Musiki yapmak savaştan daha zor ve yaratıcı. Bir bale koreografisi savaş
taktiği saptamaktan daha karmaşık. Dans performansı silah atmaktan daha
zor, daha çok disiplin istiyor. Atatürk bunu anlayabilen dahi bir
devlet adamıydı. “Bulgarlar neden mi Çatalca’ya geldiler? Çünkü Sofya’da
bir Opera var!” demişti.
Çağa ayak uyduramayan toplumların temel sorunu, çağdaş yaşam
deneylerinin yüzeyselliği nedeniyle dünyanın geleceği ve potansiyelleri
bağlamındaki cehaletlerinden kaynaklanıyor.
Çağdaş yaşam yeni teknoloji satın almak, otomobil, televizyon,
telefon satın almak, lüks yapı yapmak, dünyanın öbür insanları gibi
yaşamaya özenmekle elde edilmiyor. Kent trafiğini kontrol edemeyen,
kaldırım yapamayan, çöpünü temizleyemeyen, yılda ortalama bir kitap bile
okumayan, sanatı ve felsefeyi dışlayan, okullara ortaçağ medrese
programları dayatan, bilimi körleten, fakat nüfusu yüz milyona yaklaşmış
toplumların yaşamaları zor, gelecekleri karanlık. Böyle toplumların
kalabalıkları yollarda ve inşaatlarda verilen kurbanlara acımayı da
unutuyorlar.
Türk kültürünün entelektüel bir çekirdeğe gereksinimi var.
Entelektüel çekirdek bilgi birikiminden varılacak bir düşünsel
aydınlanmadır. İnsanlara daha bilinçli ve duyarlı olmayı öğretecektir.
Batıdaki bilgi birikimi bu aydınlanma olanağını o toplumlara sağlıyor.
Dünya entelektüelleri gelecek sorunlarının içeriğini toplumlarına
anlatmak için mücadele veriyorlar. Bizde ise ilkel bir politik söz
dalaşının yanında birleştirici bir söylem oluşmuyor.
Türkiye gibi ortaçağ rozetli üyesi çok olan toplumlarda bu aydınlanma
çabasına nereden başlamalı? Kanımca birleştirici bir aydınlanma olanağı
sahip çıktığımız geçmişin doğru değerlendirilmesinden başlıyor.
Bu gerçekleşmedikçe uydurma tarih üzerine bina edilen hayaller
topluma kendinde olmayan güçler hayal ettiriyor. Gerçek Potansiyelini
anlamasına olanak vermiyor. Ve yalana inanıyor.
GÖÇER TÜRK’TEN EVRENSEL PARAMETRELERE
Batıyı fetheden Türkçe konuşan göçerlerin uzun ve kimliği saptanmış
bir tarihi var. Bizim halk bunu masal olarak bile bilmiyor. Bu tarihin
bir aşaması olan Osmanlı tarihini bir reklam konusu ve yanlış bir güç
imgesi olarak kullanılıyor. 2000 yıllık bu süreci süreci günlük
politikanın böbürlenme hastalığından kurtarmak entelektüel bir
zorunluluk ve tarihe karşı bir saygı borcudur.
Osmanlı tarihi halk için sultan, yeniçeri, harem imgeleriyle dolu
fantastik zaferler dönemidir. Ne var ki Osmanlı ordusu Moskova
kapılarına gitmedi. Ama Ruslar Bakırköy’e geldiler. Biz Rus donanmasını
Karadeniz’de yakmadık. Fakat onlar Baltık Denizi’nden gelip ‘Çeşme’de
Osmanlı donanmasını yaktılar. Biz Venedik’e bile gitmedik, fakat Venedik
Donanması, 17. yüzyılda Çanakkale Boğazını kapattı. Kırım Tatarları
Hanlığı yok olunca, bizim Ruslara karşı savunmamız kalmadı. Ruslar Doğu
illerini 1917’ye kadar ellerinde tuttular.
Biz Viyana’yı alamadık, ama Avrupalılar İstanbul’u işgal ettiler.
Gönlümüze göre tarih yazamayız. Türk tarihini, Osmanlı dönemi dışında,
yerleşmiş toplum tarihi olarak, ya da göçer tarihi olarak,
imparatorluklar tarihi olarak, uygarlık tarihi olarak yazmak
olanaksızdır.
Fakat Türkçe konuşan halkların ve Türkçenin sürekli tarihini yazmak
olasıdır. Bu sürekliliğin nedeni göçer Türklerin büyük alanlara yayılan
egemenlik aşamalarıdır. Bu tarihin bugün için en önemli yanı, Türkçenin
günümüze uzanan sürekliliğini sağlamış olmasıdır. Türk diyalektleri
Avrasya’nın neredeyse 2500 km uzunluğundaki bir bölümünde Lingua Franca
olarak kullanılmıştır. Bir çok devletin ulusal dili olarak da
yaşamaktadır.
Osmanlı Devletinin İstanbul Fethinden öncesi büyümesi de göçer Türk
tarihinin devamıdır. Osmanlı bu uzun göçer tarihinde temellenir. Osmanlı
İmparatorluk dönemi, Türk dilli göçerlerin kısa egemenlik tarihlerinden
farklıdır. Fetheden ve devleti kuran halk Türktür. Osmanlı
İmparatorluğu Bizans coğrafyasına oturur. Toplum Bizans halklarıyla
bütünleşir. Uzun ömürlü karmaşık bir yapısı vardır. Göçer dönemiyle
yapısal bütünlüğü yoktur. Osmanlı çağını anlamak yeni paradigmalar
yaratmayı gerektirir.
OSMANLI: KENDİNE ÖZGÜ POLİTİK YAPI
İslam ve Türklüğün Osmanlı tarihini yönlendirecek temel çerçeveler
olmasından hareket edince, kozmopolit Osmanlı toplumunun tarihini yazmak
olanaksız hale gelmiştir. Osmanlı Doğuda ve Batıda İslam için kavga
eden bir güç olarak takdim edilmiş, kendi yapısının gereği olan bir
yorum yapılmamıştır. Türklük de devşirme askeri, devşirme bürokrasisi,
esir haremi, Türk olmayan sultanlarıyla kendisi için çizilen kalıpla
çelişmiştir. Oysa Osmanlı İmparatorluğu, var olan kalıplara giremeyecek
kendine özgü bir politik yapıdır.
Osmanlı tarihinin göçer geçmişiyle iki sürekliği var: Biri Türk Dili,
ikincisi göçerlerin fethettikleri toplumlarla simbiyotik yaşantı kurma
yetenekleri ve gelenekleri. Bu simbiosis 16. yüzyıl sonuna kadar
başarılı olmuş, Osmanlı tarihinin sürekliliğini de sağlamıştır. Bu olgu
insan toplumlarının ortak yaşama potansiyelinin olduğunun da kanıtıdır.
Anneannem Midilli’li, annemin babası Ortaasyalı bir aileden
Erzurumlu, babam Çerkez olan ben, İstanbullu bir Türküm. Bizim aileden
herkes İstanbul’lu Türktü. Değişik dilli, dinli insanlar Türk diliyle
belirli, fakat değişik kimlikler taşımışlar, aynı topraklarda 800- 900
yıllık bir süreç içinde örtüşen ortamların ürünü olarak ortak
davranışlar kazanmışlardır. Çerkezi, Giritli’yi, Bosnalıyı, Laz’ı,
Gürcü’yü, Kürd’ü kökeninden dolayı dışlayan bir kültür Osmanlı çağında
oluşmadı. Ben bunun İngiliz emperyalistlerin başlattığı bir emperyalist
olgu olduğuna inanırım. Kaldı ki kimi cemaatler kendilerini Türk
görmeseler bile dünya bizi hep Türk olarak bildi. Biz dünyanın bildiği
kimlik altında varız. Bunu tartışmak anlamsızdır.
TÜRK-İSLAM SENTEZİ
Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan toplum kültürünün niteliğine
ilişkin en önemli kavram Türk-İslam sentezidir. Allahın sözü insanın
sözü ile eş olamayacağına göre, Kuran’ın emirleri, insanların tefsiri
ile bir sentez oluşturmaz. İslam, Arap ya da Fars kültürü ile sentez
anlamına gelebilir. Öte yandan Kuran’a bağlı farzlar dışında, Hintli’yi,
Çinli’yi, Endonezyalı’yı, Afrikalı’yı ve Türk’ü birleştiren bir kültür
olmadığını, antropoloji okuyan herkes bilir.
Çinli, Hintli, Afrikalı, Hıristiyan oldukları zaman da Avrupa
kültürünün parçası olmazlar. Ama Farabi ve İbni Sina’nın Hellen-Fars,
İbni Rüşt’ün Yunan-Arap sentezinden söz edilebilir. Osmanlı Şiiri,
ağırlığı Fars edebiyatı olan bir sentez olarak görülebilir. Fakat
Osmanlı Divan şiirine halk sahip çıkamazdı. Çünkü anlamıyordu.
Türkler çeviri yaptılar, ithal ettiler. Özgün kültür üretmediler. Bu,
göçer tarihinin doğal uzantısıdır. Göçerin güç gösterisinin bedeli,
uygarlık tarihine Türk olarak bir şey katmamış olmamızdır.
Bizim kültürümüz dilimizdir. Onunla ürettiğimiz bir şiirimiz var. Bunun Anadoludaki ilk kurucusu Yunus Emre’dir.
RUS VE OSMANLI NEDEN ÇÖKTÜ?
Osmanlı İmparatorluğu, var olan eski toplum yapısını yok etmeyip
kullandığı için yaşamıştır. Fakat bunun da bedelini ödemiştir. 19.
yüzyılda dine dayalı sistemlerin gücü azalınca Rus ve Osmanlı
imparatorlukları çöktüler. Rus devrimi, Türk devrimi bu çöküşlerin
sonucudur. Devletin laik oluşu da bu sonucun parçasıdır. Dinler de yok
olmadılar. Laiklik, bilimsel düşüncesinin egemenliğidir.
Türk devrimi İslam dünyasının tek gerçek sosyal devrimidir. Dil, harf
, laik toplum devrimlerinin İslam tarihinde başka eşi yok. Biz onun
için en çağdaş İslam toplumuyuz.
Sevgili Okuyucular
Bu yazıyı tarihi bir yorumla bitirmek istiyordum. Fakat daha
aydınlatıcı bir kanıt buldum. Alman Devlet Balesi’nin Berlin’de verdiği
Çaykovski’nin Fındıkkıran Balesini seyrettim. Osmanlı ordusunun
Moskova’ya gidememesi, Rusların İstanbul’a dayanmalarının nedeni bu
performansın doğasında saklıydı. Musiki yapmak savaştan daha zor ve
yaratıcı. Bir bale koreografisi savaş taktiği saptamaktan daha karmaşık.
Dans performansı silah atmaktan daha zor, daha çok disiplin istiyor.
Atatürk bunu anlayabilen dahi bir devlet adamıydı. “Bulgarlar neden
mi Çatalca’ya geldiler? Çünkü Sofya’da bir Opera var!” demişti.
Bilime dayalı bir entelektüel düşünce topluma egemen olmadan, sanat
ve musiki toplum yaşamında yerlerini almadıkça uygarlık dağın berisinde
kalacak. Her gün patlayabilecek bir sosyal ve ekonomik patlamanın
korkusu ile yaşayacağız.
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder