Emekli Müfettiş Mehmet Ayhan organizasyonu ile bu üç şehirdeki tarihi, turistik yerleri, İstiklal Savaşı’nın geçtiği cepheleri, müzeleri, köy enstitülerini görmek, gezmek amacı ile neşe içinde, şarkılar, türkülerle, fıkralar anlatarak 4 Temmuz günü yola çıktılar.
Öğretmenler tarafından Savaştepe Köy Enstitüsü(1)yerleşkesini gezdiler. Öğrenci ve öğretmenlerle birlikte 60-65 yıl önce yaptıkları binaların çoğunun halen sağlam vaziyette ve hizmet vermekte olduğunu gördükleri zaman gururla hayret ettiler, emek veren eğitimcilere saygı duruşu ile dua ettiler.
Ekip Başkanı Ekli. İlköğretim Müf. Mehmet Ayhan araçta anlatıyordu.
“İsmet Paşa Köy enstitülerinin açılış yıllarında sık sık enstitüleri ziyaret edermiş. Sonraları uğramaz olmuş. Bir gün İsmet Paşa trenle Savaştepe’den geçerken, öğrenciler şöyle sitem etmişler, “tren camından, camdan seyrettiniz, inmediniz bile, bizi candan seyredeceğinize camdan seyrettiniz” diye sitem etmişler.
Zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Köy Enstitüleri için şöyle demişti:
“Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm oldukça yakından, candan takip edeceğim” 9.V.941
(Yıllar içinde, çıkarcıların, toprak ağalarının ve gericilerin köy enstitüleri aleyhinde kışkırtma arttıkça İsmet Paşa’da da bir ilgisizlik başladı.1954 yılında da kapatıldı)
Anıtkabire Şehit Toprağı Savaştepe’den
Savaştepe’de Tıbbiyeli Hikmet’in(2)ve Savaştepe Köy Enstitüsünü kuran Sıtkı Akkay’ın anıtlarını ziyaretle saygı duruşu yapıldı anıtlarda topluca resim çekildi.
Savaştepe’li öğretmenlerden, Köy Enstitüsü mezunlarından Emkl. Öğretmen Muhsin Kaya ve Kaim Elvan Enstitü hakkında bilgi verirken, Sadece Savaştepe Köy Enstitüsünün 7043 öğretmen mezun ettiğini anlatırlarken, Emekli Öğretmen Muhsin Kaya şöyle bir olay anlattı: “1953 yılında Anıtkabir için şehit toprağı aranıyor, yurdun dört bir tarafından. Şehit toprağı alınan bir yer de burasıdır, burada kazma kürekle toprağı kazan abimiz anlattı bize. Şehit toprağı almak için Ankara’dan üç kişi gelir. Gerçek şehit toprağını nasıl sağlayacaksınız, buradan yaşlılardan sormak istiyorlar, erkeklerden kimse kalmamış, o sırada bir yaşlı nine buluyorlar, şehitlerin gömüldüğü sırada tanıklık eden bir yaşlı nineyi buraya getiriyorlar. Bastonuyla geliyor, “evladım şu çamın altını kazın bakalım çıkak mı? Kazıyorlar kemikler çıkıyor ve oradan toprağı alıp götürüyorlar. Buralar Kurtuluş Savaşı’nın kazanılırken son şiddetli vuruşma burada olmuştur.
Emekli Öğretmen Muhsin Kaya, ayrıca şunlara da değindi: “Bizim Savaştepe Köy Enstitümüzün ayrı bir özelliği var, kız öğrencilerimiz, ötekilerden çok daha fazlaydı, ayrıca Kurucu Müdürümüz, parkın içinde Tıbbiyeli Hikmetle birlikte heykeli olan kuruluşunda olağanüstü çabası, emeği olan Sıtkı Akkay çok farklıydı”.
Eskişehir'in Seyitgazi ilçesine bağlı, Doğançayır'daki anıt mezarına varıp saygı duruşunda bulundular. Anıt mezarının başında öğretmenler tarafından, “Ölmeden önce beni bir Anadolu mezarlığına gömün” şeklindeki vasiyet anlamındaki şiir okundu. Nazım Hikmet, ölmeden önce dizelerinde şöyle bir özlem içindeydi:
“Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...”
Öğretmenler Yılmaz Büyükerşen’le
Öğretmenler, 4 Temmuz günkü programlarında Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’i ziyaret ettiler. Başkan Büyükerşen, öğretmenleri Belediye Encümen salonunda öğretmenlerin sevgi dolu alkışlarıyla karşılandı. Bazı öğretmenler, “Sayın Büyükerşen Anadolu’da Türk aklının, hepimizin gururusun” diye sesleniyorlardı. Büyükerşen, “ben her şeyden önce öğretmenim, öğretmenlerin benim yanımda ayrı bir yeri ve değeri vardır, hepiniz hoş geldiniz” dedi.
Gezi ekip Başkanı Emkl. Müftş. Mehmet Ayhan Büyükerşen’e köy enstitüsü rozeti takarken, Büyükerşen, şöyle diyordu: “Köy Enstitüleri Türk Milli Eğitiminin müstesna okulları idi, onlara özel bir ilgim vardır. Köy Enstitüleri kapatıldı ama benim şöyle bir projem var, özellikle kırsal kesimde okumak isteyen yoksul aile çocuklarından kızları alalım, belli merkezlerde iş eğitimi, tarım eğitimi başka yan eğitim unsurları ile donatıp okutalım. Her türlü masrafını devlet karşılasın, ama en az beş köyde çalışmaya mecbur tutalım, böylece köylünün aydınlanma ve kalkınmasına katkıda bulunacaklarından eminim. Bu teklifim Mil. Eğitim Bakanlığınca faaliyete geçirilirse biz de katkıda bulunuruz” . Ama artık ümidimiz karlı dağın ardında kaldı, nasip olursa bir daha ki seçimde açmaya yapmaya çalışırız”.
Öğretmenlerin arasında bulunan öğretmen yazarlar kitaplarını Büyükerşen’e hediye ederken, çiçek verdiler. Başkan Yılmaz, “siz hepiniz ayrı birer çiçeksiniz” diye memnuniyetini belirtti. Emekli Öğretmen Avukat Ali Alp Metin mandolin, Emkl. Müf. Mehmet Ayhan kemanıyla, Konservatuvar çıkışlı ve sesi çok beğenilen Melike Bozkuş’da şarkı ve türküleri ile Başkan Büyükerşen’e mini bir konser verdiler. Başkan öğretmenlere, “Eskişehir’imizde birbirinden güzel müze ve parklarımız var, buraları gezin” dedi. Öğretmenler de, “programımız çok yüklü, köy enstitülerine uğrayacağız, başka zaman gelmek gezmek istiyoruz” dediler. Başkan Büyükerşen, öğretmenlere şöyle dedi:
“Enstitüler benim hayalimdeki okullardı, bizdeki Çifteler Köy Enstitüsündeki her törene eskiden beri katılırım. Dekanken de, Belediye Başkanı iken de ilgililerden harap olmaya yüz tutmuş Köye enstitüsünün binalarını bize verin başka verimli biçim de değerlendirelim” dedik, vermediler. Belki 24 Haziran’dan sonra alabiliriz, diye düşündüm. Ama ümit dağların arkasında kaldı, kısmet öbür seçimde olur inşallah” dedi. Öğretmenler ve Başkan Büyükerşen, belediyenin merdivenlerine dizilip topluca fotoğraf çektirdiler.
Bursa’da Nilüfer Belediyesini ziyaret ederek, Başkan Mustafa Bozbey ile encümen salonunda ikramlar yanında, yine müzik ekibimizden Emekli Öğretmen Avukat Ali Alp Metin mandolin, Emkl. Müf. Mehmet Ayhan kemanıyla, Konservatuvar çıkışlı ve sesi çok beğenilen Melike Bozkuş’un icra ettikleri şarkılarla çok beğeni kazandılar. Özgürlük Kapısı, Demokrasi Kapısı, Barış Kapısı, Vicdan Kapısı, Eşitlik Kapısı gibi kapıları olan belediye ve encümen salonunda bizi Başkan Mustafa Bozbey karşıladı.
Belediyeden dışarı çıktık, duvarın dibinde kanepeye oturmuş Nazım Hikmet anıtı vardı, şaşırdık, yanına oturduk fotoğraf çektirdik onunla. Otobüse bindik hareket ettiğimizde, sağda Zeki Müren’in heykeli, daha sonra Fazı Say vs heykeller gördük. Böylece Nillüfer gibi tarihi bir isim taşıyan belediyenin demokratik, çağdaş bir belediye olduğuna inandık.
Nilüfer İlçesinde, başka ilçelerde pek göremediğimiz, kaldırımları süsleyen heykelleri gördük. Nilüfer Belediye binasının yakınlarında banka oturmuş Nazım Hikmet’in heykeli yanında, Zeki Müren’in ve bazı sanatçıların heykelleri kaldırımları süslüyordu.
Ankara Öğretmen grubu, sonra Bursa’ya geçtiler. “Bursa’ya gelmişken, teleferikle Uludağ’a çıkalım” dediler. Zirveye kadar çıkan öğretmenler, bütün dükkân ve çeşitli satış yerinde Suriyeli gençlerin çalıştığını, gezmeye gelenlerin de çoğunluğunun Suriyeli olduklarını görünce şaşırdılar.
Topluca teleferiğe binince arkadaşlar arasında, “teleferikde tel mi gidiyor, vagon mu gidiyor” tartışması başladı. Bilindiği gibi, vagonlar tele sabitlendiği için, vagon değil, tel gitmekte. Dolayısıyla vagon da tel ile birlikte birbirine sabitlenmiştir.
Ankara’da Keçiören ve Yenimahalle olmak üzere iki yerde teleferik bulunmakta, 65 yaş üstü vatandaşlar, bu teleferiklerden ücretsiz yararlanırken, Uludağ’daki teleferikte de 65 yaş altındaki kişilerden 38 lira, 65 yaş üstündekilerden 28 lira alındığını gördük ve şaşırdık.
Tepeye çıktığımız zaman, hepimizin kulaklarında uğultular oluşmaya başladı. Çünkü bunun nedeni, aşağıda normal ortamda vücut ve kan dolaşımı, yer basıncına göre ayarlanmış. Yükseklere çıkıldıkça basınç düşer, bu kez vücut da yükseklerde düşük basınca vücut uyum yapmakta zorlanmakta. Normal vücutla daha yükseğe çıktığımızda da, basınç çok düşer o zaman burunda, vücutta kanamalar bile olabilir. Aşağı içince kulak ve baş ağrısı kayboldu.
Bursa’dan Balıkesir’e geçildi. Balıkesir’de öğretmen evinde kalındı. Akşamleyin ekibin müzisyen öğretmenleri Balıkesir’deki müzisyen ekibi birleşerek müzik ziyafeti çekildi.
Öğretmenler geceledikleri, Nillüfer Belediyesi otelinde, Balıkesir Öğretmenevinde, Dikili’deki apart otelde yatmadan önce gecenin geç saatlerine kadar kendi sazcıları, kendi ses sanatçıları ile şarkılar türkülerle eğlendiler. Bazen Melike Bozkuş (Müzik Blm mezunu), bazen Semih Özkan (Emekli Teknik ressam) Şarkı türkü söylerken; Keman Mehmet Ayhan (Emkl. Müf), Arif Sipahi (emkl. Örtm), ud Sabri Aydemir (emkl. Örtm), ud Oktay Üstündağ (Emkl. Resm Örtm.) darbuka Dr. Erdal Afacan) sazları, sözleri ile geceleri şenlendirdiler.
Yunanlılar Anadolu Bozkırlarını Beğenmemiş Geri Dönmüş!
Ertesi gün 5 Temmuz’da yola çıktığımızda, otobüsün içinde ekip yöneticisi Emkl. Müftş. Mehmet Ayhan, gezilen yerlerde Kurtuluş Savaşı yapıldığı için, bazı tarihi olaylardan örnekler vererek yöre ile ilgili şöyle anlatıyordu:
“-Yunan tarihinde Anadolu’daki yenilgileri şöyle anlatılır. Orada Gümülcine’den staj gören soydaşlarımızdan Latif ismindeki bir Türk Öğretmen adayı öğrenci şunları anlatıyordu. Ben ona sordum, -Latif oradaki bizim kısımdan olan yurttaşlarımızın Yunan yönetimiyle, Yunan hükümetiyle arası nasıl- dedim. Latif şöyle anlattı: “Hocam bizim halkımız onlara şükranla medyum dedi, öyle bir şükrediyorlar, öyle seviyorlar ki, bize iki tane liseden sonra okumak yasak, dedi bana, iki tane lisede ancak okuyabiliyor Türkler, dedi. Yüksek öğrenim zaten yok, an cak iki lisede de, tarih ve Türkçe öğretmenleri kendilerinden, Türk de değil, dedi. Bizim halkımız onlara neden şükranı medyum, niçin şükranı medyum, bizim halkımıza bu şekilde Türklüklerini unutturup Mısır’dan kocaman kocaman sarıklı hocalar getiriyorlar ve bizim halkımız da diyor ki, “yav şu elin gavuruna bak, bizim dinimize ne kadar iltifat ediyor, ne kadar güzel kolaylık sağlıyor, Allah razı olsun onlardan” diyorlar. Bizim halkımız da, dedi.
Yunan tarih kitaplarında Kurtuluş Savaşındaki yenilgilerini şöyle anlatılıyor: “Kahraman Elen Anadolu’ya çıktı, ilerledi ilerledi, fakat bozkırlarla karşılaştı. Deniz aşık olan Elen (yani Yunan) Anadolu’daki bozkırları görünce bıktı usandı beğenmedi oraları; denize aşık olan milletimiz geri döndü, denizi görünce adeta denizi kucaklarcasına kendini denizin içine attı. Onların anlatılışı öyle. Yani Türk milleti onları denize dökmedi, onlar denize âşık olan millet denizi kucakladı. Yunanlıların anlatış şekline bakın.
Bizde bile şu anda, “Kurtuluş Savaşı neymiş, bunlar yalan, öyle bir şey olmadı” diyen hainler var” Savaştepe Köy Enstitüsü ziyaretinden sonra Bergama Müzesi gezildi, sonra Dikili’ye hareket edildi.
Dikilide otelde kalırken, “bir daha denize giremeyiz” diyen bazı arkadaşlar, akşam geç saatlere kadar, sabah da erkenden kahvaltıdan önce denize girip yüzüyorlardı.
Otelde Kilitli Kaldım.
Nilüfer Belediyesine ait stadın bitişiğindeki otelde bir gün kaldık. Otelde, arkadaşlarımız ikişer ikişer odalara dağıtıldı. Her nasılsa ben tek kaldığım için, ikinci kattaki iki kişilik 206 numaralı odada yalnız kaldım. Akşam yatarken kapıyı arkadan kilitlemiştim, sabahleyin kilitli kapıyı açamadım, kilit bir türlü dönmüyordu. Telefonla arkadaşları çağırdım geldiler. Onlar dışarıdan ben içeriden bir türlü kapıyı açamadık. Kahvaltı yapıp hemen yola koyulmamız gerekiyordu. Kapı açılmayınca, kimi “kapıyı tekme ile zorlayıp kıralım” diyor; kimi “uzun merdiven bulalım, arkadaşımızı öyle çıkaralım” derken, kimisi de “itfaiyeye haber verelim” lafları ediyorlardı.
Kilitli kapıda içeride iyice sıkılmaya başladım, pencereyi açıp baktım, saha hemen binaya bitişikti ve bina ile saha arasına öyle bir ağ gerilmişti ki binanın boyunca. Atlayayım dedim, aman ayaklarımı kırarım diye de korktum.
Bir kısım arkadaşlar kahvaltıya gittiler, birkaç arkadaş yardımcı olarak kapının önünde ben arkada içerde ne yapalım diye düşünürken ve de kapıyı dışarıdan onlar, içerden ben kurcalarken kapı birde açıldı.
Arkadaşlara gırgır doğdu, kimileri “Cevat Hoca tahliye oldu” diyorlardı.
60 yıl sonra öğrencileri ile
Ekip şefimiz Mehmet Ayhan 1957 yılında Uşak'ın Banaz İlçesinin Derbent Köyüne öğretmen olarak tayin olur. Orada üç yıl çalışır. Ege yöresini kapsayan "Gezi 18" diye adlandırdığımız gezi dönüşünde geziye katılan arkadaşlarla, Ekip Şefimiz Mehmet Ayhan'ın 61-62 yıl önce çalıştığı ve geliş yolumuzda bulunan Derbent köyüne arabamızla arkadaşlarımızla uğradık. Mehmet Ayhan'dan yaşlı görülen öğrencileri tanıdılar, 70 yaşlarındaki bu insanlar öğretmeni Mehmet Ayhan'ın elini öptüler. Mehmet Ayhan sorduğu birçok öğrencisinin isimlerini sordukça köylüler "öldü, öldü" diye cevap veriyorlardı. Öğrencilerinden ve sağ kalan 70-75 yaşlarındaki Sadık Çetin, Alaaddin Gezer, Abdurrahman Uludağ adındaki öğrenciler gelip öğretmenleri Mehmet Ayhan'ın boynuna sarıldılar, elini öptüler. Bu da gezimizin ayrı bir ilgi odağı oldu.
Gezi boyunca birbirinden farklı anlatımlar olmuşsa da, yer darlığı nedeni ile hepsine yer veremedik.
Son gün dönüşün bir arkadaş dinlenme tesisinde unutulunca, yola çıktıktan sonra onu almak geri dönülmek zorunda kalındı.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız
SONOTLAR(1) Savaştepe Köy Enstitüsü, 17 Nisan 1940 yılında çıkarılan 3803 sayılı Köy Enstitüleri kanunu ile kurulan 21 Köy Enstitüsünün her birinin öğrenci alacağı iller belirlenmişti. Buna göre Savaştepe Köy Enstitüsü Kütahya, Çanakkale ve Balıkesir valilikleri sınırları içindeki köylerden öğrenci alacaktı.
Bu çalışmalarla ve bu şartlarla 1940 yılında eğitim ve öğretime başlayan Savaştepe Köy Enstitüsü ilk mezunlarını 1943 de vermiştir. 1951-1952 yılına kadar beş yıl öğrenim süreli Köy Enstitüsü olarak varlığını sürdürmüş 1951 yılında Köy Enstitülerinin programları klasik ilk öğretmen okullarının proğramlarıyla birleştirilmiş, 1954 yılında da 6234 sayılı yasayla Köy Enstitüleri’nin tümüyle kapatılması sonucu Savaştepe Köy Enstitüsü de altı yıl süreli İlk öğretmen okuluna dönüştürülmüştür.
Mehmet Çetinkaya https://mabalder.org/2017/09/16/2563/
(2) Tıbbiyeli Hikmet (1901-1945)
Söz; kongreye İstanbul delegesi olarak katılan 18 yaşındaki koca yürekli bir genç ve öğrenci lideri olan Tıbbiyeli Hikmetteydi. İstanbul işgal altındayken o dönem Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane günümüzde ise İstanbul Tıp Fakültesi İngiliz birlikleri tarafından işgal etmişti. Okulun kuruluş yıl dönümünü olan 14 Mart 1919’da ise Tıbbiyeli Hikmetin önderliğinde büyük bir gösteri düzenlenmiş, okula Türk Bayrağı asılmış ve bu olay Milli Mücadele’nin fitilini ateşleyen olaylardan biri olmuştu. Bu gösteri ona Sivas Kongresi’nde delege olarak katılma fırsatı vermiş bu fırsatı iyi değerlendiren Tıbbiyeli Hikmet ise kongrenin en aktif üyelerinden biri olmuştu ve Anadolu’daki direniş örgütlerinin bir çatı altında (Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) birleşmesi teklifini veren kişi olmuştu. Kongrenin 4. oturumunda asıl çıkış, mandacılık tartışmaları hararetli hararetli sürerken söz alan Tıbbiyeli Hikmet tarafından yapılmıştı. Tıbbiyeli Hikmet kongrenin başkanı Mustafa Kemal’e :
”Beni Buraya Tıbbiyeliler İstiklal davamızı başarmak için gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer bunu kabul edecek kim olursa ona şiddetli bir şekilde karşı çıkarız. Eğer manda fikrini siz kabul ederseniz sizi Milli Mücadele’nin lideri değil düşmanı sayarız.” diye bağırır. (Dikkatinizi çekerim; bu daha 18 yaşında yüzünde tüy bitmemiş bir çocuğun bağımsızlık feryadı.) Etraf bir anda buz kesilir. Mustafa Kemal etrafına döner ve der ki: ”Arkadaşlar gençliği görüyor musunuz, Türk Ulusunun asil kanının ifadesini? ”
Tarihi bir an yaşanmaktadır kongrede, Tıbbiyeli Hikmet’e söyleyeceği son cümle Milli Mücadele’nin parolasını verecektir. “Evladım müsterih ol, gençlikle iftihar ediyor ve güveniyorum. Küçük bir azınlık dahi kalsak mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez:
Ya İstiklal,ya ölümdür.” der. Bu konuşmalardan sonra kongrenin havası değişmiş ve mandacılık fikri reddedilmiştir.
Soyadı Kanunu ile Boran soyismini alan bu genç bazen subay, bazen Anadolu’nun en ücra köşelerinde doktor, bazen ise bağımsızlığın vücut bulmuş halidir Tıbbiyeli Hikmet. 1945’te hür Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak mücadelesini verdiği topraklarda hayata gözlerini yummuştur.
Tıbbiyeli Hikmeti Anlamak
Tıbbiyeli Hikmet’in bağımsızlık konusundaki tavizsiz duruşu, yaşadığı topraklardır yani Anadolu’dur, Cumhuriyet’tir bu duruş. Ve bu miras nesillerin bayrak olarak taşıyacağı bir ödevdir. Ve bu bayrak yüzünde tüyü bitmemiş 18 yaşındaki bir gencin, esaret altında yaşamaktansa, şerefi ile ölmeyi tercih etmesi, karşısındaki kişinin konumu ne olursa olsun bağımsızlık yolunda kimseyi tanımayacağının bir ifadesidir. Türk Gençliği bedenlere biat etmez, sadece ve sadece doğru fikirlerin yılmaz savunucuları olurlar. Bu toprakların en ilerici hareketini küçümseyenlerin tarihsel bir zorunluluk olarak sığınacakları son liman cumhuriyet’tir, Mustafa Kemal’dir, Tıbbiyeli Hikmettir. Çünkü bu liman kimsesizlerin, namusunu ve şerefini satmayanların, esareti kabul etmeyenlerin, çağdaşlaşma ve bilime inanların limanıdır. Bu limanı elbet, ilelebet muhafaza ve müdafaa edeceğiz. Ey Türk Gençliği inan;
‘‘Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat,
Sivas, mandayı kabul etmedi fakat
Hey gidi deli gönlüm, dedi,
Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
Ya İstiklal, Ya Ölüm! dedi
(Nazım Hikmet-Kuvay-i Milliye Destanı, İkinci Bap)
Tıbbiyeli Hikmet Savaştepe’li olup sunucu Orhan Boran’ın babası.
Yorum Gönder
Yukarıdaki yazımdaki ilk paragrafta bulunan Didim sözcüğü Dikili olacaktı, düzeltirim.