Sayın Cumhurbaşkanı’nın her konuşmasında
eleştirmeyi âdet haline getirdiği Cumhuriyet devrimleri arasına
demokrasinin belkemiği olan laikliği de koyması ilk değilse de laik ve
demokrat bir Türkiye açısından endişe verici bir noktaya gelmiştir.
Türkiye’de eğitim politikalarını oluşturmak
amacıyla Milli Eğitim Şûrası adı altında düzenlenen ve katılımcılarının
büyük çoğunluğunun siyasal İslam düşüncesine bağlı olduğu anlaşılan
toplantıda alınan bazı kararların laik eğitime yeni bir darbe yapmak
amacını taşıdığı anlaşılıyor.
Alınan
kararların tavsiye niteliğinde olsa da, aynı zamanda Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından ısrarla savunulması, siyasal iktidarın konuya ilişkin bakış
açısını açıkça ortaya koymaktadır.
Sayın
Cumhurbaşkanı’nın her konuşmasında eleştirmeyi âdet haline getirdiği
Cumhuriyet devrimleri arasına demokrasinin belkemiği olan laikliği de
koyması ilk değilse de laik ve demokrat bir Türkiye açısından endişe
verici bir noktaya gelmiştir.
Şûrada “değerler eğitimi” adı
altında, okulöncesi eğitimi ve ilkokul 1., 2., 3. sınıflara zorunlu din
dersleri getirilmesinin bazı okullarda uygulamaya konulması, tavsiye
kararlarının ciddiye alındığını göstermektedir. Bebek yaştaki çocuklara
günah-sevap, cennetcehennem gibi soyut kavramları öğretmenin ya da
ezberletmenin tehlikesini görmüyor olamazlar. Böyle bir eğitim,
çocukların korkuyla ve kendine güvenmeyen kişilikler olarak büyümelerine
neden olacaktır. Dindar nesil yetiştirelim derken küçük yaşlardan
itibaren baskı altında tutulan, psikolojisi bozuk bir nesil yetiştirmek,
bunu savunanların düşüncesine de uygun olmayacaktır.
Bilindiği gibi günlük konuşmamızda ve yazı dilimizde kullandığımız birçok Arapça ve Farsça sözcük vardır. Hal böyle iken “Osmanlıca” adı altında, dil olduğu dahi tartışmalı olan Arapça-Farsça karışımı bir ifade biçimini savunmanın bir tek anlamı olabilir, o da “eski Türkçe” olarak da anılan Arap harflerini okullara sokarak yeniden gündeme getirmektir. “İsteseler de istemeseler de öğrenecekler” biçimindeki açıklamalar, zor kullanmayı ifade ettiği için ürkütücüdür.
Kararlar
arasında yer alan otelcilik ve turizm meslek liselerindeki alkollü içki
ve kokteyl hazırlama dersinin kaldırılmasını tartışmaya bile gerek yok.
Bu karar, bir mesleğin icrası amacıyla içki hazırlamanın İslam dini
açısından sakıncalı olduğu gibi bağnaz bir düşüncenin ürünüdür.
Şûra,
yurttaşlık yerine kul ve ümmet düşüncesini pekiştiren bir anlayışla
insan hakları, yurttaşlık ve demokrasi dersinin bağımsız ders olarak
okutulmasını gerekli görmemiştir. Bu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yurttaşlık
eğitiminin “yapay bir din gibi uygulandığı” eleştirisi ile bağlantılı olabilir diye düşünüyorum.
Öğrencilerin
resim ve müzik derslerinden sadece birini seçebileceklerine ilişkin
şûra kararının müfredatta din derslerine yer açmak amacını taşıdığı
haklı olarak iddia edilmektedir. Okullarda sanat eğitimini kısıtlamak,
bağnaz bir topluma gidişin bir başka başlangıcı olacaktır.
Okullarımızda
din bilgisi eğitimi, öteden beri toplumca kabul gören bir eğitim
olmuştur. 1980 öncesi isteğe bağlı olan bu ders, 1980’den sonra zorunlu
din bilgisi dersine dönüşmüştür. Din dersinin zorunlu olarak
okutulmasının insan haklarına ve laikliğe aykırı olduğu konusundaki
tartışmalar devam ederken AİHM, Eylül 2014’te dersin zorunlu olarak
okutulmamasına karar vermiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın uluslararası
hukuk açısından bağlayıcı olan bu kararı uygulamaya koyması beklenirken
zorunlu din dersini okulöncesinden başlayarak ilkokula da getirmesi ve
ders saatini artırması, siyasal iktidarın nasıl bir Türkiye öngördüğünün
kanıtıdır diyorum. AİHM kararının uygulamaya konmaması, Türkiye’yi,
1954’ten beri üye olduğu Avrupa Konseyi ve AB’den uzaklaştırmanın bir
diğer örneği olacaktır.
Şûranın, ortaokul ve liselerde okutulan “İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” dersi
programının gözden geçirilerek güncel anlayışlar doğrultusunda yeniden
yazılması olarak belirlenen kararı da esasen kimseyi şaşırtmayan,
beklenen bir karar olarak tarihteki yerini alacaktır.
Türkçe,
matematik, fen gibi derslerde kalitenin yükseltilmesi beklenirken
şûranın özellikle dini konulara odaklanması, dindar nesil yetiştirmeye
yönelik bir uygulamadır. Çağdaş, bilimsel ve laik eğitime darbe anlamını
taşıyan bu anlayış, toplumun hızla ayrışmasının nedeni olacaktır.
Katılımcıların
eğitim uzmanı olduğunu varsayarsak dindar ve kindar nesil yetiştirmenin
Müslüman coğrafyasına özentiden kaynaklandığını düşünebiliriz.
Unutmayalım ki Müslüman coğrafyasının görüntüsü, sadece gerçek
Müslümanları değil, bütün dünyayı ürpertir ve korkutur hale gelmiştir.
Katılımcıların
aldıkları kararların unvanlarını ve uzmanlıklarını Atatürk
devrimlerinin mayası olan laikliğin verdiği özgürlüğe borçlu olmalarının
kompleksi olabileceğini düşünmeden edemiyorum. Katılımcıların, bu
kararların Türk gençliğine ve eğitimine katkısı konusundaki
beklentilerini merak ediyorum.
Prof. Dr. AYSEL ÇELİKEL ÇYDD Genel Başkanı/Cumhuriyet
Yorum Gönder