bunları, o aletleri icat etmek bile akıl gerektiriyor. Bakın bu gün Türkiye’de bilim kafayla yapılmıyor elle yapılıyor. sanatsal bilimler düşünsel bilimler olursa, zanaatsal esnaftan farkımız yok ki, yani bilimi elle kolla yapıyoruz, nakliyecilik yapıyoruz, TIR şoföründen farklı bir iş yapmıyoruz. Tır şoförü de başkasın ürettiği malı taşıyor, biz de başkasının ürettiği bilim ve fikirleri taşıyoruz ve hiç birini de öğrenmiyoruz doğru dürüst. Derleme toplama.
Martin Lüther’in hareketi nedir, sorusuna, Prof.Dr. Niyazi Kahveci şu yanıtı veriyor:
“-Protestanlık hareketi. İLK PROTESTANLIK HAREKETİ KURAN’I KERİMDİR. Kuranı Kerim’in, bunları detaylı anlatmak lazım, yapmak istediklerini yapmıştır. Ne yaptı Martın Lüther, din adamlığı sınıfını kaldırmıştır. Kuran’da ayetler var kaldırıyor onu da, bir tane söyleyeyim fazlaya gerek yok. Hz. Peygamber namazları kendisi kıldırmasına rağmen, kendisinin arkasında namaz kılmayı farz yapmamıştır.
Fransız Devriminin özü nedir? Sorusuna Niyazi Kahveci şöyle diyor:
“Fransız Devrimi akılcı düşünmenin sonuncudur, kim yapmıştır bunu? Düşünürler, filozoflar, egemen kurumlar. Filozofun gücü ne, kafasıdır. Bu akıl çapı genişledikçe, bir önceki dönemin akıl çapının rasyonel gördüğünü, bir sonraki gelişmiş akıl çapı irrasyonel görünüyor. Bin yıl önceki Maturidin akıl çapı o dönemin akıl çapıdır. Şimdi çağımızdan Fransız Devriminden önceki akıl çapı, bedene fiziksel cezalar uygulamayı rasyonel görüyordu akıl çapı. Şimdi bedene fiske vuruyorsun, suç, o zaman suç değildi. Dolayısıyla 18. Asıra kadarki bütün kitaplarda, buna kutsal kitaplar da dâhildir, cezaları bu günkü akla göre irrasyoneldir ve suçtur. Geleceğiz tabi Kuranı ret etmek değil, oraya Kuran’ı tanımak gerekiyor, Kuran kendisi diyor, “ben başlangıcım” diyor, “sonuç değilim ki” diyor. “Kuran anlaşılsın” diye kolaylaştırdık. O günün insanının akıl düzeyine indirdik. Bırakın 1500 öncesini, sonrasını, bin yıl, bir milyon sonraki insan aklının ulaşacağı çap Allahın son çapı bildiğimiz son akıl çapı. Biraz kafa yoracağın, düşüneceksin, sorgulayacaksın. Bir milyon yıl sonraki insan aklının çapı Allahın son çapı değildir. Sen bin beş yüz yıl önceki akıl düzeyine indirge Allahı da kendi aklın düzeyine indirge; Din iman, Allah haddini bil önce. Allah “haddini aşanları sevmez” diyor, haddini bil önce sen bir insansın, biraz hacmini genişlet, biraz çaba sarf et. Hiç emek sarf etmeden oturuyor, Kuran açıyor, anlıyor musun, hangi düşünce biçimiyle anlıyorsun. Hangi felsefe açısından, hangi akıl çapıyla sen onu anlıyorsun. Cahil bir insanın Kuranı Kerim’i anlayışıyla Allahın düzeyi nasıl anlaşılabilir. İnsanımızın düşünmeyi öğrenmesinin tavsiye ediyorum. BU gündelik hayatta da lazım olan bir şey, çocuklarımız için de çok lazım olan bir şey. Akıl çapı küçük olan ailelerin çocuklarının da hayata küçük alıl çapıyla başlayacaklarından dezavantajlı başlayacaklardır. Bu ülke içinde de dezavantaj ülke dışına çağdaş dünyaya gittiğiniz zaman tümden bir hurda ve bir insan molozu olarak kalıyorsunuz, yalnız. I0 yıl İngiltere’de kaldım, mastır doktoramı orda yaptım. Hava alanında indiğim zaman benim bittiğimi anladıydım, o zaman gittiğimde. Öyle değil bu işler. Bu gidişle ancak biz kendimizi yeriz, kendimizi tüketiriz, tükeniyoruz. Benim bir Web sayfam var, orada bazı yazılarım var. Orda okusunlar. Ulusal demokrasisi enstitütüsü. Org Hangi alanda olursan ol, o alanın önce bilim insanı, sonra da düşünürü ol diye. Başka çıkar yol yok. Birbirimizi yeriz.
İnsanlığın düşünsel olarak özlemi üzerinde konuştu diye”.
Not: Bu metin Prof. Dr Niyazi Kahveci’nin konuşmasından alındı, konuşma metni bulunmakta.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız
SONNOTLAR
(1) Abdullah bin Mübarek: Tebe-i tabiînin büyüklerinden. Mücâhid bir zât olup, hadîs ve fıkıh âlimi idi. İsmi, Abdullah bin Mübarek bin Vâdıh Hanzalî Temîmî, künyesi Ebû Abdurrahmân’dır. Emevî halîfelerinden Hişâm bin Abdülmelik devrinde 736 (H. 118) yılında Horasan’da Merv şehrinde doğdu. 797 (H. 181) senesi bir gaza dönüşü, Bağdad yakınlarında Hît denilen yerde vefat etti. Türk asıllıdır.
https://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-Ansiklopedisi/Detay/ABDULLAH-BIN-MUBAREK/12
(2)https://kurtuluspartisi.org/2015/02/13/abdullah-bin-mubarek-700lu-yillardaki-insanlarin-en-alcagi-din-kisvesi-altinda-dunya-menfaati-saglayandir-sozunden-beraat-etti/
Yorum Gönder