Toplum aydınlanması toplumun her katmanının katıldığı bir bilinçlenme
süreci olursa bir anlam taşır.
Bu kökten değişimin içeriğini yeterince öğrenemediğimi şimdiye kadar
düşünmemiştim. Bunun sahipsiz köpeklerin uygar bir kent görüntüsü ile
çelişik ve tehlikeli olabileceğini sorumlulara duyurmak için yazdığım
bir yazı, köpek düşmanlığı olarak kimilerince yorumlanınca birden
aydınlandım.
Fakat nasıl bir düşünce karmaşasının akı karaya çevirdiğini hâlâ
kestirmiş değilim. Ben belediyelere şikâyet ettim. Kimileri beni köpek
düşmanı olarak yorumladı. Bunu Facebook kullanan genç öğrencilerden
öğrendim. Facebook gençlerin kullandığı bir iletişim aracı. Yani
belediyeye yapılan bir çağrıyı köpek düşmanlığı olarak yorumlayanlar
genç insanlar. Gerçi öyle düşünmeyenler daha çok, ama ben gençlerin
insanı dehşete düşüren yorum çarpıklığından çok etkilendim. Özellikle
bir eleştiri beni çok rahatsız etti. Bir okuyucu “Hiç hayvan ellediniz
mi” diye soruyordu.
Biz ailece 5 köpek büyüttük, 4 tanesi bahçemde gömülü. Bir tanesi
bizim bahçeye iltica etmiş küçük, çok sevdiğimiz bir güzel köpekti.
Sokaklarda öbür köpeklerle oynamaya giderken bir araba çarptı, ailece
matem tuttuk.
Bütün yaşamımız boyunca sayısız kedi besledik. Bahçede iki kedimiz
var. Kışın yeni doğmuş bir kedi yavrusu getirdiler. İki hafta omuzumda
besledim. Küçükken Anadolu köylerinde yaşadım. Kuzu, tavuk besleyip
büyüttüm. Amerika’da evimizde bir tavşanımız vardı. Eşek ve ata binerek
çok gezdim. İlkokul üçüncü sınıfta ipek böceği yetiştirmeye başladım.
Tırtılların nasıl koza ördüklerini, çıkan kelebekleri, yumurtlamalarını
öğrendim. Tırtıl ve kelebeklerin gerçekten ipek kadar yumuşak
vücutlarını ve kanatlarını okşadım.
Bana cani diyen bu köpek koruyucuların bunları bildiğini sanmıyorum.
Ama, köpekleri bu denli çok sevenler başka hayvanların ve doğanın
yaşamına bu kadar sürekli ilgi duysalar başka bir Türkiye olurdu.
BUNLARA ACIYORLAR MI?
Sonradan bu köpek tutkusunun değişik açılımları olmadığını anımsadım.
Kimse kesilen koyunlara, ineklere, develere acıyor mu? Hayır! Çünkü
dini bir sorun olarak görüyorlar. Kuş cennetlerinin yok oluşuna
acımıyor. Kışın gelen bıldırcınların avlanmasına, leyleklerin
İstanbul’dan yok olup gitmesine, kimi balık türlerinin yok olduğuna
üzülmüyor.
Yılda 10.000 kişinin araç kazalarında öldüğüne içi yanıyor mu?
Suların kirlenip, derelerin kuruduğuna, ormanların kesildiğine,
zeytinlerin kuruduğuna, pamuğun yok olduğuna üzülüyor mu? Yılda on
binlerce köpeğin evlerden dışarı atıldığını biliyor mu? Sokağa atılan
köpekleri toptan kaçırıp derisinden battaniye yapıldığı hikâyeleriyle
ilgilenmiyor mu? Köpek tutkusunun doğa ve hayvanlara uzanan yanı
Facebook’a yansımıyor.
Benim yazımı okuyan eğitimli bir okuyucunun, ondan köpek düşmanlığı
çıkarması olanaksız. Fakat okuduğunu bu kadar ters anlayanların hangi
düşünce ortamında yetiştiğini anlamaya çalışmak önemli bir güncel sorun
olarak görünüyor.
Bunun nedeni kavga ve yalan dolu politik ortamın, dengeli düşünceyi ortadan kaldırması olarak yorumlanabilir.
İLK KEZ KARAMSARLIK
Bu beni yaşamımda toplumun geleceği konusunda ilk kez karamsarlığa
düşürdü. İnsanlardan, belediyeden, uygarlıktan söz eden bir yazıyı köpek
düşmanlığına çeviren bir toplumda yaşadığımı şimdiye kadar
düşünmemiştim. Kaldı ki ben, köpek sevenlerin daha uygar, daha çok
doğaya düşkün, daha sevecen insanlar olacağını düşünürdüm. Her şeyin
tersini anlayan ya da hiçbir şey anlamadığı için aklına ne gelirse
söyleyen bir toplumda mı yaşıyoruz?
Hayvan sevgisi bir uygarlık göstergesi diye biliyordum, gerçekten
şaşırdım. Biri çıkıp, “kenti sokak köpeklerinden, hele insanları tehdit
eder hale geldikleri zaman kenti onlardan arındırmak gerek, ama bunu
bizde belediyelerin yaptığı gibi ‘itlaf’ etmek şeklinde anlayıp
öldürmemeli. Sizin yazınız, bizim ortamımızda böyle düşünceleri
tetikleyebilir. Uygar bir davranış olarak bir an gerekli barınakları
yaparak bakmalı” deseydi, böyle bir karamsarlığa düşmezdim.
Bizim toplumun hayvan düşmanı olmadığını biliyorum. Gerçi Anadolu’da
dolaşırken köy köpekleri üzerinize saldırır. Otlanan sürülerin köpekleri
de korkutucudur. Ama kedi, köpek, eşek, katır, at, inek, öküz, manda,
koyun, keçi, tavuk... Bizim insanlarımız bunları doğuştan yaşamın
parçası kabul eder. Tabii, hem sever, hem yer.
Eskiden İstanbul’un serseri köpeklerini toplayıp bir adaya
bırakırlardı. Kent büyüyünce toplayamadılar, barınak yapmayı denediler
ama halk yardım etmedi, sonra itlaf ettiler, yani zehirlediler. Neden
olarak da kuduz tehlikesini gösterirlerdi. Şimdi daha kolay bir yol
bulmuşlar, sokağa bırakıyorlar.
ON BİNLERCE KÖPEK SOKAĞA ATILIYOR
Sevgili okuyucular,
Gelişmemiş toplum kendi yaşamını zorlaştırıyor. Televizyonlar,
alışveriş merkezleri dünyanın nasıl olduğunu ve olması gerektiğini
gösteriyorlar. Bu küresel etkinlik kapitalizmin evrensel propaganda
aracı. Cahil insanları savaş ve cinayetten daha çok etkiliyor. Halkın
amacı sadece o tüketim araçlarına sahip olmak.
Toplum birden evinde köpek besleyen, sokakta köpek gezdiren
pseudo-burjuva bir sınıfa sahip oldu. Bugün pahalı ve güzel köpekler
satın alıyorlar. Birkaç yıl ya da ay sonra sokağa bırakıyorlar. Yılda
onbinlerce köpeğin sokağa bırakıldığının biliyor musunuz? Bu sorunları
akıllarına bir getirmeyenler sokakları köpeklerden temizleyelim deyince
kahvedeki ördek adam gibi davranıyor.
Size eski bir dörtlük anımsatayım.
Tahir efendi bana kelp demiş- İtikadı bu sözde zahirdir- Maliki mezhebim benim ziraİtikadımca kelp Tahir’dir.
Malikilik, Sünni mezheplerden biridir. Onlar köpeği temiz kabul
ederler. Ama Hanefiler köpeği evine almaz. Çocukluğumda evinde köpek
besleyen sadece tek tük yabancı vardı.
Sevgili okuyucular,
80 yaşından sonra umutsuzluktan söz etmek bize yakışmaz. Dünyada her
şey, yaşamı bilgiyle birleştiren için, aynı değerdedir. Köpek sevmek,
kent sevmek, düzen sevmek, düzensizlik sevmek, yaşamı sevmek. Sevmek,
çok şeyi bazen nefret etmeyi bile içerebilir. Fakat kin ve ölümü
içermez!
Düşünmek yaşamda seçim yapabilmenin aracıdır. Bu arada yaşayan
varlığa acımak da insanın özelliğidir. Kaldı ki acımak ve onun sonucu
olan bağışlamak, Allah’ın da özellikleridir. Ne var ki bunlar uygar
yaşamaya yetmiyor. Bu toplumun gençleri, düşünmenin soru sormakla
başladığını öğreniyorlar mı acaba?
Ünlü İngiliz tarihçisi ve Harvard Üniversitesinde hoca olan Neil
Ferguson’un 2011’de Civilization (Uygarlık) adlı bir kitabı yayınlandı.
Kitabın sonu şu cümle ile bitiyor:
“Batı uygarlığına en büyük tehdit başka uygarlıklardan gelmiyor. Kendi korkaklığından kaynaklanıyor.”
Bunu kendi durumumuza uygularsak şöyle diyebiliriz:
“Türkiye’nin uygarlaşamamasının nedeni kendi cehaletidir.”
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder